Osman Halid
Tayyip İspanya’da “Türban siyasî simgedir, serbest bırakılması gerekir.” dedi. Daha sonra ise, gazetecilere engin bilgisiyle birlikte, “Meydan Laros’u ve TDK’nın sözlüğünü kaynak göstererek türban ve başörtüsünün aynı olduğu” açıklamasını yaptı.
Bugüne kadar başörtüsü sorunuyla alâkalı yaşananlar ve kutuplaşmalar göz önüne alındığında yapılan “siyasî simge” açıklaması oldukça pervasız ve cesurca değerlendirilebilir. Fakat işin aslı göründüğü gibi olmadığından dolayı böyle değerlendirilemez. Değerlendirmenin nasıl yapılması gerektiğine girmeden önce başörtüsü mücadelesine kısaca bir göz atalım...
12 Eylül darbesinin ürünü olan çocuk doktoru İhsan Doğramacı başkanlığındaki YÖK, başörtüsüne ilk yasağı getirdiğinde 1987 yılında yasağa karşı mücadele başlamıştır. Bu mücadele yazarımız Sayın Mustafa Saka ve arkadaşlarının önderliğinde İBDA diyalektiğinin bir zuhuru olarak İstanbul Üniversitesi’nin önünde açlık grevi şeklinde kendini göstermiş; eylemin heybeti karşısında bütün inkârcı, münafık ve mürted soyu panik halinde ne yapacağını şaşırmıştı.
Bugün devam eden başörtüsü mücadelesinin başlangıç tarihi işte sayın Mustafa Saka ve arkadaşlarından müteşekkil İBDA gençliğinin yaptığı 1987’deki bu açlık grevidir. Şu ân iktidar nimetlerini farklı farklı konumlarda tadan inkârcı ve münafık soyu o gün bu gençleri provokatörlükle ve hatta Müslüman olmamakla suçlamışlardı. Başbakanın da içinde olduğu o günkü zümre, “Bizi sokağa çekmek istiyorlar!.. Devletle karşı karşıya getirmek istiyorlar. Provokasyona gelmeyeceğiz!” derken, Fetullah da yasağa karşı protesto gösterileri yapan çarşaflı kadınları kastederek “Onlar aslında provokatörlük yapmak için çarşaf giymiş erkekler!” diyerek Müslümanları eyleme geçmekten alıkoymak için yırtınıp duruyordu. Daha sonra ise aynı zümrenin bir tarafı yasağa karşı başörtülü kızlara “Peruk taksınlar!” çözümünü(!) sunarken başka bir taraf ise “türban teferruattır” diyerek kızların başlarını açmalarını istiyordu. Bunu isteyenin Fetullah olduğu herkesin malûmu... Başbakan yardımcısıyken şu ânki Adalet Bakanı M. Ali Şahin’in, “Başörtüsü isteyenlerin oranı yüzde bir buçuk” ifadesini kullanması da herkesin aklında!..
“Türban diye bir sorunumuz yok! Bu işin çözümü için ben kimseye söz vermedim.” Diyen başbakan, bugün ne değişti ve ne oldu da “türban siyasi simgedir ve üzerindeki yasak kaldırılmalıdır.” açıklamasını yaptı.
Hâlâ başbakana kimse türbanın neyin siyasi simgesi olduğunu veya hangi siyasetin simgesi olduğunu, bununla neyi kastettiğini sormadı.
Bütün inkârcı ve münafıklar domuz gibi biliyorlar ki başörtüsü Müslüman kadının özgürlüğünün haliyle hür bir İslâm toplumunun siyasî simgesidir. “Ser-best”iyetin olmadığı yerde türban-başörtüsü özgürlük mücadelesinin bayrağıdır. Tabi ki bu tarif Meydan Laros’ta yok! Haliyle hürriyet mücadelesinin sembolü olan türban direnişin de bayrağı ve en önemli simgesidir. Başörtüsü hakkında bugüne kadar inkârcı ve münafık soyunun “peruk ve teferruat” bağlamında meseleye izah getirmesinin yegâne sebebi, direniş ruhunu kırıp insanımızı pasifize etmekten başka bir gaye taşımamaktaydı. Bugün gelinen noktada ise Özal’dan Tayyip’e kadar, pasifist çizgi daha başka birçok kavramın içini boşalttığı gibi başörtüsünün de içini boşaltmışlardır. Ve artık bir tehlike olmadığı kanaatiyle bugünkü tavırlarını sergilemektedirler. Neredeyse türbanlı mı kaldı veya türbanı Müslüman kadının özgürlüğünün simgesi ve direnişin sembolü olarak gören mi kaldı ki diyeceğimiz şu ortamda türban yasağının AKP tarafından kaldırılmaya çalışılmasını cesur bir adım olarak değerlendirmek bir yana sadece bugüne kadar yapılan ihanetin tescili şeklinde algılayabiliriz. Haftalar önce AB’den bir heyet Türkiye’ye gelip çeşitli çevrelerle temas sağladılar. Bu heyet DTP milletvekilleriyle görüşmelerinde bir kısım eşcinsel yazarların da hazır bulunduğu toplantıda “Homoseksüel belediye başkanına hazır olun!” demişti. DTP milletvekili Sırrı Sakık da gayet istekli ve şen şakrak bir vaziyette onların bu hazır olun ricasına “ölümüne kadar destekleriz!” cevabını vermişti. Onun bu cevabına karşılık hiçbir partinin ne genel başkanından ne yöneticilerinden ne de milletvekillerinden, “Biz i.ne miyiz kardeşim! Ne eşcinsel belediye başkanı? Biz öyle bir şeyi desteklemeyiz, böyle bir şeye izin de vermeyiz!” açıklaması gelmedi. Bu da demektir ki “ölümüne kadar” olmasa dahi ölüm sınırına kadar bütün partiler eşcinsel belediye başkanı projesini destekliyorlar. Görünen o ki, eşcinsel belediye başkanını destekleme konusunda bütün partiler arasında mutabakat mevcut...
Peki biz bu mutabakata niye vurgu yaptık? Çünkü daha önceleri başörtüsü sorunu gündeme geldiğinde başbakan devamlı olarak hep bir mutabakattan bahsediyordu. Başbakanı dinleyen sokaktaki vatandaşın da sağına soluna bakınıp, “Ulan bu mutabakatı kiminle yapacağız, bu mutabakatın merkezi neresi?” diye aranmaktan iflahı kesildi.
İşte vatandaşın tam da her şeyden ümidi kestiği böyle bir ortamda modacı Cemil İpekçi bombayı patlattı. Türban serbest bırakılan, kadar defile yapmayacağı açıklamasını yaptı. Bildiğiniz gibi yine İpekçi, Fazıl Say’ın “Ben tüyüyorum!” açıklaması üzerine, “Bunlar Türkiye’yi Nişantaşı’ndan ibaret zanneden 40 bin kişilik içinde benim ailemin de bulunduğu beyaz Türkler. 65 milyonluk Türkiye’yi görmüyorlar; çünkü belirli bir azınlığın ve dinozorların son çığlıkları bunlar!” demişti. Bu sözlerin doğruluğu bir yana Fazıl Say’a verilen bu çaptaki bir karşılığın herhangi bir AKP’liden değil de aynı başörtüsü mevzuunda olduğu gibi Cemil İpekçi’den gelmesi dikkat çekici... Bilindiği üzere İpekçi de bütün partilerin, üzerinde mutabakat sağladığı eşcinsel familyasından...
Başörtüsü sorununu bir eşcinsel modacıya tercüme ettirenler daha sonra diyanetten “transseksüeller de türban takabilir” şeklinde bir fetva(!) koparmayı da başardılar. İspanya’daki “medeniyetler ittifakı” toplantısında Tayyip Erdoğan, Cemil İpekçi’nin ve diyanetin verdiği fetvanın moral desteğiyle katıldı. Toplantıda suyun öte tarafındaki medeniyete mensup olanların da azımsanmayacak bir desteği olsa gerek ki, mutabakatı sağlamış başbakan Meydan Laros’tan aldığı notlarla türbanın siyasi simge olsa dahi serbest bırakılması gerektiğini açıkladı.
Başörtüsünün anti-emperyalist mücadele çizgisinde siyasi simge olarak kullanıldığı dönemlerde kullananlara provokatör diyen anlayış için, insanımızın sorunlarının çözümünü Vaşington-Telaviv-Brüksel üçgenine bağladıktan sonra anlaşılan o ki başörtüsünün siyasi simge olması artık sorun teşkil etmemektedir. Demek ki, bütün mesele başörtüsünün hangi siyasî anlayışın simgesi olduğundaymış.
AB, İsrail ve Amerikan karşıtı İslâmcı kitleyi buradaki diğer İslâm düşmanlığı yapan Batıcı unsurları bahane ederek Batı’nın kapısına bağlayan mevcut iktidarın yegâne derdi başörtüsünü emperyalizmi hoş göstererek anti-emperyalist direniş sembolü olmaktan çıkarmaktır. Daha açıkçası çeşitli hile ve desiselerle Amerika’nın koruyuculuğu altında bu sorunu çözerek, Amerika’ya karşı duyulan nefret ve düşmanlığı örselerken aynı zamanda başörtüsünü işgalin, sömürünün ve topyekün emperyalizmin siyasî simgesi hâline getirmek açık ve gizli hedeftir. Bunda da Pensilvanya’da CIA koruması altındaki çiftliğinde oturan hocanın katkısı oldukça fazladır. Fetullah’ın 28 Şubat’ı nasıl desteklediği hâlâ hafızalarda! Eğer değilse olmalı. Çünkü bugünkü başörtüsü sorunu 28 Şubat’ın ürünü... O gün başörtüsünü yasaklayanlarla bugün sözde yasağı kaldıracağız diyenler aslında aynı kapının kulları!
Bütün gaye BOP kapsamında anti-emperyalist cihadî İslâm’ın önünü kesmek için “Ilımlı İslam” uygulamasını kuvvetlendirmektir. İnkârcı ve münafık soyu kendi kafalarına göre başörtüsü takanların ve takmak isteyenlerin artık gönülden Batı istikametine doğru değişip dönüştüklerine inanmış olacaklar ki sorunun çözümü için düğmeye bastılar. Eğer hadise onların inandıkları gibiyse başı türbanlı Amerikancıların sayısı oldukça artacak! Ilımlı-İmansız İslam projesi de zaten tam olarak bu! Ferdî plânda rahatça her türlü ibadetini yapabilirsin. Yeter ki düzen değişiminden, devleti gözlemekten, Amerikan düşmanlığından, İsrail nefretinden, İşgalden, sömürüden, bahsetme!.. Misyonerler, masonlar, evinin etrafında cirit atarken müdahale etme! Hatta yorgun düşerlerse onların kardeşi olarak bir bardak tuzlu ayran ikram et!
Mesele her feraset sahibi insanın görebileceği gibi başörtüsü yasağının kalkması bir hak mücadelesinin neticesinde olmayıp tamamen zamanlama ve konjonktürle alâkalı olarak sömürgeci tarafından uygun görüldüğünden dolayıdır. Türkiye’yi kaybetme korkusunu yoğun olarak yaşayan Amerika, buna benzer daha bir çok atraksiyonda bulunabilir. Eğer, başörtüsü anti-emperyalist mücadelenin en önemli siyasî sembollerinden biri olarak algılanmazsa, doğrusunu isterseniz kimin hangi renk türban taktığı bizim o kadar da umurumuzda olmaz. Çünkü gizli ve açık işgalin ve sömürünün olduğu bir yerde başörtüsü ancak ve ancak işgalcinin ve sömürgecinin işbirlikçileriyle beraber defedildikten sonra elde edilebilecek bir haktır. Hak ve hakikat önünde hürriyetin timsâli veya hürriyet mücadelesinin bir simgesi olmadıktan sonra başörtüsü, sadece ve sadece işbirlikçilerin ihanetiyle Amerikan bayrağı yanında sallanan, teslimiyeti ifade eden bir bez parçasından daha fazla bir değere haiz olamaz.
Sahte kutuplaşmalar içinde yürütülen başörtüsü tartışmaları kesinlikle insanımızın anladığı ve hissettiği şekilde değildir. Ekranlarda birleri karşı çıkarken birilerinin de başörtüsüne taraftar olması sadece kuklacının parmaklarında oynaşan kuklalar olarak görülmeli...
Ertuğrul Özkök, başörtüsü yasağının kaldırılmasını ve serbestliğin anayasada güvence altına alınmasını “rejimin başına türban örmek” olarak değerlendiriyor. Aynı Ertuğrul Özkök hiçbir zaman milletin, devletin, vatanın başına örülen Amerikan bayrağından bahsetmez. Bilakis bu bayrağın örülmesinde emeğini çekinmeden sarfeden işbirlikçilerin başında gelir. Amerikan politikalarının uygulanmasında ve Batı çıkarlarının korunmasında Ertuğrul Özkök’le Tayyip Erdoğan’ın ne farkı olduğunu anlayan bize anlatsın. Aynı şekilde türban karşıtları ve türban savunucularının Irak, Afganistan işgallerinde, İsrail sorununda farklı çizgideler mi yoksa aynı çizgideler mi iyi düşünülsün! “İslâmcı” AKP ile Ertuğrul Özkök konu Salih Mirzabeyoğlu olduğunda ya dut yemiş bülbüle dönerler yada Amerikan çıkarları onu gerektirdiği için terör edebiyatı yaparlar.
“Eşcinsellere, ölümüne destek veririz” diyen Sırrı Sakık’a mukabil DTP’li başka bir milletvekili Hasip Kaplan da, “Başörtüsünün sonsuz özgür olmasına karşıyız!” diyerek Kürt meselesinde Tayyip Erdoğan’la aynı şeyi düşünen E. Özkök’le aynı çizgide bulunmaktan hiç de gocunmuşa benzemiyor. Özkök gibi sömürgeci aşıkları muhalefet görevini üstlenirken AKP de bunlardan kaynaklanan sorunları çözüyor(!) Bu sahte kutuplaşma içinde meydana getirilen gerilim ortamında bütün dava görünmez kılınan emperyalist işgali daha da kalıcı hale getirmektir.
Eşcinsellere tercüme ettirilen başörtüsü bu haliyle dahi insanımızı Batı hayat tarzı içinde hayvanlaştırarak, işgale ve sömürüye ses çıkaramaz bir hale getirmenin aracı yapılmaya çalışılıyor.
Daha önceki sayılarımızda da Irak’ın kuzeyine yapılan operasyonla alakalı dile getirdiğimiz bir husus var ki, bizce başörtüsü etrafında yaşanan gelişmelerle doğrudan alakalı... O da silahlı kuvvetlerin şu an -30, -40 derecede dağlarda olması... Ilımlı İslâm projesi kapsamında ister SK’nın “burnunun sürtülmesi” isterse sahte zafer duygusunun tattırılması olarak değerlendirin; şu anda devam eden operasyon bir tasfiye, yola getirme operasyonudur. Operasyonun hedefi de operasyon yaptığını zanneden bizzat TSK’nın kendisidir. 22 Temmuzdan önce başlayan operasyon süreci halkın da motive edilmesiyle bu aşamaya geldi. Fakat sokağa dökülen halktaki Amerikan düşmanlığı kendisini göstermeye başladığında operasyonun amaçlarına bir amaç daha eklendi. O da halktaki Amerikan düşmanlığını azaltmak!..
Ordu içindeki anti-amerikancı unsurlar operasyon boyunca tasfiye edilmeye çalışılırken diğer taraftan da başka unsurların ses çıkaramayacağından emin bir şekilde ılımlı İslâm projesi adım adım uygulanmakta!.. Başörtüsünün Amerikan bayrağının yanına asılması bütün kesimlerin hainlerinin işine yararken anti-emperyalist unsurlar açısından ise direnişin çok önemli bir silahsızlandırmayla karşı karşıya olduğu gözden kaçırılmamalı!.. Bahsettiğimiz bu husus hangi kesimden ve konumu ne olursa olsun bütün anti-emperyalist unsurların çok dikkat etmesi gereken bir husustur. Çünkü etrafıyla beraber AKP’nin yüklendiği misyon Müslümanlar başta olmak üzere işgale ve sömürüye karşı direnen bütün insanları emperyalizm adına silahsızlandırmaktır. Direnişin en önemli silahlarından biri olan türbana AKP’nin bakışı bu minval üzeredir. Amerika’nın omuz başından “stratejik ortak” olarak iktidarlarını devam ettiren inkârcı ve münafık soyunun Amerika adına bundan daha farklı bir görev icra etmesi düşünülemez.
4 Temmuz’da Amerikan bayrağı çuval şeklinde askerin kafasına geçirilirken, bir tek Komutanın, bir tek subayın, bir tek erin bile karşılık vermemesinin bedeli olarak şimdi de aynı bayrak türban şeklinde insanımızın kafasına geçirilmeye çalışılıyor.
Bir türbanlı görünce kaçacak delik arayanların, bu manzara karşısında söyleyecek hiçbir haklı sözleri yok!
NATO üyeliğiyle, ikili anlaşmalarla, IMF ile, Dünya Bankası’yla ve diğer bilinen ve bilinmeyen ilişkilerle ülkenin, devletin, milletin, vatanın ve dinin kafasına geçirilen Amerikan bayrağı, artık AKP eliyle tek tek sokaklarda, şehirlerde, okullarda, devlet dairelerinde insanımızın başına geçirilmeye çalışılmaktadır.
Beyinleri iğdiş olmamış olanlar varsa hâlâ, türban hakkının bu şekilde alınamayacağını bilirler. Başımıza geçirilmeye çalışılan bu Amerikan bayrağını yırtmadan hürriyet olmaz. Türban teferruat... Sen başındaki çuvalı çıkart!.. Amerikan bayrağını başına geçirilmeden yırt ki, vatan da kurtulsun, millet de kurtulsun, din de... Çok yıldızlı Amerikan bayrağının gölgesi altında, ne başörtüsü olabilir ne de yine aynı gölge altında tek yıldızlı bayrağın temsil ettiği tam bağımsız vatan!..
Başörtüsü Amerika’nın çözeceği insanımızın bir sorunu değil, Amerika’yı onunla boynundan yakalayıp boğacağımız bir siyasî simgedir. Kurtuluşumuzun sembolüdür. Emperyalizme, işgale, sömürüye karşı direnişin bayrağıdır.
Başörtüsü zatıyla değil, temsil ettiği bu değerlerle ve ifade ettiği hürriyet mânâsıyla vazgeçilmezdir.
BARAN Dergisi 55. Sayısı’ndan iktibas edilmiştir
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.