1960'ta, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bazı darbeci general ve subaylar, Türkiye’nin en kanlı darbelerinden birini gerçekleştirmişlerdi. Tarihin en haksız yargılamaları sonucunda da dönemin başbakanı Adnan Menderes idam edilmişti. O yargılamalardan birinde, mahkeme başkanının Adnan Menderes’e “İskenderun'dan yüklenen silahları kime gönderdiniz?” şeklindeki sorusuna merhum başbakan, "Söyleyemem devlet sırrıdır” diyerek sakladığı sırla birlikte Hak'ka yürümüştü.
Bundan tam 59 yıl önce 27 Mayıs 1960'ta, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bazı darbeci general ve subaylar, Türkiye’nin en kanlı darbelerinden birini gerçekleştirdiler. Tarihin en haksız yargılamaları ile bir hukuk trajedisine dönüşen Yassıada Yargılamaları, dönemin başbakanı Adnan Menderes’i darağacına götürdü. O yargılamalardan birinde, mahkeme başkanı Adnan Menderes’e “İskenderun'dan yüklenen silahları kime gönderdiniz?” diye sormuş, merhum başbakan ise, “Efendim söyleyemem devlet sırrıdır” diyerek sakladığı sır ile birlikte idam sehpasına yürümüştü…
Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bazı darbeci general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960'ta sabaha karşı yönetime el koyarak tarihin en kanlı darbelerinden birini gerçekleştirdi.
Adnan Menderes, o gün yurt gezisi kapsamında bulunduğu Kütahya'da gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü ve daha sonra diğer tutuklu Demokrat Parti üyeleriyle birlikte Yassıada'da hapsedildi. Yassıada'da yaklaşık bir yıl boyunca süren yargılamalar, 15 Eylül 1961'de karara bağlandı. Yargılamalar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi.
50'li yıllarda, Türkiye'deki en önemli değişimlerden biri dış politika alanındaydı. Sovyet tehdidi ile baş edebilmek için NATO'ya girmek isteyen Türkiye, Kore'ye asker göndererek oradaki savaşta aktif rol üstlendi.
Adnan Menderes, dünyanın iki kutba ayrıldığını ve Türkiye'nin de bu düzende ancak Batı tarafında yer alarak sağlam kalabileceğini düşünüyordu. Ancak bu karar Türkiye'yi, sömürge ülkelerde başlayan bağımsızlık mücadelelerine karşı, sömürgeci devletlerin yanında yer almak zorunda bırakıyordu.
O dönem, Kuzey Afrika'da bağımsızlık hareketleri hız kazanmıştı. Bu toprakların halkları, yakın zamanda Osmanlı himayesinde yaşayan Müslüman halklardı; ancak NATO'ya üye olunması, bu topraklara gerçekleşecek açık bir desteği de engelliyor, Türkiye'nin Batı'nın yanında yer almasını gerektiriyordu.
Bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerden biri de Cezayir'di. Türkiye, Cezayir'in sömürgeci devlet Fransızlara karşı başlattığı mücadeleye karşı değildi; ancak NATO sebebiyle Fransa'ya karşı bir hamle de yapamıyordu. Başbakan Adnan Menderes, "Tunus'un ve Fas'ın istiklallerini elde etmiş olmalarından dolayı büyük memnunluk duymaktayız. Zira müdebbir idarecilere sahip olmak bahtiyarlığındadırlar. Cezayir'de devam eden hadiseler hiç şüphesiz yüreklerimizi sızlatmaktadır. Araplara bağlılığımız ve istiklal mücadelelerine fıtraten mevcut sempatimiz dolayısıyla Cezayir meselesinin bir an evvel ifratlara kapılmadan adil bir neticeye isal edilmesini temenni ve ümit etmekteyiz. Bu mevzuda Türkiye'ye bir rol terettüp ederse bunu yapmaya da hazırız" sözleriyle Cezayir konusundaki tavrını çekingen bir dille ifade etmişti. Menderes, bu süreçte NATO üyesi Fransa'yı karşısına almak istemiyordu.
Kuzey Afrika'da gerçekleşen bu bağımsızlık mücadelelerine, merhum Başbakan Adnan Menderes, o dönemin koşulları nedeniyle açık bir destek verememişti. Menderes'in gizli tuttuğu ve "devlet sırrı" olarak Yassıada Yargılamalarında bile söylemediği desteğini, Libya eski Başbakanı Mustafa bin Halim dile getirmişti. Mustafa bin Halim, Adnan Menderes ile aralarında geçen konuşmayı şu şekilde anlatmıştı:
"Adnan Menderes Libya'ya ziyarete geldi. O dönemde Cezayirliler silaha çok fazla ihtiyaç duyuyorlardı. Konuyu, Adnan Menderes'in Kral İdris'i ziyareti sonrasına bıraktım. Ziyafet ve ziyaretlerden sonra akşamüzeri uyumak için Derne'ye gittik. Adnan Bey ile baş başa kalınca dedim ki "Adnan Bey, siz Osmanlı Halifesinin haleflerisiniz, bazı Araplar hakkında görüşünüz ne olursa olsun, bu İslami bir meseledir, Müslüman kardeşlerinize yardım etmekten kaçınmanız caiz değildir. Kaldı ki bu insanlar bir dönem, başkenti İstanbul olan İslam İmparatorluğunun bir parçasıydılar. Ben, büyük kardeşimiz Müslüman Türkiye'nin mücahit Cezayir halkına bu zor günlerinde yardımcı olacağına dair büyük bir ümit besliyorum.
Bunun üzerine Adnan Menderes, bir Müslüman olarak bütün kurumlarıyla, tüm Müslüman halklara, özellikle de Kuzey Afrika halklarına sempati duyduğunu, bağımsızlık savaşında Cezayir halkının çektiği acıların tamamen bilincinde olduğunu söyledi. Ardından, Türkiye Paris hükümeti nezdinde sürdürdüğü gizli ve iyi niyet girişimlerinde Cezayir sorununun güç ve kaba kuvvetle çözülemeyeceğini, aksine siyasi çözümlerle ve Cezayir halkının temsilcileriyle müzakere etmekle çözülebileceğini tavsiye ettiğini ve öğütlediğini; bu tür çabaları ABD, İngiltere ve İtalya gibi NATO üyesi ülkelere dostça baskıyı da içine alacak şekilde artırma ve yaygınlaştırmaya hazır olduğunu ilave etti.
Dedim ki, "Bütün bu tür iyi niyetli diplomatik çabalardan dolayı size teşekkür ederim. Ancak beni ilgilendiren bu değildir. Beni ilgilendiren sizin maddi yardımda bulunmanız." Ancak Menderes ne demek istediğimi anlamadı.
Dedi ki: "Maddi olarak onlara şu veya bu kredileri vermemizi mi kastediyorsun…"
"Hayır, hayır, bunu kast etmiyorum. Benim kast ettiğim onlara silah vermeniz, onların paraya ihtiyacı yok, Fransızlara karşı savaşacak silahlara ihtiyaçları var" dedim.
Bundan kötü bir şekilde rahatsız oldu. Yüzünün ifadesi değişmiş, yüzünden hiçbir zaman eksik olmayan gülümsemesi kaybolmuştu. Menderes'in şok geçirdiğini hissettim. Bana dedi ki, "Aziz kardeşim Mustafa Bey, bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bizden bir NATO üyesi olarak, başka bir NATO ülkesine karşı kullanılmak üzere silah vermemizi mi istiyorsun?"
Bu sözlerinin üzerine ona, "Adnan Bey, ben İslam hilafetinin halefi Adnan Bey'i istiyorum. Ben biliyorum ki, Türkiye en güçlü İslam ülkelerinden biridir. Yüzyıllar boyunca İslam ümmetine liderlik etmiştir. Fransız kuvvetlerinin eliyle bağımsızlığına kavuşmak uğruna her türlü katliama, sürgüne ve en ağır işkencelere maruz kalan Müslüman masum Cezayirlilere Türkiye yardım elini uzatmayacak mı? Fransız hem onları Hıristiyanlaştırıyor, hem de Fransızlaştırıyor. Toprakları kâfirler tarafından işgal edilen kardeşlerimize silah vermeliyiz. Bu ikisi arasında fark var" dedim. Bu hususu o kadar vurguladım ki gözlerinin yaşardığı belli oluyordu.
Adnan Menderes, "Size silah hediye edeceğiz İnşallah. Allah, dinlerini savunmak için ihtiyaç duydukları bu silahları onlara ulaştırma konusunda inşallah sizi muvaffak eyler" dedi ve bu konunun çok gizli kalması gerektiğini vurguladı.
Adnan Bey döner dönmez, birkaç hafta sonra gemiyle bize silah gönderdi. Biz de onları direnişçilere ulaştırdık."
Bu yöntemle bir gemi dolusu silah, Libya'ya gönderiliyormuş gibi kamufle edilerek, aslında Libya üzerinden Fransa'ya karşı direniş başlatan Cezayir halkına ulaştırılmıştı. Bir dönem Adalet Partisi ve Demokratik Parti saflarında milletvekili olarak siyaset yapan ve eski Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) genel başkanlarından Rasim Cinisli de, geçtiğimiz günlerde bu olayı doğruladı.
27 Mayıs 1960 darbesini, Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı olarak nitelendiren Canisli, Menderes'i aşağılamak için anarşist grupların vapurlarla Yassıada'ya götürüldüğünü, kendisinin de hukuk öğrencisi olması ve Demokrat Parti düşüncesine yakın olması dolayısıyla, üç kez mahkemeye seyirci olarak katıldığını söyledi. Rasim Cinisli, şöyle konuştu:
"Orada elimize broşür verirlerdi ve salonda kimseyle göz göze gelinmez, ses çıkarılmazdı. Mahkeme Başkanı Salim Başol azarlayarak Menderes'i içeri davet etti ve 'İskenderun'dan yüklenen silahları kime gönderdiniz?' diye sordu. Menderes'in edepli şekilde, 'Efendim söyleyemem devlet sırrıdır' cevabını vermesine karşın, 'Söyleyeceksin, siz onları yükleyip teşkilatlarınıza gönderdiniz ki, Cumhuriyet Halk Partilileri öldürmek için değil mi?' diye ısrarla sormasına rağmen Menderes, devlet sırrıdır diye söylemedi. Sonradan anlaşıldı ki, o silahlar o yıllarda Fransızlarla mücadele eden Cezayirli mücahitlere gönderilmişti. O gün ben idam sehpasında devlet sırrını söylemeyen devlet adamını tanıdım."
Kaynak: Fikriyat
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.