BİLİM TARİHİ'NDE OSMANLI'NIN ADI YOK MU?
Gülçin Şenel
Üstad Necip Fazıl'ın hafızalarımıza kazınan harika mısraı: "İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!"
Meğer ki inanıyormuşuz... Nasıl mı?
Osmanlı tarihi araştırmalarında genellikle Osmanlı'nın büyük hükümdarlarından, fatihlerinden, büyük sanatkarlarından, mimari ve estetik eserlerinden bahsedilir. Ama her nedense, Osmanlı'nın ilmî çalışmalarından bahseden çok az araştırma vardır. Hatta tam tersine, yobazca bir tavırla ilmin teknik gelişmelerine, (mesela matbaa) karşı çıkışlarıyla hatırlarız Osmanlıyı. Bu intiba bizde öyle yer etmiştir ki, eğitim hayatımız boyunca edindiğimiz yanlış veya eksik bilgilerin öyle tesiri altındayızdır ki, bu "teferruat" üzerine sanki psikolojik bir "ket vurma" yaşarız. Çünkü "Osmanlı'da ilmî çalışmalara önem verilmemiştir" gibi bir ön kabule sahibizdir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu satırların yazarı da böyle bir ön kabule sahib olduğunu, "Osmanlılar ve Bilim" isimli kitabı görünce farketti. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bu kitabında, farkında olmadan sahib olduğumuz bu yanlış intibayı bertaraf etmeye çalışıyor. Kendisiyle yaptığımız kısa bir sohbette, bu önyargının sebeblerini özetle şöyle sıraladı:
"Birkaç sebeb sayabiliriz. Herşeyden önce son dönem Osmanlı aydınlarının ideolojik yaklaşımının bunda büyük bir tesiri olmuştur. Adnan Adıvar gibi bir ilim adamı bile, Osmanlı'yı yobazlıkla suçlayabilmiştir. Başka bir sebeb de kaynaklara ulaşmada yaşanılan sıkıntılardır. Tabii bir de, tarih araştırmalarında dönem dönem belli mevzulara yoğunlaşmışlardır araştırmacılar. Osmanlılar'da "bilim" mevzuuna ise 1980'lerden sonra sıra gelebildi."
"Osmanlılar ve Bilim" kitabı, İhsanoğlu'nun bu konuda yıllardan beri sürdürdüğü araştırmaların bir kısım sonuçlarını bir araya getiriyor. Yeni kaynaklara dayalı, yeni tespitleri ortaya koyan beş makale ile onların fikir ve metot çerçevesini çizen bir girişten meydana geliyor. Çalışmada özellikle Osmanlı klasik dönemine ait veriler değerlendiriliyor. Referanslarını birinci kaynaklardan alan makalelerde, Fatih külliyesi medreselerinden Endülüs menşeli bilim adamlarının Osmanlı bilimine, tıbba, astronomiye, matematiğe, topçuluk sahasına katkılarına, Osmanlıların Avrupa'da gelişen yeni tekniklerle temaslarından modern bilimlerin Türkiye'ye girişine kadar geniş bir konu yelpazesi inceleniyor.
Bu önemli meselenin gündeme gelmesine katkısı olur ümidiyle, geçtiğimiz günlerde okuduğumuz ve yazarıyla bir vesileyle görüşme imkanı bulduğumuz bu kitabtan ilgimizi çeken bölümleri sizlerle de paylaşmak istedik.
Osmanlılar ve "Bilim"
İhsanoğlu, "Osmanlı Bilimi"nin tarifini şöyle yapıyor:
"Osmanlı Devleti'nin onüçüncü asrın son yılında kurulmasıyla, İslam bilim tarihinde yeni bir dönemin başladığını görüyoruz. Bu devletin zamanında ve hakimiyet kurduğu topraklarda yapılan bilim faaliyetlerine Osmanlı Bilimi demek, kendine has bir tanımlama manasına gelmez. Çünkü Osmanlı sıfatı, Emevi, Abbasi, Safevi sıfatları ile aynı referansı taşımaktadır. Hepsi de İslam tarihinin belirli bir dönemini ve coğrafyasını sınırlamaktadır. Bilimin dili de Osmanlı Türkçesi yanında Arapça ve Farsça olmuştu. Tabiatıyla Osmanlı döneminde de daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu bilime katkıda bulunan bilim adamlarının bazıları gayri müslimdi. Bütün bu sebeblerden dolayı İslam biliminin Osmanlı devleti döneminde ve onun hakim olduğu coğrafyada gelişen bölümüne Osmanlı Bilimi demekteyiz." (s. 20)
Osmanlılarda ilmî çalışmaları da inceleyen Ekmeleddin İhsanoğlu "Astronomi" örneğinden yola çıkarak, Osmanlı ilim adamlarının çalışmalarından şöyle bahsediyor:
"Osmanlıların modern astromi konsept ve teorileri ile ilk temasları, tesbit edebildiğimiz kadarıyla 1660'lı yıllarda Fransız astronomu Durret'nin zîcinin (ıÜüzîc. yıldızların yerlerini ve hareketlerini göstermek için hazırlanan cetvel.) tercümesiyle olmuştur. Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda Batı coğrafya literatürünün Osmanlıcaya tercüme edilmesiyle devam eden bu temaslar, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında yine Fransız zîclerinin tercümesiyle devam etmiştir. Teknik planda ve dar çevrelerin ilgi alanı için yapılmış olan bu çalışmaların dışında Müteferrika, Katib Çelebi'nin Cihannüma adlı eserine yaptığı ek ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseri ile modern astronominin yeni kaynaklarını geniş okuyucu kitlelerine maletmeye başlamışlardır. 1830'lara gelindiği zaman, Mühendishanenin eğitim programını modernleştirme çalışmaları neticesinde yeni astonomi bilgi ve kaynakları oldukça detaylı bir şekilde Osmanlı eğitim sistemine Başhoca İshak efendi'nin katkılarıyla girmiş bulunmaktadır. (...) Türk bilim tarihinin kaynakları taranırken dikkatlerden kaçmış ve hakkında fazla bilgi bulunmayan bir eser de, aslında Zigetvar'lı olup İstanbul'da yerleşen Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin "Secencel el-Eflak fi Gayret el-İdrak" adıyla çevirdiği, Fransız Kardinal Richeliue'nin başmüneccimi olan Noel Durret'nin zîcinin tercümesidir. Osmanlı bilim literatüründe bu eser, Kopernik Sistemi'nden bahseden ilk eserdir ve bu sistemi tasvir eden ilk diyagramı kapsamaktadır." (s. 165)
Osmanlıların yeni ilmî ve teknik gelişmelere kapalı kaldığı düşünülen, Batı'nın Rönesans devrine dair yorumlarda da, yanlış bir temayül göze çarpıyor. İhsanoğlu, Osmanlılar'ın kendilerini hala batıdan üstün gördükleri ve gerçekten öyle oldukları için, bu dönemde batının ilmi ve teknik çalışmalarına ilgi göstermediklerinden bahsederken, "haberleri vardı fakat 'ihtiyaçları' yoktu" vurgusunu yapıyor:
"Onyedinci yüzyılın ortalarında Osmanlılar kendilerinin Batı dünyasından üstün olduklarını düşünüyorlardı. Bundan başka ilmî potansiyel ve kurumlara sahib oldukları için, yani ilmî ve kültürel yönden ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendi kendilerine yettiklerinden dolayı, Batı bilimini kendileri için gerekli görmemişlerdi. Ancak bu durum, Osmanlıların batıdaki ilmi gelişmelerden uzak veya habersiz olduklarını göstermemektedir. (...) Osmanlılar batıdaki gelişmeleri büyük bir zaman fasılası olmadan takib edebilmekteydiler. Osmanlı astronomları geniş ve zengin bir tecrübeye sahib olduklarından dolayı ve Müslüman astronomların ortaçağda astronomiye yaptıkları büyük katkılarından haberdar oldukları için bu Avrupa bilimini hemen değil, ancak kendi ilimlerine uyması halinde kabul ediyorlardı. Kopernik'in helyosantrik teorisinin Avrupa'da dalgalanmalar oluşturduğu bir sırada Osmanlı astronomu Tezkireci Köse İbrahim Efendi bu teorinin temel kavramlarını sadece teknik bir detay seviyesinde ele almıştır. Zira jeosantrik sistemden helyosantrik sisteme geçişle vuku bulan koordinat değişikliğinin pratik hesablamalar bakımından bir tesiri olmamıştır." (s. 219-220)
Osmanlı Medreseleri ile Batı Üniversiteleri
Ekmeleddin İhsanoğlu kitabında, ilginç bir noktaya da parmak basıyor. "Fatih külliyeleri ne değildi!" başlıklı makalesinde, tarih yazıcılığı üzerine bir tenkid ve değerlendirme yapıyor:
"Osmanlı medeniyeti tarihi konusunda yaptığımız araştırmalar sırasında, değerli ilim adamlarımızın Fatih medreseleri ile ilgili o yıllarda yazdıklarına baktığımızda, konunun önemine yakışır ilgilinin gösterildiğini, ancak yapılan çalışmaların çok geniş kapsamlı olması sebebiyle, Fatih medreseleri ve özellikle onların kuruluşu ile ilgili kısımların derinlemesine incelenmediğini, konunun araştırılması gereken bazı temel taraflarının hala ele alınmadığını, yeni soruların sorulup cevablar alınmadığını gördük. Biz bu makalemizde elde mevcut Fatih devri kaynaklarında veya sonraki ona yakın dönemden bize ulaşan kaynaklarda bulunmayan hususların, bu çalışmalarda o döneme aitmiş gibi ileri sürüldüğünü göstermeye çalışacağız. (...) Bu karışıklıktan da nasibini alan Fatih medreseleri, değişik bilim dallarında eğitim yapan ve farklı formasyonu olan meslek sahiblerini yetiştiren fakültelerden oluşan üniversiteye benzetilmiştir. Böylece Fatih Külliyesi medreseleri imajı: Dini ilimler, edebiyat, hukuk, fen ve tıb fakültelerinden oluşan bir üniversite haline gelmiştir. Ayrıca ulemadan vezir Mahmud Paşa, Molla hüsrev ve Ali Kuşçu tarafından hazırlanıp padişahın tasdikinden sonra uygulamaya başlanan bu "üniversitenin" "ders programı" ile kendine has bir kanununun bulunduğu ileri sürülmüştür. Hatta bir zamanlar Türk Üniversitelerine has "ordinaryüs profesörlük" ucubesinin bile sahn medreselerinde mukabil ve muadili bulunmaya çalışılmıştır. Bugünkü mesleki anlayış ve akademik alışkanlıklarıyla bu konulara eğilenler, esasen her bakımdan çok uzaklarda kalan bu konunun, maalesef daha zor anlaşılır bir hale gelmesine sebeb olmuşlardır." (s. 48-49)
Kendisiyle görüşmemizde bu meselenin üzerinde niçin durduğunu sorduğumuz İhsanoğlu bize, "iki farklı medeniyetin, iki farklı kurumunun birbirinin aynıymış gibi yarıştırılmasının abes olduğunu" söyleyerek, tarih yazıcılığında genellikle düşülen bu yanlışı düzeltmek ihtiyacı duyduğunu söyledi. Rivayetlerin veya kaynakların, Fatih Medreselerini illa Batılı Üniversitelere benzetme çabasıyla, yanlış yorumlandığını düşünüyor: "Medreseler kendi dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim veren kurumlarıydı, bu ayrı; ama bu modeli bambaşka bir işleyişe sahib üniversitelere benzetmek de dünyanın en saçma işi!.."
Osmanlı İlim Adamı Portresi: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri
Kitabta ilgimizi çeken bir diğer bahis de, Osmanlı ilim adamı potresine misal olarak Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden bahsedilmesiydi. İhsanoğlu'na göre, İbrahim Hakkı, hem aydın kesime hitab eden bir uslubu, hem de halka hitab eden bir uslubu aynı eser içinde muhafaza ediyordu. Yani normalde ilim adamlarının literatür dilinin halk tarafından anlaşılmasının beklenmemesine rağmen, İbrahim Hakkı, halk tarafından da çok okunan bir ilim adaydı.
Bunun sebeblerini hala anlaşılamadığını söyleyen İhsanoğlu, "Osmanlı ilim adamı portresi" çizilirken bu hususun da üzerinde durulması gerektiğini söylüyor.
İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetnamesi'nde, hem yeni astronomik bilgilere yer vermiş, hem de bu meseleleri İslam düşünce geleneğinin ele aldığı biçimiyle incelemiştir.
Orijinallikten Taklide
Sonuç olarak Osmanlı ilimi deyince, bununla kasdedilenin, İslâm medeniyetlerinin ilim geleneğinin sürdürülmesi demek olduğunu anlamamız gerekiyor. Bilim tarihini batı merkezli olarak düşünme alışkanlığımız sebebiyle, Osmanlı İlim tarihini bu sürecin içinde bir yerlere oturtamıyoruz. Halbuki İslâm medeniyetlerinin ilim tarihini bir bütün olarak düşünmeye ve incelemeye başladığımız zaman Osmanlı ilminin de bu sürecin bir devamı olduğunu göreceğiz. İslâm medeniyetlerinin ilim geleneği, "hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır" mealindeki Allah Resulü sözüne sımsıkı bağlı olarak gelişmiştir. Dolayısıyla müslümanların başka medeniyetlerden edindikleri bilgiler, kuru taklid şeklinde değil, "alma ve maletme" şeklinde gerçekleşmiştir.
Osmanlılar ne zaman ki, bu gelenekten ve süreçten koparak, (Tanzimat), batıdaki ilmî ve teknik sahalardaki gelişmelere ayak uydurmaya çalışmış ve orijinalliği bir kenara bırakıp "taklid" sürecine girmiştir; işte Osmanlı ilimi dediğimiz şey de o zaman sona ermiştir.
İhsanoğlu bu taklid sürecine girişi şöyle özetliyor:
"Osmanlıların batı bilim ve teknolojisiyle temasları ihtiyaçları ölçüsünde ve selektif bir şekilde başlayarak, uzun bir süre bu şekilde devam etmiş, daha sonra Osmanlıların kendi bilim geleneklerini terkederek, kalkınma ve ilerlemenin ancak batı bilim ve teknolojisiyle mümkün olacağı şeklinde yaklaşımlara dönüşmüştür." (s. 43)
Kaynak: Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayıncılık.
http://duralidurmaz.blogcu.com/page2
DARWİN VE DİNOrtalama insan ömrünün 70-80 yıl olduğu günümüzde,bir insan ömrüne sığmayacak olayları,yorumlamaya çalışmak,hayalperestliğin ta kendisidir.Üstelik hiçbir bilimsel belge ve dökuman araştırmadan.İnsanlık ve Uygarlık tarihini dahi okumadan.Sadece,okuduğu bazı karşı belge niteliğinde olmayan kağıtlarla.Darwin teorileri dini inkar demekmiş.Kim demiş onu.Din ayrı,bilim ayrıdır.İnanmamak için mi,inanmak içinmi bu direnç.Batı bu sorunu,17yy'da çözdü.Ayırdı bunlarıki;İSTİSMAR edilmesin.Ve ondan sonra başladı yürümeye.Bugün dünyaya hükmediyor.O devirde Osmanlı ne yapıyordu? Her zaman olduğu gibi,bilime gözünü kapatmış,hurafelerle idare etmeye çalışıyordu,ülkesini.Osmanlı,1918'de tarih sahnesinden kalktı,ama bakın onlar hala ayakta ve biz Atatürk'ün dehası sayesinde 7-8 milyon kilometre kare topraktan,780576 kilometre kareye düşmüşüz ve hala toprak koparmaya çalışıyorlar,Anadoludan.Dünyada,kendi dili ile ibadet edemeyen tek toplum olarak din istismarcıların elinde,oyuncak olmuş bu insanlarla.Bırakın Darwin teorilerine karşı çıkmayı.Önce akıl kullanmayı öğrenelim.Dogmalarla,inaklarla birilerinin,çıkarları için,uyutulmaya çalışılan toplumlar sınıfından çıkalım.Kuranı kerimde,49 ayette akıldan sözeder.Allah aklınızı kullanın der ayettlerinde.Ama,istismarcı yobazlar,ibadetinizi arapça yapın diyerek,bu 49 ayeti körükörüne toplumu sömürmek için aklı saklı tutmamızı öğütler.Dinci ve Dindarı ayırmak için,kurandaki 49 defa zikredilen akıl ayetlerini okuyalım.Darwine daha çook var....2009/2/21 Hikmet Tinaztepe <datagrup@gmail.com>
Selam ve Saygilarla
İleti başlangıcı:Kimden: "Harun Yahya" <danisma@harunyahya.org>
Tarih: 21 Şubat 2009 Cumartesi 18:51:37 GMT+02:00
Kime: bulten@harunyahya.org
Konu: Evrimcilere Net Cevap - 21.02.2009
Yanıt Adresi: "Harun Yahya" <danisma@harunyahya.org>
DİNDAR HIRİSTİYANLAR PAPA'YA BU SORULARI SORMALILAR!Son dönemlerde yaptığı bir açıklama ile Vatikan, tüm dünyaya Darwin'in evrim teorisine ılımlı baktığını belirterek, Hıristiyanlıktaki yaratılış inancı ile biyolojik evrimin birbirini tamamladığı şeklinde bir iddiada bulundu. Papa'nın Darwin'e bakış açısını anlatan bu açıklama ile Hıristiyanlığın sembolü olan Vatikan, şaşırtıcı, hatta tedirgin edici bir izahın hamiliğini üstlenmiş oluyordu.
Allah inancı ile ve Hıristiyanlık ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bu açıklamalar karşısında, Hıristiyanlık adına son derece tedirgin edici bu izahların gerçekten de Vatikan'a ait olup olmadığının ortaya çıkarılması gerekmektedir. İşte bu nedenle SAMİMİ DİNDAR OLAN HIRİSTİYANLAR, PAPA'YA ŞU SORULARI YÖNELTMELİDİRLER:
1. Tüm Hıristiyan ve Müslüman alemi Hz. İsa'nın nüzulünü beklemektedir. Acaba Hz. İsa geldiğinde, Meryem oğlu İsa'nın gözlerinin içine bakıp "sen evrimle oluştun" diyebilecek misiniz?
------------------------------------------------- -------------------------------------------------Darwinistlerin Büyük Utancı Yine Gündemde: Balinaların Hayali Evrimi Hikayesini Canlı Tutmaya Çalışan Beyhude Çabalar
CNN Türk, Milliyet Gazetesi, New Scientist, Sabah GazetesiNew Scientist dergisinde 4 Şubat 2009 tarihinde "Primitive Whales Gave Birth On Land" (İlkel Balinalar Karada Doğum Yapıyordu) başlığı altında bir yazı yayınlandı. Pakistan'da bulunan 47 milyon yıllık balina fosilleri üzerinde yapılan spekülasyonlar sonucunda söz konusu fosilin, balinaların hayali atası olduğu iddia edilmekte ve bunun balinaların atasının kara canlıları olduğuna dair Darwinist iddiayı desteklediği öne sürülmekteydi. Kısa bir süre içinde CNNTurk.com, Milliyet, Sabah gibi yerel haber sitelerinde de yer bulan söz konusu haber, hiçbir bilimsel delil sunmaksızın demagojik açıklamalarla okuyuculara sunulmuştu.
Söz konusu haberde bir dişi balina fosili ile birlikte bulunan balina ceninine ait fosil, Darwinistler tarafından alelacele spekülasyon malzemesi yapılmıştı. Buna göre, fosilin karada bulunuşunu Darwinistler, "balinanın hayali atası karadaydı" aldatmacasına bir delil olarak sunmaya çalışmışlardı. Aynı zamanda fosil bulgu üzerinde, doğum sırasında ölmüş olan balinadan, ceninin önce başının çıktığı öne sürülmekte ve bu da aynı iddiaya delil olarak sunulmaya çalışılmaktaydı.
Fakat balinalar hakkında yapılmış olan tüm Darwinist spekülasyonlar gibi bu iddia da büyük bir aldatmacaya dayanmaktadır.
-------------------------------------------------İnsanların Mercimek Tanesi Büyüklüğündeki Bir Noktada İzledikleri Dünyayı Allah Yaratmıştır
7 Şubat 2009 tarihli New Scientist dergisinin kapak konusu, "Born Believers" (Doğuştan İnançlılar) başlığı ile verildi. Allah inancını evrim teorisi ile ilişkilendirmeye çalışan, insanların sözde, hayali atalarından gelme bir özellik vesilesiyle doğuştan Allah'a inanma anlayışına sahip olduklarını iddia eden ve bu iddiayı belgelemek için de sayısız Darwinist açıklamayı ardı arkasına sergileyen bu yazı, yenilgiye uğramış Darwinistlerin bir başka beyhude çabasını temsil ediyordu. Yerel basında da çok geçmeden yer bulan bu haberde, insanın doğuştan Allah'a inanma yönündeki eğilimi, doğal seleksiyonun bir sonucu olarak gösterilmeye çalışılıyor ve dahası, tüm bu sapkın izahlara dayanılarak Allah inancının (Allah'ı tenzih ederiz) insan beyninin geliştirdiği bir inanç çeşidi olduğu gibi son derece cüretkar ve mantık dışı bir iddiaya yer veriliyordu. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Oysa Darwinistlerin sahte açıklamalarıyla şekillendirilmiş olan bu yazı, çökmüş olan teorilerini tekrar diriltebilmek için gösterdikleri son bir çırpınıştan başka bir şey değildi.
-------------------------------------------------Darwinistlerin Otobüs Afişleriyle İtiraf Ettikleri Gerçek:
Darwinizm = AteizmBugünlerde İngiltere'de 800 kadar otobüsün üzerinde yer alan afişler, yıllardır Darwinist lobi ve onun destekçileri tarafından örtbas edilmeye çalışılan bir gerçeği tüm açıklığıyla ilan etti: DARWİNİZM İNSANLARI ATEİZME SÜRÜKLER. Başlıca destekçiliğini Darwinist ve ateist Richard Dawkins'in yapmış olduğu otobüs afişleri, bunun en önemli kanıtlarından birini teşkil etmektedir.
Darwin'in akıl ve bilim dışı görüşü, dünya üzerindeki yaşamın tüm varlığının ve çeşitliliğinin, (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'ın yaratmasıyla değil, rastgele ve gelişigüzel süreçlerin sonucunda meydana geldiğini ileri sürer. Buna göre DARWİNİZM'DE BİR AMAÇ, AKIL, HEDEF BULUNMAMAKTADIR. Darwinizm'de, tüm varlıkları var eden, onları çeşitlendiren, onları olağanüstü derecede mükemmel ve kusursuz kılan güç, her nasılsa "tesadüflerdir". Darwinizm'in amacı, tesadüfleri ilah edinerek, Yaratılış fikrini ortadan kaldırmaktır. Maddenin mutlak varlığını savunan materyalist inancı temel alan Darwinizm; canlı varlıkların yoktan yaratıldıklarına, insanı insan yapan ruhun metafizik varlığına ve varlıkların Yüce Allah'ın İradesi ve Kontrolü altında olduğu gerçeğine karşı mücadele amacıyla ortaya çıkmış sapkın bir dindir.
-------------------------------------------------Doğumunun 200. Yılında Darwin'in Vasiyetnamesi Açıldı
Şu anda, Darwin'in 150 yıl önce söylediği sözler gerçek oldu!
Şu anda, Darwin'in 19. yüzyılda söylediği gibi, gerçekten de ARA FOSİL DİYE BİR ŞEY OLMADIĞI ORTAYA ÇIKTI.
Yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında 100 milyondan fazla fosil bulundu. Fakat bunların TEK BİR TANESİ BİLE ARA FOSİL DEĞİLDİ.
Bulunan 100 milyon fosil, tam da Darwin'in öngördüğü gibi DOĞANIN BİR KARMAŞA İÇİNDE OLMADIĞINI, TAM, MÜKEMMEL, KUSURSUZ VE TÜM PARÇALARI YERLİ YERİNDE OLAN CANLILARDAN OLUŞTUĞUNU ortaya çıkardı.
Darwin'in söylediği gibi, HİÇBİR JEOLOJİK YAPIDA VE HİÇBİR TABAKADA canlıların birbirine sözde bağlantısını gösteren HİÇBİR ARA CANLI FOSİLİ OLMADIĞI görüldü.
Bütün bunların üstüne, yeni bilimler HÜCRENİN, KROMOZOMLARIN, PROTEİNLERİN OLAĞANÜSTÜ KOMPLEKSLİKTE olduğunu gösterdi.
DNA'nın içinde BİR MİLYON ANSİKLOPEDİ SAYFASINI DOLDURACAK miktarda bilgi olduğu ve böyle muhteşem bir yapının TESADÜFEN MEYDANA GELMESİNİN İMKANSIZ olduğu keşfedildi.
-------------------------------------------------
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.