[ANADOLU HABER] İttihatçı Zihniyet İktidar Mücadelesinde


"Ak Parti'yi kapatma davası 27 Nisan'da akim kalan, 22 Temmuz seçimlerinde bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden canlandırılması girişimidir. Bu hukuki değil siyasi bir yem. 'Hukuka saygılı olun, yargı sürecini bekleyin' tavsiyelerinin amacı Ak Parti'nin hiçbir karşı harekette bulunmadan kapatılmayı beklemesiydi."

SEYFETTİN GÜRSEL • Bu yapılanı basit bir hukuk prosedürü gibi görmek mümkün değil. Savcı'nın 2003'ten beri kupür biriktirdiği söyleniyor. "Ben bu partiyi izleyeyim, bunlar nasılsa laikliğe aykırı demeçler veriyorlar, giderek 'odak' haline de dönüşürler. Şimdi de işte tam zamanı geldi. 160 sayfa yeterince bir demeç konsantrasyonu ifade ediyor. Dolayısıyla şimdi düğmeye bastım." İşlerin bu kadar basit olması elbette mümkün değil. Bunun Hasan Cemal'in deyimiyle 'organize bir iş' olması çok yüksek ihtimal. AKP'nin iktidarı süresince ben hem çevremden hem de bu iktidara karşı olan devlet kurumları çevresinden örneğin ordudan hep şu işaretleri aldım: "AKP'den her halükarda kurtulmamız lazım." 22 Temmuz 2007 öncesinde aslında bekledikleri şuydu: Ekonomi kötüye gidiyor. Buna tabii, onlar karar vermişti. Daha doğrusu, ekonominin kötüye gitmesi lâzımdı onlara göre. Çünkü IMF'nin yönettiği bir ekonominin iyiye gitmesi mümkün değildi. Zaten birtakım köşe yazarları da anlar anlamaz bu tezi destekliyorlardı. İşte efendim, "her gün gelir dağılımı bozuluyordu memlekette, her gün işsizlik artıyordu, büyüme vardı ama sanal ve zorlama bir büyümeydi, istihdam yaratmıyordu." Bunların hepsi palavraydı. Ama onlar inanıyorlardı buna. İnandıkları için de "Nasıl olsa bunlar kasımda seçim olduğunda oy kaybedecekler, iktidardan düşecekler, hatta büyük ihtimalle CHP-MHP koalisyonu olur" diyorlardı. Hatta o zaman daha DYP buharlaşmamıştı memlekette, bazıları sanıyordu ki en kötü ihtimalle AKP merkez sağ ile bir koalisyona zorlanacak. Bu beklenti ve hesap biçimi kesinlikle vardı. Ben yakından biliyorum. Burada tabii cumhurbaşkanlığı sorunu ortaya çıktı. O seçimle manipüle edilebilecek bir durum değildi, çünkü normal seçim takvimine göre daha öncesine denk geliyordu. İşte onu da bildiğiniz müdahalelerle, 367 kararıyla seçim sonrasına ertelediler. Bir kez daha altını çizmek istiyorum, seçimden beklenen AKP'nin yüzde 34'ün altına düşmesiydi. "Diğer partiler yüzde 10'u geçecek, ya AKP'den kurtuluruz ya da en kötü ihtimalle yedeklenir" diye bir düşünce vardı. 22 Temmuz'da bu tümüyle yattı. 22 Temmuz'da gerçek bir şok yaşadı AKP'ye karşı çevreler. Hiç beklemedikleri bir sonuç çıktı. Oradan itibaren bir kere hem Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmeyi başardı AKP hem de yeni anayasayı gündeme getirdi. Bence yeni anayasa, sivil anayasa deniyor, ben demokratik anayasa demeyi tercih ediyorum... o noktadan itibaren bence artık geri dönülmez bir noktaya doğru gidildiğini, 1960'lardan itibaren kurumsallaşan bu vesayet demokrasisinin, Türkiye'nin ancak bu kadar demokrasiye uygun olduğunu, sürekli denetim altında tutulması gereken bir demokratik rejim olduğuna inanan devlet kurumları oradan itibaren bence başka bir planı devreye soktular. Ben bu iddianame çıkışının bu planın ilk aşaması olduğunu açıkçası düşünüyorum.

YASEMİN ÇONGAR • Tam olarak nedir o plan? Ak Parti'yi kapatma davası yeter mi o planı hayata geçirmeye?

CENGİZ ÇANDAR • Bu dava bir başlangıç tabii, bir işaret fişeği. Hani atletizmde yarışın başında atletler dizilir, havaya tabanca sıkılır ve yarış başlar ya bu, tabancanın sıkılması hadisesi. Aslında bu sürekliliği olan bir şey tabii. İktidar mücadelesi diye görebilirsiniz bunu. Ya da Türkiye'deki cumhuriyet elitinin kaybettiği ve giderek geri almasının imkansız olacağını düşündüğünü iktidarı geri almak için bir hamlesi olarak görebilirsiniz. Biz siyaset mühendisliği projesi. 'Organize işler' dendiği zaman zaten bir siyaset mühendisliği projesinden söz ediyoruz. 28 Şubat'ta açılan çığırın 2008 şartlarında yeni bir halkasıdır diyebiliyoruz, bir 10-11 senelik aşamadan sonra. Yine geriye kadar götürürseniz, 27 Mayıs'a, 12 Mart'a, 12 Eylül'e uzatabilirsiniz. Nitekim şu anda söz konusu olan 12 Eylül'ün ortaya koyduğu hukuki düzenin ortadan kaldırılması yönünde birtakım işaretler olduğu için, o 12 Eylülcü güçlerin 12 Eylül'ün ifade ettiği güçler dengesini tekrar tesis etmeye yönelik Cumhuriyet eliti dediğim benim, bizim 60'lı yıllardaki terminolojide 'sivil-asker aydın zümre' diye ifade ettiğimiz ve Ankara bürokrasisi dediğimiz, içinde askerin, yargının, Ankara zihniyetli medyanın hep birlikte bir konfigürasyon içinde yer aldığı geleneksel iktidar sahiplerinin ellerinin altından kayan iktidarın bu kayışını önlemek, tekrar iktidarı konsolide ederek geri almak çabası gibi ben bunu görüyorum. Ve bir sürecin başlangıcı bu. O yüzden önümüzdeki bir iki senenin çok gerilimli ve çatışmaya uygun bir zemin üzerinde cereyan edeceği kaygım var. Bu kaygım bu dönemin aynı zamanda uluslararası bir ekonomik kriz ikliminde cereyan edecek olmasının Türkiye'nin üzerine yıkacağı büyük ağırlıktan kaynaklanıyor. Pire için yorgan yakma hesabı Türkiye'yi yakabilir. Ak Parti iktidarını bertaraf etmenin ötesine gidip bu mücadelenin içinde yer alacağı koşulların özelliği nedeniyle Türkiye'yi kaybetmeye başlayabiliriz. Beni şu çok çarpıcı bir görüntü olarak ilgilendiriyor: Dava cuma günü piyasalar kapandıktan ve iki günlük hafta sonunun tam arefesinde ilan ediliyor. Ne zamandan beri Türkiye'de, Ankara'nın dışına çıkmamış, ya Yozgat, ya bilmem Burdur, ye bilmem Gümüşhane'de tetkik hakimliği, sorgu hakimliği yapıp gelmiş Ankara Hukuk mezunu kişiler birdenbire borsanın kapanış saatini ve hafta sonunu hesap ederek hukuki bir süreç başlatıyorlar? Az önce Seyfettin "Bazı şeylere inanıyorlar. Bütün bu inandıkları palavra" dedi ama bunlar Ankara'daki bütün bu dar görüşlülüklerinin içinde bir şeyi öğrendiler ki o da borsalar, piyasalar diye bir kavram var. 27 Nisan günü de geçen yıl cumaya denk gelmişti. O zaman da e-muhtıra, bir tür muhtıra yoluyla darbe girişimi olarak algılanan gelişme gece yarısı internet sitesi yoluyla yapılmıştı. Pazartesi yapmıyor, Salı yapmıyor, perşembe yapmıyor, cuma günü mesai saatleri içinde yapmıyor. Laikliğe aykırı bir odak durumu varsa ve Türkiye'deki geçerli hukuk kurallarına göre bir davayı gerektiren bir durum ise Perşembe de verebilirsin bunu, pazartesi de verebilirsin ya da cuma günüyse mesai saatlerinin içinde verirsin.

GÜRSEL • Zaten açıklanacağı gün saat 10'da verilir, teamül böyledir.

ÇANDAR • Burada zaten bizatihi bu girişimin başlatılış anı, o sekans bunun hukuk dışı, hukukla doğrudan ilgili olmayan bir siyasi eylem olduğunu bana anlatıyor ve herkese de anlatması gerekiyor. O anlamda Ak Parti'yi kapatma davası 27 Nisan'da akim kalan, 22 Temmuz seçimlerinde bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden canlandırılması girişimidir. 27 Nisan'la 22 Temmuz arası o girişimin ön planında kalan kurum olan Silahlı Kuvvetler aslında büyük itibar yarası aldı. Türkiye halkı sessizce oy sandığına giderek Silahlı Kuvvetler'in üst kademesinin girişimini...

ESER KARAKAŞ • ...by-pass etti.

ÇANDAR • ... iptal etti. Güvenoyu vermedi; Silahlı Kuvvetler üst kademesinin siyasete müdahalesini reddetti. Bunun Silahlı Kuvvetler nezdinde bir itibar kaybı oldu. Şimdi o işlevi devletin çok önemli bir kurumu, yüksek yargı üstlenmişe benziyor. Siyasi bakımdan belli bir bağışıklık da getiriyor. İşte "Kuvvetler ayrılığı prensibi var ya, hukukun üstünlüğü demiyor muyuz? Bırakın hukuk işini görsün" deniyor. İddianamenin hukuki yeterliliğinin ne olduğunu bir yana bırakarak en temel mantığı açısından şunu söylemek durumundayım. Dayandığı temel prensip işte Ak Parti'nin "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması." Nereden anlıyoruz bunu? "Refah Partisi'nin ve Fazilet Partisi'nin devamıdır Ak Parti." O iki parti de zaten "laikliğe aykırı bir odak" haline geldiği için kapatıldı. Bu mantığa göre inşa edilen bir mimari var. Peki ama Refah Partisi'nin asıl devamı ve aynı zamanda Fazilet Partisi'nin de son kongresine baktığımız zaman devamı niteliğinde olan Saadet Partisi'dir bugün. Saadet Partisi hakkında "laikliğe karşı odak" olduğuna dair başvuru yokken yüzde 47 oy alalı yarım yıl olmuş bir iktidar partisi hakkında "laikliğe karşı odak" olduğunu nasıl söylüyorsunuz?

GÜRSEL • Bunun bir iktidar mücadelesinin sonucu olduğu konusunda hakikaten kimsenin tereddüt etmemesi lazım. "Hukuka saygılı olun, yargı sürecini bekleyin" gibi AKP'ye tavsiyeler ya da pozisyonlar da bana sorarsanız zaten AKP'ye karşıdır. İstenen AKP bunu başından itibaren hukuki bir süreç gibi kabullenip hiçbir harekette bulunmayacak, sonunda da kapatılacak, iktidardan düşecek. Bunu yapın diyorlar. Bunun ekonomiye büyük zarar vereceği bence açık. Bunu tahmin de ediyor olabilirler, büyük bir ihtimalle. Biraz önce Cengiz'in de söylediği gibi, o kadar da ekonomiden bihaber değiller. Eğer bunu cuma akşamı, borsalar kapandıktan sonra yapıyorlarsa...

ÇONGAR • Ekonomiye zarar vermeyi istiyor olabilirler mi?

GÜRSEL • Ekonomiye zarar vermek istiyor olabilirler ama sorumluluk bunları üstüne kalmadığı takdirde.

ÇANDAR • Aynen öyle.

GÜRSEL • Çünkü eğer bunlar sorumlu tutulursa, o zaman AKP'yi bu yoldan yıpratamazlar. Bence esas şüphe götürmeyecek yaklaşım, ekonominin bunların umurunda olmadığı. Hani şimdi moda oldu bir laf: "Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır." İşte bunların kafası da "Söz konusu olan laiklikse gerisi teferruattır" diyor. Ekonomi batmış, işsizlik artmış, milyonlarca insan yoksullaşmış bu çok önemli değil. Çünkü laikliği kurtardıklarını düşünüyorlar.

ÇANDAR • Cumhuriyet'i kurtarıyorlar.

GÜRSEL • Hatta Cumhuriyet'i kurtardıklarını düşünüyorlar, dolayısıyla ekonomiyi çok umursadıklarını sanmıyorum. Stratejileri şu: "Efendim, biz sorumlu değiliz. Bunun ne ilgisi var siyasetle? Bu bir hukuki süreç. Hatta AKP belki bu sürece karşı birtakım hareketlerde bulundukça ekonomi bozuluyor. Yani sorumlusu biz değiliz, AKP." Bunu anlatmaya çalışıyorlar halka. Çünkü büyük bir belirsizlik yarattılar. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu kabul ettiği gün ikinci şok yaşanacak. Birinci şok iddianameydi, ikinci şok kabul edildiğinde yaşanacak. Büyük bir iktisadi belirsizlik. Siyasal risk artmış olacak. İşte dövizdi, faizdi... bunlara yansıyacak belirsizlik. Zaten tamamen iç dinamiklerle, 2006 mayıs ve haziran faiz şokundan sonra büyüme dinamiği kırılmıştı Türkiye'de. Bu, çok açıklıkla 2007'nin üçüncü çeyreğinden itibaren ortaya çıktı. Üçüncü çeyrekle dördüncü çeyrekten itibaren işsizlik artmaya başladı. 2003-2004 yılından beri ilk defa işsizlik yükseldi. Şimdi bütün bunlar varken üstüne bir küresel kriz geliyor. Bu kriz henüz daha tam etkilemedi. Bir miktar döviz ve faiz aracılığıyla etkiledi ama bunların reel ekonomideki yansımaları henüz ortaya çıkmadı. Avrupa Birliği'ne kriz yayıldığı zaman, dış talep aracılığıyla bizi etkileyecek. Zaten Türkiye ekonomisi bir düşük büyüme patikasına girmişken şimdi üstüne bu gelecek, daha da beter etkileyecek. Ama burada, AKP'nin kapatılması sürecini savunanlara sorarsanız, "Bu küresel" diyecekler. Sadece Savcı ve Cengiz'in Ankara bürokrasisi dediği çevreler değil, işte bir sürü bakıyoruz, demokrat olduğu söyleyen arkadaşımız, meslektaşımız da buna vakayı adiyeden bir şey diye bakıyorlar. Normalmiş, hukuk mecrasında yürürmüş, AKP eğer dikkatli hareket eder bundan sonra güvence verirse hatta kendini de affettirebilirmiş. Böyle demiyorlar ama bunu demeye getiriyorlar bence. Dolayısıyla buradan AKP ve tabii bu ekonomi yıpranmış olarak çıkacak. Artı partinin üzerinde büyük bir Demokles'in kılıcı yerel seçimler öncesine kadar gidecek. Şundan tam emin olamıyorum. Bu, sonunda kapatmayla mı bitecek? Çünkü kapatma demek hakikaten büyük şok olur. Esas üçüncü şok odur. Çünkü Avrupa Birliği'nin müzakereleri askıya alacağı bence kesin. Türkiye'nin en temel bir kriteri, işleyen bir demokrasi olma kriterini artık sağlamadığı sonucuna varacaklar. Onun ipuçları, işaretleri ortada.

ÇANDAR • Joost Lagendijk bunu söyledi...

GÜRSEL • Onun dışında Olli Rehn ima etti. Avrupa Birliği'ni yakından izleyenler bunun böyle olacağını söylüyorlar. Bu kapatma davasını destekleyenler bunu da istiyor olabilirler. "Yerel seçimlerde bu parti bir sarsılsın, oyları bir düşsün, zaten Demokles'in kılıcı gibi tepesinde parti kapatma işi var. Bunu devam ettirebiliriz" diye düşünüyor olabilirler. O nedenle Anayasa Mahkemesi'nin alacağı karar da yerel seçimlerin ertesine kalabilir. Bu bir ihtimal. Ama bana daha güçlü gelen senaryo şu: Daha kararlılar, sonuna kadar gitmek istiyorlar ve yerel seçimler öncesi kapatacaklar, yasaklar gelecek ve oradan tabii ne çıkacak? Bu büyük istikrarsızlıktan bir başka siyasal alternatifin herhalde çıkacağını umuyorlar.

ÇANDAR • Yani yapıcı kaos teorisi. Ekonominin umurlarında olduğu kanısında değilim. Tamamen Seyfettin'in söylediği gibi ekonomide bozulmanın sorumluluğunun üzerilerine yıkılmayacağı bir görüntü vererek ekonomiyi bozma niyetleri var. Kapatma davası başvurusunun zamanlaması da sorumluluk bizim üstümüze kalmasın hesabını gösteriyor. "Sezer anayasa kitapçığını Ecevit'in üstüne attı. Kriz patladı." Bir onu ezberlediler; dolayısıyla şu iş borsa kapandıktan sonra yapılmalıdır ki ekonominin bozulacağı kesin de sorumluluk bizim üzerimizde kalmasın. Ekonominin bozulması umurlarında olmadığı gibi, Yasemin'in sorduğu şekliyle, bozulmasını da istiyorlar kanısındayım ben. Bir kere bu son kalkışma Türkiye'deki İttihatçı zihniyetin mirasçılarına ait bir iş. İttihatçılık'ta vardır bu. Öyle ki Balkan Harbi'nde sırf İstanbul'daki hükümeti iç iktidar mücadelelerinde yıpratacak diye göz göre göre Edirne'nin elden çıkmasına göz yumuyorlar. Bizim tarih tekrar eder. Edirne'nin geri alınması Balkan Savaşı'nın ganimetini galip devletlerin paylaşamaması sayesinde oldu. Yoksa tamamen o zamanki başkent İstanbul'daki iktidar mücadelesinin gereği olarak Edirne'yi gözden çıkardılar. Yani "Konu vatansa gerisi teferruattu" demiyor bunlar, "Konu iktidarsa gerisi teferruattır" lafı daha doğrudur bu zihniyet için. Biz kendi doğal çevremizde Ak Parti karşıtlarının bolca bulunduğu çevrelerin içindeyiz. Geldiğimiz sosyal köken itibariyle, içinden çıktığımız eğitim kurumları itibariyle, meslek ortamımız itibariyle sağımız solumuz Ak Parti karşıtlarıyla dolu. 22 Temmuz seçimlerinin ortaya çıkardığı aritmetik sonrası, sadece Ak Parti'nin yüzde 47 oy alması değil, parlamentonun bileşimi, CHP'nin oy oranı ele alındığında, muhalefetin bir iktidar adayı olabilme ihtimalinin giderek ortadan kalkması değerlendirildiğinde, bir motto halinde söylenen şu: "Bunların iktidardan gitmesi mümkün değil. Mevcut muhalefetin seçimler yoluyla iktidarı alması mümkün değil. Seçim de daha yeni oldu. Dört sene daha var. Bunları bir saniye bile iktidarda görmeye biz tahammül edemiyoruz. Beri yandan askeri darbeyle bunların gitmesini savunmak da şık bir şey değil. Ayrıca onun da ortamı yok. Bunları ancak bir ekonomik kriz götürür. O ekonomik kriz bu partide çatlamalar yaratabilir. Ekonomik krizin sonuçlarına Türkiye'de hiçbir siyasi organizma dayanamaz. Bunlar da dayanamaz." Bu, bir tespit olarak, bir gözlem olarak ifade ediliyordu. Şimdi siyaset mühendisliğini yapanlar bu gözlemden yola çıkarak attıkları adımın ekonomiye neler getireceğini ve o olumsuz etkilerin de Ak Parti'yi yılda süpüreceğini düşünüyor ve temenni ediyor olmalılar.

GÜRSEL • Ekonomi tabii çok önemli. Bir kere 22 Temmuz'un arkasında önemli ölçüde ekonomi var. Eurobarometre'nin yaptığı anketlerde dahi bu görülüyordu. AKP'nin başarısı ekonomik. Dolayısıyla Cengiz o açıdan haklı; "Bundan biz başka türlü kurtulamayacağız. Dolayısıyla ekonomik kriz çıksın da kurtulalım" diyor olabilirler. Fakat bu arada başka bir şey oldu. Zaten ekonomik kriz çıkmayacaktı ama Türkiye'nin kendi iç dinamikleri ve AKP'lilerin ekonomiyi bir yerde boşlamaları, büyümenin bir otomatik pilota bağlı olarak böyle devam edeceği, dolayısıyla da bunların böyle hep ekonomiden destek alacakları inancı çökmüştü. AKP bunun farkına bundan birkaç ay önce vardı. Nasıl farkına vardı? Üçüncü çeyrekte çok düşük bir büyüme çıktı, arkasından işsizliğin arttığı görüldü. Bunlar telaşa kapıldılar. Şimdi bunu AKP gördüğüne göre, diğerleri göremedi mi? Ya bunu böyle analiz etmiyorlar ya da, tabii Eser başka bir görüş söyleyecektir, dediğim gibi ekonomiden çok fazla anlamıyorlar. Gördükleri tek şey "Bunlar yüzde 47'yle geldi. Şimdi anayasayı da değiştirecekler. Ondan sonra geri dönülmez bir noktaya gelecek. Biz böyle ince hesaplara giremeyiz. Biz biliyoruz burada nasıl olduğunu bu işlerin. Bu partiyi kapatalım." Tabii oradaki büyük problem şu. Türkiye'de çok parti kapatıldı. Ama her şeye rağmen bunların hiçbiri iktidardayken kapatılmadı ve bu kadar oy alan, bu kadar desteğe sahip bir parti yoktu kapatılanlar arasında. Bu yeni bir şey. Türkiye bunu nasıl yönetecek, yönetebilir mi, bu kuşkulu.

ÇANDAR • Bizde böyle girişimler genelde partiler iktidar yorgunluğun uğradığı sırada, o partiye karşı muhalefetin çok yaygınlaştığı bir dönemde yapılır. Biraz meşruiyet zemini yaratılır. "Ama canım onlar da..." diyecek bir sürü adam çıkar. Orta bloklar vardır iktidara karşı biraz kızgınlık içinde olan. Yahu daha seçim yapılalı yarım yıl oldu. Seçimin üzerinden yarım yıl geçtikten sonra Ak Parti ne kadar hata yaparsa yapsın ki bence çok hatalar yaptı o ayrı mesele, ama yüzde 47 oy almış, yarım yıl iktidarda, sen onu devirme girişiminde bulunuyorsun kapatma yoluyla. Bu çok ciddi bir siyasi mühendislik işi. Bu 48 saatlik bir iş değil. Bu bir süreci başlatıyor. Ve bu sürecin de yıpratıcı olduğu ve Türkiye'nin iflahını keseceği apaçık ortada.

ÇONGAR • Eser Karakaş başından beri dinlemekle yetindi, sözü ona verirken konuşmanın bundan sonraki bölümünde şu soruları da aklımızda tutalım. Birincisi, buradaki iktidar mücadelesini belirleyen esas mesele konusunda... "Laikliği koruma" amacıyla mı hareket ediliyor, iktidarı "laiklik" üzerinden mi tanımlıyorlar? Hakikaten nedir durdurmak istedikleri? Sivil anayasa mı, Ergenekon çetesinin üzerine gidilmesi mi? Başka bir şey mi? Sınıfsal, kültürel bir çatışma mı var? İkincisi, "27 Nisan 22 Temmuz'da halkın iradesiyle by-pass edildi" dedik. Ak Parti'yi kapatma girişimini toplumsal iradeyle, dış baskıyla vs. by-pass etme imkanı var mı? Üçüncüsü de, Cengiz'in sözü bıraktığı noktada meşruiyet zeminini sorgulamak. Daha yeni seçmenden büyük destek almış bir partiyi kapatmanın toplumsal ve küresel desteğinin olmadığını görüyoruz. Bunun meşruiyet zeminini sağlamak için başka şeyler de yapabilirler mi?

KARAKAŞ • Ben daha önce söylenenleri de bu sorulara bağlayarak başlarsam, Cengiz'in ve Seyfettin'in söylediklerine genel çerçevede katılıyorum tabii. Ama bazı çok ciddi itirazlarım var. Bir kere Cengiz, AKP'nin kapatılması için "Bu bir starttır" dedi. Ben aynı kanıda değilim. Uzun yıllardır süren bir zincirin bir halkası.

ÇANDAR • Ben de süreçten bahsettim.

KARAKAŞ • "Start" tabirini kullandın, ben ona takıldım. Burada çok uzun bir süreç söz konusu. AKP'nin kapatılması tabii başlı başına vahim bir olay. Ama bu sürece uzun vadeli baktığım zaman çok da hayati bir konu değil. Bakın Özal'ın Avrupa Birliği'ne başvuru yapmasıyla bir süreç başlıyor. 1987 bence bu açıdan çok önemli. O tarihten beri Türkiye'deki yargı denetimi kurumlarının, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi'nin özellikle ekonomiye ilişkin kararlarına çok serinkanlı bir şekilde uzun vadede bakmak lazım. Şimdi böyle baktığın zaman ordunun kendine göre tanımladığı çok çok belirgin çok köşeli çok programlı bir ekonomi programı var. Bunun dışına çıkılmasına izin vermek istemiyorlar. Mümtaz Soysal beyin açmış olduğu Telekom ile ilgili bir dava vardı ve Anayasa Mahkemesi özelleştirmeyi biliyorsunuz iptal etti. Yirmi yıl sonra baktığınız zaman bunun ne kadar saçma sapan bir iptal karar olduğunu daha iyi görüyorsunuz. Bu kararı hem Danıştay verdi hem de Anayasa Mahkemesi bunu konsolide etti. Neydi dert, o zaman yaklaşık 14 milyar dolar ediyordu, 80'lerin sonunda şimdi Telekom diye bir şey kalmadı ortada. Üç yıldır burada bir ders veriyorum "Hukuk ve Ekonomi" adında. Vesayet demokrasisinden öte bir şey var yani, vesayet ekonomisi var ve bunu kaybetmek istemiyorlar. Bütün kararlarında Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi "kamu yararı" diye bir kavram kullanıyor devamlı. Sıkışıyor, hukuk bitiyor, mantık bitiyor, "kamu yararı" diyor ve kararını veriyor. Ve bu müthiş bir istikrar içinde geçiyor. 80'li yılların ortalarında beri, aşağı yukarı 82 Anayasası'ndan sonra çıkan kararlarda müthiş bir istikrar içinde giden bir kamu yararı kavramı var. Peki bu "kamu yararı" kimin yararı, kamunun yararı olmadığı çok açık. Şu anda tekrar parlamentoya gelen sosyal güvenlik kanununun daha önce geri döndüğü Anayasa Mahkemesi'nin "Bu kanunda memurlarla diğer çalışanları aynı tuttunuz" diye gerekçesi var. Bunun Anayasa'da temelleri de var. "Siz nasıl memurlarla daha korunmaya yönelik sosyal güvenlik çalışanlarını aynı kefeye koyarsınız" diye kanun iptal edildi Türkiye'de. İşte "kamu yararı" denen yarar bu. 11 Mart günü Anayasa Mahkemesi'nin kararı var. Türkiye'de Türk kanunlarına göre kurulmuş, Türk ticari siciline kayıtlı ama mülkiyeti yabancılara ait olan şirketlerin Türkiye'de taşınmaz edinmelerini yasakladı. Burada bitti iş.

ÇANDAR • Bu çok önemli tabii. Türkiye'nin başvurusundan 11 Mart 2008 tarihine kadar gelen süreç böyle zincir zincir geliyor.

KARAKAŞ • Burada Seyfettin'e katılmadığım bir şey var. Bu sürecin doğal uzantısı Avrupa Birliği meselesidir. AB meselesi güçlendikçe, konsolide oldukça, her şeyi "kamu yararı" ile tanımlayan kesim zayıflıyor. Bence bütün bu kavganın özünde AKP falan yok. Türkiye'nin en laik başka bir partisi AB sürecini AKP gibi götürebilseydi, aynı şeyi ona da yaparlardı, başka bir gerekçe bulurlardı. Laiklik falan bir mesele değil. Seyfettin "Niye kendi kendilerine bırakmıyorlar" dedi, Tam da bu yüzden bırakmıyorlar. AKP son derece pragmatik bir parti. Bugüne kadar bir şekilde Seyfettin'in söylediği gibi otomatiğe bağlamış gibi gidiyordu. AB sürecinin bunda büyük katkısı vardı. Küresel bir kriz çıktı. AB süreci durdu. Üçüncü çeyrekten beri de büyüme yavaşlıyor. AKP bunu kaldıramaz. Bir sene sonra yerel seçimler var. Bu konjonktür içinde yeniden Türkiye'yi aynı büyümeye geri çekmek için AB sürecini canlandırmak zorundalar. Bu, AB aşkından kaynaklanmıyor. Son derece pratik nedenlerden, yabancı sermaye girişini tekrar 25-26 milyar doların üzerine çekmek isteniyor. Şurada Seyfettin'e tümüyle katılıyorum. 22 Temmuz'u ekonomi belirledi, muhtemelen yerel seçimleri de ekonomi belirleyecek. Seçimlere, düşen büyüme ile girmek istemedikleri için, hem Cumhurbaşkanı Gül hem de Ali Babacan söyledi "2008 AB yılı olacak" diye. AKP bunu yapacaktı. İşte tam orada diğer tarafın korkusu başladı. AKP 2008'de AB işini mecburen destekleyecekti. Bundan korktu diğerleri.
Taraf
--
PRIMUM NON NOCERE
http://ismetsoner.spaces.live.com
(Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin. İkisi de sarhoşluk ânıdır, akıl başta değildir)
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.