Kuran Kıssalarında Müşriklerin Vahye ve Resullere Karşı Aldığı Tavırlar

Kur'an'ı Kerim'de resullerin kıssaları incelediğimizde müş­riklerin vahye karşı aldıkları şid­detli tavrın ön plana çıktığını açıkça görmekteyiz. Bu yazımız­da, kıssalarda müşriklerin pey­gamberlere karşı sergiledikleri tavırları inceleyeceğiz.

Allah yeryüzü üzerindeki herhangi bir toplumu imtihana aldığı zaman önce onlara içlerin­den birini resul tayin eder.

"Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı ? " (Araf, 7/69)

"İçlerinden bir adama: "İnsan­ları uyar ve inananlara, Rab'leri katında kendileri için' bir doğ­ruluk kademesi olduğunu müj­dele!" diye vahyetmemiz, insan­lara tuhaf mı geldi?" (10/2)

Allah'ın, o kavim içerisinden, kendilerince çok iyi bilinen birini Resul seçmesi, müşriklerin peygam­berler hakkındaki kimlik itirazları­nı önler. Ayetlerde Resullerin kim oldukları nereden geldikleri hakkında müşrikler tarafından ileri sürü­len itirazlara rastlanmaz.

Eğer bu elçi dışarıdan gelen biri olsay­dı müşriklerin itirazlarının daha da çeşitleneceği aşikar olurdu. Her şeyden önce dışarıdan ge­len bu elçinin kendini topluma tanıtması onların güvenini ka­zanması gerekirdi. Daha sonra vahyi anlatabilirdi.

"Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (7/68)

"Ey Salih, sen bundan önce bizim aramızda ümit beslenen bir kişi idin."(11/62)

Ayetlerde işaret edildiği gibi Resuller bu­lundukları toplum içerisinde kendilerini kabul ettirmiş emin kişilerdi.

Fakat Allah'ın onları resul se­çip vahyini indirmeye başlama­sıyla birlikte, bu emin kişilerin toplumdan tecrit edilip ağır ha­reketlere maruz kaldıklarını görmekteyiz.

"Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz." (26/185)

"Hayır o yalancı şımarığın bi­ridir." (54/25)

"Biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz." (6/66)

Sapık toplumların işlerine gelmediği anda tertemiz resulle­ri karalamaya çalışmaları Vahiy'e karşı aldıkları şiddetli tavırlar­dandır.

Müşrikler bu iftiralarına top­lumu inandırabilmek için vahiy­den önce, doğru sözlü ve güve­nilir olan resullerin "kahin, sihir­baz ve şair"ler gibi cinlere karı­şıp mecnunlaştığını ileri sürmüş­lerdir.

"Bir kahinin sözü de değil­dir." (69/42)

"Kafirler: "Bu apaçık büyücü­dür." dediler." (10/2)

"Cinlenmiş bir şair..." (37/ 36) Bu saldırılarla müşrikler Resul'ün toplumdaki insanlarla muhatap olup, onları vahyi doğ­rultuda değiştirmesini önlemek istemişlerdi. Böylece zalim beşeri sistemlerinin oluşturduğu sosyal düzenlen muhafaza edip, statü­kolarını koruyabileceklerdi.

Müşriklerin bu benzetmeleri­ne Allah, şiddetle karşı koyar.

'Rabbi'nin nimeti sayesinde sen ne kahinsin ne de mec­nun." (52/29)

"Biz ona şiir öğretmedik, ona yakışmaz da." (36/ 69)

"O gün cehennem ateşine ka­kılırlar: "

"İşte yalanlayıp durdu­ğunuz cehennem budur!"

"Bu mu büyü yoksa siz mi görmü­yorsunuz?" (52/13-14-15)

Müşrikler, toplumu vahiyden uzak tutabilmek için değişik metotlar da denemişlerdir. Örneğin gelen vahiyle birlikte toplumun atalarının sapıklıkla itham edil­diği kendilerinin sadece ataları­nın yolundan gittiğini gündeme getirerek Resullere karşı toplum­da tepki oluşturmuşlardır.

" Biz ilk atalarımızdan böyle birşey işitmedik."(23/ 24)

".....Şimdi atalarımızın taptık­larına tapmaktan bizi men mi ediyorsun ? " (11/62)

" Bu sizi babalarımızın taptı­ğından çevirmek isteyen bir adamdan başka bir şey değil­dir..." (34/43)

Böylece oluşacak tepkiyle ka­bilecilik güçlendirilip toplumda­ki insanların atalarından gelenle, yani kendilerinin de üzerlerinde bulundukları hal ile devam et­meleri sağlanacak ve vahiy ile toplum arasına bir duvar örebi­leceklerdi. Kitabullah bu tuzağa karşı örnek olarak aşağıda bazı­sını vereceğimiz ayetlerle insan­ları uyarmıştır.

" Onlar bir ümmetti gelip geç­ti. Onların kazandıkları kendile­rine, sizin kazandıklarınız size aittir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız. "(2/134)

"Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?" (5/104)

" Ey kavmim! dedi. Bakın ya ben Rabbimden bir delil üzerin­de isem ve o bana kendinden rahmet vermişse " (11/63)

Allah müşriklere körü körüne itaatin doğru bir yol olmayacağını, doğru yolun kendi akıllarına hitabeden vahiy'i düşünerek ona itaat ile bulunabileceğini bildirir.

Neticede herkes kendi yaptıkla­rından sorumlu olacaktır. 0 hal­de boş bir yol olan "atacılık/ırk­çılık" vahiy'e karşı geçerli bir sa­vunma olmaz.

Resullere yapılan iftiralardan biri de resullerin insan olması gi­bi doğal bir olgudan ileri gelir. Bu da bize gösteriyor ki vahiy'in karşısında acizlik içerisinde kalan müşrikler ne olursa olsun karşı­larındaki Resulü halk nazarında küçültmek için her olguyu kul­lanmaya çalışıyorlardı.

"Bizim gibi bir insandan baş­ka bir şey değilsin." (26/185)

"Aramızda bir beşere mi uya­cağız." (54/24)

"Seni de ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz." (11/27)

Evet, Resul'ün insan olmak gibi bir sünnetullah'ı, Resul'ün aleyhinde kullanıyorlardı. Amaçları onu getirdiği vahiy'in içeriğinden ayrı tutarak tartışma­yı olağanüstü isteklere sıçratmak ve böylece mucize istekleri ile peygamberi aciz göstermekti.

"Eğer doğru sözlülerden isen göğün bir parçasını üzerimize düşür, dediler." (26/187)

"Eğer doğrulardansan bize bir mucize getir." (26/154)

"Niçin ona Rabbinden bir ayet indirilmiyor ? " (29/50)

Bu hususta Allah peygamber­lerin ağzından şöyle cevap verir.

"Ayetler (mucize) Allah ka­tındadır. " (29/50)

Eğer Allah mucize verir ise bu seferde mucizeyi inkar etme­ye çalışırlardı. Amaçları iman et­mek değil peygamberi zorda bıra­karak onu halk nazarında göz­den düşürmekti. Müşriklerin mucize istekleri karşısında pey­gamberin durumunu Allah şöyle beyan eder.

"Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince yeri delmeye ya da göğe merdiven dayamaya güç yetirebilseydin onlara bir ayet getirirdin." (6/35)

Buraya kadar tevhid inancını getiren peygamberlere ve onun şahsında vahiy'e iftiralarda bulu­nan müşriklerin iftira ve taarruzları üzerinde durduk. Şimdi bu iftira ve taarruzlarda bulunan müşrikleri tahlil etmeye çalışa­lım.

Peygamberler elçilikle görev­lendirildikleri andan itibaren, al­dıkları vahiy'i topluma iletmeye başlarlar. Karşılarında vahiy'i iletmeleri gereken bütün bir top­lum vardır. Çünkü içinde yaşa­dıkları toplumda yanlış bir din inancı vardır ve bu inanca vahiy gelene kadar resullerde dahil herkes itibar etmektedir.

Ne zaman ki resul elçilikle müşerref olur o zaman karşısında tüm toplumu bulur. Vahiy'i onla­ra ilettiğinde bu insanlardan ba­zıları iman edecek ve elçilerin yanında bulunacaklardı. Ancak bunlar olana kadar resul inan­cında yalnız, karşısında da tüm toplum bulunmaktadır.

Vahiy'in gelişiyle beraber Resul. topluma tevhid inancını an­latmaya ve yaymaya başlar. Top­lumda ki bazı insanlar hemen onun yanında yer alır ve onun

inancını paylaşmaya başlar. An­cak bunlar çok cüzi bir azınlıktır. İnkar edenler ise çok büyük bir çoğunluktur. Toplum artık Resule inananlar ve karşı gelenler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu olguyu Allah şöyle belirtiyor.

"Semud kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen birbi­riyle çekişen iki zümre oluverdi­ler." (27/45)

Artık iki kutupa ayrılan bu toplumda vahyi görüşü temsil eden Resul ve ona itibar eden bir avuç taraftarı ile onun getirdiği vahyi reddeden büyük bir ço­ğunluk vardır.

Şimdi Resullere karşı çıkan ve onların getirdiği vahyi reddeden kutupu, müşrikleri incelemeye de­vam edelim.

Müşriklerin bulunduğu in­karcı gurubun içerisinde de on­ları yöneten önder bir gurubun bulunduğunu görmekteyiz. Bu önder gurup inkarcılar içerisinde çok küçük bir azınlık olarak or­taya çıkmaktadır.

" 0 şehirde dokuz kişi vardı ki bunlar yeryüzünde bozguncu­luk yapıyorlar. İyilik tarafına ya­naşmıyorlardı. " (27/48)

Salih'in (a) kavminin inkarcı­ları içerisindeki önder gurubuna dahil insanların sayısını bildiren bu ayetteki verilen sayı ilgi çeki­cidir. Kavmin nüfusu belli değildir. Ancak binleri on binleri bula­cağını tahmin edebileceğimiz bir toplumda müşriklerin başını çe­ken,onları Resullere karşı inkara azmettiren çok az sayıdaki bir guruptur. Bu olgu bütün Resulle­rin kıssalarında aynı gözükmek­tedir.

Sosyolojik olarak bu olgu ge­nel geçer bir kaidedir. Toplumlar her zaman küçük bir azınlık ta­rafından yönetilmiş ve yönlendi­rilmişlerdir. Toplum yöneticileri mal olarak önde giden zenginler,Resullere yapılan tüm iftira ve saldırı kampanyalarını bu azın­lık gurup tezgahlar ve böylece halkın vahye yönelmesini önle­meye çalışırlardı. Çoğunluk olan halk ise, bunların ürettiği slogan­lar çerçevesini aşamayan rızklarını kazanmak derdine düşmüş, fikri gayret göstermeyen bir kit­ledir.

"Mele" "Mütref" ve "Müstek­bir" ler maddeten ve fikren zayıf düşürdükleri halk adına pey­gamberlerle savaşırlar. Çünkü onların malı mülkü ve askeri güçleri vardır ama bütün bu ka­zançlarını sağlamak ve devam ettirebilmek içinde halk onlara lazımdır. Onların sömürülerine karşı çıkan vahye tabi olan bir toplum ise, sömürü hortumlarını tıkayacak ve ellerindeki egemenliklerini kaybettirecektir. Dolayı­sıyla halk onlara lazımdır ve re­sullere karşı verilen mücadelede aslolan peygamberleri toplumun ilgi odağından düşürmektir. İşte halkı kazanmak için Resullere karşı yaptıkları şiddetli mücade­le esnasında Resulleri halk naza­rında gözden düşürmek için yer ve zamana dayalı olarak iftira ve saldırı kampanyaları düzenler­

Dolayısıyla siyasi, askeri ve maddi gücü elinde bulunduran bu zümre toplumun peygambe­re karşı tutumlarını belirleme ça­bası içindedir.

Kur'an'ı Kerim'de bu gurup "mele" "mutref' " müstekbir" ola­rak isimlendirilmektedir.

Kavminden büyüklük tasla­yan "mele" ileri gelenler içlerin­den zayıf görülen inananlara : " Siz, dediler Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? " "onlarda doğrusu biz onunla gönderilene ina­nanlarız!" dediler." (7/75)

"Kavminden "mele" ileri gelen inkarcı gurup dedi ki: "Biz seni bizim gibi bir insan görüyoruz..."

(11/27)

" Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın "mütrefuha" varlıkla şımarmış kimseleri : Biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz." dediler. " (34/ 34)
Kur'an'ı Kerim'de anlatılan kıssalarda peygamberlerle en şiddetli biçimde mücadele eden
"Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman onun "MUTREFİHA" varlıklılarına emrederiz orada fısk yaparlar. (17/16)

" İnsanların hepsi Allah'ın hu­zuruna çıkarlar. Zayıf bırakılanlar "Müstekbirlere" büyüklük taslayanlara: "Biz size tabi idik. Şimdi siz, bizden Allah'ın aza­bından bir şey savabilir misiniz ? " (14/21)

Ayetlerde de görüldüğü gibi müşrikleri yöneten ve onları Resullere karşı inkara azmettiren azınlık küçük bir gurup yardır. Resullere yapılan tüm iftira ve saldırı kampanyalarını bu azınlık gurup tezgahlar ve böylece halk'ın Vahiye yönelmesini önlemeye çalışırlardı. Çoğunluk olan halk ise, bunların ürettiği sloganlar çerçevesini aşmayan, rızıklarını kazanmak derdine düşmüş, fikri gayret göstermeyen bir kitledir.

"Mele" " Mütref " ve " Müstekbir" ler maddeten ve fikren zayıf düşürdükleri halk adına peygamberle savaşırlar. Çünkü onların malı mülkü ve askeri güçleri vardır ama bütün bu kazançları sağlamak ve devam ettirebilmek için de halk onlara lazımdır. Onların sömürülerine karşı çıkan Vahiy'e tabi olan bir toplum ise sömürü hortumlarını tıkayacak ve ellerindeki egemenliklerini kaybettirecektir. Dolayısıyla halk onlara lazımdır ve Resullere karşı verilen mücadelede aslolan peygamberleri toplumun ilgi odağından düşürmektir. İşte halkı kazanmak için Resullere karşı yaptıkları şiddetli mücadele esnasında Resulleri halk nazarında gözden düşürmek için yer ve zamana dayalı olarak iftira ve saldırı kampanyaları düzenlerler.

Kur'an'ı Kerim 'de anlatılan kıssalarda peygamberlerle en şiddetli biçimde mücadele edenlerin " Mele " "Mütref " " Müstekbir " ler olarak nitelenen yönetici varlılı ve kuvvetli sınıfın bireylerinin yaptığını görüyoruz. Bu­nun en bariz sebebi Resullerin getirdiği tek Allah inancına da­yalı vahiy'e halkın itibar etmesi halinde halkı sömürerek "müs­tez'af" düşürerek zulüm ve ta­lanla elde ettikleri mal mülk ve egemenliklerini kaybetmek korkusudur.

Aslında onlarda Allah'ın re­sulüne ve ayetlerinin Allah'tan geldiğine kanaat getirirler. An­cak zulümle elde ettikleri mal, mülk ve mevkileri onların Al­lah'ın ayetlerine karşı gelmeleri­ne sebep olur, kazandıkları bu dünyalıkları Allah'ın ayetlerine tercih ederek inkarda direnirler.

"Vicdanları onların doğrulu­ğuna kanaat getirdiği halde sırf haksızlık ve böbürlenme yüzün­den onları inkar ettiler. "(27/14)

Halkın ise kaybedecek bir şey­leri yoktur. Aksine ellerinden zulümle alınanlar tekrar iade edilecektir. İşte bu olguyu fark e­den yönetici sınıf "egemenler" müşriklerin Resul hakkında Kur'an'da belirtilen tüm iftira ve saldırılarının müsebbibidirler.

Resullere karşı en şiddetli ta­vırları sergileyen "egemen" sını­fın (mele, mütref, müstekbirler) sömürdükleri halk 'müstez'af" ları peygamberlere karşı nasıl inkara sürüklediklerini ahiret manzaralarını yansıtan şu ayet­lerden daha güzel anlıyoruz.

"Kafirler: Bu Kur'an'a ve on­dan öncekilere inanmayacağız dediler. Sen bu zalimleri rableri­nin huzurunda dikilmiş oldukla­rı zaman suçu birbirinın üzerine atıp dururken görsen: Müs­tez'af'lar , müstekbirlere" size doğruluk rehberi geldikten son­ra ondan sizi mi alıkoyduk? Ha­yır suçlu kimselerdiniz derler. Müstez'af'lar , müstekbirlere " Ha­yır gece gündüz hile kuruyor ve bize Allah'ı inkar etmemizi ona ortaklar koşmamızı emrediyor­dunuz:" derler." (34/31-32-33)

"Cehennemin içinde birbirle­riyle tartışırlarken müstez'af'lar, müstekbirlere doğrusu sizlere uymuştuk. Şimdi ateşin bir par­çasını olsun bizden savabilir mi­siniz?" derler." (40/47)

Bu ayetler aynı zamanda ege­menlere inanıp körü körüne Resule karşı çıkan halkı da uyar­

kuvvet olarak önde olan askerler ve bunların dediklerini yapan idareci takımından oluşur.

Bu zümre öylesine birbirine kaynaşmıştır ki hem zenginlik him askeri kuvvet bir kişide ola­bileceği gibi bütün bu toplumu yönetim erki veren maddeler ayrı ayrı şahıslarda da buluna­bilmektedir.

Egemenlerin propa­gandalarına kanıp Resullere karşı çıkan müstez'af'larında sonunun egemenler gibi ateş olacağı bizle­re bildirilmektedir. Bizi onlar kandırdı gibi mazeretlerin geçer­siz olacağı dünyada iken müs­tez'af'lara bildirilmektedir.

0 halde resul seçilip, vahiy nazil olduktan sonra toplumda başlayan, karşı tepki ile beraber oluşan iki grup arasındaki müca­delenin resul ve toplumu yöne­ten egemen bir avuç kişi arasın­da şiddetli bir biçimde geçtiğini tespit etmekteyiz. Her iki zümre­nin taraftarlarının yaptıkları pro­paganda faaliyeti diğerine gale­be çalarsa galip olanlar onlar ol­maktadır.

Doğrular ortaya konmuştur ancak müşrikler bu doğruları ka­patmak için karşı propagandaya geçmişler ve her türlü hile ve saldırıyı denemektedirler. Top­lum bu iki propaganda arasında kalmıştır ancak toplumun dü­şünce yetisi ortadan kaldırılmış olduğundan sloganlara teslim olmakta ve bir taraftan da atacı­lık gibi hissi olguları ileri süren egemenlerin tuzağına düşerek Resullere karşı gelmektedirler.

Burada çok güçlü bir propa­ganda yapan egemen sınıfın top­lumdaki propaganda malzeme­lerine bakmak gerekmektedir.

İnkarcı ileri gelenler o top­lumda toplumun itibar ettiği ku­rumlar oluşturmuşlar veya oluş­muş olan bu kurumlara hakim olmuşlardır. Bunlar Musa kıssa­sında görüleceği gibi sihirbazlar. Diğer kıssaları anlatılan toplum­larda görülen astrologlar, kahin­ler, şairler gibi müesseseler ol­maktadır.

Toplumdaki her katmanın şu veya bu vesileyle dertlerine çö­züm amacıyla başvurdukları ve olağanüstü vasıflarla mücehhez

ettikleri bu kurumlar 'ileri ge­len' lerce para veya güç sayesin­de elde edilmişlerdi ve ileri ge­lenlerin topluma lanse etmek is­tediklerini bunlar vasıtasıyla ka­bul ettirmekteydiler.

.Resullerin yanında ise bu ku­rumlardan hiçbiri yoktur. Yalnız ve yalnız kendinin ve yanındaki inananların kişisel gayretleri var­dır.

Hal böyle olunca müstekbir­lerin zayıf olan inançlarını kuv­vetli olarak sundukları güçlü propaganda odakları sayesinde halkı bu propaganda mekaniz­maları ile oyalayabilecek slogan­lara dayalı iftiraları toplumda büyük yer etmekte. böylece top­lum düşünemez hale getirilmek­teydi.

Hiç bir zaman peygamber ve ona tabi olan insanlar karşıların­da gözüken toplumun tümünün hep birden taarruzu ile boğazla­rından sıkılı bir vaziyette olma­mışlardı. Ancak o toplumun yö­neticilerinin halkı, resullere karşı devamlı olarak inkara teşvikleri ve baskıları vardı.

Resule en şiddetli tavırlar ile­ri gelenlerden gelmekte halk ise bunlara seyirci kalmakta, karşı­larındaki güçlere boyun eğerek düşünce boşluklarından ve cay­dırıcı güçlerinin olmamasından dolayı rızık ve can endişesiyle beraber inkarcıların safında yer almaktaydılar.

Çünkü "ileri gelenler" pey­gamberlere karşı saldırı ve iftira­larına rağmen inanmaya niyet edenleri sürülmek ve öldürül­mekle tehdit etmekteydiler. Top­lum kaba kuvvet ile de sindir­mekteydiler.

"Ey Nuh, bu işe bir son ver­mezsen taşlananlardan olacak­sın." (26/116)

"Allah'a and içerek birbirleri­ne şöyle dediler: gece ona (Sa­lih) ve ailesine baskın yapa­lım, sonrada velisine "biz ailesi­nin yok edilişi sırasında orada değildik inanın doğru söylüyo­ruz' diyelim. Onlar öyle bir tu­zak kurdular." (27/48-50)

"(Şuayb'ın) kavminden "ileri gelen" inkarcılar dediler ki: "Eğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrayanlardan olursunuz." (7/90)

"(Fir'avn): "Ben size izin ver­meden ona inandınız ha? 0 size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse bende sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asaca­ğım..."(20/71)

Görülüyor ki Resullere karşı yapılan menfi propagandanın yanında: kaba kuvvet, sürülme ve öldürülme gibi çeşitli tazyiklerle de hem Müslümanlar ve hem de diğer halk kitleleri sindiril­mekteydi.

"İleri gelenlerin" Resuller aley­hinde aldıkları bütün bu şiddetli tavır ve karşı koyuşlara rağmen Resuller neler yapıyorlardı? Şim­di de bunları görelim.

"Rabbim! doğrusu ben kav­mimi gece gündüz çağırdım"(71/15)

"Rabbim! beni yalanlamaları­na karşı bana yardım et" (23/25)

"Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında hak ile sen hüküm veri sen hükmedenlerin en hayırlısı­sın." (7/89)

"Ey kavmim! andolsun ki Rabbimin sözlerini size bildir­dim, öğüt verdim; Kafir bir mil­let için niye üzüleyim" (7/93)

"İşte ben Allah'ı şahit tutuyo­rum. Sizde şahit olun ki, ben si­zin Allah'ı bırakıp o'na şerik koş­tuğunuz şeylerden uzağım." (11/54)

"Siz yüz çevirirseniz, ben size gönderilmiş olduğum vazifemi tebliğ ettim." (11/57)

"Ey kavmim! olduğunuz yer­de yaptığınızı yapın ben de ya­pıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bilecek­siniz." (11/93)

Ayetlerden anlaşıldığı üzere Resuller, müşriklerin karşı ko­yuşlarına rağmen gece gündüz Allah'ın vahyini onlara tebliğ et­mekten yüz çevirmiyorlardı. "İleri gelenlerin" tuzak kurmalarına karşı Allah'a sığınıyorlar ve tüm tebliğin gidişatını Allah'a havale ederek sonuna kadar hakkın şahinliğinden vazgeçmi­yorlardı.

Kıssalarda anlatılan Resullerin tebliğ mücadeleleri esnasında yaşadıkları, müşriklerin karşı tavırlarını incelediğimiz bu yazı­mızın sonunda, bize tarihi bir olay olarak değil ibret alınması gereken bir örnek olarak anlatı­lan kıssalardan günümüze akta­rmalarda bulunacağız.

Her şeyden önce belirleyece­ğimiz ilk kaide kıssalarda yaşa­nılanların Allah'ın kanunu " sünnetullah " olduğudur. Kavimlerine elçi ola­rak yollanan bütün Resullere ay­nı tavırlar konmuş ve aynı ben­zer mücadeleler yaşanmıştır.

Günümüzde de Resul olma­masına karşın onun getirdiği vahiy'e ve taraftarları Müslümanlara karşı aynı tavırlar değişik versiyonlarla tekrar edile gel­mektedir.

Bugün de "İleri gelenlerin" koordine ettikleri karşı propa­gandalarla, vahiy ve onun temsil­cileri halk nazarında mahkum edilmeye çalışılmaktadır.

Vahye ve onun taraftarları olanlara, " ileri gelenler " in sahipli­ğini yaptıkları; kıssalarda anlatı­lan Resullere karşı tavırlarda müşriklerin en önde gelen mües­seseleri olan sihirbaz, kahin şai­rin günümüz versiyonları olan kurumlarla beraber topyekün ta­arruzlarda bulunmaktadır.

Bu kurumlar; medya denilen yazılı basın, radyo ve televizyon gibi iletişim vasıtaları, bilim ku­rumları bilim adamı, sanatçı gibi oluşumlardır.

Halk nazarında itibar gören bu müesseseleri yanına alan "ile­ri gelenlerin" düzenlen vahiy ve onun temsilcileri olan Müslümanları karalamak için hiçbir fır­satı kaçırmamakta propaganda bombardımanına tutmaktadır.

Bu saldırılar sonucu vahiy ve Müslümanlar yobaz genci, çağ­dışı, terörist, radikal, gibi çok çe­şitli tanımlamalara uğratılmakta daha sonra ilgili müesseseler bu iftiraların teorik ve pratiğini ge­liştirerek toplum nazarında mahkum etmQye çalışmaktadır.

Global olarak, tüm dünyanın jandarması rolündeki müşrikle­rin başı Amerika ve onun yandaşı sanayileşmiş birkaç ülke "ileri gelenleri' temsil etmektedir. on­ların oluşturduğu birleşmiş mil­letler, uluslararası medya ve devletçiklerle beraber Müslümanları dünya kamuoyunda mahkum etmeye çalışmaktadır­lar.

Salman Rüşdi, Teslime Nesrin gibi müşrikler, Danimarka, Fransa v.b gibi Hıristiyan devletlerdeki bir takım gazete ve dergileri ileri sürerek tezgahladıkları oyunlarla bunları gerçekleştir­mektedirler.

Pratik olarak da Cezayir, Fi­listin, Keşmir, Irak, Filistin, Afganistan vb. gibi Islami ha­reketlenmenin yoğun olduğu beldelerde propagandayı da aşıp kan içmektedirler.

Yazımızı bitirmeden önce bizler bu kıssaların anlatımı ışı­ğında neler yapmaktayız buna da değinmek istiyoruz.

Sovyet bloğunun çöküp dünyada tek egemen güç olarak Amerika ve çevresindeki sanayileşmiş birkaç ülkeden oluşan G-7'ler ile birlikte; bu ege­men güç grubunca oluşturulma­ya çalışılan Yeni Dünya Düzeni kendisi için potansiyel tehdit olarak yalnızca bilinçli Müslümanları görmektedir. İşte bu ne­denle biraz önce yukarıda sırala­dığımız müstekbirlerin saldırıla­rı, Yeni Dünya Düzeni ile birlik­te şiddetini gittikçe arttırarak sü­rüp gitmektedir. Peki Sünnetul­lah'ın bir gereği olarak tağut ve İslam arasında sürüp giden bu mücadelede Müslümanlar ne yapmaktadırlar.

Evet Müslümanlar Cezayir, Bosna, Filistin, Çeçenistan Irak, Afganistan, Keşmir vb. Is­1am coğrafyasının birçok yerinde Yeni Dünya Düzeni'ne karşı baş­lattığı direnişle, artan saldırılara boyun eğmeyeceğini göstermiş­tir. Fakat Yeni Dünya Düzeni'ne karşı iyice alevlenen bu direnişin saman alevi gibi parlayıp sön­memesi için Müslümanların hala alması gereken çok yol olduğu­nu da gözden kaçırmamalıyız.

Her şeyden önce müstekbirle­re ve Islam coğrafyasındaki yerli işbirlikçilerine karşı yürüttüğü­müz bu mücadelemizde rehber olarak Kitabullah'ı almalıyız.

Müstekbirlerle yürüttüğümüz bu mücadelenin başladığı noktanın ise hatalı dini anlayışımızı Kur'ani doğrularla değiştirmek­ten geçtiğini kesinlikle hiç bir za­man unutmamalıyız.

Böylece Müslümanlar kendi aralarındaki anlaşmazlıklarını Kitabullah'ın ha­kemliğinde çözerken, edinecekleri Kur'ani doğrularla mücadele bayrağını yükseltebileceklerdir. Ve yine sadece bu sayede Al­lah'ın rızasına nail olacaklardır.

Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar

www.kurankissalari.tr den alıntılanmıştır..

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.