İdeolojik düşünmeyi kutsayan pek çok yazı okuyorum. Gerçi bir kimsenin ülkesi milleti için onları mutlu edecek idealleri de olmaktadır. Ancak bu idealler çatışmaya yol açmayacak ve sadece fikir planında genel kabule sunulup sonuçları üzerinde mutabık kalındığı kabul gördüğü oranda ve diğerlerinin hayallerini önlemeye yönelik olmamak kaydı ile uygulama imkânı bulmalıdır. Ancak maalesef bizdeki mevcut örneklerin çoğu çatışmacı örneklerdir. İçlerindeki en çatışmacı ve despotik olanı ise Düşmanın çekilirken ülkemizin kontrolünü ellerine teslim ettiği hala ihtilaller ve zorlamalar yolu ile devletimizi ellerinde tutan kadrolardır. Yani milletimizin tarihi kendi kimliğini yok ederek onun yerine Batılılara benzetmek iddiası ile kimliksizleştirme ideali taşıyan bu yüzden milli irade ile sürekli çatışma içindeki millete karşı savaş senaryoları hazırlayan mevcut devlet kadrolarıdır. Bu yüzden bu konuya araştırmacı ilgisi ile bakmak da yarar vardır. Aşağıda bu bakış açısından yaptığım kısa değerlendirmeyi sunuyorum.
İdeolojik angajmanı olanlardan, gerçekçi açık fikirli ve sağlıklı düşünen insan çıkması çok nadir ve çok zordur. Bu gibiler her şeyi ideolojiden ibaret gibi görür her şeye o ideoloji açısından bir çözüm getirmeye çalışırlar. Buldukları çözümler işi sadece kendi açılarından çözmeye çalıştığı için çözemeyince de işi kılıçla halletmeye yönelirler.
Bu yüzden ideolojiler barış ve huzuru imhada ve insanları farklı gruplara ayırıp çatıştırmakta kullanılan siyasi yönlendirme bombaları gibidir. Genellikle işgal altına düşmüş ülkelerde, işgalci düşmanın geri çekilirken uyguladığı ve o ülkenin bir daha kendilerine rakip ya da düşman olarak kendisini yeniden toparlamasını önleme amaçlı uygulanır. Birinci dünya savaşından sonra çekilen bizi yenerek çekilen düşmanlarımızın da bizde aynını uyguladığı bilinmektedir. Düşman çekilirken çekildiği ülkeyi ideolojik hayalleri olan bir gruba teslim eder. O gruba, onları öne çıkaracak bir şeyler vererek çekilir. Bizdeki Sabataist ve Masonlardan oluşan milli birlik ve ideallere en zıt olan ideolojik gruba, Yunan muharebelerin de Yunanlı işgal birlikleri kurban olarak verilmiştir. Bu sayede işgalden zaferle kurtulduklarını zanneden düşmanın çekildiği ülke halkı, kendilerini toparlayıp ana kültürlerinde birleşip güçlenmelerini engellemek için ortak kültürden kopukların devlet gücünü de elde tutması sağlanır ve toplum yandaşlar ve karşıtlar olarak bölünme başlar. Bu tip siyasi uygulamalar yerel halkın zafer kazandık zannı ile düşmanın kontrolünde (gizli esaretinde) kalmasını sağlayan siyasi silahlardır. İdealist olduklarını söyleyenlerde hangi idole tapıyorsa onun uğrunda savaşmaya hazır o putun putperestidir. Aslında diğer idealistler ile birlikte çatışmalı ortamı yaratmakta kullanılan düşmanın piyonları olduklarını asla fark edemezler. Bir tür Post modern mankurtlardır.Şimdi bu terimlere bir bakalım.
İdol=Put
İdeal=Putun vaat ettiği hayat ve hayat tarzının yaşandığı yada yaşanacağı hayli düşsel yer, ülke, diyar vs.
İdealist=Taptığı İdolün vaat ettiği ideallerin yaşandığı yada yaşanabileceği hayali diyara varabilmek için çabalayan, uğraşan, didinen, gerekirse savaşan hayalperst, idol perest yani put perest kişi.
Hayalperest= Hayale Tapan, Hayale inanmış kişi
Putperest=Puta tapan, bir yada birden fazla puta inanmış kişi
A.D.Şimşek
İdeolojik olmak- Mehmet BEKAROĞLU Sağcı siyasetçilerin muhalefeti açığa düşürmek için sık sık başvurdukları bir ‘suçlama’dır, “ideolojik olmak”. Zamanında Demirel ve Özal çok kullanmışlardı bu kavramı. Şimdi Tayyip Erdoğan aynı şeyi yapıyor. Özellikle toplumsal muhalefetten gelen eleştiriler karşısında hemen “ideolojik” yaftasını yapıştırıyor. Bu şekilde aslında bir taşla iki kuş vuruyor. Öncelikle insanlara "muhalifin söylediğini dinlemeyin, dinlemeye değmez, zaten bir şey de söylemiyor" mesajını veriyor. Ayrıca muhalifi ‘kötü, komünist, Marksist, marjinal’ pozisyonuna düşürüyor.
Sanıyorum bunu bazen bile bile yapıyor, yani düşünerek, hesaplayarak, bir taktik olarak kullanıyor bu kelimeyi ama çoğu kere “ideolojik” kelimesi refleks olarak çıkıyor ağzından. Sadece bundan hareketle bile Tayyip Erdoğan’ın siyasal kimliğinin şekillenmesi ile ilgili bir şeyler söylenebilir. Örneğin; Erdoğan’ın siyasal kimliğinde Türkiye sağının önemli şahsiyetleri Demirel ve Özal, hatta Kenan Evren’in izlerini arayabiliriz. Böyle bir benzetmeye hemen itirazlar gelebilir; bu insanlarla Tayip Erdoğan’ın ne ilgisi var denebilir. Ben de zaten Tayip Erdoğan bu insanlar gibidir, onlarla aynı şeylere inanıyor, onlar gibi yaşıyor demiyorum. Benzetmek sadece siyaset yapma biçimleri ile ilgilidir.
Dün, Demirel ya da Özal’ın yaptığını yapıyor Erdoğan ve adamları. Tekel işçilerinin eylemini hiç tartışmıyorlar, bu insanlar ne istiyor, niçin Ankara’nın soğuğunda gece gündüz demeden sokaktalar diye sormuyorlar. “Bunlar ideolojik davranıyorlar” deyip geçiyorlar. Üniversite öğrencileri 6 Kasım gösterileri yapıyor, YÖK’ün, üniversite harçlarının kaldırılmasını istiyorlar. Başbakan ve adamları hiç sormuyorlar, dinlemiyorlar bu gençleri, yine “ideolojik” diye geçiyorlar. Doktorlar geleceklerini ilgilendiren bir yasa tasarısı ile ilgili görüş beyan ediyor, seslerini yükseltiyorlar, Başbakan ve adamları, “Bu adamlar ne istiyor, sağlıklarımızı emanet ettiğimiz bu insanların ne dertleri var acaba?” diye sormuyor, “ideolojik” deyip geçiyorlar. Çay üreticileri, fındık üreticileri, ayçiçeği üreticileri ya da buğday ve arpa üreticileri eylem yapıyor, meydanlara çıkıp bağırıyorlar, Başbakan ve adamaları yine “Bu insanlara ne oldu?” diye düşünmüyor, “ideolojiktir” deyip geçiyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiye hizmetlerini özelleştiriyor, işsiz kalan insanlar sokaklara dökülüyor, hak arıyorlar, “Bu iş uzmanlık ister, kamu hizmetidir, kâr amacı güden taşeronların insafına bırakılamaz “ diyorlar, Başbakan ve adamları “Bunlar ideolojik davranıyorlar” deyip kestirip atıyorlar. Aleviler kimlik taleplerini dillendiriyor, bunun için yüz binlerin katıldığı mitingler yapıyor, Başbakan ve adamlar “Bunlar Aleviler bile değil, ideolojik gruplardır” deyip geçiyorlar. Kot taşlama işçileri silikozisin tükettiği akciğerleri ile bağırmaya çalışıyor, gasp edilen sosyal güvenlik haklarının peşine düşüyorlar, Başbakan ve adamları “bunlar ideolojik” diye o tarafa bakmıyor bile. Hrant’ın dostları bir araya gelmiş “Adalet istiyoruz, gerçek katilleri bulun” diye bağırıyorlar, Başbakan ve adamları “Konuya ideoloji bulaştırdılar” diye uzak duruyorlar…
“İdeolojik” sözü ‘komünizmle mücadele’ günlerinden kalmadır, yani oldukça eskidir, bir dönem önceye, soğuk savaş dönemine aittir. Komünizmle mücadelenin stratejisini çizenler ‘ideoloji’ kelimesini manipüle etmişler, ona din, mal-mülk ve hatta namus düşmanı anlamlarını yüklemişler ve muhalifleri halktan uzaklaştırmak için kullanmışlardır. Birisi ya da bir olaya “ideolojik” kelimesini iliştirdiklerinde onun sadece “komünist ve komünistçe” bir şey olduğunu söylemez aynı zamanda kötü, tehlikeli, vatan ve millet düşmanı olduğunu ima ederlerdi. Reel komünizm geri çekilirken bu kelimeye bir de “fuzuli, işe yaramaz, gereksiz” anlamları yüklenmiştir.
Başbakan Erdoğan’ın bu kelimeyi bu anlamlarıyla bu kadar sık kullanması elbette ilginçtir. Kendisini yeni ve yenilikçi olarak takdim eden, yeni ve yenilikçilik üzerinden pirim yapan bir liderin böylesine eski, eskimiş, içi boşaltılmış bir kavramla konuşması, siyasetini bu eski kavramın üzerine kurması şaşırtıcı. Ne var ki bu yenilik ve yenilikçilik posmodern bir olgudur ve postmodern olanda da ironi hiç eksik olmaz. Ayrıca postmodern zamanlarda diğer bazı eski kavramlara ise hiç yer yoktur. Örneğin; dürüstlük, ölçü, insaf, tutarlılık gibi kavramlar çok eski ve rahatsızlık verici kavramlardır, bunlardan uzak durmak gerekmektedir.
‘Sivil faşizm’i tartışıyoruz, bazı köşe yazarları Hükümetin giderek otoriter yöntemlere sarıldığını, bu durumun tehlike arz etmeye başladığını söylüyorlar. Otoriter yöntemlere gerek yok, faşizme de. Çünkü şimdi postmodern zamanlardayız; dili bozdunuz mu yeter. Erdoğan ve adamlarının yaptığı da budur.
Ne kadar basit ama ne kadar etkili, değil mi? ‘İdeolojik’ bir tercihte bulunuyorlar, örneğin; inandıkları neoliberal politikaların gereği olarak itfaiye hizmetlerini özelleştiriyorlar, ihaleyi yakınlarına veriyorlar. Bu iş baştan sona ideolojik bir iş. İşçiler karşı çıkıyor, sendikalar, haklar konusunda duyarlı diğer kurum ve kişiler işçileri destekliyor. Sıkıntı verici bir durum; ideolojik tercihleri ve çıkarları çatışanların konuyu halkın hakemliğinde tartışmaları gerekiyor. Normalde böyle olması lazım; İtfaiye hizmetlerini satanlar, maliyet diyecekler, verimlilik diyecekler ve yaptıklarını savunacaklar. Buna karşı çıkanlar da kamu hizmeti diyecekler, çalışanın hakkı diyecekler, kazanılmış haklar diyecekler vs. Halk bir karar verecek. Demokrasi olduğuna göre hükümet halkı ya ikna edecek ya da halk hükümetin kararını değiştirmeye zorlayacak. Bu da olmazsa gelecek seçimde halk bu partiye değil öbür partiye rey verecektir. Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama demokrasi böyle bir şey.
Sivil faşist midir nedir bilmem ama Başbakan bunu yapmıyor; aksine çıkıyor ve “Bunlar ideolojik” deyip kestirip atıyor. İşi de bitiriyor. Gerçekten bitiriyor. Daha dün İtfaiyede Büyükşehir Belediyesi işçisi olarak çalışan genç bir hemşerimle tanıştım. Kendisine niçin işten çıkarılan arkadaşlarını desteklemediklerini sordum. “Sayın vekilim, bu konu bildiğiniz gibi değil, sen onların yanına gidiyorsun ama bunlar ideolojik” dedi ve ben küçük dilimi yuttum.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.