Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki en önemli sektörün silah sektörü olması sebebiyle Amerikan yönetimi üzerinde çok önemli etkilerde bulunuyor.
Bazıları Amerika’nın Afganistan ve Irak’a savaş açmasını, İsrail’e destek olmasını, uluslararası hukuka aldırmayıp Körfez ve diğer dünya ülkelerini İran’a karşı kışkırtmasını, Amerika’nın demokratik bir ülke olması nedeniyle istisnai bir durum olarak görebilir. Fakat hassas bir bakış, bunların birbirinden bağımsız olaylar değil; Amerika tarihinin başlangıcından bu yana icraata geçirilen ve tek bir cümleyle özetlenebilecek emperyalizminin bir parçası olduğunu görecektir: “Kendi dışındakini kabullenmemek, ekonomik çıkarlarına hizmet etmesi için kullanmak ya da eğer direnirse ortadan kaldırmak”.İnsanların çoğu, Kızılderililerin imhasından, Afrikalı zencilerin köle-işçi olarak kullanılmasına, Filipinler ve Havai Adaları’nın işgalinden, Latin Amerika’yı istila etmeye kadar dünyayı sömürme düşüncesinden neşet eden Amerika’nın bu uzun sömürgeci tarihini bilmiyor.Bu sömürgeci politika, neo-conların düşüncesinde en yüksek ifadesini bulmuştur. Bu düşünceye nazari yaklaşmak yerine Amerika’yı Irak savaşına sevk eden nedenleri ve Afganistan savaşının, İran düşmanlığının ve Yahudi devletine arka çıkmanın ardındaki gizemleri açıklayalım.George Bush ve onun siyasetine yön veren entelektüel takım olan neo-conlar, Arap dünyasını parçalamanın ve onu kabile, etnisite ve mezhep temeli üzerinde yeniden inşa etmenin kaçınılmaz olduğunu düşündü. Böylelikle diğer bloklarla bağımsız ilişkilere giren büyük kültürel, politik ve ekonomik bloklar oluşturmak yerine, boyun eğen ve üzerlerinde hâkimiyetin sağlandığı küçük devletçiklere ayrılmış olacaklardı.Körfez’de kontrolü elde tutmak, bu emperyalist eğilim için iki temel nedenden dolayı zorunlu: Bu bölge dünyanın en büyük petrol yataklarını barındırıyor. Ayrıca bu ülkeler, ABD bankalarında, yine Amerika’ya karşı baskı aracı olarak kullanılmayacağı garanti olan milyarlarca dolar para bulunduruyorlar.Neo-conlar, ABD’nin Körfez’deki hâkimiyetini sürdürmenin güçlü bir Arap rejiminin olmadığı bir ortamda kolay olacağını ve Körfez ülkelerine kolayca şantaj uygulanabileceğini düşünüyorlar.Neo-conlar, aynı zamanda, demokrasi ve insan haklarından yana tavır koyar görüntüsü altında Arap rejimlerinin değişip yerine yeni rejimlerin, İsrail’i ve onu bölgede normal bir yapı olarak kabul etmeyi benimsemiş, daha esnek yönetici gurubunun oluşturulmasının zorunlu olduğunu düşünüyor.Bu kimseler, ders müfredatının yeniden düzenlenmesi ve medyanın manipülasyonunu teşvik ederken hoşgörü ve barış kültürü gibi değerleri yüceltiyor; cihat ve dini değerlere bağlılık gibi ilkeleri ise söz konusu barış kültürünü tahrip ettiği için kötülüyorlar. Böylece aidiyet ve kültürel miras gibi konularla çok da ilgilenmeyen, direnişi abesle iştigal olarak gören yeni nesiller ortaya çıkmış olacak.Bu mantalitenin öncelik listesinin başında yükselişe geçen ve direniş çizgisinde olan (Hizbullah ve Hamas türünden) İslami akıma engel olmak, Amerikan hegemonyasına en çok karşı çıkan bölge olarak kendini kanıtlamış İslam dünyasını dizginlemeye çalışmaktır.Amerikalı oryantalist Bernard Lewis, (aynı zamanda kendisi bir siyonisttir) Irak gibi Büyük bir devlete boyun eğdirmenin Arap dünyasının Amerikan egemenliğine boyun eğmesi anlamına geleceğini ifade etmişti.Bu düşünce sahipleri, Ortadoğu’da Amerikan hâkimiyetinin devamını sağlamak için bölgede güçlü bir ordunun bulunmasının zorunlu olduğu görüşündeler. İsrail’i, dize getirilmiş haliyle İran’ı ve Saddam sonrası Irak’ın da içinde bulunduğu İslam dünyasında adı yeni Orta Doğu olan bir sistemin zorunlu olarak kurulması gerektiğini savunuyorlar.Onlar İsrail’in yen kurulacak farklı devletçikler arasında (Dürzî, Şii, Sünni ve Amaziğ devleti) bulunan, bölgenin yeniden kültürel ve siyasi olarak şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayacağı devlet olacağı kanaatindeler.Şimdi planlanan, en gelişmiş, en ileri ve askeri bakımdan en güçlü ülke olan İsrail’in nihayetinde Amerika’dan askeri, siyasi ve ekonomik desteği yanına almış bir ülke olmasıdır.Bu emperyalist fikrin savunucuları Amerika’nın ekonomik açıdan gerilediği gibi, askeri açıdan daha az güce sahip olmayan çok büyük bir güçle (Çin) ilk defa karşı karşıya gerilediğini görüyorlar.Geçmiş dönemde Amerika, askeri boyutu olmayan ekonomik güçle (Japonya) ve ekonomik boyutu olmayan askeri güçle (Sovyetler Birliği) karşılaşmıştı. Her iki gücü de kendi tekelinde bulunduran Amerika, güç dengelerini kendi lehine çevirebilmek için petrol kaynaklarını ele geçirmek istiyor.Bu çizgiyi müdafaa edenler, soğuk savaş devrinin sona ermesi ve Amerika’nın dünyanın tek kutbu olarak ortaya çıkmasıyla birlikte silah üretiminin devam etmesi için hâkim güçlerin orduları harekete geçirip askeri maceralara girmesinin ihtiyaç haline geldiğine dikkat çektiler.Fakat Enron ve diğer şirket skandallarında olduğu gibi Amerikan yönetiminin, aldatma ve sahtekârlıklarla paralarına el koyduğu Amerikan halkına yeni mazeretler üretmeleri gerekti.Ve tabiî ki bir ülkenin güvenliğine Üsame Bin Ladin, Irak ve ya da İran’dan daha iyi bir tehdit bulamazsınız.Amerika’daki bu yeni emperyalist düşünce, yukarıda işaret ettiğimiz yargılara yol açmış görünüyor. Sonra 11 Eylül olayları meydana geldi ve onlara aramakta oldukları gerekçeyi sundu. Bu yüzden, kitle imha silahları ve Saddam rejiminin el-Kaide ile ilişkisi olduğu yalanına sarılmak durumunda kaldılar. İki iddianın da yalan olduğu kanıtlandı. Ne bir kitle imha silahı buldular ne de Saddam rejimiyle el-Kaide arasında bir ilişki.İşte bu, beni Irak savaşının gerçek sebebinin ABD’deki silah lobisinin, silah üretimi ve onun sürekli tüketimi çarkının sürekli dönmesi noktasında yoğunlaştığı fikrine sevk ediyor.Prof. Muhammed Hasaneyn Heykel, kapitalizmin büyük çıkarlarının Amerikan karar alma mekanizmasında daima tesirli olduğunu fakat Amerikan idaresiyle bu çıkarları temsil eden lobi arasında mesafe bulunduğunu ya da etki alanının sınırlı olduğunu açıklamıştı. Ancak bu mesafe Bush idaresi döneminde azaldı. Şu an ki Amerikan yönetim aygıtı, doğrudan ve büyük oranda bu çıkarları temsil ediyor.Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki en önemli sektörün silah sektörü olması sebebiyle Amerikan yönetimi üzerinde çok önemli etkilerde bulunuyor.Çoğu kişinin bilmediği bir şey, ABD’deki silah üretiminin Amerikan halkını soymanın bir yolu olduğudur. Çünkü silah, rekabet oranı yüksek bir ticari meta değildir.Amerika’da üretilen silahın fiyatı ihale yoluyla değil bu silah sanayinin ayrılmaz bir parçası olan eski ordu generallerinden oluşan üst düzeyden insanların ittifakıyla belirlenir. Şimdi Amerikan ordusunda görev yapan generaller ise bir müddet sonra silah şirketlerinin yöneticileri olacaklardır.İfadelerimi temellendirmek için Awacs uçağının donamının maliyetiyle ilgili okuduğum bir yazıyı size aktaracağım. Bu uçağın içindeki kahve hazırlama makinesin 1000; pilotun oturduğu koltuğunun altındaki lastik parçaların her birinin fiyatı ise 750 dolar’dır. Söz konusu bölümde 4 parça plastik bulunmaktadır. Fiyatların gelişigüzel tayin edildiğini bize kanıtlayan bu rakamsal veriler sayesinde silah tüccarlarının, Amerikan halkını yasal bir şekilde soymanın yolunu bulmuş olduğunu anlıyoruz..Silah alanındaki bu hızlı üretim kesintiye uğrarsa bu elit tabaka çok büyük zarara uğrayacak. Irak’a askeri yönetici olarak tayin edilen Jay Gardner bir silah ticaretiyle uğraşıyor ve yöneticiliğini yaptığı şirket Amerikan ordusuna patriot füze satıyor.Bu yolsuzluklara bulaşmış bir başka tanınmış isim ise, Irak’taki Amerikan ordusuna fahiş fiyatlarla mal satarak milyonlarca doları yasadışı bir şekilde cukka yapan Halliburton şirketinin Yönetim Kurulu Üyeleri Dick Cheney ve Donald Rumsfeld.Fakat Neo-conların projesi maddi alanda gerçekleşebilecek mi? Arap devletleri itaat edecekler mi? İran’ı dize getirmede ilerleme kaydedecekler mi?Bu soruya müspet cevap vermek imkânsız. Onların, tıpkı siyonist planda başarısızlığa uğradıkları gibi bu konuda da birçok sorunla karşılaşacakları kanısındayım.Bu proje, 1948’de başladığında en önemli hedeflerinin arasında Lübnan’ın düşmesi ve küçük devletlere dönüşmesi, Filistin’i ele geçirmek ve Irak’ta ki rejimi değiştirmek vardı. Ama yaşananlar bunun aksini gösteriyor. Siyonist plan Filistin’e hâkim olamadı, düşmesi beklenen ilk Arap ülkesi Lübnan ise direniş ve mücadele üslerinin en önemlilerinden biri haline geldi.Hâlihazırdaki Amerikan planının karşılaşması muhtemel sonun da bu olduğu kanaatindeyim. Evet, onlar planlar yapıyorlar ve bu planlarında başarılı olacaklarını zannediyorlar. Ama (Tuzak kurdular, Allah’ta onların tuzaklarını boşa çıkardı. Allah tuzak kuranların tümünün üstündedir) ayeti tarihin bu aşamasında gerçekleşecek.Bush yönetimi, Irak’ta durumun istikrara kavuşacağını düşünmüştü fakat direnişin ivme kazanmasıyla ve öldürülen Amerikan askeri sayısının binleri aşmasıyla olaya bakışları değişti.Amerikan halkının eskisi gibi olmadığına da dikkat çekmemiz gerekir. Vietnam savaşı esnasında ölü sayısı on binlerle ifade edildiğinde bunalıma yol açmıştı, bu savaşta ise sayı 700’e ulaştıktan sonra tepkiler gösterilmeye başlandı ve Bush halk desteğini kaybetti.Çünkü kişisel zevkleri değişen ve konforuna düşkün olan Amerikan halkı, daha fazla rahatının kaçmasını istemiyor. Medya, Amerikalıları şeref, vatan sevgisi, siyasete katılma gibi ideallerden yoksun bırakırken onu zevk düşkünü bir varlık haline getirmek için elinden geleni yapıyor.Bütün bu nedenler -özellikle de Bush’un iki yıl önce askeri üniforma giyip Irak’ta askeri operasyonların bittiğini ilan etmesinden sonra- Amerikalıları bunalıma sürüklüyor.
Bu makale İslam Özkan tarafından TIMETURK için tercüme edilmiştir
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.