MAMAK VE İŞKENCELER

MAMAK VE İŞKENCELER

Ülkücü, ne kadar büyük zorluklar içinde yaşarsa yaşasın, ne kadar kötü mekanlarda bulunursa bulunsun iman dairesi içinde olduğu için mutlu olmanın bir yolunu bulur

Belki bu ilk günler ve aylar da çok zor olabilir. Zira, ilkler genelde zor olur. Fakat, belli bir süre sonra bu yoğunlaşma azalır, zorluklar da hafiflemeye başlar. Bir gün gelir çekilen zahmetler, manevi iklimin süsleri olarak şahsiyetimizi güzelleştirir.

Biz Ülkücüler hapishane hayatıyla pek fazla tanışık değildik. 12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe neticesinde, camiamız hasım ilan edilip de tutuklamalar başlayınca alışık olmadığımız bu mekanlarda zorunlu ikamete tabi tutulduk. Buralarda işkencenin her türüne muhattap olduk.

Yıllar geçti, bu baskı ve işkencelerin maddi acıları unutuldu ama maneviyatımızı rencide etmek için yapılan aşağılamayı, hakareti ve saldırıyı unutmadık, unutamadık. Bu işkencelerin izleri hala taptaze yüreğimizde kinimizi kamçılayan bir sızı olarak duruyor...

Cezaevinde, Şube'ye uğramadan hapishaneye getirilen insanların sayısı yok denecek kadar azdı. Bizler de buralara getirilmeden önce, değişik yerlerde; Ankara'da C-5, İstanbul'da Harbiye, Adana'da Polis Okulu gibi yerlerde işkence tezgahlarından geçirilmiştik..



Diğer vilayetlerde bulunan Ülküdaşlarımız da kendi bölgelerindeki işkencehanelerde korkunç işkencelere tabi tutulup, suçsuz girdikleri bu yerlerden büyük katliamların faili olarak çıkmak durumunda kaldımışlardı.

Gördüğümüz işkence ve zulümler yetmezmiş gibi İhtilalin Generalleri'nin düşmanlıklarına muhattap olduk. Hakkımızda asılsız davalar açıldı. Ve 12 Eylül'le birlikte yürürlükten kaldırdıkları anayasayı ilgaya teşebbüs suçundan (!) bizleri sanık sandalyesine oturttular. Hepimize idam gömleği giydirip, boynumuza yağlı kementler geçirdiler.

12 Eylül 1980 öncesinin kaos ortamında her birimiz Erzurum, İstanbul, Ankara, Adana, Samsun gibi illerde yaşayıp bir birini tanımadığı halde acı bir haber duyduğunda döktüğü gözyaşları duygu denizinin derinliklerinde buluşan insanlardık. 12 Eylül sonrasındaysa, Mamak denen zulümhane başta olmak üzere bir çok vilayetteki cezaevlerinde birbirimizi daha yakından tanıyarak, elimizdeki bir dilim ekmeği bölüşemeye başlamıştık.

Bir çok insanın dizi filmlerde görünce düşüp bayıldığı işkence ve zulümlerin her türlüsü Ülkücülere tatbik edilmişse de onlar iman güzelliklerinden zerrece taviz vermemişlerdir.

Değişik bölgelerden Mamak'a getirilen arkadaşlarımızla kısa sürede kaynaşarak bu zulme karşı direniş geliştirilmesi gerekiyordu. Oysa ihtilalin ilk günlerindeki çok acımasız işkence ve baskılar yüzünden değil kaynaşmak Ülküdaşlarımızla konuşma imkanından bile mahrumduk.

Buna rağmen inançlarımızla ilgili konulardaki baskı ve yasaklar bizleri kısa zamanda birbirimize kenetlemiş, uygulamalar Mamak Cezaevi komutanı Raci Tetik'in isteği şekilde netice vermemişti. Zira bir birimizi hiç tanımasak da Ülkücülüğümüz bizi hemen et-tırmak haline getirmişti.

Çakal sürülerinin tavuk kovaladığı yerlerde yumurta aramak göze verilebilecek en büyük cezadır. Zindan duvarlarıyla sınırlı bu küçük mekanlardaki yetkili ama sorumsuz ve çok basit insanların Ülkücüleri hedef alan her saldırısı akim kaldı. Neticede küfrün imanlı gönülleri yıkmak için sarfettiği bütün gayretler boşa çıkmış oldu.

MAMAK'TA ALLAH'IN EMRİ GEÇER Mİ ?

Ülkücü, „hakkı, Hakk'ın eliyle" arayan insandır. Ülkücüler de zalim yüzlerin, küfür suratların trafik levhası gibi durduğu yerlerde Hakk'ı temsil eden manevi abidelerdir. Dün, bizleri tabakhane derisi gibi gerenler, bunu sistem adına yaptıklarını söylüyorlardı.

Herkesin sus-pus olduğu o karanlık günlerde kimse cesaret edip de sesini çıkaramazken; Ülkücüler kutlu bir dava için yola revan oldular. Kendilerinden öncekiler gibi inançlarının gereği olan bir mücadeleye giriştiler, müslüman Türk milleti adına, Allah rızası için bu zihniyete ve sisteme karşı, Hakk'ın safında mücadele bayrağı açtılar. Bu kutlu yolda bir çok arkadaşımız şehadet şerbetini içtiği gibi bizler de yıllarca zindanlarda acımasız zulümlere maruz kaldık.

Biz Hazreti Yusuf (a.s.) değildik ama Hazreti Yusuf (a.s.) kadar mazlum, onun kadar suçsuzduk. Hiç bir zaman bu zindanlar, gönüllerimizdeki Ülkü meşalesini söndüremedi. Aksine beyinlerimizin bütün hücrelerini tutuşturdu hem de zalimleri kahrından çatlatacak kadar...

Laiklik adı altında dinsizlik dayatması yapanların uzantıları dışarıda olduğu gibi Mamak'ta da kirli ellerini bizim inançlarımızın üzerinde gezdirmeye başladılar. Bunun için önce, oruç tutmamızı, namaz kılmamızı yasakladılar. Kısacası, zindanda bile bir imtihandaydık burada komutanların emirleri mi yoksa Allah'ın emirleri mi geçiyordu, anlaşılacaktı.

Bizleri ahiret azığı hazırlamaktan mahrum bırakmak arzusundaki bu küfrün zindancıbaşıları, maddi varlığımıza eza ettikleri gibi maneviyatımızı da bölüm bölüm yok etmek istiyorlardı. Ama bu emir ve yasakları dinlemeyerek inançlarımızdan hiç bir taviz vermeye niyetli olmadığımızı görünce hayrete düşmüşlerdi. Ve zulüm altındayken, başlayan isyanımızın ilk çiçekleri mübarek bir Ramazan ayında açtı.

Orucumuzu tutabilmemiz için Mamak Askeri Cezaevi idaresi kolaylaştırıcı tedbirler alacağına aksine engellenmek için işkenceli yollara başvurmuştu. Mamak zulümhanesinde ilk sahura kalkacağımız akşam karanlık ruhlu bir sadist olan,

Albay Raci Tetik, "Oruç tutmak yasak, sahura kalkan olursa cezalandırırız!" tehditleri savurdu. Ne var ki, "Oruç benim içindir…" emri gereği, bu eli kanlı zalime orucumuzu tutarak kesin bir tavır koyduk. Bu inançla Mamak'ta "sahura kalkan var mı?" diye pencerelerden bakarak içeriyi kontrol eden askerlere rağmen, alenen sahura kalkmaya başladık.

Tabii, hemen işkence mekanizması da işlemeye başladı. Ramazan'ın ilk akşamı gece sahura kalktığı için bir çok Ülküdaşımız tecrit ve hücrelere atıldılar.

İbadetlerimize yasak koyan bu subaylara bunların farz ibadetler olduğunu hatırlattığımızda bizimle alay etmeleri, maddi işkenceden daha ağır geliyordu. O an sanki bir yardım gelecekmiş gibi sağımıza solumuza bakınıyor ancak çevremizde bekleşen bize düşman oldukları gibi, insanlık hasletleri de kurumuş görevli subaylardan başka kimseyi göremiyorduk. Bizler birer av, onlar da elleri tüfekli, coplu avcılarımızdı.

Koridorlarda cop yağmurları altında havalandırma boşluklarına çıkarılışımız orada meydan dayaklarına çekilişimiz, daha sonra bir kısmımızın kafa göz patlamış halde ağız yüz kanlar içinde paçalarımızdan tutulup sürüklenerek hücrelere atılmamız mübarek Ramazan'da yaşadığımız günlük olaylardı. Ahımız arşı titretse de feryatlarımız Mamak koridorlarında boğuluyor ve küfrün karanlığında kaybolup gidiyordu.

Bu saldırıların ardından şanlı avcı' larımız zaferlerinin coşkusuyla mest olurlarken bir kısmı koğuşa geri dönen yaralı arkadaşlarımız şişen yerlerine "Lasonil-pomad" sürerek bir sonraki işkenceye kadar acılarını dindirmeye çalışıyorlardı.

Tabii bu durumda koğuşta olmak büyük şanstı. Bunca dayaktan sonra bir de tek başına karanlık ve soğuk hücrelere atılınca ne yapardınız?Orada vücudunuzdaki ağrılar kadar ruh dünyanızdaki acılarla da baş başa kalırsınız. Karanlığın içine gömülür tüm benliğiniz, ufacık bir ışık sızıntısı kocam bir umut taşır size… ama nerede? Tek dost karanlıklar ve duvarlardan dökülen rutubet damlalarıdır.

Gece sahura kalkmamamız için her türlü çirkin yola başvuranlar, akşam ezanının peşinden büyük merakla koğuş kapılarındaki mazgal deliklerinden kafalarını uzatıp ne yediğimizi kontrol ederlerdi. Öğleyin çıkan karavanadan payımız ayrılıp, üç dört kat sarılarak saklanır daha sonra iftar sofrasına soğuk da olsa tabak tabak dizilirdi. Bunları yanında, en büyük lüksümüz olan salata ise haftada ancak bir kaç defa masamızı süslerdi.

Bu basit, ama bereketli soframız da çok görüldü. Birkaç gün sonra, öğle yemeği ayırmamızı yasakladılar. Mamak'ta soframız daralsa da gönlümüz oldukça genişti. "Sabır imanın yarısıdır…" emri gereği hiç aldırmamıştık bile…

İşte bütün bunlara rağmen Mamak'ta her yıl İslam'ın emir buyurduğu gibi orucumuzu tuttuk. Yapılan bütün baskıları tesirsiz kılan en önemli amil hiç şüphesiz ki Ülkücülerin imanı bütün müslüman olmalarıydı.

Orhan Gündoğdu



--
Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.

http://dava-vatan.blogspot.com/
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.