Re: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... Posted: 19 Feb 2010 12:20 PM PST Sizin de bildiğiniz gibi halkı sağ ve sol olarak bölen askeri güçler. Bunu ihtilal yapmak için kullanıyorlarmış. Ama tüm milletimiz bu iç savaşıgerçek zannettik ve hepimiz bir kurtarıcı beklemeye başladık. Oyunu kurup milleti bir birlerine kırdıranlar, sonrada gelip bizi kurtardılar ve milletin elini kolunu bağlayacak olan amerikalılar ile ortak hazırlanan mevcut anayasayı bize oylattılar bizlerde %90 ın üzerinde aldandık ve bu anayasaya oy verdik. Yani ihtilali desteklemeyen kalmamıştı ki bazılarını destekledi diye kınayabilelim. A.D.Şimşek
19 Şubat 2010 20:51 tarihinde Mustafa EROL <mustafaeroll2008@gmail.com> yazdı: 1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur… Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden… Son Karakol Fethullah Gülen 01.10.1980 “ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” ... Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir. Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur. Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu. Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi. Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu... Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi... Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı. 'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn; Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî) Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu. Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı. Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı! Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.! Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık... Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık. Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu. Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin... Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz. Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21 http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/ | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4881 (20100219) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
Re: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiþ... Posted: 19 Feb 2010 11:32 AM PST Ben Fetullah Hoca efendiyi kutluyorum ve sevgi saygilarimi sunuyorum.
Vatanini seven ve ileriyi iyi gören bir mükemmel insan. bende 12 eylülü zahiren kötü görünsede batinde cok iyi bir haraket oldugunu kabullleniyorum. iste sonuc ortada Türkiyeyi cok ucuza pazarlamak isteyen koministler dev solcular ve nazi görüslü ülkücülüleri bertaraf etmes ve yeni bir neslin yetismesine yolacmistir. Beduzaman Said efendi bu askeri haraketi müsdelemisti demistiki Yüce Türk askerleri dizginleri eline alacak ve anadoluda Islam gelisecek ve yeniden Iktidar olacaktir. Ve bugün yüce rabbimize nekadar sükretsek azdir.Hükümet yöneticileri ve Devlet erkani özledigimiz noktaya gelmistir.Yeniden Türk/Osmanli gibi insanligi temsil edecek bir topluma sahibiz. vesselam.
Von: "Mustafa EROL" <mustafaeroll2008@gmail.com> Gesendet: 19.02.10 20:01:51 An: Betreff: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiþ...
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En Ýyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karþýtý imiþ gibi görünen Nur'cularýn en büyük cemaati olan Fethullahcýlarýn lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediðini okuyunca þaþýracaðýnýz bir makale… Hem de Fethullah Hocanýn bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol Fethullah Gülen 01.10.1980 "ve iþte þimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asýrlýk bekleyiþin tulûu saydýðýmýz, bu son diriliþi, son karakolun varlýk ve bekâsýna alâmet sayýyor; ümidimizin tükendiði yerde, hýzýr gibi imdadýmýza yetiþen mehmetçiðe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileðimizi arz ediyoruz" ...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanýk oluþu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtýdýr. Ondaki kargaþa ve bunalýmlar ise, arkasýndaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yýllar yýlý kendine baðlý dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiþ asýrlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en þerefli vazifenin ona ait olduðunda hiç þüphe yoktur.
Sonra, sýrasýyla, onun livâlarý, sancaklarý birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Deðiþen bayraklar, yýrtýlan sancaklar yanýnda, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmiþiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçýldý. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ýrgalandý; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve maðlup edilemedi.
Haçlý zihniyetinin hortlatýlmasýndan, cizvit papazlarýnýn zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yýkma ve karakol erkânýný uyutma adýna ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasýmlarýmýz hesabýna beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düþman cefâdan usanmýyor; karakol da 'bu can bu uðurda' deyip dayanýyordu...
Bu mücadeleler karþýsýnda onun sarsýlmadýðýný iddia edemeyiz. Bu ulu aðaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuðunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsýnýn kararýp, baðrýna üst üste hançerlerin saplandýðý günlerde dahi, millî ruh kadranýnda, kendine ait zaman anlayýþý ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asýrlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karþýsýnda, yerinden oynamamýþ ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aþýlmazlýðýyla kendini korumuþtu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düþtüðü ve köküne yabancý bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ýn musallat olduðu kadar da devam etmiþti. O günden sonra ise, artýk o, içten içe yanan ve kömürleþen bir ulu çýnar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaþlanmýþtý. Vefasýz dostlarý, amansýz hasýmlarý vardý.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn; Dert çok, hemdert yok, düþman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiði dönemde idi ki; ortalýðý bütün þiddetiyle beþinci kol faaliyetleri kapladý. Erotik düþünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Þehvet, en merðub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluðu oldu. Artýk kendi ruh köküne baðlý olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanýyor; millet ve vatanýný sevmek ayýp sayýlýyordu. Bir 'Þirzime-i kalil' her Allah'ýn günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazýlar yazýyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancý hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karþýsýnda, temiz Anadolu halký, ya kendine has sabýr ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiði duru anlayýþla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karþýlamaktaydý.
Birer ruh sefâleti ve aþaðýlýk duygusu timsali sayýlan zavallý 'entelijansiya' mýzýn durumu ise, bütün bütün yürekler acýsýydý. Ona göre þahsiyet gamzeden öze ait her naðme ordubozanlýk; müstaðriblik hesabýna söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandýran bir madalyaydý!
Bu türlü kendinden kaçýþlar ve haricî asimilasyonlarla iç deðiþiklikler, endiþe verici buudlara ulaþmýþtý. Ve artýk, millet teknesi, saða-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batmasý, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancý türkü, dudaklarda binbir öldürücü þarap.. kimi erotizimle sarhoþ; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap deðiþtiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koþuyordu. Ýþte tam bu esnada, yabancý bir kýsým eller, 'hipnoz' görmüþ bu ruhlarý metrolara bindirip harýl harýl kendi dünyalarýna taþýmaya baþladýlar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ýn yalancý cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir þaþkýnlýk içinde 'Mehlika Sultan'a aþýk' toy delikanlýlar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, baðrý kan ve ne yaptýðýný çok iyi bilen kanlýdeli bir nesil vardý. Artýk dýþtaki kargaþa ve hercümerce baþka sebep aramaya gerek var mý? Tatmin edilememiþ, doyurulamamýþ ve hatta terk edilmiþ bir neslin, çeþitli kamplara ayrýlmasý ve birbirini kýran kýrana öldürmesi gayet normal deðil mi...? Bugüne kadar onun iç inkýrazýný sezebildik mi? Onu soysuzlaþtýran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlýk öðreten tiranlar karþýsýnda, siyanet meleði gibi onun yanýnda olmalý deðil miydik? Heyhat..! Binbir vahþet senaryosunun sahnelendirilmesi karþýsýnda, sessiz ve infialsiz kaldýk...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayý seyreder gibi, bu kanlý boðuþmadan hiç mi hiç bir þey anlamadýk.
Sahnenin bu rengârenk aldatýcýlýðý, ortalýðý inleten valsin korkunç uyutuculuðu ve kostümün gözbaðlayýcýlýðý karþýsýnda, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahþetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamýzda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslýnda buna bir sezme demek de uygun deðildir. Bu, düþmaný kýskývrak yakalama ve bir zaferdir. Ýçtimâî bünyenin, haricî bir kýsým erâciften temizlenme, arýndýrýlma ve aslýna ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiði takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri iþgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve seziþe, baþka bir yazýmýzda selam durulmuþ ve gaziler ocaðýnýn yiðit eri mehmetçiðe teþekkürler sunulmuþtu.
Ne var ki, yýllardan beri, binbir saldýrý ile rahnedar olmuþ bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceði de muhakkaktý. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yýllanmýþ seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve iþte þimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asýrlýk bekleyiþin tulûu saydýðýmýz, bu son diriliþi, son karakolun varlýk ve bekâsýna alâmet sayýyor; ümidimizin tükendiði yerde, Hýzýr gibi imdadýmýza yetiþen Mehmetçiðe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileðimizi arz ediyoruz.
Sýzýntý, Ekim 1980, Cilt 2, Sayý 21 http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/
|
__________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4881 (20100219) __________
The message was checked by ESET Smart Security.
http://www.eset.com
| |
Re: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... Posted: 19 Feb 2010 11:29 AM PST sadece onumu 28 şubat yapanlarla sıkı fıkı olduğunu bilmeyen mi var. 19 Şubat 2010 20:51 tarihinde Mustafa EROL <mustafaeroll2008@gmail.com> yazdı: 1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur… Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden… Son Karakol Fethullah Gülen 01.10.1980 “ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” ... Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir. Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur. Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu. Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi. Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu... Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi... Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı. 'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn; Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî) Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu. Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı. Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı! Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.! Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık... Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık. Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu. Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin... Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz. Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21 http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/ | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4881 (20100219) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com -- Türk milliyetçiliği, Türk milletine, Türk kültürüne, Türk Devleti'ne, Türk tarihine sevgi ve bağlılıkla hizmet etme kararlılığıdır. Türk milliyetçiliği,Türk milleti için ileri bir hayat tarzını kurmayı amaçlayan, demokratik,yaratıcılığı ve üreticiliği ön plâna çıkaran, barışçı ve antiemperyalist bir düşünce ve duruştur. http://y-tm.blogspot.com/http://www.y-tm.comhttp://www.haberiniz.com |
Re: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... Posted: 19 Feb 2010 11:29 AM PST Bunda sasiracak bir sey yok aslinda. Bu adamlari basimiza saran zaten bizzat 12 Eylul degil midir? 12 Eylul oldugunda, ABD istihbaratının gectigi notu hatirlarsiniz: "Our boys did it! / Bizim cocuklar basardi!" 12 Eylul'u yapanlar ABD'nin cocuklariydi suphesiz. Amac da ABD'nin diger cocuklarina yer acmaktan baska ne olabilirdi? Bilen bilir, 12 Eylulculerin ilk yaptıgı icraatlarden biri, RABITA skandali degil miydi?
From: Mustafa EROL <mustafaeroll2008@gmail.com> To: 303komando@googlegroups.com; 3-ekim-dernegi@googlegroups.com; acikalan@googlegroups.com; adana-siyaseti@googlegroups.com; add-akdeniz@googlegroups.com; adzo@googlegroups.com; akdost@googlegroups.com; albatros@googlegroups.com; alince-posta@googlegroups.com; asa-haber@googlegroups.com; asyadanisma@googlegroups.com; avrupa_birligi@googlegroups.com; aydinliefeler@googlegroups.com; aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com; ayyildiztim@googlegroups.com; bagcilarmgv@googlegroups.com; bagimsizcumhuriyetciler@googlegroups.com; bahtli-inek@googlegroups.com; baksenn@googlegroups.com; bbpsivas@googlegroups.com; benanadoluyumgroups@googlegroups.com; birleselim@googlegroups.com; bizkackiyiz@googlegroups.com; bizkackiyizkocaeli@googlegroups.com; bizmir@googlegroups.com; biz-turk-milliyetcileriyiz@googlegroups.com; bkketimesgut@googlegroups.com; bozkurtmhp@googlegroups.com; bozkurt-sadi@googlegroups.com; burakcanli@googlegroups.com; burgutcareer@googlegroups.com; bursaforum@googlegroups.com; bursamizah@googlegroups.com; butro@googlegroups.com; caregenclikforum@googlegroups.com; chpbolu@googlegroups.com; chpetimesgut@googlegroups.com; cihadyolu@googlegroups.com; cihan-turk-olsun@googlegroups.com; contra05@googlegroups.com; damlalar@googlegroups.com; devil_2@googlegroups.com; devrimmcigenclik@googlegroups.com; dip-dalgasi@googlegroups.com; dkabplatformu@googlegroups.com; dobra20005@googlegroups.com; dostlarmekani_@googlegroups.com; dtdilekagaci@googlegroups.com; dusunceplatformu@googlegroups.com; ebedirisalet@googlegroups.com; ehlislam@googlegroups.com Sent: Fri, February 19, 2010 8:51:35 PM Subject: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... 1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur… Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur'cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden… Son Karakol Fethullah Gülen 01.10.1980 "ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz" ... Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir. Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur. Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu. Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi. Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu... Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi... Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı. 'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn; Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî) Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu. Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı. Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı! Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.! Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık... Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık. Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu. Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin... Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz. Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21 http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/ | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4881 (20100219) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
[anadoluhaber:37945] SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİM... TIKLA YORUMLA.... Posted: 19 Feb 2010 11:17 AM PST AĞZI OLAN KNUŞUYOR - TEVFİK DİKER GENÇ KIZLARIN BİLMESİ GEREKENLER ANNE SÜTÜNÜ ARTTIRMA TEKNİKLERİ YÖK TEN AÇIKLAMA TÜRKİYE VE ERMENİSTAN NAKIŞ GİBİ İŞLEDİM OYA GİBİ ÖRDÜM İÇKİ TÜKETİMİ NEREDE NASIL TEKSTİLCİLERİN İCATLARI YAĞMURA SEVİNMEYİN YAZIN KURAK GEÇECEK LEZBİYENMİSİN SORUSUNA ÇILDIRDI EN GÜZEL HEDİYEYİ ALDI KREDİ KARTI KULLANIM EĞİTİMİ SAÇ KURUTMA MAKİNASI ÖLDÜRÜYORDU DYP DEN İLGİNÇ ÇIKIŞ AK PARTİ GİDER AY PARTİ GELİR EYVAH AYVAH 26 ŞUBATTA VİZYONDA BİRLİKTE RUSYA DALAR YUNUSLAR İLE TEDAVİ ÇETKODER HÜRRİYETTE GÜZİN ABLA KÖŞESİNDE TÜRKİYEDE 2 MİLYON İŞSİZ VAR DAHA NİCE HABER VE YORUMLAR VAR... TIKLAYIN SİZDE YORUMLAYIN... SAYGILAR..... -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
İran, Türkiye’nin Uranyum Teklifine Esrarengiz Cevaplar Veriyor Posted: 19 Feb 2010 11:15 AM PST Kaynak : http://www.yakindunya.com/dunya/turkiye/iran-turkiyenin-uranyum-teklifine-esrarengiz-cevaplar-veriyor.html Türk diplomatlar, İran'ın nükleer programı yüzünden gerilen ilişkileri düzeltmek adına, bu hafta önerilen tekliflerin, Tahran tarafından "esrarengiz" bir şekilde karşılandığını söylediler. Perşembe günü Hürriyet gazetesinin yazdığına göre, bu hafta teklif yapılırken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve üç ayrı önemli yetkiliyle uzun görüşmeler yaptı.
BM'nin önerisi, İran'ın kendi nükleer programına devam etmesi; ancak nükleer silah yapımının önemli bir adımı olan uranyum zenginleştirilmesinin, Rusya ya da Fransa'da yapılmasını öneriyor. İran uranyum zenginleştirilmesini kendi sınırları içersinde yapmak konusunda ısrar ediyor. Adının açıklanmasını istemeyen bir Türk diplomat, Hürriyet'e, İranlı dört yetkilinin, ayrı görüşmelerde, Türkiye'ye verdikleri cevaplardan ortak bir sonuç çıkarmanın mümkün olmadığını söyledi:
"İranlılar anlaşılmaz davranıyor ve karşımızda "tek" bir İran yok." Adının açıklamasını istemeyen bir Amerikalı diplomat ise, Hürriyet'e, zamanlamanın daha iyi olması gerektiğini açıkladı.
"Türkiye'nin İran'la bir anlaşma yapma konusundaki çabalarını olumlu karşılıyoruz; ancak Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta söylediği gibi, daha bir sonuç elde edilemedi. Eğer İran dokunulmaz bir tavırla hareket ederse, o zaman hepimizin bir problemi olur." |
Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... Posted: 19 Feb 2010 10:51 AM PST 1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur… Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden… Son Karakol Fethullah Gülen 01.10.1980 “ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” ... Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir. Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur. Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu. Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi. Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu... Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi... Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı. 'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn; Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî) Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu. Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı. Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı! Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.! Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık... Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık. Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu. Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin... Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz. Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21 http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/ | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4881 (20100219) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com |
[anadoluhaber:37948] Darbenin hukuku böyle olur! Hayrını görün! Posted: 19 Feb 2010 10:12 AM PST |
Darbenin hukuku böyle olur! Hayrını görün! | Biri değil, ikisi değil, üçü değil, “özel yetkili” savcıların beşi birden görevden alınıyor.
Haklarında bir soruşturma yok.
Soruşturma sonucu elde edilmiş herhangi bir “bulgu” yok. Hangi suçu işlemişler, nasıl bir “görev ihmali” yapmışlar, azledilmeyi gerektirecek hangi yüz kızartıcı eylemde bulunmuşlar?
Cevabı yok.
Bu “durup dururken görevden el çektirme”nin bir tek izahatı olabilir: HSYK, Ergenekon soruşturmasından hoşlanmıyor.
Eskişehir Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu önce tutuklanmış, sonra salıverilmiş, ardından tekrar tutuklanmıştı. Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ifadeye çağrılmıştı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında, Ergenekon örgütüne üye olmak suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.
HSYK bunu sevmedi herhalde.
Olabilir mi?
Bizim bildiğimiz HSYK, idari bir kurumdur: Savcılık soruşturmaları ve mahkeme kararları üzerinde söz sahibi değildir.
Peki nerden çıktı bu “durup dururken” görevden el çektirme?
Kurul, üstelik “acele tarafından” toplanıyor.
Her toplantının bir gündemi vardır.
Müsteşar, gündem konusunda bilgilendirilmiyor. Daha doğrusu, bilgilendiriliyor da, “özel yetkili” savcıların durumunun ele alınacağı söylenmiyor. Maksat, karar alınabilmesini sağlamak.
Çünkü, Adalet Bakanı yahut müsteşar olmaksızın, yapılan oylama “karar hükmü” taşımıyor.
Müsteşar, rutin meselelerin görüşüleceği düşüncesiyle toplantıya gidiyor.
Rutin meseleler (hangileriyse onlar) görüşülüyor.
Derken, üyelerden biri, toplantının sonunda, “özel yetkili” savcıların görevden alınması konusunda bir “korsan önerge” sokuştu ruyor araya... Adeta tuzağa düşen müsteşarın itirazlarına rağmen oylama yapılıyor ve karar çıkıyor. Bu mudur?
Böyle mi olmalıdır?
HSYK bu “azil” kararıyla ne demek istiyor?
Bize ne anlatmaya çalışıyor?
Türkiye Cumhuriyeti “yargıçlar devleti” midir, demokratik hukuk devleti midir?
Nedir? HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek, vaki yetki gaspını eleştiren Adalet Bakanı Sadullah Ergin için şöyle diyor: “Maalesef kurulmuş zemberek gibi konuşan bir Adalet Bakanı’yla karşı karşıyayız.”
Kadir Özbek böyle diyecek de, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker geri kalacak... Mümkün mü?
Hasan Bey de, tüm HSYK kararlarının arkasında olduğunu söylüyor ve mahut yetki gaspını değil, buna itiraz eden siyasetçileri suçluyor. Yaptığı açıklamaların “ihsas-ı rey” anlamına geleceğini düşünmüyor bile...
İki kere iki dört:
Türkiye’nin yol almasının önündeki tek engel, yargı kurumu...
Bütün demokratikleşme atakları “yargı duvarına” çarpıyor. Daha demokratik bir anayasa ihtimali, yargının türlü engellemeleriyle sadece “ihtimalde” kalıyor.
Neredeyse bütün yargı kararlarında “hukuk” değil, “ideolojik öncelikler” belirleyici oluyor.
Ne darbeciler yargılanabiliyor, ne de demokrasiye karşı işlenmiş cürümler açığa çıkarılabiliyor... Milletin istediği değil, “yargı bürokrasisi”nin dediği oluyor.
Rahmetli İdris Küçükömer, Türk aydınının “gelmiş geçmiş en iyi anayasa” diye pazarladığı 61 Anayasası için, “Bu, demokratik değil, korporatist bir anayasadır” demişti de, üzerinde durmamıştık.
Darbe anayasalarının getirdiği “hukuk” böyle oluyor işte.
Hayrını görün... |
Ahmet Kekeç -- Dr. Tarık Ziya Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37943] Kanun diliyle konuşmak Posted: 19 Feb 2010 09:11 AM PST Kanun diliyle konuşmak Son krizde, HSYK’yı destekleyenler Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 84 ve izleyen maddelerinden bahsediyorlar; buna göre: - Hâkim ve savcıların kişisel suçları, mesela trafik kazası, doğrudan savcılarca soruşturulur; bunda sorun yok. - Görevle ilgili suçları ise ancak Adalet Bakanlığı’nın izniyle soruşturulur. Erzincan olayında böyle bir izin bulunmadığına göre, demek ki, Erzurum savcıları “yetki gaspı” yaptı! - Halbuki bu iki suç türünden başka bir de “katalog suçlar” denilen suçlar vardır, mesela örgütlü suçlar böyledir. Bu tür suçlar birinci sınıf hâkim ve savcılarca işlenirse, CMK 251’e göre özel yetkili savcılar (Erzurum savcıları) soruşturma yapar! Bakanlık izni de Yargıtay izni de aranmaz! Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2009/5 sayılı kararında, bu suçların nasıl soruşturulacağı konusunda aynen, kelimesi kelimesine şöyle deniliyor: “Bu suçlar, görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır!” (Sf. 66) Erzurum savcılarının yaptığı, CMK’nın 251. maddesini ve Yargıtay’ın bu kararını uygulamaktı! Doğru veya yanlış uygulamış olabilirler ama “yetkili” oldukları açıktır! Yargıtay sadece yargılama (muhakeme) aşamasında yetkilidir; soruşturma aşamasında hiçbir yetkisi yoktur. (CMK, 250/3) HSYK, savcıların yetkisini kaldırmakla yetinse mesele yoktu ama yetkili savcıları “yetki gaspı”yla suçlaması, tarafsız değil, taraflı bir tavırdır! Gözü kapalı destek de öyle... Hükümet polemiği kesmeli demiştim; yargı da ancak politize damarını dumura uğratıp “tarafsızlık” konusunda güven yaratmakla saygınlığını koruyabilir. Ateşkes lütfen! Taha AKYOL Milliyet |
[anadoluhaber:37957] İlkel Kabilelerde DARBE devam ediyor! Posted: 19 Feb 2010 12:25 AM PST Nijer'de darbe Afrika ülkesi Nijer'de öğleden sonra çıkan karışıklığın nedeninin Binbaşı Adamou Harouna tarafından düzenlenen askeri darbe olduğu ortaya çıktı. Nijerli askeri kaynaklar, darbenin Binbaşı Harouna tarafından düzenlendiğini ve başarılı olduğunu söyledi. Ordu kaynakları da Devlet Başkanı Mamadou Tandja'nın isyancı askerlerce tutuklandığını belirterek, Devlet Başkanı ve bakanlarının devlet başkanlığı sarayından çok uzak olmayan bir yerde tutulduklarını kaydetti. Nijer'den öğle saatlerinde bakanlar kurulu toplantısının yapıldığı devlet başkanlığı sarayından silah sesleri duyulduğu ve dumanlar yükseldiği haberleri gelmeye başlamış, batılı kaynaklar bunun darbe girişimi olabileceğini söylemişti. Bu arada normal yayınına devam eden devlet radyosunun darbenin ardından askeri marşlar çalmaya başladığı bildiriliyor. Nijer ile ilgili bazı bilgiler şöyle: -Coğrafi konum: 1.267.000 km2'lik ülkenin üçte ikisi çöl. Cezayir, Libya, Çad, Nijerya, Benin, Burikano Faso ve Mali ile sınır paylaşıyor. -Nüfus: 2010 resmi verilerine göre 15,2 milyon -Başkent: Niamey -Diller: Resmi dil Fransızca. Ulusal diller de konuşuluyor. -Din: Yüzde 90'dan fazlası Müslüman -Tarih ve Rejim: Eski Fransız sömürgesi olan Nijer 1960'dan beri bağımsız. 1974 ile 1987 arasında General Seyni Kountche'nin askeri idaresindeki Nijer'de ilk demokratik seçimler 1993'te yapıldı. 1995'te Tourag direnişine son veren bir barış anlaşması imzalanan ülkede 1996'da İbrahim Bare Mainassara tarafından düzenlenen darbe demokratik yollardan seçilen Devlet Başkanı Mahamane Osman ile Başbakanının görevden alınmasıyla sonuçlandı. 1999'da ise Mainassara yeni bir darbe sırasında öldürüldü. Aynı yıl cunta seçimlerin ardından sivillere iktidarı devretti. Mamadu Tandja başkan seçildi. Tandja, Aralık 2004'te de yeniden seçildi ve 2009'da da, 2 kez 5'er yıllık dönemlerde başkanlık yapılmasını öngören anayasa maddesini değiştirdi. Muhalefet Ekimdeki genel seçimleri boykot etti. -Ekonomi: Dünyanın üçüncü büyük uranyum üreticisi olan Nİjer'in başlıca ihracat kaynağını da uranyum oluşturuyor. Ocak 2009'da Fransız Areva nükleer grubu, Paris ile Niamey arasında 2 yıl kadar süren müzakerelerin ardından dev İmuraren madeninin işletmesi için hükümetle anlaşma imzaladı. Grup yaklaşık 40 yıldır bu ülkede bulunuyor ve uranyumun yarısından fazlasını bu şirket çıkarıyor. Nijer'de uranyum bulunduğu 50 yıl önce, henüz bir Fransız sömürgesiyken ortaya çıkmıştı. İlk madenler de Areva'nın atası olan Cogema şirketi tarafından 1960'larda işletilmeye başlanmıştı Dünya Bankası verilerine göre kişi başına geliri 330 dolar olan ülkede nüfusun yüzde 60'ı yoksulluk eşiğinin altında yaşıyor. Ülkede 1972-1973 ve 1984-1985'te açlık felaketi yaşanmıştı. -Silahlı Kuvvetler: 5 bin 300 asker, 5 bin 400 milis. -MAMADU TANDJA-AFP'nin haberine göre, gölgesi yaklaşık 35 yıldır siyaset sahnesinde dolaşan Tandja'nın bugünkü karmaşa ortamında direnişçilerin elinde olduğu sanılıyor. Her zaman taktığı koyu kırmızı geleneksel beresiyle tanınan Tandja'nın aslında Aralık 2009'da siyasetten çekilmesi bekleniyordu, ancak muhalefetin protestosuna rağmen yeni anayasayla devlet başkanlarına getirilen görev kısıtlamasını kaldırdı ve en az 3 yıl daha iktidarda kalmayı garantiledi. 1938'de Nijerya ile Çad sınırı yakınlarındaki Diffa'da dünyaya gelen Tandja, Mali ve Madagaskar'da askeri eğitim aldı ve birçok garnizona komutanlık etti. Adı ilk kez 1974'te, bağımsız Nijer'in ilk Devlet Başkanı Diori Hamani'nin General Kountche tarafından devrildiği darbeyle duyurdu. Kountche ile birlikte iktidarın ''tadına varmaya'' başlayan Tandja, birçok devlet kademesinde görev yaptı, 1990 ile 1991'de de İçişleri Bakanı olarak görev aldı. Bakanlığı döneminde de adı, 63 kişinin öldüğü bir Touareg ayaklanmasının kanlı biçimde bastırılmasında unutulmayacaktı. Bu olayın ardından 4 yıl sürecek (1991-1995) Touareg ayaklanması başlayacaktı. Touareg meselesi, Tandja'nın başkanlığı döneminde de karşısına çıktı. Ama eski bir asker olan Tandja için ''çetecilerle masaya oturmak'' mümkün değildi, Parlamento dahil herkes onu buna ikna etmeye boşuna çabaladı. Bir gözlemci onun hakkında şunları söylüyor: ''Ortada bir Tandja gizemi var. Ülke 10 yıldır barış içinde, ekonomi yeniden rayına girdi, eski sömürgeci güç Fransa ile ilişkileri iyi, görevini yerine getirdiği hissiyle iktidarı bırakıp, diğer Afrikalı devlet başkanları gibi 'Afrika'nın bilgeleri' kategorisine girebilir...'' -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37950] Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner kimdir? Posted: 19 Feb 2010 12:21 AM PST Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner kimdir? Gizli tanık, Cihaner'in "İstediklerini yapmadığı takdirde başına geleceklerle" ilgili tehdit edip "Bu işten ölünce çıkarsın" dediğini anlattı
Albay Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı'nı uygulama için pilot bölge seçildiği iddia edilen Erzincan'da cemaat evlerine silah yerleştirmeden, 800 bin TL'lik rüşvetlere, sahte mühürlü mektupla soruşturma başlatılmasından, ölümle tehdit etmeye kadar çarpıcı iddialar vardı. Cunta tarafından yurtlara ve okullara silah yerleştirmekle görevlendirilen gizli tanıklar; olayları yer, zaman ve kişi göstererek detaylı biçimde anlattı. Olayların merkezinde Erzincan Savcısı İlhan Cihaner vardı. Cemaatlere yönelik komplolar ile ilgili Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısına ifade veren Gizli Tanık Erzincan'ın iddialarından satır başları şöyle: JANDARMA KERİM 800 BİN TL TEKLİF ETTİ • Jandarma istihbarattan Kerim olarak tanıdığım kişi, bana görüşmelerde özellikle Gülen cemaatine ait kolejde kalmam ve bana verecekleri her türlü işi yapmam için baskı yapıldı. • Bana verdikleri işleri yapmayacağımı söyleyince Kerim bir tane çek çıkardı. Üzerinde özel bir banka adı yazan çeki sallayarak 'Bu ne' dedi. Devamla bu çekin üzerinde "800 milyar yazıyor, biz senin ve ailenin ne kadar yardıma muhtaç olduğunu biliyoruz. Parayı sevdiğini biliyoruz, söylediklerimizi yaparsan bu çek senin olabilir" dedi. ÇANTALARINA SİLAH VE BELGE KOY • Nurcu Kurdoğlu Cemaati evinde beraber kaldığım Yüzbaşı Yıldırım'ın çantasına silah ve illegal olan kitap ve doküman koymamı veya evdeki kendi odasında bulunan kitaplığına suç unsuru taşıyan dokümanlar koymamı istediler. (…) bu kişi ile başa çıkabilmek için çantasına ya da odasına mutlaka verecekleri silahı ve illegal belgeleri koymamı söylediler, ayrıca odasına kamera yerleştirmemi söylemişti. Ancak ben kabul etmedim. • Daha doğrusu bana bunları yapmak için süre verdiler. Ancak ben verecekleri işi yapamadığımı bunun için de kabul etmediğimi söyledim. 'SAVCI HÜSEYİN' DİYE TANIŞTIRILDIM • Akşam saat 21.00 sıralarında tekrar aynı yerde buluştuk. Yine aynı araç idi, camları perdeliydi, ben arka sağ koltuğa oturdum, az sonra arkadan bir araç yaklaştı. Siyah renkli bir araçtı, kırmızı kravatlı, beyaz gömlekli, koyu renkli takım elbiseli birisi arabaya bindi. (…) (Arabaya binen) Oradaki savcı geriye dönerek, elini uzattı ve 'Ben Hüseyin' dedi. Ben de kendimi tanıttım. Bana ailemle ilgili konuşmalar yaptı. (…) 'Abilerle abi kardeş gibi olmuşsunuz' dedi. BU İŞTEN ANCAK MEZARDA ÇIKABİLİRSİN • Savcı bana 'Sen niye abilerini dinlemiyorsun, dediklerini niye yapmıyorsun, ailen var, enişten var, kardeşlerin memur, yaptığın hata onların hepsinin hayatına malolabilir, bu işin içerisine giren herkes mezara kadar bizimle gelir, önemli olan senin deşifre olmaman, seni emniyet de biz de tanıyoruz, bizimle görüştüğünü kimsenin bilmemesi lazım, cemaatte gelişmeler nasıl, kaldığın yerde askerler var mı?' dedi. • …Haberlerde 'Erzincan'da cemaate darbe planı' şeklinde haber sunulmaya başlayınca dikkat kesildim. Televizyona döndüm. Televizyonda Erzincan Başsavcısının törende bayrağın yanında ayakta duran görüntüsünü görünce irkildim. (…) 'Savcı Hüseyin' diye tanıtan kel kafalı savcının haberlerde görüntüsü olan Erzincan Başsavcısı olarak gördüğüm kişinin olduğunu anladım. BİZ DE ÖLÜRÜZ AİLENİ DE ÖLDÜRÜRÜZ • Gerek Kerem isimli jandarma istihbarat görevlisi ile yaptığım görüşmede Kerim tarafından ve gerekse bana tanıştırılan savcı beni 'Şayet sana verdiğimiz görevler silah konulması, illegal eşyalar konulması ile ilgili olarak bize en ufak bir şekilde ucu dokunursa senin bütün sülaleni bitiririz yok ederiz, gerekirse biz de ölürüz ama senin sülalelini bitirdikten sonra ölürüz' diyerek Kerim ve savcı ayrı ayrı zamanlarda beni tehdit ettiler. BURANIN REİSİ SALDIRAY BERK'TİR • Yaz tatiline gitmeden önce yapmış olduğum görüşmede bana 'Merkez Komutanlığındaki kişilerle seni tanıştıracağız, onlarla görüşeceksin, belki bizden çıkıp onlara geçebilirsin, senin önünden geçip de selam bile veremeyeceğim kişinin buranın reisi Saldıray Berk' olduğunu, bunu tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de beni başsavcıyla görüştürdükleri için bu kişinin de Ağır Ceza Reisi olabileceğini düşündüm. Cezaevindeki ilk başsavcı Erzincan Başsavcısı Cihaner 'terör örgütü üyeliği' ile 'tehdit ve iftira' suçlarından tutuklanarak cezaevine konuldu. Cihaner'e birbirinden ilginç sorular yöneltildi Önceki gün makam odası ve evindeki aramaların ardından gözaltına alınarak Erzurum'a götürülen Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Savcı Osman Şanal tarafından yaklaşık 7 saat sorgulandıktan sonra gönderildiği Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuklandı. ''Ergenekon terör örgütü üyesi olmak'', ''görevi kötüye kullanmak'', ''tehdit ve iftira'' suçlarından tutuklanan Başsavcı Cihaner, cezavine konuldu. ALBAY ÇİÇEK'LE İLGİLİ 10 SORU Yaklaşık 6.5 saat süren sorguda Savcı Osman Şanal'ın, Başsavcı Cihaner'e Demokrasiye Müdahale Eylem Planı'nda imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'le ilgili 10 sorunun yöneltildiği iddia edildi. Savcı Şanal'ın "Albay Dursun Çiçek'i tanıyor musunuz? Daha önce buluştunuz mu? İrtica İle Mücadele Eylem Planı'nı gördünüz mü" sorusuna Cihaner'in "Albay Çiçek'i tanımıyorum. Kendisiyle karşılaşmadım. Telefonda bile görüşmedim" şeklinde cevap verdiği öğrenildi. Savcı Şanal'ın, Cihaner'e İsmailağa cemaati soruşturmasını Adalet Bakanlığı'ndan 2 yıl neden gizlediğini ve yasa dışı telefon dinleme yaptırıp yaptırmadığı da sordu. Savcılığın "Cemaat evlerine silah bırakılması hakkında bir çalışmanız oldu mu?" sorusuna Cihaner'in "Kesinlikle mümkün değil. Ben zaten silahsız bir yapılanma olduğu için bu soruşturmayı aldım. Siz silahlı olduğunu iddia ederek bu soruşturmayı benden aldınız" şeklinde cevap verdiği öğrenildi. GİZLİ TANIĞI ÖLÜMLE TEHDİT Soruşturma kapsamında gizli tanık olarak ifade veren kişilerle ilişkileri de sorulan Cihaner'e "Gizli Tanık Erzincan'ı cemaat evlerine silah konulması konusunda (bize en ufak bir şekilde ucu dokunursa senin bütün sülaleni bitiririz yok ederiz) diye tehdit ettiniz mi?" sorusunun da yöneltildiği, Cihaner'in "Bu insanları tanımıyorum" dediği ifade edildi. Savcı Osman Şanal'ın, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in malvarlığıyla ile ilgili başlattığı soruşturma kapsamında, anaokuluna giden 5 yaşındaki kızı Sıla Cihaner'in de malvarlığını araştırdığı iddia edildi. Evinin bodrumundan dava dosyaları çıktı Başsavcı İlhan Cihaner'in evinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Cihaner'in eşi Muhteber Cihaner ve avukatı Hamit Sekman nezaretinde yapılan aramada 3 cep telefonu, sim kartlar, flaş bellekler, dizüstü bilgisayar, yaklaşık 700 CD, bol miktarda evrak ve aracında da çeşitli CD'lere el konuldu. Cihaner, konutunun iki bölmeli bodrum katının bir bölümünü çalışma odası, diğerini ise depo olarak kullanıyor. Bu depora çok sayıda tutanak, resmi belge ve soruşturma dosyası bulunarak el konuldu. Tahliye talebi oybirliğiyle reddedildi İlhan Cihaner'in avukatı Hamit Sekman, dün sabah saatlerinde "Perşembe günü tutukluluğa itiraz edeceğim" dedi. HSYK'nın yargı darbesinin ardından hemen harekete geçen Avukat Sekman, müvekkilinin tutuklanmasına ilişkin mahkemeye itiraz dilekçesi verdi. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı oy birliğiyle reddetti. Cihaner'in avukatlarından Baki Uzun, "Özel savcının yetkilerinin HSYK tarafından kaldırıldığını, bu nedenle bundan sonra, en azından herhangi bir inceleme yetkisi olmadığını söyleyip, "Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'ndan tedbir talep ettik. Çünkü kendisi incelemeleri yapmak, dün el konulan evrakları incelemek istemektedir'' dedi. Mahkemenin, bu taleplerini de reddettiğini ifade eden avukat Baki Uzun, ''(Henüz savcı Şanal'a yapılmış bir tebligat olmadığından dolayı, savcının yetkisini kaldırıp kaldırmadığı mahkememiz tarafından henüz bilinmemektedir) diye itirazımız reddedilmiştir'' dedi. -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37942] Ya eşinin başını açacaksın ya da ALLAH ALLAH diyen ORDU'DAN atılacaksın! Posted: 19 Feb 2010 12:21 AM PST Ya eşinin başını açacaksın ya atılacaksın! 1997′de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak, atılma öncesi tabur komutanının kendisini "Seni bir yıldır takip ettiriyorum. 1997′de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak, atılma öncesi tabur komutanının kendisini "Seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü astların arasında ayrım yapmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var; ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın" diye uyardığını anlattı. "BAŞÖRTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİNE TERS" "Yüzbaşı oluyordum. Rütbe törenine eşimle gelmem istendi. Tesettürlü almadıkları için götürmedim ve savunmamda o şekilde ifade ettim. 'Başörtüsü Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı, çağdaş yaşama ters, subay eşine yakışmaz' diye bir yazı verip, daha sonra ihraç ettiler." Ya eşin başını açacak, ya ordudan atılacaksın NAMAZ kıldığı ve eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle yüzbaşılık rütbesindeyken Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden (TSK) atılan Niyazi Budak, Yeni Asya'ya konuştu. İnancı sebebiyle yaşadığı haksızlıkları gözler önüne seren Budak, YAŞ kararlarının yargıya açılmasıyla mağduriyetlerin son bulacağına olan ümidini dile getirdi. Hangi tarihteki YAŞ kararı ile ordudan ayrıldınız? 1997 Aralık Şurası'nda. Yani 28 Şubat sürecinin olanca hızıyla devam ettiği zamanlar. Size isnad edilen suç ve suçlar nelerdi? YAŞ kararı bana tebliğ edilirken, disiplinsizlik olarak tebliğ edildi. Tabiî ki disiplinsizliğin altında yatan neden, namaz kılmam ve eşimin başörtülü olmasıydı. Namaz kılmanız ve eşinizin başörtüsüyle ilgili yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz? Bu konuda size yapılan bir tebligat var mı? Ben, 1994-96 yıllarında Hakkâri'de görev yaparken, bölgenin ve görevimin hassasiyetinden dolayı bu konuda fazla sıkıntı çekmedim. Ama orada bile eşimin karşılaştığı bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim: Hakkâri'de jandarma lojmanlarında oturuyorum. Lojmanlar orduevi ile komşu. Eşim birgün lojmana gelirken kestirme olsun diye orduevinin bahçesinden geçmek istiyor. Nizamiyedeki asker eşim başörtülü diye onu içeriye sokmuyor. Tabiî ben de o esnada dağlarda terörist peşinde koşuyorum. Bizim esas sıkıntımız, tayinimizin Ağustos 1996 tarihinde İzmir'e çıkmasıyla başladı. İzmir Ege Ordu'da göreve başladıktan sonra Tabur Komutanı namaz kıldığımı öğrendi. Bana mescide gidemeyeceğimi şifaî olarak tebliğ etti. Ben de Hakkâri'den yeni geldiğimi, orada birçok şehidim ve yaralım olduğunu, dolayısıyla namaza gerçekten ihtiyacım olduğunu söyledim. Herkesin öğle tatili olmasına rağmen bana sadece 15 dakika müsaade edeceğini söyledi. Fakat bu müsaadesi de bir hafta sürdü ve ayrıca ''odanda, depoda, kademede, kalorifer dairesinde veya herhangi bir yerde namaz kılmayacaksın'' dedi. "Peki nerde kılayım komutanım "sorusuna da, akşam olunca evinde kılarsın deyip kestirip attı. Ben odamda—çok şükür —namaz kılmaya devam ettim. Belki namaz kılmamı kimse görmüyor diye bu konuyu böyle kapattık. Başörtüsü meselesine gelince; bu da uzun bir süreç ama ben kısaca anlatmaya çalışacağım. Başörtüsü ile ilgili de sıralı komutanlardan çeşitli ikazlar aldım. Ben de eşimin başörtüsünün tamamen bizim inancımızdan kaynaklandığını ve maksadımızın Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu izah etmeye çalıştımsa da nafile tabii ki. Yaklaşık bir yıl sonra bu tür sıkıntılardevam ederken, Tabur Komutanın tayini çıktı ve gitmeden önce beni odasına çağırarak şöyle dedi: ''Bak Niyazi, ben seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü, Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü, astların arasında ayrım yapmadın, onlara dinî propagandada bulunmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var. Ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın.'' Ben de kararımızın kesin olduğunu ve gerekli işlemleri yapabileceğini söylemekle yetindim. O yıl yani 30 Ağustos 1997'de yüzbaşı oluyordum. Yeni tabur komutanı gelmişti. O da rütbe törenine eşli gelmem konusunda emir yazmıştı. Tabiî ki tören alanına tesettürlü kimseyi almadıkları için eşimi getirmem mümkün değildi. Bunun için de yani eşimi rütbe törenine getirmediğimden dolayı bir yazılı savunma verdiler. Ben de eşimin tören alanına gelse bile kıyafetinden dolayı oraya alınmayacağı için gelmesinin anlamsız olduğunu yazdım. Bunun cevabı olarak da işte başörtüsünün Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu, çağdaş yaşama ters düştüğü, bir subayın eşine yakışmadığı ve irticanın sembolü olduğunu içeren bir yazı verdiler. Bu son ikaz gibi bir şeydi ve çok geçmeden de gereğini yaptılar. Bu süreçte görev esnasında herhangi bir ceza aldınız mı? Hayır. Subaylık hayatım boyunca kesinlikle ceza almadım. Hatta namaz ve başörtüsü sıkıntıları devam ederken bile takdir yazıları almaya devam ettim. Fakat bunların çok anlamı olmayacağını düşündüğümden ayrıntıya girmiyorum. "SUÇSUZUM, AMA HAKKIMI ARAYAMIYORUM" Ordudan ayrıldıktan sonra hakkınızı aramadınız mı? Tabiî ki işin en acı yönü de o. "Suçlusunuz!" diyorlar ama bir hukuk devletinde mahkeme önüne çıkıp kendinizi savunamıyorsunuz. Anayasanın 125. maddesinin 2. fıkrasına göre YAŞ kararları yargı denetimi dışında biliyorsunuz. Kanunlarda namaz kılmak veya başörtüsü takmak (hem de eşinize ait) gibi bir suç olamayacağına göre ben kendimi suçlu görmüyorum, ama şu anda hakkımı arayabileceğim bir merci de yok ne yazık ki. Ordudan ayrıldıktan sonra çevrenizden nasıl tepkiler aldınız? Bunu çevremize anlatmaktan gerçekten çok zorlandık. Çünkü ordumuz, Peygamber ocağıydı, askerlik Peygamber mesleğiydi. Nasıl olur da insanlar inançlarından dolayı ordudan atılabilirdi? İşte, çevrem bunu anlamakta gerçekten zorlandı. Ama beni tanıdıkları için de çok fazla bir şey diyemediler belki. Ben işin iç yüzünü bildiğim için rahattım, ama ailem için bunu çevreye izah etmek çok daha güçtü. Zannediyorum esas sıkıntıyı onlar çekti ve çekmeye de devam ediyorlar. ORDU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI DUYMALI Söylemek istediğiniz son bir şey var mı? Ben ordudan irticai sebeplerden dolayı atılan insanların büyük çoğunluğunun, dinî vecibelerini yerine getirmek istemelerinden başka bir taleplerinin olmadığına inanıyorum. Eğer YAŞ kararları yargıya açılırsa bu durumun çok net bir şekilde ortaya çıkacağından eminim. Ordumuzun da bir an önce bu durumu görüp, bu tür insanlardan korkmak yerine en temel insan hakkı olan inanç özgürlüğüne saygı duymasını talep ediyorum. Hatta bir askerin en önemli silâhının, sağlam bir inanca sahip olması olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca kazanılan savaşların en önemli etkenlerinden biri de ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum inancıydı. Gelecek günlerin ordumuz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Kaynak:Yeniasya -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37956] HSYK suç işliyor! TEPKİNİ GÖSTER! Posted: 19 Feb 2010 12:16 AM PST Postmodern bir yargı darbesine karşı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37947] DENGESİZLİKLERİN DENGESİ Posted: 18 Feb 2010 10:30 PM PST |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.