"Yaşlılarda daha sık görülen sadece iki ruhsal bozukluk vardır:
1-Bunama
2-Delirium (beden sağlığındaki bozulmanın beyni etkilemesi sonucu geçici olarak dikkatte dağılma, nerede olduğunu bilememe, etrafındakileri tanıyamama, sayıklama, mantıksız konuşma, hayal görme hali)."
bunama örnekleri;
arkadasımın babannesi adı güzin olan kızıyla odada otururken kızına dönüp ''güzin burda diil di mi kızım?'' die sormus cevabını almadan kızını kızına çekiştirmeye başlamış.
elli yıllık kocasını aynı odada yatarken görünce tanımayıp ortalıgı birbirine katan kendi öz kızına "ne biçim bi otel burası odama yabancı erkek almışsınız" diye saldıran örnekler var.hatta babanem beni geçen sene eve gelen temizlikçi kız sanmıştı.onun torunu oldugumu anlatınca aglayarak "ben zaten seni sevmiştim,şimdi daha çok sevdim dedi."
Son örnek: son derece lüzumsuz bir ritüel olarak ailecek oturup büyük biraderin düğün cd'si izlenmektedir. bunak babaanne ekranın karşısında yarım saat geçirdikten sonra bombayı patlatır. "evladım film pek güzelmiş ama dikkat ettiniz mi artistler aynı size benziyo...
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=bunamak
09 Ocak 2010 18:01 tarihinde zeki kentel <zkentel@hotmail.com> yazdı:
HAYIRLI GELISME: ILHAN SELCUK AMA DEMEDEN "SANDIK" DEDI!
Aytaç Paşa’nın doğrusu, sandığın doğrusunu yener! KIM DEMISTI ACABA?
“Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘çağdaşlaşma-Batılılaşma’ projesinin taşıyıcısı olarak gören, hayat tarzı bakımından bu alanı zaten tek başına dolduran geniş ‘laik-kentli-çağdaş’ kesimlerin otoriter-bürokratik bir zihniyet dünyasına kaymalarının ve orada demirlemelerinin bir tarihi var kuşkusuz.
(...)
“İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi ve savaşı otoriter-totaliter rejimlerin kaybetmesiyle birlikte Türkiye’nin kendi rejimini eski usul tek parti diktatörlüğü temelinde sürdürmesi imkânsızlaşmıştı.
İktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eliti, ‘Biz yapmazsak zorlayacaklar, bari gönüllüymüşüz gibi görünelim de işin şanı bize kalsın’ diye özetleyebileceğimiz düşünce ve duygularla ‘çok partili parlamenter demokratik rejim’e geçildiğini ilan ettiler.
Fakat aynı asker-sivil-bürokrat elitin 1930’lara duyduğu özlem hiç bitmedi.
Bu madalyonun öbür yüzünde ise halkın kendi seçtiklerini iktidara getirmesine imkân veren özgür seçimlere beslenen öfke yer alıyordu.
Bu kesimlere göre seçimler ‘gericileri’ iktidara getirmekten başka bir işe yaramıyordu.
“1946’dan beri söylenen bu şarkı, seçimlerin ve parlamentonun askıya alınması ya da bunların etkilerinin asgariye indirilmesinin koşulları belirmeye başladığında daha üst perdeden terennüm edilmeye başlıyordu.
27 Mayıs öncesinde, 12 Mart öncesinde, 12 Eylül öncesinde, 28 Şubat sürecinde hep böyle olmuştu.
Tersinden şöyle de diyebiliriz, o da doğru olur: Birileri seçimlerin ve parlamentonun çanına ot tıkamaya niyetlenmişse, bu kurumlara karşı mutlaka bir tezvirat kampanyası başlatılır, bunlar aşağılanır; dolayısıyla basında bu yönde yazılar görülmeye başlanmışsa, yukarılarda bir yerde birileri yeni bir vesayet çorbası hazırlıyor demektir.
Bu, şaşmaz bir kriterdir.”
Aytaç Paşa’nın doğrusu, sandığın doğrusunu yener!
Birikim’deki yazıda, tarihe mal olmuş darbeleri tarihe bırakarak, yukarıda sözünü ettiğim “şaşmaz kriter”i, günümüzde de hâlâ tartışılan 2004 darbe girişimleri örneğine uygulamıştım.
Bu durumda hipotez şudur: 2004’ün bahar ayları için bir darbe öngörüldüğüne göre (hatırlayalım, Darbe Günlükleri’nde tarih olarak “10 Mart 2004” veriliyordu), bunun hemen öncesinde orada burada seçimleri ve parlamentoyu küçümseyen, önemsizleştirmeye çalışan yazıların çıkmış olması gerekir.
2004’ün ilk aylarında Kürşat Bumin ile birlikte Yeni Şafak’taki “Kronik Medya” sayfasını hazırlıyorduk. O günlerde Sarıkız, Ayışığı gibi isimler herkes gibi bize de bir şey ifade etmiyordu... Sonradan öğrendik, meğer bunlar 2004’te atlattığımız, birincisi için 10 Mart’ın öngörüldüğü iki darbenin kod adlarıymış.
Bunları bilseydik, o yılın ilk aylarında beliriveren ve bize “nereden çıktı bunlar?” dedirten “seçim karşıtı” yazıların resm-i geçidini (“köşelerde seçim aşağılamaca” başlığını uygun görmüştük o zaman) farklı bir gözle izleyebilirdik.
Ocak 2004, bu açıdan hayli bereketliydi. Kronik Medya’daki takibimizden Birikim’deki yazıya üç örnek aktarmıştım. Buraya sadece konumuzla (yani İlhan Selçuk’la) ilgili olanını alacağım...
Selçuk, 2 Ocak 2004 tarihli yazısında, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın “irtica tehlikesi”ne dikkat çektiği mutat konuşmalarından birini, yaklaşmakta olan yerel seçimlerle (2004’ün mart ayında yapıldı) kıyaslıyor ve şöyle diyordu:
“Son günlerde Aytaç Paşa konuştu.. Doğru konuştu.. Peki, bu doğru ne doğrusuydu?.. Asker doğrusu mu?.. Böyle düşünen yanılır.. Hem de çok yanılır.. Aytaç Paşa analarımızın ak sütü kadar halkımıza helal sivil doğruları dile getirdi... Bu doğru, belediye seçimlerinde sandıktan çıkacak doğrulardan daha doğru bir doğrudur... Eğer demokrasi istiyorsak küçük doğrularla büyük doğruları tartışmanın erdemine kavuşmak zorundayız; çünkü doğruları birbirine karıştırdık mı çıkacak sonuç doğru olmayabilir.” (İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 2 Ocak 2004.)
Seçimlerde halkın işaret edeceği “doğru”ya kıyasla daha “büyük” bir doğruyu temsil ettiği söylenen Aytaç Yalman’ın, İlhan Selçuk’un yazısından bir ay kadar önce nasıl bir “doğru”nun peşinde olduğunu Darbe Günlükleri’nden öğrenmiştik:
“Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz.” (Darbe Günlükleri, 3 Aralık 2003 toplantısı, Nokta dergisi, 31 Mart-5 Nisan 2007).
Mustafa Balbay Günlükleri, İlhan Selçuk’un o sıralarda “Aytaç Paşa”nın peşinde olduğu “doğru”dan haberdar olduğu, hatta bizzat içinde yer aldığını düşündürtecek bilgilerle dolu. Ben sadece birini aktaracağım...
Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde yer alan şu Şener Eruygur-İlhan Selçuk diyalogu, Selçuk’un seçimi aşağılama yazısından sadece iki hafta sonrasına (16 Ocak 2004) rastlıyor:
Selçuk: “Ben çok şey yaşadım. 9-11 yaşadık. (38 yıl önce içinde yer aldığı asker-sivil cuntanın en kötü günlerine işaret ediyor: 9-11 Mart 1971 –A.G.) Yani öyle bir şey olmasın isterim. Bir kez daha biz yenilen tarafta olursak, hiç istemiyorum. Bundan korkuyorum.”
Eruygur: “Korkunuzu anlıyorum, endişeniz olmasın. Ona dikkat ediyoruz.”
“Sandıkla gelen sandıkla gidecektir”
Aradan tam altı yıl geçti... Yine bir ocak ayındayız. İlhan Selçuk hastalıkla boğuşuyor. Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya hastanede yatmakta olan İlhan Selçuk’u zaman zaman ziyaret ediyor, onunla sohbet ediyor ve söylediklerini sütununda yayımlıyor.
Çetinkaya, 4 ocakta, Selçuk’la yaptığı son görüşmeyi anlattı. Bazı meslektaşlarımız, Selçuk’un, bu söyleşideki “Türkiye’ye şeriat-meriat gelmez.
Yılbaşında televizyonları izleyince gördüm. Şeriatçılar artık sermaye ve medya sahibi oldu” sözlerini önemsediler ve öne çıkardılar. Bu sözler de önemli –ve doğru- tabii... Fakat ben asıl İlhan Selçuk’un şu sözlerini önemsedim:
“Artık askerî darbeler dönemi kapanmıştır. Kimse darbecilik üzerinden siyaset yapmasın. Sandıkla gelen sandıkla gidecektir.”
İlhan Selçuk’u yıllardır izliyorum ve ilk kez bu kadar “ama”sız bir seçim ve sandık vurgusu yaptığına şahit oluyorum.
Şu sözler de ona ait:
“Türkiye’de barışın Türkçülükle, Kürtçülükle yani şovenizmle gerçekleşmeyeceğinin bir kez daha altını çiziyorum. Demokrasi... Demokrasi... Demokrasi... Çağdaş ve uygar bir toplum, olaylara sınıfsal açıdan bakmak, sorunun çözümünün reçetesidir. Bu da laik demokratik cumhuriyete sahip çıkmakla gerçekleşir.”
Yalnız “Kürtçülük”e değil, “Türkçülük”e de eleştiri; üç tekrarlı demokrasi vurgusu; çok sevdiği “laik cumhuriyet” yerine “laik demokratik cumhuriyet” demeyi tercih etmesi... Daha ne olsun?
İlhan Abi’ye bir şeyler oluyor sanki... Güzel bir şeyler...
------------
‘Sivil darbe’, ‘şeriat tehlikesi’ni ikame edebilir mi
İlhan Selçuk’un, daha geniş versiyonunu bitişikteki yazıda aktardığım “Türkiye’ye şeriat-meriat gelmez” sözleri, bir ihtiyacı da beraberinde getiriyor: Şeriat tehlikesi yoksa, şimdiye kadar bu “tehlike”ye dayandırılan korkularla mobilize edilen geniş “laik-kentli-çağdaş” kitleler nasıl, hangi araç ve korkularla mobilize edilecek?
Benim algılamama göre, “sivil darbe”, “şeriat tehlikesi”nin yerine en şanslı aday gibi görünüyor. Yaygın kullanımına bakarak, yeni korkutma adayının kullanım değerinin hiç de düşük olmadığını söyleyebiliriz.
Fakat kanımca, “sivil darbe tehlikesi”nin kitleleri mobilize etme gücü, “şeriat tehlikesi” kadar yüksek değil. Çünkü bu durumda “laik-kentli-çağdaş” kitlelerin “hayat tarzları”nın tehlikede olduğu (ki onları asıl harekete geçiren şey budur) öne sürülemeyecektir.
İlhan Selçuk’un “şeriat tehlikesi yok” manifestosu, bir anlamda “hayat tarzı özgürlükçülüğü”nün de sonunu ilan ediyor. Bu özgürlükçülüğün simge ismi Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’in yayın yönetmenliğini bırakmasının tam bu günlere denk gelmesi de ilginç oldu doğrusu...
HAYIRLI GELISME: ILHAN SELCUK AMA DEMEDEN "SANDIK" DEDI!
---------------------------------------------
A. Gormus
ILHAN SELCUK HER HALDE HIDAYETE ERDI!
Aytaç Paşa’nın doğrusu, sandığın doğrusunu yener! KIM DEMISTI ACABA?
--
- - -
Tepeden gelen uygulamalara karşı, her zaman verilecek bir cevap var. Yeni bir bilinç devrimiyle algılarımızı bütünüyle özgürleştirmeli, her tür modern-seküler baskıya karşı kendi dünyamızı temsil etme yollarını bulmalıyız. İnsanların inançlarını, hayatlarını, tarzlarını, tercihlerini değersiz sayan ideolojik bayağılıklara tahammül etmek zorunda değiliz.
- - -
Bu gurupta, resmi ideolojiye hakim olan militer algı ve lider kültünün düşünce ve ifade özgürlüklerine olan olumsuz etkileri hakkında katılmak zorunda olmadığınız değerlendirmeler yer alabilmektedir.
- - -
Gurup Günlük:
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
- - -
Bu iletiyi YENİ OSMANLILAR gurubuna üye olduğunuz için aldınız.
--
Blog Adresim
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
Bu Sitede Yer Almayan İletiler Bana Ait Değildir.
-------------------------------------------------------------------------
Şimşekleri üstüne en çok "oyunları bozanlar" çeker!
Zulüm, kısmak istediği sesi nârâ yapar!
Ve bazı ölüler, yaşayanlardan çok daha yüksek sesle konuşur...
Malcolm X onlardandı.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.