Araştırmacı Tarihçi Yazar Gürselgil ile, 1919-1920 yıllarındaki iç isyanları konu alan yeni romanı “Oluşum” üzerine gerçekleştirilen röportaj..
Vakit Gazetesi'ndeki röportaj..
Araştırmacı Tarihçi Yazar Selim Gürselgil ile, 1919-1920 yıllarındaki iç isyanları konu alan ve Gaye Genç Adam Yayınları’ndan çıkan yeni romanı “Oluşum” üzerine konuştuk. Gürselgil romanı çerçevesinde konuşurken, gündeme ilişkin olaylara da değindi. Sohbetimizden solcular da nasibini aldı. İşte o röportaj...KONUŞAN: MIKÂIL AKAD "Oluşum" romanı mevzu olarak önceki kitabınızdan çok farklı. Ama baktığımız zaman, yine onunla bağlantılı, yine Emin Pehlivanoğlu'nun hikâyesinin bir başka buudunu görüyoruz. Ne yapmak istiyorsunuz? Yapılan yanlışlardan birisi, "mevzu" ile "mesele" çoğu zaman birbirine karıştırılır. Bir mevzuyu ele aldığınız zaman, meselenizin de o olduğu sanılır. 1996'da "Yunanlılar" diye bir konferans vermiştim. Hemen eleştiri geldi: "Bize ne Yunanlılardan. Biz ki, Türk'üz. Bize Türkleri anlatın!" diye. Burada "mevzu" Yunanlılar, eski Yunanlılar, evet ama, benim "meselem" onlar değil ki! Gerçekten, böyle bakınca, bana ne eski Yunanlılardan! İlk önce böyle bir eleştiriye çok şaşırmış, çok kızmıştım. Fakat yakından bakınca, bir haklılık tarafı olduğunu gördüm. Evvela yazar bunun farkında değil ki, okuyucu farkında olsun. Yazarlarımızın çoğunun da, meselesi, ele aldığı mevzular içinde kaybolup gidiyor; daha çoğunun bir meselesi bile yok. Bakın, şu yerli dizi furyasına: Hepsinin bir "mevzuu" var, ama hemen hiçbirinin bir "meselesi" yok. Bir tekini gördüğünüz zaman, gerisi vakit kaybı! Edebiyatta da aynı şey. Halbuki bütün büyük romancılar, aynı zamanda birer büyük mesele sahibidirler. Romanın içinde yatan bu büyük meseleye ilişkin fikri de, eleştiri bulup gösterir. "Benim meselem şudur" diyen romancının, "tebliğci" kalmak tehlikesi vardır; slogancı...ROMANIN IŞTIKAKLARINDA "PLÂN YAPMAK, DOLAP ÇEVIRMEK" VARDIR Oysa roman olsun, şiir olsun, müzik ve resim olsun, "tebliğ" değil, "telkin" metoduyla sanat keyfiyetini ararlar... İslâmî müzik denince, bugün radyolarda tonunu gördüğünüz bed sesli, bed sözlü, bed nağmeli teranelerin anlaşılması, bu hikmetin anlaşılmamasındandır. Ama bir romancı, aynı zamanda "plân yapıcı, kumpas kurucu"dur. Romanın iştikaklarında bile vardır, "plân yapmak, dolap çevirmek"... Servantes'ten Tolstoy'a, Balzak'tan Kazancakis'e kadar bakın... Ben tabii ki oralarda değilim, fakat şunun anlaşılmasını isterim: "Mevzu"yu mahalleden almak, "mesele"nin de mahalleden geldiğini göstermiyor; "mesele" ekseriyâ çok farklı bir yerden, Batı'dan geliyor ve bunun adına da "Türk romanı" deniyor...“ŞU ÇILGIN TÜRKLER”E REDDIYE - Anladığımız kadarıyla, 1919-20'lerde Konya'da geçiyor hikâye... Millî Mücadele içinde, Mevlevî Dergâhı çevresinde, aynı kıza aşık olan iki arkadaş... Hep aşk mevzuunu mu ele alacaksınız?.. - Aslında iki arkadaş değil, üç arkadaştı. Sözkonusu yıllarda, belki biraz daha sonra, Konya'da geçti. İkisi düelloya tutuştular, biri diğerini vurdu. Vurulan öldü, vuran hapse girdi. Kızı da üçüncüsü aldı. "Oluşum"un ilham kaynağı bu hadise oldu. Fakat ben bu hadiseyi toplum planından alıp, tarih katına taşımak istedim; arkadaşlardan birini de üstü kapalı geçtim. Böyle olunca, işin içine Millî Mücadele girdi, Mevlevi Dergâhı girdi, Delibaş İsyanı ve diğer iç isyanlar girdi. Bu da beraberinde bir "mesele", bir "tez" fikrini getirdi. Ne yazık ki, "Şu Çılgın Türkler" tarzı budala bir şovenizm, bütün memleket ufuklarını tutmuş bulunuyor. Eskiden Ülkücüler ve İslâmcılar bu çizginin dışında kalmasını bilirlerdi; bugünkü şovenizmde başa güreşiyorlar... Eskiden solda Kemal Tahir gibi, İdris Küçükömer gibi adamlar vardı. Bugün onların yerinde yeller esiyor ve şovenizmin bayraktarlığını solcular yapıyor. Bense artık tarihi gerçeklerin, hiçbir engelleme ve yasaklama ile karşılaşmadan, açık açık konuşulabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bakınız, Fatih Sultan Mehmed'e küfür etmenin serbest olduğu, ama onun vasiyetini gütmenin, Ayasofya'ya ne olduğunu sormanın yasak olduğu şartlardan bahsediyoruz.EMPERYALISTLER PAYITAHTA OTURMUŞLARDI Şunu sormak istiyorum: Önce İtalyanlar, sonra Fransızlar, nihayet İngilizler, Anadolu'daki mücadeleyi görür görmez, niçin artık Osmanlı Devleti'ni değil de, Anadolu'daki "Şu Çılgın Türkler"i muhatap alacaklarını ilan ettiler ve her şeyi onlara bırakıp çekip gittiler?.. Görünüşte Osmanlı idaresi onlara itaat etmiş ve diğerleri de karşı koyuyor değil miydi? Şovenizm bu suali, "Çünkü şu çılgın Türkler'den korktular" diye cevaplandırıyor. Oysa, emperyalistler payitahta oturmuşlardı zaten ve Anadolu'da ne olduğu bir tarafa, onları İstanbul'dan çıkaracak hiçbir kuvvet yokut. Hatta çıkarmayı bırakın, bir tek kurşun atan bir tek kimse yoktu.DAMAD FERID HAIN DEĞILDI -Derler ki, Sultan Vahidüddin ve Damad Ferid "vatan haini" ilan edilmişti; halbuki onların dünyası, Osmanlı'nın harpten önceki topraklarına yeniden sahip olduğunu görmedikçe mücadeleyi bırakmamaktı. Yoksa Sevr'le falan alakaları yoktu. Ne dersiniz? -Benim anladığım kadarıyla, Damad Ferid, biraz zayıf kişilikli bir adamdı. Ama asla "vatan haini" değildi. Nasıl olabilir ki? Mustafa Kemal Samsun'a hareket etmeden bir gece önce, Damad Ferid'in evinde çok gizli bir toplantıya katılmıştı ve Milli Mücadele'nin planlayıcıları arasında o da vardı. Sultan Vahidüddin'i ise konuşmuyorum bile. "Oluşum"da, onun velâyetine dair bazı ipuçları sergilenir. Sevr de neymiş; Sevr'i hiç imzalamadı ki o!.. Lozan'ı da hiç mi hiç imzalamazdı sorulsa. Çünkü baktığınız zaman, Fatih'in mirası Lozan'da peşkeş çekilir, bugünkü PKK meselesinin kaynağı bile oraya dayanır.MUSUL PEŞKEŞ ÇEKILDI Ahmet Türk'ün geçen gün Meclis grubuna yaptığı konuşmayı dinledim: Israrla, 1920'lerdeki yaklaşıma bugün ne kadar uzak olunduğundan bahsediyor. Leyla Zana'nın seçim döneminde nedense tepki çeken Iğdır konuşmasını hatırlayın. Aslında mesele çok basit: Bugün ABD ve İsrail niçin o yörede "plân yapıyor?" Çünkü Osmanlı'dan kalan boşluk doldurulmadığı, 1926'da Musul vilayeti peşkeş çekildiği için. Aynı şey Batum için de, Dağlık Karabağ için de, Batı Trakya için de geçerlidir. Sultan Sencer'in, Yavuz Sultan Selim'in, Ulu Hakan'ın boşluğudur bu. Ulu Hakan'ın Dersim'de paşaları vardı; halbuki 1919'dan, 20'den beri sosyal problemler, tarihî meseleler, hamasetle değil, basiretle çözülebiliyor. Bugün Doğu'da olan hadiseler, işte dağ obüsleriyle, bataryalarla aranan çözümler, 1919-20'lerde bütün Anadolu'da yaşanmıştı. Hem de ayağa kalkanlar, sırf öyle Kürtler, Çerkesler falan değil, işin başındakilerden çok daha sağlam şekilde Türk olan Konya gibi, Yozgat gibi, Bayburt gibi yörelerdi.NE KADAR KUDURURLARSA KUDURSUNLAR, HALKA SÖZ GEÇIREMEZLER "Dış güçler-mış güçler" diye anlatılır bu hadiseler. Ne dış güçleri; o gün bugündür oralara giremiyorsun, o taraflarda sözün geçmiyor, hâlâ "yakın tehdit" sayıyorsun. Bunu söylerken, bugünkü Babıali'ye, oradaki "hâkim zihniyet"e söylüyorum. Ne kadar kudururlarsa kudursunlar, halka söz geçiremezler; çünkü bunlar "yabancılaşmış bir elit"tir, "Sabetay basını"dır, Türk diliyle "dönme lehçesi" ile konuşurlar. Birkaç dönme muhitinden çıkın, Anadolu'ya doğru geçin, bambaşka bir dünya ile karşılaşırsınız.SAATI GELINCE PATLAR! Ama bu bastırılmış bir dünyadır, bir volkan gibi, öfkesi, gazabı yerin altında olan bir dünyadır. Saati gelince de patlar!.. -Romanınızda, o dönemin gerçek kahramanlarından olarak, Mersinli Cemal Paşa'ya dikkat çekiyorsunuz. -Mersinli Cemal Paşa'ya ve Madam Berta faktörüne. Madam Berta faktörü mühimdir ve tarihî sonuçlar doğurmuştur. Eski Türkler'de bu faktör Çinli prensesler şeklinde devreye girerdi, Bilge Kağan kitabesinde bile üstü kapalı olarak dikkat çekilir. Eğer Madam Berta faktörü olmasaydı, Atilla Roma'yı alacaktı. Eğer o olmasaydı, Jöntürkler Paris'i Türkiye'ye taşımaya bu kadar uğraşmayacaklardı. Böyle bakınca, ilk romanım Titreme'nin mesajı yeterince anlaşılmadı. Oluşum'da daha dolaysız bir ifadeye çalıştım. Mersinli Cemal Paşa'nın azmi, Madam Berta faktörüne karşı başarılı olamadı ve bugünkü manzara ortaya çıktı.20. YÜZYILIN EN ÖNEMLI ADAMI NECIP FAZIL’DIR Hani sorsanız, 20. yüzyılın en önemli adamı kimdir diye, hiç düşünmeden "Necip Fazıl" cevabını veririm; İslâma Muhatap Anlayışın dünya görüşünü özgürleştiren... Yine sorsanız, Batı'da en mühimi kimdir diye, cevabım Çörçil olur. 20. yüzyılın haritasını o çizmiştir. Bugün birçok millet mevcut hallerini "kurtuluş" sayıyorlarsa, gerçek kurtarıcılarının, hakiki babalarının o olduğunu da bilmelidirler. Bu, her ne kadar insana kan ağlatıcı bir gerçekse de. Bugün İngiltere, Türkiye'ye stratejik ortaklık akdederken, dikkat edin, o günden farklı bir şey yapmıyor. Türkiye'nin bütün kırgınlıklarını ve kızgınlıklarını harfi harfine kabul ediyor. "İstanbul'u mu istiyorsun?" diye soruyor: "Senin olacak!" Başka, "İzmir'i mi istiyorsun?" diye soruyor, "Senin olacak!" Ama bu küçük tavizlerin ardından, geri kalan büyük parçayı gözden kaçırıyor."ŞU ÇILGIN TÜRKLER" DEMEK GELMIYOR IÇIMDEN; "ŞU BIIDRAK TÜRKLER" DIYESIM GELIYOR O gün İngiltere için Türkiye'nin elinde kâbusa dönebilecek iki güçlü silah vardı: İslâm Birliği ve Bolşeviklik. İtalya'daki faşist ihtilalle ve Mussolini'nin İngiltere'ye karşı her türlü hareketi desteklemesiyle, bunlara bir üçüncüsü daha katıldı. Ama Çörçil ne yaptı: Türkiye'yi hem hilâfetten, hem Bolşeviklikten, hem de faşizmden çekip kurtardı ve ona bir zafer armağan etti. Bugünkü durum da buna benziyor biraz: Ötede İran, Rusya, El Kaide vesaire varken, İngiltere için PKK'nın ne önemi olabilir? İngiltere Türkiye'yi yine kurtarmak istiyor. Suriye, İran, Türkiye arasında kurulacak bir Ortadoğu ittifakı, Batı için tam bir kâbus olur. Şu durumda "Şu Çılgın Türkler" demek gelmiyor benim içimden; "Şu Biidrak Türkler" diyesim geliyor. Ne yazık ki, bu gerçeği anlatamıyorsunuz da... Putları elinden alınacakmış gibi üstünüze saldırıyorlar, "kendini tanı!" diyecek olduğunuzda!..
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.