Din savaşı, bizim kitabımızda yazmaz. Dini inançlarından dolayı herkes bizim en çürümüş dönemlerimizde bile özgür yaşamıştır. | |
| |
"Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz; Biz inkar eder, inkarı severiz; Sezai Karakoç/ Şahdamar'dan
Alçaklığın kısa tarihi Alman şair Hebbel, "Alman ulusunun bir hastalık tarihi dışında şimdiye kadar örnek alabileceği bir yaşam tarihinin olmadığını kabul etmek bu kadar zor mu?" diye sorar. Nietzche, "Dünya, çok uzun zamandan beridir bir tımarhanedir"der. İngiliz James Joyce, "tarih, uyanıp kurtulmaya çalıştığım bir kabustur' der. Ve Freud, insanlığın topyekün nevrozlu hasta olduğunu keşfedip, bunun çocukluğuna iner. Nevroz, bebeklik çağının mükemmel ve çok yönlü haz alma durumunu ergenlik çağında tahakküm ve kısıtlarla bastırıp, hazzı bilinçdışına itmişliğin bunaltısıdır. Uygarlık ve kültür, işte bu hazzı denetim altına almanın ürünüdür ve insanlık, bir gün tekrar denetimsiz özgür-sapkın-haz ilkesini ergenliğinde de almanın yolunu bulursa yaşamsal amacına ulaşacaktır. Tarihi, insanlığı, hayatı, bir bozulmuşluk hali, hastalık, kabus, delilik, kaos olarak gören bakışın batılı toplumlarda derin nedenleri var. Kavimler göçü, kelt barbarlığı, uzun sürmüş kabile savaşları, batılı aşiretlerin tarihöncesinin belki binlerce yıllık deneyimidir. Açlık ve vahşi doğa, batılı bilinçaltının hala aşamadığı gerçek nevrotik belirtilerinin kaynağıdır. Yine Freud'dan ödünç alırsak, ontojeni (tek bir organizma), filojeniyi (türü) içinde barındırır. Yani tek bir birey, içinde olduğu toplumunda özeti gibidir. Varolan bir toplum, tarihinin de özeti gibidir. Herhangi bir batılı tavır, bütün batı trajedisinden izler taşır. Son iki yüz yıldır, batı uygarlığı ve batı değerleriyle yatıp kalkıyoruz. Şüphesiz buna bir çok itirazlar da yükselmedi değil. Ama, ellerindeki başdöndürücü teknolojik üretim mekanizması, her seferinde batının uygarlık iddiasına itirazları püskürtmenin en etkili malzemesi oldu. Bu alet edevatla uygarlık aynı şey değildir diyen her ses, bir şekilde sindirildi ya da görmezden gelindi. Uygarlığın çok uzun bir tarihsel birikimin ürünü olduğu gerçeği hesaba katılmadı. Piyangodan para çıkmış bir lümpenin, o parayı bitirene kadar kompleksle mahallesindeki bir zengini taklit edercesine yaşaması gibi, batınında tamamen hırsızlık ve talan yoluyla sermaye biriktirip uygar toplumları taklit eder gibi yaşaması, kalıcı bir özellik zannedildi. Uzun zamanlar tarihi, kavimler göçünden bahseder. M.Ö. 3 binlerde başlayan büyük göçler sırasında Asyadan kuzeye gidenler, batılıların atalarıdır. Kadim çağların uygarlık ekseni, Çinden Meksikaya uzanan enlem boyunca dizilmiştir. İklim, doğa, toprak yapısı gibi bir dizi etmen sayesinde uygarlık, işte bu eksende gelişmiştir. Yerleşik hayat, tarımsal üretim, kentler, din, kültür ve sanat, bu uygarlık ekseninde doğmuştur. Mezopotamya-Akdeniz havzası, bu eksenin merkezi ve dölyatağıdır. Fırat ve Dicle hattı, ilk uygarlığın, Nuh'un ve İbrahim'in doğduğu yerdir. Kuzeye kaçan barbar kabileler, bin yıllar sonra, işte şimdi bu insanlığın ve uygarlığın ana rahmine saldırmakta, onu yutmaya, onun petrolle simgeleşen maddi varlığı üzerinden bütün tarihini yok etmeye, intikamını almaya çalışmaktadır. Barbar beşer kabileleri, oidipus komleksiyle sahnededir. Beşer, teomitolojide kabil'dir. Girişte alıntı yaptığımız batılı yazarların tarih algısının neden kabus, insan algısının neden hastalık olduğunu çok iyi anlıyoruz. Sadece kendilerini tarif ediyorlar ama sanki tüm insanlığı anlatıyormuş gibi yapıyorlar. Uygarlık ve barbarlık ölçüleri Oysa elimizde kişilerin ya da toplumların ne kadar uygar olduklarını test edecek kesin ölçüler var. Bunların başında doğa, tanrı ve insan algısı geliyor. Uygarlık ilk başta göçebe-yağmacı-animist yaşam tarzının anti tezidir. Bilinebilen tarihsel verilere göre insanöncesi insanımsı avcı-toplayıcı göçebe topluluklar yüzbinlerce yıl yaşamıştır. İnsan, bu uzun tarihin sonunda, bilimsel iddialara göre M.Ö 50-30 bin yıl önce sahneye çıkmıştır. Dinsel kaynaklar da bir tarih belirtmez ama, yeryüzünde kan döken, bozgunculuk çıkartan bir yaratık varken, insan var edilmiş ve Allah'ın ruhundan üflemesiyle sahneye çıkmıştır. İşte bu akleden insanla, önceki insanımsı varlıklar arasındaki mücadele, zaman içinde uygarlıkla-barbarlık, animizmle tevhid, adaletle zulüm, kaosla düzen arasındaki savaşın temelidir. Freud, o ilkel bebeklikten aslında akletmeyen ve haz ilkesiyle yaşayan insanöncesi yaratığın, yani beşerin psikanalizini yapmıştır. İnsan, haz ilkesini denetim altına alıp yeryüzünü imar ederek kendini gerçekleştiren beşer olmaktan kurtulan bir üst nitelikteki varlığın adıdır. Uygarlığın bir diğer ölçütü, insanı, doğa, tarih, toplum ve kendi içgüdülerinin koşullanmalarından çıkartıp, bunları yöneten ve kendi kaderinin efendisi kılan bir varlık haline getirmektir. Her nerede ve hangi teknolojiyle olursa olsun, işte bu amaca ulaşan toplumsal düzenler uygar, bunu gerisinde kalan topluluklar ise barbardır. Bu manada uygarlık, evrensel bir tarihin tek bir çizgide ilerlemesiyle değil, her hangi bir zamanda ve mekanda, her hangi bir toplumda ortaya çıkabilecek, inişli çıkışlı ve verili koşullara göre biçimler alabilen bir yaşamsal düzeydir. Bu manada, insanın ortaya çıkışı, beşere nispetle bir uygarlık adımıdır ve batılı antropolojinin iddialarının aksine ilk insanlar ilkelliği değil, uygarlığın orijinalitesini temsil ederler. İlkelliği, insanla beraber var olan beşer temsil eder. Aynı şekilde bugün batılı toplumlar barbarlığı, mesela Müslüman toplumlar veya Afrikalı paylaşımcı komünler halinde yaşayan kabileler uygar değerleri temsil ederler. İnsanlık, vicdan, merhamet, akıl ve aşk nerde varsa uygarlık oradadır. Bir başka uygarlık ölçütümüzde, sürekliliktir. Bir toplum tarihsel olarak 100-200 yıl gibi kısa bir dönemde uygar bir görüntü çizebilir. Ama eğer gerçekten uygarlığı içselleştirmemişse, piyangodan para çıkan kişi gibi taklitten başka bir şey değilse, bilinçaltı er yada geç açığa çıkar ve animist-pagan inançlarıyla, insana düşmanlığıyla, tahakküm ve zorbalık iç güdüleriyle kendini ele verir. Batı olarak kodladığımız toplulukların macerası işte tamda bu yanılsamadan ibarettir. Batılı topluluklar, mezopotamya-Akdeniz ve Hind-Çin uygarlıklarıyla tanışıp, önce yağmalamış sonrada taklit etmiştir. Bütün marifetleri, beşer genetiklerinin içgüdüsel var kalma çabasıyla her şeyi yutarak absorbe etme çabasından ibarettir. Çini, Hindi, Mezopotamya'yı, mısırı, Anadolu'yu, Latin Amerika'yı, felsefeyi, sanatı, petrolü, devleti….uygarlığın tüm birikimlerini azgın bir iştahla yutmuşlardır. Şimdi, bünyelerine fazla gelen bu birikimi hazmedemeyip kusma çağındalar…
Batılı toplumlar, gerçek insanlık havuzuna, insanlık ailesinin şerefli birer üyesi olarak katılma yani uygarlaşma çabasında bu çağda da sınıfta kaldılar. Eğer kapitalizm, şu yaşadığımız yüzyılda kendi üzerine çökmezse, batıda başlayan bir yıkımla imha olmazsa, bu barbar toplulukların uygar insanlık ailesine verecekleri tahribat çok daha ağır olacak. Son üç yüz yıldır çok iyi biliyoruz ki, bunlar nereye girdilerse kan, zulüm, iç savaş, etnik,dini bölünmeler, siyasi parçalanmalar, sosyal çürüme ve gaddar devlet düzenleri de birlikte girdi. Aramızdan batılılarla soy ve ruh akrabalığı olan hainler dışında, her namuslu insan bunun farkındadır.Kızılderililer, Hindliler, Afrikalılar, Balkanlılar, Kafkaslılar, orta Asyalılar, bu batı kökenli şer güçlerin kendisi yada ideolojilerinin kurbanı olmuştur. Japonlar, Wietnamlılar, Koreliler, Afganlar, Iraklılar, bunların vahşi silahlarının ve barbar zulümlerinin hedefi olmuştur. Topyekün batının çöküşü için mücadele etmek, kapitalizmi ve emperyalizmi, bunla birlikte batıya ait tüm sahte bilinç ürünü ideolojileri, milliyetçiliği, liberalizmi, faşizmi, küreselciliği yok etmek, insanlığın üçüncü bin yıldaki asli ve ortak görevidir. İnsanım diyen herkes, bu idrakte toplanmalı ve batılı barbarlığın üç yüz yıllık istilasını püskürterek bir daha nüksetmeyecek şekilde tarihe gömmelidir. Batı, Uygarlığa, medeniyete bir saldırıdır. Batı, on binlerce yıllık uygarlık-barbarlık diyalektiğinde barbar tarafın adıdır. Batının elindeki teknolojiyle başı dönenler, biraz çabayla maymununda alet kullandığını unutmamalıdır. Uygarlık alet kullanmada değil, insanı yaşatmada belli olur. Bu da adalet ve vicdanın varlığıyla ölçülür. Batı tam aksine artık zulmün, çirkefliğin, çifte standartların ve rafine faşizm çeşitlerinin arenasıdır.
Barbarlığın küresel istila deneyimi tabi ki yeni değildir. Haçlı seferleri bir başlangıç olarak alınabilir. Din, her zaman batılılar için bir maske olmuştur. Bugünde dün olduğu gibi, dinsel temaları ya da din temelli farklılıkları kışkırtarak sömürüye koşmaktadırlar. Bunların ataları da sıradan hristiyan köylüleri kışkırtıp Kudüse kadar koşmuşlardı. O zamanda bunları gönderenler, ne Kudüsün kutsallığı ne de tanrının krallığı gibi şeylere inanmıyorlardı. Şimdi de yahudi baronlar, tampliyeciler, CFR üyeleri, masonlar ve evanjelik papazlar, böyle şeylere inanmaz. Din, bunlar için maskeden başka bir şey değildir. Yani medeniyetler savaşı, din savaşı ya da tersinden sanki kendileri kışkırtmıyormuş ve ortada toplumların bir biriyle savaşı varmış gibi ortaya sürdükleri medeniyetler ittifakı, dinler arası diyalog gibi safsatalar, kitle manipülasyonu için kullanılan malzemelerdir. Başörtüsü yasakları veya Karikatür krizi gibi provokasyonlar, mason locaları ya da benzeri pagan barbarlık çetelerine üye elitlerin tezgahlarından başka bir şey değildir. Bu nedenle, diyalog ve ittifak gibi, içinde din ve medeniyet geçen her tür söylemlere dikkatle yaklaşmak gerekir. Ortada din ve medeniyetler arası bir sorun yoktur. Ortada sadece batılı barbarlığın insanlığa topyekün saldırısı vardır. Öte yandan ABD neo-con elitinin dünya devleti kurma hevesiyle başlayan küresel operasyon, bütün batının bilinçaltını ortaya dökmüştür. Öğrendiklerini sandığımız insani değerler, evrensellik, barış, adalet, özgürlük, hukuk, bir çırpıda rafa kaldırılmış ve barbarlık tüm çirkinliği ve pervasızlığıyla ortaya dökülmüştür. Bizim uygarlık etiğimiz, "bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe düşürmesin" der. Evet, beşinci sınıf bir batı düşmanlığı yapmak gibi bir derdimiz yok. Ama şunu açıkça görüyoruz ki, iki yüz yıldır onlarca uygarlık havzasını talan eden, yüzlerce savaş çıkartan, milyonlarca insanı katleden ve en acımasız silahlarla insanı köleleştiren bu topluluklarda en ufak bir uygarlık izi olsaydı, en başta kendi içinde, kendi toplumlarında büyük iç savaşlar ve hesaplaşmalar yaşanır ve uygarlık damarı barbarlık damarını alt ederdi. Ne var ki, kısmen uygarlığa, yani adalet, eşitlik ve özgürlüğe çağıran sol değerler bile batıda değil, bir doğu ülkesinde Rusya'da makes buldu. Fakat orada da kadim insanlık değerleriyle savaşan bir beşer animizmi olan materyalizm sayesinde doğu halklarının iğdiş edilmesine sebep oldu. Batı ise, bencilce duygularla burjuvazinin etrafında ördüğü refah toplumu düzenini sürdürülebilir kılmaktan başka bir çaba göstermedi. Barikatlarda yaratılan tüm değerler, aynı burjuvazinin elinde çöpe atıldı ve şimdi içi boş bir slogan olmaktan öte bir anlama sahip değil. Bizim uygarlık havzamızda, bu tür barbarlık girişimlerinin hiç biri başarılı olmamıştır. Tarihimizde çıkmış firavunları toplumsal hafızalarımız bir daha çıkmasın diye kodlamış ve zalimliği mahkum etmiştir. Karun yani parayatapan Yahudi tipi, yine aynı şekilde aşağılanan bir tiptir. Hükümdar yani siyasal felsefe, her durumda adaletle sorumlu tutulmuştur. Ölçülerimizden saptığımız geçici fitne çağlarımız olmuştur. Ama her zaman yeniden silkinip aslımıza döneceğimiz bir uygarlık damarımız hazırda beklemiş ve kaosu, fitneyi, zulmü defetmiştir. Bu nedenle, son zalim Firavun'dan sonra adını anmaya değecek yezit, haccac, Kuyucu Murat gibi birkaç örnek vardır. Ki bunlarda zulümleriyle birlikte tarihe gömülmüş ve adları hala lanetle anılan zalimler olarak hafızalara kazınmıştır. Ama batıdaki gibi bir sisteme, ideolojiye, kurumsal mekanizmalara dönüşmüş kapitalizm, faşizm, nazizm, liberalizm, milliyetçilik gibi fitne ve fesata yol açan insanlık düşmanı ideolojiler doğuda çıkmamıştır. Doğuda kötülük arızi bir durumdur. Batı ise bizatihi beşer bilinçaltının bin yıllar sonra patlayıp insanlığa musallat oluşunun adıdır. Kültürel ya da dini nedenlerle batı düşmanlığı yapmak yanlıştır. Kültürcülük veya dinsel düşmanlıklar, bize yabancıdır. Biz, hiçbir zaman hiçbir topluluğa dini yada kültürü nedeniyle düşmanlık yapmadık. Bu coğrafyada ve İslam da sadece zalime düşmanlık meşrudur. Bu nedenle, tarihimiz boyunca her dönemde, hatta haçlı istilasında dahi Hıristiyan nüfusumuzun sırf Hıristiyan olduğu için kılına bile dokunulmamıştır. Aynı şekilde Türklerin Anadolu'yu fethi, Paflikyan Ermeniler yani tevhide inanan ve Bizans'a karşı çıkan Hıristiyanların da desteğiyle olmuştur. Osmanlı beyliğinin de Bitinya'daki bir çok Rum Hıristiyan topluluğun desteğini aldığı bilinmektedir. Din savaşı, bizim kitabımızda yazmaz. Dini inançlarından dolayı herkes bizim en çürümüş dönemlerimizde bile özgür yaşamıştır. Sadece siyasal bazı nedenler veya işbirlikçilik gibi dini olmaktan çok gayrı meşru tutumları nedeniyle bazı topluluklara hasmane tavırlar alınmıştır. Bizim kadim cihad ölçümüz bellidir, "fitne ve zulümü defetmek". Bunun dışında bir savaş, gayrı meşrudur. Biz halkların meşru savunma ve direnme hakkını tanırız. Bu manada, empreyalizme karşı dünyanın her yerindeki direnişlerde birer cihad'dır. Bunu Müslümanların yapması şart değildir. Allah, tüm insanların rabbidir ve herkesin haklı ve meşru müdafaasının ecrini verecektir. Batılılar, yoğun bir şekilde bizim hain batıcı çevrelere de ezberlettikleri terör teranesini dillendirirler. Evet, masum insanlara karşı maksadı belirsiz her tür şiddet gayrı meşrudur. Biz kalleşçe savaşmayı bilmeyiz. Zaten son iki yüz yıldır hiçbir savaşımız da eşit güçle olmamıştır. Her savaşta düşmanlarımız bizden çok daha güçlü olarak karşımıza çıkmıştır. Buna rağmen gayrı meşru savaş yöntemlerine başvurmak bizim için marjinal bir davranıştır. Ama bizde batılılara ısrar ve inatla şunu öğretmeliyiz; Emperyalizme karşı direniş bir haktır ve biz direneni değil, direnmeyeni aşağılarız. Savaşanı değil savaşmayanı suçlarız. Vatanımızı, milletimizi, ülkelerimizi savunmak, tabii ki inancımızın da emridir. Bu nedenle gavurun propagandalarıyla değerlerimizi ve namusumuzu terk edecek değiliz. Asıl batılılar şunu öğrenmeliler, işgal, sömürü, talan ve yağma terördür. Halklarımız işte bu teröre karşı sonuna kadar ve her yöntemle direnecektir. Demokrasi de, bu direnişin bir etabı olarak değerlendirilebilir. Milletlerimizin, batıcı oligarşileri devirip kendi kaderlerini ellerine alması ise demokrasi, o demokraside savaşımızın bir parçasıdır. Bugün, insanlığı kaosa sürükleyen fitnenin elebaşıları Şeytana tapan, paraya tapan, dünyaya tapan dar bir sapkın elittir. Bunlar, insanın inandığı hiçbir şeye inanmaz. Aksine insana ait ne varsa çürütmek ve yok etmek için uğraşır. Para bunların dünyaya egemen kılarak insanlığı köleleştirmesinin aletidir. Bunlar, şimdilerde yeni dünya düzenlerini kurmak için Mesihçi-mehdici beklentileri kışkırtarak, bu tür inançları öne sürerek kitleleri asker yapmaya çalışmaktadırlar. Protestanlıktaki ve Yahudilikteki Mesihçi itikatlar ve Şiilikteki mehdici Hücceti çizgisi, son dönemlerde aynı kurtuluşçu teolojinin diliyle kıyamet savaşı çıkarmanın peşindedir. Bu marjinal kurtuluş teolojileri, İslam'ın da, Yahudi ve Hristiyanlığın da çok küçük kesimleri tarafından temsil edilir. Ama küreselci proje bu itikatları özenle öne çıkartarak operasyonlarında kullanmaya başlamıştır. Çünkü bu sapkın itikatlara göre, kötülük ve din savaşları arttıkça, mehdi-mesih daha çabuk gelecektir ve o nedenle bu kurtarıcının gelişini hızlandırmak için kaosu derinleştirmek gerekir! Bu bağlamda, tıpkı medeniyetler ve diyalog söylemi gibi, bunun tersine kıyamet savaşı ve mehdi-mesih beklentisini ifade eden her söylemden ve söylem sahibinden şüphe etmek gerekir. Bu saçma itikatların dinlerde yeri yoktur. Bunlar tarih içinde mağlup psikolojisinin ürettiği ve göçebe animist şaman kurtarıcı mitlerinin ilahi dinlere sızmış batıl inançlarıdır. Müslümanlar, böyle batıl söylemlere prim vermeyerek, aksine, gerçekten hala barış ve adalet arayan ve emperyalizme karşı çıkan her dinden toplulukla dayanışma ve ortak direnme yolları aramalıdırlar. Bu çerçevede, heretik sapkın küreselci çeteler, neoliberal faşistler, evanjelik, Yahudi ve Müslüman Mesihçi-mehdici sapkınlar bir safta, geri kalan Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diğer din mensupları bir saftadır. Aramızdaki temel ölçü ise, emperyalizme direnmek ya da işbirliği yapmaktır. Bu eksende bir saflaşma, tabii ki din savaşı değil, insanlığın varolma savaşı, uygarlıkla barbarlığın savaşıdır. Ve karşı safta Yahudi veya Hıristiyan olabileceği gibi, Müslüman görünümlü münafıklar da olabilir. Aynı şekilde bizim safımızda insan kalabilmiş gerçek dindar Hıristiyanlar da olabilir. Önemli olan, insanlık çapındaki saflaşmada kimin nerede durduğudur, neye inanıyor göründüğü değil…Gerçek iman, aslında seçilen bu saftan bellidir. Şeytanın safını seçenlerin adı Müslüman olsa dahi bizden değildir. İşte bu çerçevede, batılı barbarların içimizdeki ajanlarını tasfiye etmekle işe başlayıp, bütün batıyı tarih dışına çıkartacak en az yüz yıllık bir mücadeleye girişmek, hepimizin görevidir. Bu defa da uygarlık ve insanlık kazanacaktır. Haber10.com |
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.