2010 TÜRKİYE'SİNDE BİR BABA VE OĞULLARI
Bestami Bey, resim öğretmeniydi. İstatistik kurumunun verilerine göre yoksulluk sınırında yaşıyordu.
Her şeye zam gelmişti. Çalışanlar enflasyona ezdirilmişti.
Üstelik Bestami, kiracıydı. İki odalı küçük bir dairede oturuyordu.
Zor günlerdi.
Çalışanlar, çalışma yasalarınca belirlenen haklarını kaybetmeye devam ediyorlardı.
Öğretmenler de özlük haklarının çoğunu kaybetmişti.
Kadrolu öğretmenlik lüks olmuştu. Yeni öğretmenler sözleşmeli olarak işe alınıyordu. Her yıl iş güvencesiz öğretmenler iş başı yapıyordu. Üç yüz liraya, beş yüz liraya çalıştırılan öğretmenler vardı. Bu parayla gün de bir simit, bir çay alınamazdı.
Yenidünya düzeni böyle bir şeydi. Derebeylik düzeni tekrar kurulmuş, çalışanlar köleleştirilmişti.
Sendikalar güç kaybetmiş, kimse hakkını arayamaz olmuştu.
Dışarıda soğuk bir rüzgâr esiyordu. Kış erken bastırmıştı.
Havaların soğumasıyla birlikte hükümet açıkladı. Doğal gaza yine zam yapılacaktı.
Bestami Bey, en çok buna kızıyordu. Her zaman böyle yapıyorlardı.
Hava soğudu mu; ?
“Doğal gaza zam,” diyorlardı
İnsanlar bunalmıştı.
Bu kadar haksızlık olacak şey değildi.
Dar gelirlilerde gaz alacak para kalmamıştı. Temel ihtiyaçların dışında bir şey alınamıyordu. Temel ihtiyaçlar bile karşılanamıyordu.
Esnaf iş yapamaz olmuştu.
Bestami Bey, yalnız yaşayan bir öğretmendi. Karısından on yıl önce ayrılmıştı. Karısının psikolojik sorunları vardı. Bestami Bey, iki çocuk babasıydı, çocuklarına bakmak zorundaydı.
Çocuğunun biri üniversite de okuyordu. Adı Kaan’dı. Diğeri büyük olan Mete’ydi. Mete, okumuş, imam olmuştu… Aslında ilahiyatçı olmak istiyordu.
Bestami Bey dinine bağlı bir adamdı.
Mete, babasından etkilenmiş, imam hatibe gitmek istemişti.
Memleketin iyi ilahiyatçılara ihtiyacı vardı. Ortalık yobaz imamlarla dolmuştu. Yobaz imamlar oy avcılığı yapıyordu.
Toplum Atatürkçüler ve dindarlar diye ikiye bölünmüştü.
Bestami Bey, imam hatip liselerini, partilerinin arka bahçesi olarak gören siyasetçilere kızıyordu. Din, çıkar gruplarının eline geçmişti.
Devlete olan güven yıkılmıştı. Kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmamıştı. İktidardaki parti devlet olmuştu. Cumhurbaşkanından, meclis başkanına kadar her kurum hükümetin uzantısı haline gelmişti.
Bestami Bey Atatürkçüydü. Nutuk’u yeniden okumaya başlamıştı. Atatürk Nutuk’ta ulusa yol göstermeye devam ediyordu. Ne var ki ulus Atatürk’ün yolundan ayrılmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı ayrılmıştı, YÖK ayrılmıştı, milletvekilleri ayrılmıştı.
Direnen yalnızca orduydu. Ordu da sindirilmişti. Komutanlar yalnızdı.
Halk sahipsizdi. İşçinin, memurun, köylünün hakkı korunmuyordu. Üretim durmuştu.
Türkiye artık buğday bile üretmiyordu. Her şey dışarıdan alınır olmuştu.
Cumhuriyet, parası olanların eline geçmişti. Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyetten eser kalmamıştı.
Bestami Bey’in hiçbir zaman dinle sorunu olmamıştı. Babası hacıydı. O da babası gibi namazını kılar, orucunu tutardı.
Mete’nin imam hatipte okuması neden kötü olsundu. Mete, sosyal konuları seviyordu. Din olgusu özellikle ilginç geliyordu. Okuyacak, aydın bir din adamı olacaktı.
Mete, geleceğinden umutluydu.
Ama olmadı. Önüne KPSS çıktı. KPSS’yi geçemeyince üniversitede kalmayı denedi. ALES’le karşılaştı. Sınavda iyi not aldı. Torpili olmadığı için üniversiteye kabul edilmedi.
Mete, daha fazla babasına yük olmak istemiyordu.
İş bulmak zorundaydı.
10 kişinin alınacağı işlere binlerce başvuru oluyordu.
Günlerden bir gün internette bir haber okudu. Diyanet işleri imam alacaktı. İmamlık da iyi meslekti. Bazı camilerin lojmanı vardı.
Mete, düzenli maaşa kavuşacaktı. Aydın din adamı olarak köylülere hizmet verecekti.
Mete mutluydu.
Bir yıl sonra Doğu illerinin birinde imam olarak işe başladı. Küçük bir köyde çalışıyordu. Caminin lojmanı, iki odalı toprak sıvalı bir evdi. Çatısı yoktu.
Mete, köyde yaşamayı önce yadırgadı. Sonra, karnımı doyurduğum yer evimdir, dedi. Köyü evi gibi sevmeye başladı.
Köylüye Atatürk’ü anlattı. Köylü Atatürk’ü tanımıyordu. Atatürk, köylülere din düşmanı olarak tanıtılmıştı.
Mete, köylülerle yaptığı her sohbetin sonunda;
“Atatürk cumhuriyetine sahip çıkalım,” dedi.
Gericiliğe karşı geldi.
Adı, bölücülerin ölüm listesine yazıldı.
Köye bir gece saldırı oldu. Karanlıkta silah sesleri yankılandı.
Biri bağırdı:
“Koşun, İmam’ın lojmanı yanıyordu,” dedi.
Sabahlara kadar ağıt sesleri yükseldi.
Mete ile birlikte, beşi çocuk, on kişi ölmüştü.
Sabah askerler lojmana girdiğinde Mete’nin yerde yatan ölüsüyle karşılaştılar.
Mete’nin kolları bağlıydı. Mete’yi telle bağlamışlar benzin döküp yakmışlardı.
Bestami Bey, haberi alınca ölecek gibi oldu. Ayaklarının bağı çözüldü. Olduğu yere yığılıp kaldı.
Günlerce kendine gelemedi. İki gün hastanede yattı.
Oğlunun mezarı başında teröre lanetler yağdırdı.
“Kürt açılımı yapıyoruz,” diyen hükümete:
“Hakkımı helâm etmiyorum!” dedi.
Milli piyango bileti satarak geçinen ağabeyi Mustafa Bey, kardeşini oğlunun mezarı başından kaldıramadı.
Toprak, Bestami Bey’i çekiyor, bırakmıyordu.
Bestami Bey, oğlunun toprağına sarılıp saatlerce gözyaşı döktü.
Bestami Bey, o toprakta büyümüş ağaç gibi kökünden kopamıyordu. Mete’nin toprağı Bestami’yi bırakmıyordu.
O günden sonra Bestami eskisi gibi olamadı. Okula istemeyerek gidip geldi. Başka bir âlemde yaşıyordu. Kendi kendine konuştuğu oluyordu.
Gözlerinin önünde Mete’nin hayali canlanıyordu. Kendini oğluyla konuşurken buluyordu.
Bir süre psikolojik tedavi gördü. Birçok ilaç kullandı.
Konuşarak dolaştığını gören öğrenciler Bestami Bey’den korkar oldu.
Veliler:
“Deli bir öğretmen çocuklara ne verebilir ki?” dedi.
Aylarca süren tedaviden sonra Bestami biraz toparlandı. Arada bir yine kendiyle konuştuğu oluyordu.
Hastalığını gizlemek için boynuna cep telefonunun mikrofonunu astı. Konuştuğunu fark ettiğinde cep telefonu ile konuşuyormuş gibi yapıyordu.
Bestami Bey’in kendini toparlaması Kaan’ın hastalanmasına kadar sürdü.
Kaan, bir akşam yurtta ders çalışırken bayılmıştı.
Yurt yetkilisi, Bestami Bey’i arayarak durumu bildirdi.
Bestami Bey, apar topar oğlunun okuduğu şehre gitti.
Şükür Kaan’a bir şey olmamıştı. Kaan’ın bayılma nedeni yorgunluktu. Sınavdan sınava koşmak Kaan’ı bitkin düşürmüştü. KPSS deneme sınavlarında Kaan iyi not alamıyordu.Okul bittiğinde işsiz kalmaktan korkuyordu.
Bestami Bey, Kaan için güçlü olmak zorundaydı.
Kaan, okuyacaktı, paraya ihtiyacı vardı.
Mete için yapamadıklarını bundan sonra Kaan için yapacaktı.
Mete çok yoksulluk çekmişti. Aynı şeyleri Kaan’ın da yaşamasını istemiyordu.
Günlerce ek iş olarak ne yapabileceğini düşündü. Kıraathanede garsonluk yapmaya bile razıydı.
Milli piyango bileti satan kardeşi Mustafa ile bir gün sohbet ediyordu.
Mustafa ne zamandır ona bir işten söz edecekti. Adamın biri portre yapacak birini arıyordu. Vesikalın bir fotoğraf büyütülerek resme dönüştürülecekti.
Bunun için bilgisayarlar vardı. Eski bir fotoğraf, bilgisayar ortamında hem tamir edilir, hem de büyütülebilirdi. Ama adam, bilgisayar işi istemiyordu.
Bestami Bey, gidip adamla görüştü. Adam zengindi, galerileri vardı. Birkaç şehirde araba alım satım işiyle uğraşıyordu.
Yaptırmak istediği fotoğraf dedesine aitti.
Bestami, o günden sonra iyi para kazanmaya başladı.
Galericinin yaptırmak istediği başka fotoğraflar da vardı.
Bestami’ye yaptığı resimler karşılığında iyi para veriyordu.
Bestami Bey o yıl, doğal gaz almakta zorlanmadı.
Kaan’a para gönderdi.
Kaan mühendis olacaktı. Çevre mühendisliği bölümünde okuyordu.
Galericinin verdiği fotoğraflar bitince sıkıntılı günler tekrar geldi.
Yeni bir iş bulmalıydı.
Bestami Bey, iş aramaktan yorulmadı.
Lokantalara manzara resmi yapmaya başladı. Bir süre de böyle idare etti.
Kaan, nihayet okulunu bitirip eve döndü.
Çevre mühendisleri iş bulamıyordu. Mühendislerin çoğu işsizdi. Yatırım olmayınca iş de bulunamıyordu.
Bestami Bey, bunların farkındaydı.
İş bulamadığı için oğluna kızmıyordu. Kaan elinden geleni yapmıştı. Yıllarca ÖSS’ye hazırlanmıştı. Üniversite bitmiş, KPSS derdine düşmüştü. Ne yaptıysa iş bulamamıştı.
Sıra askere gitmeye gelmişti.
Bestami Bey’in içine bir ateş düştü.
İçi yana yana oğlunu askere uğurladı.
Vatan savunması her şeyden üstündü. Oğlunu yolcu ederken ağlamak istemiyordu.
“Allahım bana güç ver,” dedi.
Kaan, babasından daha güçlü görünüyordu.
Etrafta partili gençler vardı.
“En büyük asker bizim asker!” diyerek ortalığı birbirine katıyorlardı.
Bu görüntüler tanıdıktı.
Haberlerde her gün buna benzer görüntüler yayınlanıyordu.
Aileler oğullarını kaybediyor, kanallar dönüp dönüp bu görüntüleri tekrar veriyordu.
Şehit cenazeleri her geçen gün artıyordu.
Asker, çaresizdi.
Terör lideri, hapisten terör estirmeye devam ediyordu. Deniz Gezmiş’i asanlar, binlerce insanın katilini asmaya cesaret edemiyordu.
Büyük katilin arkasında emperyalistler vardı.
Emperyalistler Türkiye’yi bölünmenin eşiğine kadar getirmişti.
Ordu susmuştu.
Komutanlar mahkemelerde hizaya çekiliyordu.
Komutanları yargılamak demokrasinin gereğiydi. Suçlanan milletvekillerine ise kimse dokunamıyordu. Milletvekillerinin dokunulmazlık zırhı vardı.
Zırh, demokrasinin üstünden alınmıştı. Ülke her yönden tehdit altındaydı.
Bestami Bey, biricik oğlunun şehitler kervanına katılmasını istemiyordu. Şehit sayısındaki artış terörü durdurmaya yetmemişti.
Patiler, anaların gözyaşları üzerinden siyaset yapmaya devam ediyordu.
Bestami Bey, çalışmak zorundaydı. Emekli yaşı geldiği halde emekli olmak istemiyordu. Oğlu işsizdi. Askerden döndüğünde paraya ihtiyaçları olacaktı.
En büyük hayali oğlunu evlendirmekti. Torununu kucağına almak, oğlunu işinin başında görmek istiyordu.
Haftada bir Kaan’ı telefonla aradı. Şükür oğlunun sesi iyi geliyordu.
“Merak etme baba!” diyordu Kaan, “ben çok iyiyim!”
Bestami Bey’in boğazı düğümleniyor, ağlamamak için susuyordu.
Kaan, askerliğini terör riski düşük bir ilde yapıyordu.
Bestami Bey’i en çok bu sevindiriyordu.
Yine de endişeliydi. Geceleri kötü rüyalar görüyordu. Rüyalarında Kaan, bazen hastanede, bazen çatışmanın ortasında oluyordu. Elinde asker şapkasıyla bir komutan çıkıp geliyordu. Şapkada kan lekeleri vardı. Kan, Kaan’a aitti. Bestami bunu biliyordu. Geceleri ter içinde uyanıyordu.
Bestami Bey’in kendi kendine konuşma hastalığı tekrar hortlamıştı.
Bu kez de Kaan’ın hayaliyle konuşmaya başlamıştı.
“İyi misin, Kaan’ım, yavrum?” diyordu.
Kaan’ın askerde olduğunu bilen öğretmenler üzülüyordu.
Bestami Bey’e:
“Üzülme,” diyorlardı. “Her giden ölmüyor ya… Gönlünü ferah tut!”
Bestami Bey’in gönlü daraldıkça daraldı.
Bir akşam kapı çalındı.
Bestami Bey’in karşısında iki asker duruyordu.
Askerler konuşamadan Bestami Bey, olduğu yere yığılıp kaldı.
Aylarca kendine gelemedi. Hastaneden çıkamadı.
Bestami Bey çökmüştü. Birkaç hafta içinde saçları bembeyaz olmuştu.
Hastane’den çıktığında canlı cenaze gibiydi.
Bu moralle öğretmenlik yapamazdı.
Emekli olduktan sonra evinden dışarıya çıkmadı. Pencerenin önünde kendi kendine konuşup durdu.
Arada kapı açılıyordu.
Bestami Bey, kapıya koşuyordu.
“Hoş geldin Mete yavrum,” diyordu. Arkasından ekliyordu:
“Kaan niye gelmedi?”
Mete susuluyordu.
Bestami Bey, yoldan geçenlere bakıyordu.
Mete gelmişti, mutlaka Kaan da gelecekti.
Gelen giden olmuyordu.
Apartmanın kapıcısı deli öğretmenin kapısını çalmak istemiyordu.
--
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.