[anadoluhaber:35200] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

İŞTE TÜRK-KÜRT KARDEŞLİK BELGESİ

Posted: 07 Sep 2009 03:45 AM PDT

Osmanlı Arşivi Hariciye bölümü belgeleri arasında Urfalı Türkler ve Kürtlerin Fransız işgali esnasında ortak bir dilekçeye imza atarak düşman entrikalarına karşı birlikte mücadele edeceklerini ve ayrılık içinde olmayacaklarını açıklayan bir belgeyi Osmanlı yönetim merkezi İstanbul'a gönderdikleri ortaya çıktı. "ÇUKUROVA TÜRKMENLERİ" konulu kitabı yayınlarken de aynı belgenin kopyasını "İbret belgesi" olarak yayınladım. Belgenin düzenlenmesinde Urfa müftüsü, Belediye Başkanı ve yörenin tanınmış Türkmen ve Kürt aşiretleri imza attılar. Adı geçen tarihi belge Osmanlı'nın çöküşü ve düşman işgali esnasında bile Türk-Kürt ayrılıkçılığının olmadığını göstermesi bakımından da anlamlı olduğu kadar günümüzde de her iki toplumu birbirinden ayırmak isteyenler için de tarihi gerçekleri hatırlatmadır.İşte Osmanlı Arşivinde "HR. SYS. 2555-1/17"kod adıyla yer alan belgede yazılı olanlar:

trk-krt-1.jpg

Osmanlının çöküşü ile bilikte hazırlanan Sevr haritasında Türkiye'nin doğu bölgesinin Kürdistan ve Ermenistan olarak parçalanması

İŞTE 150 BİN KİŞİNİN ORTAK DİLEKÇESİNDE YAZILANLAR





Urfa'dan Harbiye Nezareti'ne gönderilen telgraftır

.
"Yedi yüz yıldan beri mensup olmaktan gurur duyduğumuz ve hiçbir zaman adalet ve şefkatli kanatları altından ayrılmak istemediğimiz Osmanlılık'tan ümidimizi kestirecek haberler duyuyoruz. Kilikya'ya ilhak ve Osmanlılık'tan ayırmaya çalışanların tam anlamıyla bir hayal kırıklığına uğrayacaklarında hiç şüphe yoktur.Urfa livasında yaşayan biz Türk ve Kürt beyleri el altından yapılan bu çeşit entrikalara rağmen şu ana kadar metanet ve sükunetimizi korumaktaysak da şu sıralar bazı İngiliz subaylarının tekrar eden temaslarından cesaret alan ve aslında sürekli eşkiyalık yapan sabıkalı Suruçlu Basravî ile birkaç kişiden oluşan yandaşlarının kışkırtmasıyla saldırı ve katliama kalkışmaları kamuoyumuzu kötü etkilediğinden bu olayları kınıyoruz. Şu anda Osmanlı kalmak arzusunda olduğumuzu, bu uğurda gereken hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağımızı, tüm samimiyet ve içtenliğimizle yüz elli bin kişi adına arz ediyoruz".





DHKP-C’den Saadet’e yolculuk

Posted: 07 Sep 2009 03:29 AM PDT


Saadet Partisi'nden devrim açılımı... DHKP-C davasından 10 yıl cezaevinde kalan ve hala tutuksuz yargılanan Murat Bahçeli, Saadet Partisi İstanbul İl yöneticisi oldu.

Türkiye'de son dönemlerden en çok dillendirilen laf: "açılım". "Demokrasi açılımı", "Kürt açılımı", "kışla açılımı", "asker açılımı" vesaire. Bu süreçte siyasi partilerde üslubu farklı olanların arasında Saadet Partisi(SP) dikkati çekiyor. SP'nin de kendi içinde yaptığı "açılımı" sessiz şekilde hayata geçirdi. Devrimci Halk Kurtuluşu Partisi – Cephesi(DHKP-C) üyesi olmak suçlamasıyla on yıl cezaevinde kalan ve hala tutuksuz yargılanan Murat Bahçeli, SP İstanbul il yönetim kurulu üyesi oldu.

Murat Bahçeli, 33 yaşında, Siverekli genç bir insan. Bundan 13 yıl önce, daha 20 yaşındayken DHKP-C üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklu olarak girdiği cezaevinden 10 yıl sonra çıkabilmişti. Cezaevinde geçen 10 yıl, Bahçeli'yi devrim düşüncesinden uzaklaştırdı ama siyasetten değil. Ama bu süre zarfında siyaset yelpazesinin bir ucundan diğerine yolculuk etti.

Bahçeli bugün Saadet Partisi İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi. Bahçeli, bu değişimi "Devrimden vazgeçip sandığı tercih ettim" ifadesiyle açıklıyor. İstanbul 14 No.lu Ağır Ceza Mahkemesi'nde 44 arkadaşıyla halen yargılanmaya devam eden Bahçeli, fikirlerinde bir değişiklik olmadığını, "SP'nin programını benimsediği için orada siyaseti tercih ettiğini" söylüyor. Cezaevinde takip ettiği Mehmet Bekaroğlu'nun yerel seçimlerde Saadet Partisi'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olmasıyla parti için aktif siyasete başlayan Murat Bahçeli, Ağustos'taki kongrede de il yönetimine girdi.

Bahçeli'ye göre SP'nin söylem ve vaatleri, sol örgütlerin dile getirdiği kavramlarla aynı. "İçinden geldiğim geleneğin önemsediği anti-emperyalizm, adalet, onur, vicdan, eşitlik, alın teri gibi değerleri samimiyetle savunan parti olarak sadece SP'yi görüyorum" diyor Bahçeli. İl Başkanı Erol Erdoğan ise Bahçeli'nin bu ilginç tercihi karşısında; partinin görüş ve programının belli olduğunu, bunları benimseyerek kendileriyle siyaset yapmak isteyen her görüşteki insana kapılarının açık olduğunu belirtiyor.
Newsweek Türkiye

[anadoluhaber:35194] Bu dağın içinden deve çıktı

Posted: 07 Sep 2009 03:00 AM PDT

Bu dağın içinden deve çıktı



Kur'an'da adı geçen peygamberlerden Salih (as)'ın devesinin çıktığı kaya, Google Earth tarafından görüntülendi. Fransız arkeologlar "el-Hicr'deki araştırmalar tarih bilincini değiştirecek" dedi.
Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerden Salih (as) ve Semud Kavmi hakkındaki gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Ürdünlü, Suudi Arabistanlı ve Fransız bilim adamlarının ortaklaşa El Hicr bölgesinde yürüttükleri kazılarda çok çarpıcı bilgiler ele geçirildi. Fransız bilim adamları Semud Kavmi’nin yaşadığı Suudi Arabistan’daki el-Hicr bölgesi ve Ürdün’deki Petra bölgesinde yapılan arkeolojik çalışmaların dünyadaki yaygın tarih bilincini değiştireceğini söyledi.
 
DEVAMI>>>



--
HAKİKATİN HATIRI DOSTUN HATIRINDAN ÜSTÜNDÜR
(HZALİ ra.)

[anadoluhaber:35192] Şehit olmak yürek ister

Posted: 07 Sep 2009 02:58 AM PDT

Şehit olmak yürek ister

Kategori: ROPORTAJ
İsmailağa Camii içerisinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hocanın oğlu Mahmut Öztürk, babasını ve son anlarını anlattı. Babasının son zamanlarında ve şehit olduğu sohbet esnasında da son cümlelerinin şehadet olduğunu dile getiren Öztürk, “O hep şehadeti arzuladı ve gitti. Gece 3 gibi eve geldi ve mutfakta ahireti özlediğini söyledi.


--
HAKİKATİN HATIRI DOSTUN HATIRINDAN ÜSTÜNDÜR
(HZALİ ra.)

Şehit olmak yürek ister

Posted: 07 Sep 2009 02:25 AM PDT

İsmailağa Camii içerisinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hocanın oğlu Mahmut Öztürk, babasını ve son anlarını anlattı. Babasının son zamanlarında ve şehit olduğu sohbet esnasında da son cümlelerinin şehadet olduğunu dile getiren Öztürk, "O hep şehadeti arzuladı ve gitti. Gece 3 gibi eve geldi ve mutfakta ahireti özlediğini söyledi. Sabah herkesle vedalaştı ama hiçbir şey söylemeyerek evden çıktı ve sonra şehit oldu" dedi. Babasının büyük bir kitap sevdalısı olduğunu ve 20.000 civarında kitabının olduğunu söyleyen Öztürk; "Onun için kitapları öz evlatları gibiydi. Çok farklı okumaları vardı. Her gün saatlerce kitap okurdu. Kitapları eli ile sever, okşardı" diye konuştu.

6 dil bilen ve 20.000 civarında kitaba sahip olan Bayram Ali Öztürk Hoca, büyük bir İslam âlimiydi.

Mahmut Öztürk; "Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur'an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90'ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi" diye konuştu.

Âlimin ölümü alemin ölümüdür. Hain ve karanlık bir saldırı neticesinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hoca, 6 dil bilen büyük bir İslam âlimiydi. Fransızca, İngilizce, Arapça, Farsça, Türkçe ve Osmanlıca'yı iyi biliyordu. Büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyor olmasından dolayı ona "Mektubatçı Bayram Hoca" diyorlardı. Yıllarca büyük İslam âlimlerinin ilim halkalarında bulundu ve 3 Eylül 2006 yılında gerçekten çok kirli bir cinayetle bu dünyaya veda etti. Oğlu Mahmut Öztürk, başta şehadet öncesi evde yaşadıkları ve kitap sevdası olmak üzere Bayram Hocayı anlattı. Buyurun:

20.000 CİVARINDA KİTABI VARDI, DÜNYA'NIN HER TARAFINDAN KİTAP GELİRDİ

*Babanız büyük bir İslam âlimiydi ve muhakkak onunla geçirdiğiniz sürede birçok yönüne şahit oldunuz. Ben öncelikle Bayram Ali Öztürk Hocanın kitabi manada kendini nasıl yetiştirdiğini öğrenmek istiyorum. Bir günü nasıldı, neler yapardı?

*Babam, kitapları ile bilinirdi. Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı ve onun okuması da farklıydı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur'an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90'ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi. Günün kalan kısımlarında Sultanahmet'e gider ve kitapçıları gezerdi. Birçok kitapçının satılacak kitaplar listesini o hazırlardı.

*Babanız ve kitap bu noktada tam olarak birbiri ile örtüşüyor zihni planda da.

*Evet. Babam ömrünü kitaplara vakfetmişti. Devlet kütüphanelerinin birçoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. 20.000 civarında kitabı vardı. Düzenli bir şekilde başta Süleymaniye olmak üzere birçok kütüphaneyi özellikle takip ediyordu. İslam ülkelerinin neresinde bir kitap basılsa mutlaka babam o kitabı edinirdi. Nasıl gelirdi, nasıl irtibat kurardı bilmezdik. Şehadetinden sonra dahi çevresini kitapla teşvik etti. Mesela Fas'tan bir kitap getirtecekti ama şehadetinden önce ona ulaşmadı. Şehadetinden sonra onu getirecek arkadaşına rüyasında kızmış ve "Orhan, hala kitabımı getirmedin" demiş. "Benim öz evlatlarım kitaplarım" derdi. Onları severdi, ciltlerini yağlardı.

*Kitaplara nasıl davranırdı?

*Kitaplarını sürekli temizlerdi, tam açmazdı mesela. Kitabı tam açmanın kitaba saygısızlık olduğunu söylerdi. 90 derece açar ve tam açılmasına da kızardı. Babamdan yediğim tek tokat kitap nedeniyleydi. Kitabı tam açtığım için bir tokat atmıştı, hala hatırımdadır. Kitaplar onun her şeyiydi. Konevi Tefsiri'nin gayet eskimiş cildinin yerine yeni bir cilt yaptırmıştı ama o eski cildi de atmadı. Sayfaları arasına yerleştirdi.

İSTİKLAL CADDESİNDEKİ BİR KİTAPÇIYI ÇOK ŞAŞIRTMIŞ

*Ne tür kitaplar okurdu?

*Sonuçta kendisi birçok dili biliyordu ve o dillerdeki tüm kaliteli kitapları okurdu. İlmi manada kendisini geliştirecek her türlü kitabı okurdu. İlginç bir olay yaşamıştı mesela. İstiklal Caddesinde sol görüşlü bir kitapçıya girer ve sahibi olan bayan girişte babamı sarıkla, cübbe ile görünce; "Sizin aradığınız türden kitaplar burada yok" diyor. Babam tebessüm ederek aradığı kitapları söylüyor ve kitapçı ağzı açık bir şekilde hayretini dile getiriyor. Afallıyor. Bu anlamda dehşet bir ilme ve ilgiye sahipti. 6 dil bilen, entelektüel bir kişiliği vardı.

*Özel ilgi alanları var mıydı?

*Son dönemlerde sosyal psikolojiye ağırlık vermişti. Psikoloji ile çok ilgilenirdi. Sorulduğunda; "Bunları okumazsan Çanakkale savaşını ve İstiklal Marşını bugünkü insanlara nasıl anlatacaksın?" derdi. "O günkü insanların psikolojilerini anlayacağız ve bileceğiz ki bugüne anlatalım" derdi. "Çanakkale, Sarıkamış ve Medine Müdafaasını okumayan tarih okudum demesin" derdi. Medine'yi savunan Fahrettin Paşaya karşı özellikle bir sevgisi vardı. Sürekli onu anlatırdı. Babam her zaman Fahrettin Paşa'nın kılıcına sahip çıkacak yiğitlerin arayışındaydı. Osmanlı'ya asla dil uzattırmazdı.

*Özellikle bağlı olduğu kitaplar var mıydı?

*Konevi Tefsiri'ne özellikle bağlıydı. 27 Temmuz 2006 gecesinde bana vasiyet etti. Vasiyetinde; "Oğlum beni buralardan göndermeye çalışıyorlar. Ben ölünce sizi burada hiç rahat bırakmazlar, gönderirler. Bu nedenle kitaplarımın bir kısmını hatıra diye tut, diğerlerini dağıt istersen" dedi. "O bir kısmını da tutamıyorsan, sadece şu Konevi Tefsiri'ni asla kaybetme" dedi. O kitabı çok seviyordu.

FATİH'İN TÜRBESİNE GİDER VE "DEDECİĞİNE" SESLENİRDİ

*Babanız Mektubatçı olarak biliniyordu. Neden?

*Babam, büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyordu. Çünkü Mahmut Efendi Hazretleri, öğrencileri arasında babama ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu "Mektubat"ını okuyup, şerh etme görevini babama vermişti. Efendi hazretleri, ayrıca kendisine de babamın mektubat okumasını istiyordu. Bu nedenle babam, İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki birçok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerh etti. İşte bu yönü babamın "Mektubatçı Bayram Hoca" diye tanımasına yol açtı.

*Elbette sadece Mektubat okutmuyordu?

*Tabii. Babam, "Mektubat" dışındaki kitapları okutma noktasında da parmakla gösterilen bir ilim adamıydı. Yavuz'un divanı gibi kitapları özellikle okuturdu. İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan birçok kitabı da okutmaktaydı.

*Osmanlı ile alakası nasıldı?

*Osmanlı'ya olan hayranlığı ile biliniyordu. Fatih, Yavuz ve Abdulhamit Han'ın hayranıydı. Kitaplarda tam vakıf olamadığı bir konu olursa, okuduğu kitabı alıp Fatih Sultan Muhammed Han'ın türbesine gider ve "Dedeciğim anlayamıyorum" dermiş. Öğrencilerine bunu eski bir âlimden bahseder gibi anlatırmış ama sonra kendisi olduğunu öğrencileri anlamış.

IRAKLI NUR BACININ MEKTUBU ONU DERİNDEN YARALAMIŞTI

*İslam Coğrafyası?

*Daima Müslümanların dertleri ile dertlenirdi. Nerede bir Müslüman acı çekse onlarlaydı. Bosna, Çeçenistan, Filistin, Afganistan, Moro ve Filipinler dahil birçok İslam yurdu onun gündemindeydi. Irak zulmü ondan derin izler bırakmıştı. Her an, her vesile ile onu hatırlatırdı. Iraklı Nur Bacının mektubunu sürekli anlatırdı. Her zaman bunu vurgulardı. Nur bacımızın haykırışını sürekli sürekli sürekli cemaate anlatırdı. Her vesile ile ümmetin o utancını dile getirirdi. Babamı sürekli bir yerlere davet ederlerdi ama o "kardeşlerim ağlıyor, gülemem" diyordu. Ben babamın kahkaha ile güldüğünü hiç görmedim. Tebessüm ederdi sık sık fakat asla yüksek sesle gülmezdi. Müslümanların acıları ile acılanırdı ve bu nedenle; "Kanlar akarken bana gülmek yakışmaz" derdi.



ŞEHİT OLMADAN BİR İKİ SAAT ÖNCE: "AHİRETİ ÖZLEDİM"

*Şehadetinden önce neler yaşandı? En son ne zaman görüştünüz mesela?

*Son gece birlikteydik. Gece 3 gibi kütüphaneden çıkarak odasına geldi. Mutfakta masanın üstüne yumruk vurarak özledim dedi. Kardeşim; "Hayırdır baba neyi özledin?" deyince "Ahireti özledim" dedi. Kardeşim; "Baba, 1 ay sonra kardeşimin düğünü var şimdi sırası mı?" deyince babam da; "Kızım sen oranın tadını bilsen böyle düşünmez ve söylemezsin" dedi. Sonra yemeğini yedi ve 1.5 saat kadar sürecek dünyadaki son istirahatına çekildi.

*Son yemeği?

*Bir elma ile bir bardak süt idi.

*Peki, normalde yapmadığı ama o sabah yaptığı şeyler oldu mu?

*Elbette. Her sabah tüm aileyi namaza kaldıran babam o sabah kimseyi kaldırmadı. Herkesin başına gidip başını okşadı ve sevdi. Giderken ablam babama; "Baba hayırdır. Benim evden ayrılamama daha 1 ay var, buradayım ben. Sanki bir yere hemen gidecekmişim gibi davranıyorsun" dedi. Babam hiçbir şey söylemedi ve ablama el sallayarak salondan çıktı. Gitti. Hiçbir şey söylemedi ama tam dış kapıdan çıkarken annemle göz göze gelmiş ve bu defa annem babama; "Hocaefendi bizi neden kaldırmadın?" demiş. Babam, anneme de tebessüm etmiş ve daha önce hiç yapmadığı o el sallama hareketi ile onunla da vedalaşmış.

*O şehit olarak gitti, peki son dönemlerinde şehadeti vurguluyor muydu?

*Babamın halka açık sohbetlerinden de son dönemlerinde sürekli şehadeti anlattığını anlıyoruz. Son sözleri de şehit olmak üzerineydi. Bunlar kayıtlarda var. "Şehit olmak yürek ister, şehit olmak şahsiyet ister" derken şehit oldu. O, bu şehadeti bekliyordu açık açık. Bu dünyadan zevk almadığını söylüyordu. Son dönemlerinde farklı bir koku vardı üstünde, bunu hissediyorduk. Takkesinde o koku hala duruyor. O hayatının her döneminde peygamberimizi örnek alıyordu ve kendisi de o şekilde yaşadı ve o şekilde gitti. Aynı peygamberimiz gibi daha yaşını doldurmadan öksüz kaldı ve amcasının himayesinde büyüdü. Amcası Hacı Bilal Öztürk ona sahip çıktı ve çocuklarından ayırmadı. Üzerinde büyük emeği oldu. Şehit olduktan 2 gün sonra Efendi hazretlerinin durgunlaştığını söylüyorlar. Çevresindekiler bu durumdan rahatsız olup, efendi hazretlerinin sağlık durumundan endişe etmişler. Hastaneye götürmek istediklerinde o itiraz ediyor ve "Susun, susun, Bayram hocam Mektubat okuyor, onu dinliyorum" demiş.

GECE NAMAZLARINA ÖNEMLİ BİR DAVETE GİDER GİBİ HAZIRLANIRDI

*Babanızı zihni planda nasıl hatırlıyorsunuz?

*Benim için o, gece namazına kalkmış ve namaz kılan bir insandı. Şöyle ki, o gece namazlarına kalktığı zaman asla o giysiler içerisinde namaz kılmazdı. Önemli bir davete gider gibi hazırlanırdı. Kalkar, üstünü giyer, saçlarını sakallarını tarar ve sonra namazını kılardı. Bendeki baba imajını bu resim güçlendirmiştir.

*Kaç yaşındaydı şehit olduğunda?

*54 yaşında şehit oldu. İsmailağa'nın sütunları arşa değiyor diyordu. Efendi hazretlerine ve kitaplarına sonsuz bir sevgi beslerdi. En zorlandığım anlarda Efendi Hazretlerini gözünün önüne getirmemi isterdi. "Git, gör, gözün onun fotoğrafını çeksin, bu sana fayda olarak yeter" derdi.

*Peki, böyle bir cinayet işlendi. Tüm kamuoyu buna şahit oldu. Çok gizli ve kirli ilişkiler söz konusu. Siz davayı da takip ediyorsunuz. Nedir son durum?

*Soruşturmayı zaman aşımına sokmak istiyorlar. Bir arpa boyu kadar dahi ilerleme yok. Unutturmak istiyorlar. bir şeyleri gizliyorlar. Kamuoyunu bu konuda duyarsızlaştırdılar.

M.MUSTAFA UZUN


HAZAR’DA BÜYÜK OYUN VE OSMANLI’NIN DON-VOLGA PROJESİ

Posted: 07 Sep 2009 12:59 AM PDT

AB-D'nin Asya'daki çıkarlarının sürekliliği açısından 11 Eylül 2001 olayları sonrasında Afganistan'da istikrarın sağlanması ve bu istikrarı sağlayacak rejimin Amerikan güdümünde olması önemliydi. Askeri operasyon sonucunda Afganistan işgal edilecek Pakistan ve Özbekistan'a yerleştirilecek ABD ve İngiliz askeri varlığı Ortadoğu'daki gibi kalıcı olacaktı, Ancak daha sonra Bush yönetiminin ilk dört yılında ipleri elinde bulunduran yeni haçlı ekip Afganistan'da bu amaca ulaşmadan Irak savaşını başlattı. Irak savaşı sonuç itibarıyla İran'ı güçlendirdi ve bölgedeki dengeleri İran lehine değiştirdi. Neticede Amerika Afganistan'ı ve genel olarak Hazar bölgesi politikalarını bırakarak vaktini sadece İran'ın işine yarayacak şekilde Irak'ta harcamış oldu.
Bu, Obama ile iktidardaki güçlerini pekiştiren dış politika uygulayıcılarının arzu ettiği neticeydi. Şimdi Obama ile birlikte Amerika yeniden jeo-stratejik rekabetin merkezi olan Hazar Denizi havzasına dönüyor. 'Büyük Oyun' tıpkı eskisi gibi Atlantik güçleriyle, Asya güç merkezleri arasında oynanıyor. Bunlara ilaveten Türkiye, İran gibi bölgesel güçler, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi mahalli güçler var.
Enerji denetimi için en uygun bölge AF-PAK
Amerika'nın yeni Asya stratejisinde odak noktası Afganistan ve Pakistan (Af-Pak) . Her iki ülke de Çin'le ortak sınıra sahip. Afganistan, Çin'le doğal gaz zengini Türkmenistan arasında bulunuyor. Amerika Çin'i teğet geçerek Türkmen doğal gazını Afganistan ve Pakistan üzerinden denize ulaştırmak istiyordu. Şu anda AB-D ve diğer güçler arasında sergilenen Büyük Satrançta Asya'da ki enerjiyi ele geçirme yönünde bölgesel güçlerin sergilediği oldukça büyük oyunlar mevcut. Açıkça belirtmeliyiz ki Asya'da her şey fazlasıyla toz duman, kim kiminle müttefik belli değil. Amerika Çin'le birlikte Rusya'ya mı karşı, yoksa Rusya Şanghay Beşlisi adı altında Çin'le birlikte Amerika'ya mı?

Geçen yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Asya enerji havzalarının denetimi kimin eline geçerse Asya'nın denetimi de onun eline geçer. Hadiseye birde bu boyutu ile bakacak olursak hem Atlantik ötesinden gelen emperyal güç merkezi ile hem de Asya'da yer alan özellikle Çin ve Rusya merkezli emperyalist güç merkezlerinin ortak hedefinde bu bölgeleri sömürmek vardır. AB-D emperyalizminin her türlü uygulanma alanı konumuna gelmiş İslam coğrafyasının yer aldığı ve büyük bir alanı kapsayan Asya coğrafyasında bütün bu emperyalist odaklardan ayrı bir güç merkezi konumunda Türkiye gibi tarihi bağlarından gelen üstünlüğü elinde tutan bir güç'ün bu planları altüst edecek bir şekilde bu projelere müdahalesi elbette ki Asya'nın yeniden öz'üne döndürülmesinde büyük önem arz ediyor. Kaldı ki, İslam ile Asya'da sömürülmeye çalışılan merkezler hiçbir zaman birbirinden ayrılmamıştır.

İran ve Rusya İşbirliği - Hazar Bölgesinde sergilen Oyun!

Hazar bölgesi tarihin her döneminde çeşitli stratejik oyunların sergilendiği bir alan olmuştur. İran, Soğuk Savaş döneminde tanzim edilen ve o dönemin kendi özgü koşullarının ürünü olan adını İslam koyduğu rejimini muhafaza etmekte bugün güçlük çekiyor. Halk desteğini son seçimlerde de görüldüğü kadarı ile yitiren Tahran, bir taraftan ABD'nin daha baskıcı davranmasını engellemeye ve bunun için AB ülkeleri ile uyumlu politikalar izlemeye çalışıyor, diğer taraftan Rusya Federasyonu ile ahenkli bir Kafkas politikası takip ederek, bölgesel gelişmelerin Moskova-Tahran mihverinde şekillenmesine gayret gösteriyor.
Rejimin adını İslâm koyan, ama Müslümanlar için ne Çeçenistan ne Kıbrıs'ta ne de Bosna'da bir şey yapmayan Tahran, Türkiye ve Azerbaycan konusundaki kaygıları nedeniyle Karabağ başta olmak üzere bütün bölgesel ihtilâflarda Ermenistan'ı destekliyor. (Çin ve İran ile Şanghay çerçevesinde gelişen ilişkiler son Doğu Türkistan soykırımında da göze çarpmış İran'ın bu soykırıma karşı sessizliği çeşitli çevrelerde dillendirilmiştir.)

Bunu yaparken de giriştiği bu hamlelerinde tamamı ile tarihi Rus ve İran stratejisine uygun hareket eden İran ile Rusya arasında sürdürülen bu tarihi ittifakın nerelere ulaştığını göstermemiz açısından aşağıda Azeri internet sitesi 1News.az'dan alıntıladığımız satırlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Azeri haber sitesi 1News.az'a konuşan askeri uzman Üzeyir Caferov, " Rusya'nın Ermenistan'daki askeri üssüne silah sevkiyatının İran üzerinden yaptığını belirtti. Caferov, "Rusya iki güzergah üzerinden Ermenistan'a silah gönderiyor. Biri Hazar denizi, diğeri ise Kazakistan, Tacikistan ve İran üzerinden. Azerbaycan'ın İran ile görüşmelerinde bu konuyu gündeme getirmesi lazım diye düşünüyorum. İran, Rusya için Ermenistan'a silah göndermek açısından tek ülke. Rusya İran üzerinden Ermenistan'daki Gümrü askeri üssüne silah dahil gereken her şeyi gönderiyor. Daha sonra da bu sevkiyat ayrılıkçı Dağlık Karabağ yönetiminin eline geçiyor." Dedi.

İran'ın çoğunluğu Şii olan Azerilerin yerine tamamen Hıristiyan olan Ermenileri desteklemesinin tek nedeni var o da belirttiğimiz tarihi Rus-İran stratejik ittifakının ana gayesini oluşturuyor. Bu gaye Türkiye'yi öncelikle Hazar'a sokmamak ve ASYA-Türkistan ile Anadolu'nun bağlantısını kesmek ile Sünni dünyayı birbirinden koparmaktan başka bir şey değil. Bu strateji Safevi devletinden beri devam etmekte olup bugünlere uzayan şekli ile İran ile Rusya'nın Hazar ve Kafkas bölgesinde uyguladığı tek gayesine dönüşmüş durumdadır.
Söz konusu işbirliği projeleri İran'ı bu coğrafyada güçlendirse de, bu durum Rusya açısından bölgede Türkiye'nin ve batının dengelenmesi bakımından önem taşıyor.Bu bağlamda İran'ın Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri ile Güney Türkistan'da yoğun propaganda faaliyetleri de yürüterek, Rusya'nın stratejik ortağı olarak, Türkiye'nin konumunu ve işlevini üstlenmeye çalıştığı da görülüyor.Yani bölgede Türkiye'yi etkisizleştirmek

Osmanlı'nın Hazar siyaseti ve Don Volga Kanal Projesi

Osmanlı, kuruluşundan itibaren Avrupa ve Balkanlara yüklenmiştir. Bunun sebepleri oldukça fazla olup en önemlilerinden biri ise, Hıristiyan medeniyetinin Asya-İslam coğrafyasına sömürgeci yayılışını durdurmak olarak açıklayabiliriz. Yani bir nevi Doğuyu Batı eşkıya'larından korumak ve kollamak.
Bunun yanında Osmanlı Asya coğrafyasına da akınlar düzenleyerek o bölgeleri tam olarak denetimi altına almak istemiş fakat bu yönde attığı her adım yine İran ve özellikle Rusya gibi bazı devletlerin engel teşkil edici politikaları ile sekteye uğramıştır. Özellikle yukarıda da belirttiğimiz gibi İran Osmanlı ilişkileri her dönemde İran'ın Osmanlı içerisinde çıkardığı fitne-fesatlar yüzünden gerilimli ve savaşlar şeklinde seyretmiştir. İran'ın Osmanlıya olan düşmanlığı her dönem olduğu gibi Sünni ve İslam dünyasında ki hâkimiyetini kırıcı yönde olmuş ve özellikle bugün sergilenen Hazar merkezli büyük oyun gibi o tarihte de aynı şekilde İslam dışı merkezler ile İran işbirliği süregelmiştir.

İşte Osmanlı'nın bu Asya hedefi için, şimdi bile dâhice görünen muazzam bir plan yapılmıştı. Okyanus'un sert dalgalarına dayanamayan Osmanlı donanmasının Orta Asya'ya uzanması için tek yol, Türklerin aslında pek de yabancı olmadığı bir yol idi; Hazar Denizi...
Hazar Denizi'ne donanma indirmek için ise iki yol gözüküyordu; ya İran ile şiddetli savaşlara girip Hazar Denizi kıyılarına dek ilerlenecekti, ya da Karadeniz ile Hazar Denizi bir kanal vasıtası ile birleştirilecekti. Saray, bu garip proje ile çalkalanıyordu, nihayet devrin sultanı emri verdi; Hazar ve Karadeniz, Don ile Volga nehirlerinin bir kanal vasıtasıyla birleştirilmesiyle birbirine bağlanacaktı. Avusturya ile 8 yıllık bir barış anlaşması imzalandı, Don Nehrine binlerce asker ve işçi sevk ediliyordu. Eski yurda, yani Orta Asya'ya ulaşıp Rusya ve İran'ın bölgede ki emelleri ile oyunlarının kökünü kazımak, artık akıllardaki en büyük ideal idi.
Ancak, projenin 3'te 1'i bittiği sıralarda, Rus ordusu Astrahan'a saldırdı. Aynı sıralarda İnebahtı'da Osmanlı donanmasının neredeyse tamamının imha edilmesi, bu projeyi başından beri baltalamaya çalışan Kırım Hanı'na gün doğuracaktı.
Bu proje, Osmanlı'nın en elverişli döneminde gündeme gelmiş, ancak bir takım olumsuzluklar yüzünden devamı getirilememişti. Büyük bir insan potansiyeline sahip ve ilerleyen asırlarda önemi artacak olan petrole sahip Asya diyarına sefer düzenleyemememiz, ilerleyen dönemlerde Osmanlı gibi büyük bir devletin başını daha da ağrıtacaktı. Zira birkaç asır sonra devletin patronu olacak olan Enver Paşa, Asya hayali için on binlerce Osmanlı askerini Sarıkamış'ta şehit verecekti.
******
Osmanlının Don-Volga kanal projesi tamamlanamamış olsa da özellikle bir devre vurulan mührün tarihi bir üstünlüğün işareti olarak bugünlere uzayan süreçte Batı ve bölgede ki zıt-düşman emperyalist merkezlere verilmiş en güzel cevaptır. Bunun uygulanabilirliği tartışılabilir ancak Tarihi rol, stratejik üstünlük veya bölgesel bir güç gibi kelimelerin Türkiye için dillendirildiği bir dönemde bu kelimelerin havada kalmaması için hiç değilse Don-Volga gibi büyük planları üretebilen bir Türkiye'nin şu dönemde Büyük Asya satrancında ki taşları yerinden oynatması gerekiyor.Bunun için de Hıristiyan merkezlerin ürettiği Nabucco –Mavi Akım vs. yerine Don –Volga gibi bizim üreteceğimiz büyük projelere muhakkak ihtiyaç vardır.

Baran Dergisi 137.sayı'dan

[anadoluhaber:35191] GÜNÜN SÖZÜ

Posted: 06 Sep 2009 09:04 PM PDT

 

 


GÜNÜN SÖZÜ


Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.

                                         Mevlana (ra)



 

 



[anadoluhaber:35185] Saidi Nursi Hazretlerinin Görüşü

Posted: 06 Sep 2009 08:43 AM PDT

 
SAİDİ NURSİ HAZRETLERİNİN GÖRÜŞÜ

 

Günümüzde Kur’anı Kerim Ayetlerinden bazılarının hükmleri artık geçersiz, Hadisi şeriflerin bazılarının uydurma sayılabildiği halde Said–i Nursî Hazretlerinin  risaleleri hakkında İslamî ölçüler içerisinde bir eleştiriye kalkışsanız bu eleştiri asla kabul edilmez. İmanın gitmesinden korkulur. Bu manevî tehdidi alan kişilerle karşılaştım. Bu risaleler hakkında eleştirilerimi aşağıda bulacaksınız.

Önce Said–i Nursî’ Hazretlerinin  doğruluğu kesin olarak kabul edilen risalelerinden biri olan İşarat’ül İcaz’da geçen bir cümlede şöyle yazıyor:


Kur’an–ı Kerim, o cümlede Ehl–i Kitab’ı imana teşvik etmekle onlara bir

ünsiyet, bir suhulet gösteriyor. Şöyle ki: Ey Ehl–i Kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor
(İşarat–ül İ’caz, s. 49–50)
ayrıca bkz:
http://www.bediuzzaman.net/kulliyat/1175.html
veya: http://www.saidnursi.com/turkce/semp/s2_4.html (ayrıca aşağıda Yazar Sayın Ahmet ŞAHİN’in yazısı yayınlanmıştır.)

YAZAR AHMET ŞAHİN’İN YAZISI :


Zaman Gazetesi yazarı Sayın Ahmet ŞAHİN’in 05 MAYIS 2004 tarihli yazısı şöyle

yazılmış: 

 

“(Ehl–i kitap) Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden,

eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed’le Kur’an’ı da tanımaları...


Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı

centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...


Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri

gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal etmelerinin gereği oluyor bu kabul.” 

 

Görüldüğü gibi, Ahmet ŞAHİN Said-i Nursi Hazretlerinin yazısını Türkçeye tercüme etmiştir.

 

Halen nurcu cemaatinin yahudi ve hıristiyanlara duymuş olduğu bu yakınlık Said-i Nursi Hazretlerinin bu yazı/risalelerinden kaynaklanmaktadır.

 

 

 

Peki nedir ehl–i kitabın/Hıristiyanların doğru kabul edilen “esasat–ı diniyeler?” ya da

inkar etmeleri gerekmeyen kendi inançları?

 

Bir dinin “esasat–ı diniyesi/inkar etmeleri gerekmeyen kendi inançlar” o dinin amentüsü anlamına gelmektedir.

 

Çok yaygın görüş ehli kitap arasında hıristiyanlar yani katolikler İslam’a çok yakın ve saygılıdırlar.

 

KATOLİK AMENTÜSÜ :

 

Katoliklerin amentüsünü şöyle özetleyebiliriz;

1–Ben, yeri ve göğü yaratan, her şeye Kadir Baba Tanrı’ya.
2–Ve efendimiz olan, onun biricik oğlu İsa’ya,
3–Ruh’ül Kudüs’ten gebe kalana.
4–Ve bakire Meryem’den doğana.
5–O’nun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne.
6–Çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne.
7–Cehennemlere indiğine.
8–Üçüncü gün tekrar canlandığına.
9–Göklere çıkıp Kadir olan Baba Tanrı’nın sağına oturduğuna.
10–Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine.

İşte size İslam’a en yakın ve sözde dost katoliklerin dini esasları!

Bütün bu inançlarına rağmen şirk/küfür inanışını terk etmeden, bu inançlarını

koruyarak eksikliklerini ikmal edecekler.

 
Yazar Ahmet ŞAHİN’in bir başka makalesini de “Ehl–i Kitab’la amentüde ittifakımız

var” başlığıyla yayımladığını (Zaman Gazetesi, 17 NİSAN 2000) 

 

Peki İslam ölçüsüne göre Ehl–i Kitap’ın Müslüman olabilmesi hangi şartlara bağlıdır? Ki doğrusu da budur.

 

Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmam Azam Hazretlerinden sonra gelen ikinci imamı ve aynı zamanda İmam Şafii hazretlerinin de hocası İmam Muhammed b. Hasan Hazretlerinin bu konudaki görüşleri şöyledir ;

 

Ehl–i Kitab’ın İslam Olabilmesi Hangi Şartlarda Mümkündür?

 

Büyük İslam alimi İmam Muhammed Hazretlerinin “Siyer–i Kebir” isimli eserindeki açıklamalarına geçmeden kendisini inceleyelim.

 

İmam Muhammed b. Hasan Hazretleri, mezhep imamımız İmam–ı Azam Hazretlerinin iki imam diye anılan iki büyük öğrencisinden biridir. Diğeri ise İmam Ebu Yusuf Hazretleridir.

 

İki imamın görüşleri bir konuda ittifak ederse fetva bu görüşe göre verilir ve buna “ve bihî yüfta/yani fetva bu görüşe göredir” şeklinde ifade edilir. İmam Muhammed b. Hasan, Hazretleri büyük mezhep imamı İmam Şafii Hazretlerinin hocasıdır. İmamı Azam Hazretlerinin en etkili talebesi olan İmam–ı Muhammed b. Hasan Hazretleri Hanefî Mezhebi’nin dünya üzerinde yayılmasında önemli rol oynamıştır. İmam Muhammed Hazretlerine ait olan Siyer–i Kebir’in “İslam” başlıklı bölümünde Ehl–i Kitab’ın Müslüman olabilmesi şu şartlara bağlıdır:

 

            Hasan–ı Basri Hazretlerinden (r.a.), Resullullah Aleyhissalatu Vesselam’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Müşrikler, “La İlahe İllallah” deyinceye dek onlarla savaşmakla emrolundum. Bu sözü söyledikleri zaman can ve mallarını benden kurtarmış olurlar. Ancak hak ile (ölüm cezasını hak eden ile maldan verilen haraç ve zekat olarak) alınanı hariç (içlerinde gizlediklerinden dolayı) hesaba çekilmeleri ise Allah’a aittir.

 

Siyer-i Kebir’in yazarı İmam Muhammed Hazretleri der ki: Rasullullah Aleyhissalatu Vesselam Allah’ı birlemeyen putperestlerle savaşıyordu. Onlardan her kim “La İlahe İllallah” dediyse bu sözü İslam’ı kabul ettiğine delil sayılır.

 

Netice olarak bir kimse, malum olan şirk itikadının hilafı olan tevhidi söylediği zaman İslam’ı kabul etmiş sayılır. Çünkü gerçek itikadını tespit etme imkanımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak o inançta olduğuna hükmederiz. Onlardan her kim, “La İlahe İllallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” derse, daha önce üzerinde bulunduğu inancın muhalifini ikrar etmiştir. Onun için de bu, imanına delil sayılmıştır.

 

Ateist olanlarla, yerde ve gökte iki ilah olduğunu iddia edenler de bu durumdadır. Bunlardan biri “Lâ ilahe illallah” derse, bu, onun İslâm’ı kabul ettiğine delildir.

 

Ama Yahudilerle Hıristiyanların durumu böyle değildir. Onların “lâ İlahe İllallah” demeleri, İslâm’a girmiş olmalarına delil sayılamaz. Resulullah’ın peygamberliğine inanmıyorlardı. Onun için İslam’a girmiş olmaları için “Muhammed’ür–Rasûlullah” demeleri de gerekiyor.

 

Nitekim, rivayete göre, Resulullah Aleyhissalatu Vesselam, hasta olan yahudi

komşusunu ziyarete gitti ve o yahudi’ye telkin sadedinde:

 

“Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben Allah’ın resûlüyüm” buyurdu. Hasta yahudi, babasına baktı (Şahadeti getirmek için müsaade istiyordu). Babası da ona: “Ebü’l Kasım’a cevap ver” dedi. Hasta, şahadeti getirdi ve sonra da ruhunu teslim etti. Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalatu Vesselam şöyle buyurdu:

 

Sayemde bir kişiyi cehennem ateşinden kurtaran Allah’a şükürler olsun.” Daha sonra ashabına da dönerek: “Din kardeşinizin cenaze işlemlerini” yapın diye emretti.

 

İmam Muhammed Hazretleri dedi ki: Bugün ise IRAK topraklarında yaşayan Ehl–i Kitab’dan bazıları var ki, “lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden rasûlullah” derler, ama onun, Arapların peygamberi olduğunu, İsrail oğullarına gönderilmediğini ileri sürerler. Onlardan her kim, bu inançla Hazreti Muhammed Aleyhissalatu Vesselam’in peygamberliğini kabul ederse yine İslâm’ı kabul etmemiş sayılır. İslâm’a girebilmesi için kendi dininden tamamen uzaklaşması gerekiyor. Hatta Yahudi yahut Hıristiyan olan bir kimse: “Ben Müslüman’ım yahut Müslüman oldum” derse yine İslâm’ı kabul ettiğine hükmolunmaz. Çünkü batıl dinlerine İslâm ismini verip; “Müslüman, Hakk’a teslim olan kimsedir, biz de Hakk’a teslim olmuş kimseleriz” derler. Onun için sadece bu sözü söylemeleri, onları Müslüman kabul etmemizi gerektirmez. Mutlaka, tâbi oldukları dini de terk etmeleri gerekir.

 

            Yine onlardan biri: “Ben Yahudilikten beriyim” der, ama bununla birlikte “İslâm’a girdim” demezse, İslâm’ına hükmolunmaz. Olabilir ki, Yahudilikten çıkıp Hıristiyanlığa girmiştir. Ama “Yahudilikten çıktım” dedikten sonra “İslâm’a girdim” derse, o zaman Hıristiyanlığa girmiş olması ihtimali ortadan kalkar.

 

Şayet Mecûsi “Müslüman oldum, yahut ben Müslüman’ım” dese, onun İslâm’ına hükmolunur.

 
Rivayet olundu ki, biri, Abdullah İbni Abbas Hazretlerine gelerek: “Annem öldü. Ancak Hıristiyan idi. Şimdi cenazesinin peşinden gideyim mi?” diye sordu. İbn–u Abbas Hazretleri ona şu karşılığı verdi: “Cenazesini takip et. O’nu göm. Sadece üzerine namaz kılma.”
 
Biz de aynı düşüncedeyiz. Şayet cenazesinin defni ile ilgilenecek kâfir bir oğlu yoksa, Müslüman oğlunun bu görevi yerine getirmesi ve onu yırtıcı hayvanlara terk etmemesi gerekir.
 
Ama bu görevi yerine getirecek müşrik akrabaları varsa, evlâ olan Müslüman’ın bu işi onlara bırakmasıdır. Lâkin dilerse, cenazesinin peşinden gidebilir.
 
Rivayete göre, el–Haris b.Ebî Rabia Hazretlerinin hıristiyan olan annesi öldüğünde sahabeden birkaç kişiyle cenazesinin peşinden gitmiştir. Ancak cenazeyle birlikte, cenazenin dinine mensup olanlar da bulunuyorsa, Müslüman’ın onlarla karışarak değil, ayrı bir şekilde yürümesi yahut cenazenin önünde gitmesi gerekir ki, müşriklerin topluluğunu çoğaltmamış olsun.
(İmam Muhammed b. Hasan, Siyer–i Kebîr, EVS yay. İst. 1980. c.1, s.163–165).
 
Büyük İslam alimi İmam–ı Muhammed Hazretlerinin bugüne ışık tutan, müminlerin gönlünü rahatlatan açıklamaları bu şekilde bulunmaktadır. Dikkat edilirse Hıristiyan ve Yahudilerin imanlarına kanaat getirmek için La İlahe İllallah ile birlikte Muhammedün Resulullah diye de söylemeleri gerekmektedir. Yani sevgili peygamberimizi tasdik etmezlerse yine de İslam’a giremezler.
 
Şimdi tekrar Said–i Nursî Hazretlerinin ifadelerini inceleyelim;
 
“Kur’an–ı Kerim, o cümlede Ehl–i Kitab’ı imana teşvik etmekle onlara bir ünsiyet, bir suhulet gösteriyor. Şöyle ki: Ey Ehl–i Kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat–ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor” (İşarat–ül İ’caz, s. 49–50).
 
İmam Muhammed Hazretleriyle ile Said–i Nursî Hazretlerinin Ehl–i Kitab’a bakışları dikkatle incelendiğinde birbirine zıt olduğu görülüyor.
 
Görüldüğü gibi inanç olarak şimdi burada ayrılıyoruz.
 
Ya İmam Muhammed Hazretlerinin ya da Said–i Nursî Hazretlerinin görüşlerini tercih etme durumundayız. Ben İmam Muhammed Hazretleri gibi bir büyük İslam Alimi’nin görüşleri benim tevhid inancıma ters düşmemektedir.
 
 Tabi bu görüş Dünya Barışı’nı, dinler arası diyaloğu tehlikeye düşürdüğü için nurcular/Fethullah GÜLEN cemaati beğenmeyeceklerdir.
 
 Yoksa Hz.Kur’an-ı Kerim’deki Ehl–i Kitap ile ilgili ayetler İmam Muhammed Hazretlerinden sonra yürürlükten mi kaldırıldı?
 
 Ben, hiçbir ilave yapmadan büyük imamın, ayet ve hadisten kaynaklanarak verdiği hükümleri burada belirttim.
 
Şöyle bir soru sorabiliriz;
 
Hz. Peygamber Aleyhissalatu Vesselam, gerek İslam’a davet mektuplarında, gerekse de dini ve beşeri münasebetlerinde ehl–i kitaba böylesi bir beyanda bulunmuş mudur?
 
Tabi ki hayır ve asla bulunmamıştır. Zaten öyle haşa yapmış olsaydı gönderiliş gayesinin dışına çıkmış olurdu. Çünkü İslam, muharref hıristiyanlığın savunduğu yanlış ve batıl inanışı aynı zamanda yahudilerin de çarpık inanışlarını değiştirmek, daha açık belirtirsek yeryüzünde yayılan şirki kaldırıp yerine tevhidi yerleştirmek için gelmiştir ve beşer olarak da Hz. Muhammed Aleyhissalatu Vesselam bununla görevlendirilmişti. Zaten haşa böyle bir beyanda bulunmuş olsaydı bunu diyalogcular hemen kaynak göstererek hıristiyanlığı, yahudiliği ve Müslümanlığın aynı olduğuna hangi dine inanırsak inanalım Cennete gireceğimize delil gösterirlerdi. Ellerinde böyle bir delil olmadığı halde şimdiden üç dini bir tutmaktadırlar.
 
Bu konuda en çarpıcı örnek, Hz. Peygamber’in Ehl–i kitap olan Yemen halkına İslam’ı tebliğ için gönderdiği Hz.Muaz b. Cebel’e (r.a.) emir ve tavsiyeleridir.
 
Bu yazıyı yazmaktaki amacım son günlerde doğruymuş gibi bu konularda fazla bilgisi olmayan halkımıza imanımızı zedeleyecek, zaten gayeleri de bu olan diyalogcuların yanlış itikatlarına karşı bir uyarı, savunma, halkımıza bilgi niyetiyledir.
 
Selam, saygı ve dualarımla.
 
Yakup MUSA
 
02.09.2009

            Yazar Sayın Ahmet ŞAHİN’in yazısı aşağıda olduğu gibidir.

DİNLER VE KÜLTÜRLERARASI DİYALOG TOPLANTILARI

Biz dinleri ikiye ayırıyoruz. Semavi dinler-beşeri dinler. Semavi dinler aslında Rabb’imizin gönderdiği İlahi kitaba ve Peygamber’e dayanan İlahi dinlerdir.

Hıristiyanlık ve Musevilik gibi. Bu iki semavi dinin mensuplarına ‘ehli kitap’ diyoruz. Bize göre ehli kitap, diğerlerinden ayrıdır. Hem o kadar ayrı ki, ehli kitapla akrabalık bile kurabiliyoruz. Nikahla kızlarını alabiliyor, çocuklarımızın anası yapmayı düşünebiliyoruz. Kestiklerini yemede de tereddüt göstermiyoruz...

- Neden bu kadar yakınlaşabiliyoruz?.. Onlar da Rabb’imizin gönderdiği bir İlahi kitaba inanıyor, Peygamber’e dayanıyor da ondan... Sadece bir eksikleri var, onu da onların takdirlerine havale ediyoruz.

- Nedir o eksikleri?

- Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden, eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed’le Kur’an’ı da tanımaları...

Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...

Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal etmelerinin gereği oluyor bu kabul.

Her ne ise... Bu ayrı bir konu aslında. Burada yine de biz kendi nefsimizi sorguluyor, İslam dünyası olarak İslam’ın güzelliğini halimizle gösteremeyince onlar da şimdilik seyirci kalmakta kendilerini haklı buluyorlar, diye düşünüyoruz. İslam’ın imrenilecek güzelliklerini ekonomik, sosyal, kültürel yaşayışımızla tam gösterebilseydik durumu çok farklı olacaktı diye değerlendirme yapıyoruz...

Gelelim semavi olmadıkları halde din ismi verilen beşerin iyilik ekollerine...

Onların dinin emir ve tavsiyelerine aykırı düşmeyen faydalı söylemlerine de itibar ediyor, destek veriyoruz. Ama ehli kitap gibi bir akrabalık ve kestiklerini yeme gibi bir yakınlığımız söz konusu olmuyor...

Demek ki bizler, farklı dine mensup insanların ortak doğrular etrafında birlik meydana getirmelerinden yanayız. Nitekim onlar da böyle birlikten yanalar.

Hal böyle olunca farklı dinin dindarları, insanlığın hayrına olan konularda bir araya gelseler, dinsizliğin dini değerleri yok etme çabalarına karşı çareler bulmaya yönelseler, bu yakınlaşmadan ne ehli kitap zarar görür ne de bunun öncülüğünü yapan Müslümanlar...

Bu konuda Hucurat Sûresi ayet 13 çok net mesaj vermektedir:

- Ey insanlar! (Ey müminler! demiyor, tüm insanlığa hitap ediyor.) Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Kabile ve milletlere ayırarak yer yüzüne yaydık ki, tanışasınız, yardımlaşasınız, iyilikte birbirinize destek veresiniz!..

Bakın, birbirinizle vuruşasınız, savaşasınız, düşmanlık edip de güçlü olanınız zayıf olanlarınızı ezesiniz.. diye farklı yarattık demiyor... Tanışmayı, diyaloğu ve iyilikte yardımlaşmayı dikkatimize sunuyor...

İşte bunun için diyoruz ki, semavi din mensuplarının insanlığın hayrına olan doğrularda yakınlaşmaları, yardımlaşmaları İslam’ın verdiği mesajın da gereğidir. Böyle faydalı birliği sağlamakta öncülük, evrensel İslam’a yakışmakta, geçmişine de uygun düşmektedir. Her ne kadar bazılarının ufku henüz buralara kadar ulaşmasa da...

18.05.2004

E-posta adresi:a.sahin@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr

 

 

 

 

 



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.