[anadoluhaber:37589] DİN ÜZERİNDE Kİ RANT, CEMAAT, TARİKAT VE VB. yazan: MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI Posted: 01 Feb 2010 08:29 AM PST DİN ÜZERİNDE Kİ RANT, CEMAAT, TARİKAT VE VB. yazan: MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI Her bireyin kendisine göre bir inancı bulunmaktadır. Bu inanç içinde ki inanç ve etrafındaki kişilerin görmesini istediği inanç olarak ayrılmaktadır. Kişi inanır. Ne var ki gerçekte inandıklarını toplumla paylaşmaz. Çünkü kişinin inancına karşılık bulamayan bir de etrafın, konu komşunun, ahalinin, toplumun inançları bulunmaktadır. Bukalemun gibi kişi de bunlara göre kendisini ayarlamaya çalışır. Mecburdur. Günümüzde terminolojiye girdiği üzere mahalle baskısı ile karşı karşıyadır. Bu durum derece, derece kendisini değişik şekil de göstermektedir. Her birey yemek, içmek gibi faaliyetler de bulunmak zorundadır. Bu faaliyetlerin icrasın da özellikle de günümüz ekonomisinde ki olumsuzluklar karşısında birey yalnızlaştırılmış ve bir başına bırakılmıştır. Her türden olumsuzluğun bir arada bulunduğu gelişmeyi başaramamış topluluklar da öne çıkmak bir yana dursun geri planda dahi kalmak olanaksız hale getirilmiştir. Bir gruba dâhil olmak bireyin yemesi, içmesi için bir gerekliliktir. Yaşamak adına birey “ya yapacaktır! Ya da kaybolacaktır!” grupların içinde kendisine bir yer edinmek zorundadır. Mevlana Celalettin RUMİ “Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” diye durumu özetleme ihtiyacını çok zamanlar öncesinden özetlemiştir. Bu ihtiyaç modern olarak tabir edilen dünyamızda dahi geçerliliğini korumaktadır. Cemaatler vardır. Yazımızda adlarının bir öneminin bulunmadığı bu söz konusu Hukuki geçerliliği tartışma götürür kuruluşlarla hareket edenler bulunmaktadır. Belki nazari açıdan her biri için geçerliliği bulunmasa dahi birey için ekmeği bulma yeri olarak tabir edilebilmektedir. Evet, birey tüm hayatını ekmeği bulmaya adamıştır. Amaç ekmektir. Amaç ayakta kalabilmektir. Amaç Yaşabilmektir. Her ne pahasına olursa olsun nefes alınmalıdır. Bu yüzden kişi cemaatlere gider. Bu yüzden kişi Namaz kılar. Bu yüzden kişi Oruç tutar. Göstere, göstere yapmak durumundadır. Onun yolu göstermektir. Bu konuda mütevazı olunması kendisinden beklenmemelidir. Yol birdir. Yol gösterme yoludur. Oralarda esnaflarla ve değişik meslek grubundan kişilerle tanışma sağlanır. İş bulma, iş kapma eylemleri daha bir başarılı sonuç verecektir. Kişi mecbur bırakılmıştır. Yolu yoktur. Gerçekte şahıs HİÇ BİR ZAMAN OLAMAMIŞTIR. Yani bu durum da Mevlana cümleyi güzel söylemiş ama eksik söylemiştir. Ya da başka bir şeyi kastetmiştir. Birey yaşama güdüsünü içerisinde barındırmaktadır. İş yaşamayı aşıp da başka boyutlara taşındığında ise güç, hırs vb. gibi duygu depreşmelerin de yükselmek en iyi olmak arzusu yatmaktadır. Bunun olması da normaldir. Doğaldır. Çünkü insanoğlu gösterişi sever. İnsanoğlu görmeyi sever. İnsanoğlu şov ister. Şov yapar. Mütevazı insanlar da varlığını bu sistem içerisinde devam ettirmektedir. Bu insanlar vardır. Ama belki bilerek ve belki de bilmeyerek ya da bilmek istemeyerek yaşanan ikiyüzlülüğe boyun eğerler. Belki de gereksiz tartışmalardan kaçınmaktadırlar. Sonuçsuz kalacak hareketlerde de bulunmanın ne anlamı olacaktır ki. İnsanlar diğer sivil toplum kuruluşlarında da gönüllülerin yanında ekmek için bulunmaktadır. Ekmek! Ekmek için yapılmayacak ne vardır ki. Sınırları belirlemek zordur. Nerde ekmek nerde pasta peşine düşülmektedir. Bilinmezlerle dolu açmazları olan toplumun oynadığı bir oyundur bu. Toplum oynamaktadır. Evcilik oyununa benzer. Oynanması isteğe bağlı bırakılan bir oyun değildir. Pastanın peşinde olanlara iyi niyetli tavsiyeler dışında daha yapılabilecek her hangi bir şey bulunmamaktadır. Buna karşın ekmeğinin peşinde olanlara ise ekmeği vermek ve sonra onların davranış beklemek yerinde bir tutum olacaktır. Ekmeğini henüz eline alamamış ve kimi yerler de pasta yeme şerefine eren benim varlığım toplumun içinde bulunduğu ekonomik koşulların en büyük kanıtıdır. MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37583] ►► 148 şirket 102 bin 786 kişiyi işe alacak ► Vergi ve prim borçlarında yapılandırma beklentisi ► SGK`dan 100 bin işçiye borç sürprizi ►► Posted: 01 Feb 2010 07:58 AM PST |
[anadoluhaber:37584] 200 bin Haitili'yi IMF öldürmedi mi? Posted: 01 Feb 2010 07:30 AM PST 01 Şubat 2010 200 bin Haitili'yi IMF öldürmedi mi? iyibilgi Ankara
Böyle bir soruyu ortaya atmak için, hele de küresel bir kurum adına, ciddi bilgilere sahip olmak lazım. Allah'tan bu cümleyi kuranlar, Amerika ve İngiltere'nin önemli gazetelerinin önemli gazetecileri. Böylece bize daha basit bir iş kalıyor. IMF ile yeni bir anlaşmaya adım adım yaklaşan hükümete ve elbette Başbakan Erdoğan'a, tıpkı "domuz gribi aşısında" gösterdiği reaksiyon zamanındaki gibi, hemen hemen aynı gerekçeleri "anımsatmak"! Gerçek mi?. IMF'in Haiti'de ölen 200 bin insanın vebalini taşıdığı söylenebilir mi? Deprem doğal bir afet ama, IMF'in onu kat kat ölümcül hale getirmiş olması mümkün. 20 Ocak 2009'da İngiliz Guardian Gazetesi'nde'da Seumas Milne şu satırları kaleme almış.. "Korkunç can kaybı miktarının başlıca nedeninin yoksulluk olduğu ayan beyan ortada: döküntü barakalar, sağlık hizmetlerinin ve kamusal altyapının yokluğu. Fakat Haiti'nin yoksulluğuna, istikrarsız tarihinin veya kültürünün bir özelliği diye bakılıyor. Halbuki bu yoksulluk dış dünyayla, bilhassa da ABD, Fransa ve İngiltere'yle kurulan ve asırlar öncesine dayanan eşsiz derecede acımasız bir ilişkinin doğrudan sonucu. Sözgelimi 30 yıl önce Haiti pirinç üretiminde kendi kendine yeten bir ülkeydi. 1990'ların ortasında IMF ülkeyi gümrük vergilerini indirmeye zorladı, ABD buraya sübvansiyonlu üretim fazlasını boca etti ve Haiti bugün pirincin büyük kısmını dışarıdan alıyor. On binlerce pirinç çiftçisi başkent Port-auPrince'in barakalarına taşınmak zorunda bırakıldı. Geçen haftaki depremde de bir çoğu öldü." Gayet açık ve doğrudan değil mi? Buna bir-iki satır daha devam edelim ve daha sert bir başka yazıya geçelim. "Aynısı 20 yıldır dayatılan borç verme ve yardım koşulları için de geçerli; bu koşullar nedeniyle Haiti hükümetleri özelleştirme yapmak, asgari ücreti indirmek ve zaten yerlerde sürünen sağlık, eğitim ve altyapı hizmetlerini azaltmak zorunda kaldı. "Şimdi bile yeni IMF kredileri, Haiti'nin elektrik fiyatlarını artırması ve kamu sektörü ödemelerini dondurması şartlarına bağlanıyor." Şimdi ABD'ye geçelim. New York Times'in çok satanlarından "Armed Madhouse"un yazarı, araştırmacı gazeteci Grep Palast'ın 21 Ocak tarihli yazısından alıntılarımız daha kısa ama daha çarpıcı. "Doğal felaket diye bir şey yoktur. 200.000 Haitili derme çatma evler ve IMF'in 'kemer sıkma' politikaları yüzünden ölmüştür. Papa ve Baby'nin bitiremediğini (Haiti'nin baba-oğul diktatörleri) IMF bitirdi." Bu yazıdan bir cümlelik alınta daha yapacağız. Bu cümlede kullanılan sıfatların ve tanımlamaların dahi IMF'den uzak durmak için yeterli olduğu düşünülebilir. "Bir IMF planı kamu hizmetlerini kesmenin ülkenin zenginleşmesine yardım edeceği irrasyonel inancıyla zombileşen ekonomistlerin yönettiği bir Vudu ayinidir." Şu sıralar IMF kelimesi Türkiye'de her geçtiğinde, "IMF'e ihtiyacımız yok ama..." diye başlayan cümlelerin "ama"sı ne? -- "Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı; doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır. Eğer karakter gelişmemişse tahsil ise yaramıyor. Unutmayalım; banka hortumlayanlar, devleti soyanlar, rüşvet alanlar, vatanı çıkar uğruna satanlar, maç satanlar, şike yapanlar, teşvik verenler; birilerini hakir görüp aşağılamakla yükseleceklerini zannedenler hep tahsilli bireylerdir..." MUSTAFA KEMAL ATATÜRK NE SAĞ, NE SOL, KEMALİZM EN GERÇEKÇİ YOL, NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37585] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ Posted: 01 Feb 2010 07:12 AM PST | | TEKEL Workers’ Resistance: Re-Awakening of the Proletariat in Turkey Posted: 31 Jan 2010 06:33 AM PST "A specter is haunting Turkey, the specter of the proletariat..." at FOR REASONS UNKNOWN SOLIDARITY!!!! | Polis memurları ilk kez konuştu: Hizbullah taşerondu Posted: 31 Jan 2010 06:11 AM PST Polis memurları ilk kez konuştu: Hizbullah taşerondu Ölümünün dokuzuncu yıldönümünde Gaffar Okkan suikastında yaralanan polis memurları ilk kez konuştu. Dehşet gecesi yaşadıklarını anlatan gazi iki polis memuru, suikastın Hizbullah tarafından yapıldığını düşünmüyor. Nedeni ise Hizbullah gibi bir örgütün bu kadar planlı programlı bir suikast düzenleyemeyeceği Bir ay evvelinden Gaffar Okkan'a yönelik suikast olacağının istihbaratının geldiğini belirten polis memurları, olaydan önce elektriklerin kesildiğine dikkat çekerek, iki sokak ötede bulunan jandarmanın olayı duymamasına hayret ediyor Türkiye'nin en büyük suikastlarından birine 24 Ocak 2001 tarihinde kurban giden Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, ne tek bir el ateş edebildi ne de karşı koyabildi. O çok sevdiği Diyarbakır halkının kendini öldürmeyeceğini, öldürtmeyeceğini düşünüyordu. O yüzden zırhlı araca dahi ihtiyaç duymadı. Kendi polisi haklı olsa bile Diyarbakır halkını her zaman savundu. Hiçbir emniyet müdürünün sevilmediği kadar sevildi Diyarbakır'da. Diyarbakırspor'u birinci lige taşımak için canla başla çalıştı. Kimi zaman kahvelerde çay içti, ciğercide tebdili kıyafet ciğer yedi Kürtçe'yi öğrendi, demokratik açılımın ilk tohumlarını aslında o attı. Ancak o çok sevdiği ve sevildiği kentte hak etmediği bir suikastta kaybetti hayatını. Aradan dokuz yıl geçmesine rağmen Okkan suikastı aydınlatılamadı. İddialar, soruşturmalar, tanıklar, kafa karıştırıcı ihbarlar sonuca gitmeye engel oldu. Hizbullah'a açtığı operasyonlarla adını duyuran Okkan için en çok Hizbullah'ın bu olayı yapabileceği söylendi. Ancak Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 'Hizbullah' üyelerinin suikastla' ilgili yargılandıkları davanın gerekçeli kararında Hizbullah'ın bu kadar planlı bir eylemi gerçekleştirmesinin mümkün olmadığına dikkat çekti: "Bu suikast incelendiğinde Hizbullah'ın daha önce bu şekilde herhangi bir eylem yapmadığı, suikastın son derece profesyonelce planlandığı, örgütün genellikle eylem kararı alındıktan sonra hedefteki kişinin takibi ve istihbaratının yapılmasından sonra 1 tetikçi, 1 koruma ve 1 gözcü tarafından hedefteki kişinin müsait bir yerde tabanca ile vurularak veya satırlanarak öldürülmesi seklinde gerçekleşmektedir. İstihbarat sonucu emniyet müdürünün geçeceği yolun ve saatin tespit edildiği, o saatte o bölgedeki elektriklerin kesildiği ve daha sonra 10 koruma polisiyle makam aracıyla giderken eylemin gerçekleştiği görülmektedir. Gaffar Okkan halkla iç içe bir emniyet müdürüydü. Eylemin çok basit bir şekilde gerçekleşmesi mümkün iken, bu kadar profesyonelce yapılmış olması düşündürücü." SUİKAST İHBARLARI HEP VARDI . Beş polisin şehit olduğu, dört polisin yaralandığı olay üzerinden 9 yıl geçti. Olayın tanıkları ve şahitleri şimdiye kadar hiç konuşmadı. Ölümünün dokuzuncu yıldönümünde Gaffar Okkan suikastında yaralanan polis memurları ilk kez konuştu. O dehşet gecesi yaşadıklarını gazi iki polis memuru anlattı. O dönem Gaffar Okkan'ın makam korumalığını yapan ve suikastta bileğinden yaralanan eski polis memuru Veli Göztepe onlardan biri. Veli Göztepe, Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube'de göreve başlamış. Dört yıl Ankara'da görev yaptıktan sonra 1999'da tayininin çıkmasıyla Diyarbakır'a gelmiş. O dönemler Diyarbakır'da terör olayları hat safhada. Haliyle tedirgin bir şekilde gitmiş bölgeye: "Gaffar Okkan 1997'de gelmişti Diyarbakır'a. Sivil kıyafetlerle dışarıda dolaşıyor halkın olduğu yerlerde yemek yiyor. Bir anda Gaffar Okkan olmuş Gaffar Baba." Gaffar Okkan genelde gündüzlerini vatandaşlara geceleri ise polise ayırıyor. Tayini Diyarbakır'a çıkanlarla birebir görüşüyor. Tekmili iyi verenlere göre görev yerlerini belirliyor. Veli Göztepe'ye de bölge korumalığı düşüyor. Yani Gaffar Okkan makamdan çıktığında belirli stratejik noktaları ablukaya, Okkan'ın gideceği geçiş yerlerinde güvenlik önlemlerini alacak. Veli Göztepe, bir ay evvelinden Gaffar Okkan'a yönelik suikast olacağının istihbaratının geldiğini belirtiyor. Ancak Okkan'ın bu tür ihbarlara pek kulak asmadığını, kendine ve Diyarbakır halkına olan güvenine işaret ediyor: "Sürekli istihbarat vardı; ama herhangi bir güvenlik önlemi yoktu. Çünkü Emniyet Müdürümüz 'Beni iki yerde öldüremezler biri memleketim Hendek'te diğeri Diyarbakır'da diyordu." Diyarbakır halkına güveninden dolayı zırhlı araç dahi istemiyordu Okkan. Zırhlı araç olursa halk hakkımda yanlış düşünür diyordu. Zaman zaman suikast girişimleri de oluyordu Okkan'a. Diyarbakırspor'la Siirtspor'un maçında birisi silahını çıkartıp doğrultmuş; ama Diyarbakırspor'un gol atmasıyla millet etrafını sarınca başarısız olmuş girişim." OLAYDAN ÖNCE ELEKTRİKLERİ KESTİLER Göztepe, olaydan birkaç gün önce dahi tüm teşkilatın içine bir korku düştüğünü, basit kavgalara bile Kaleşnikof'la gittiklerini dile getiriyor. Göztepe, olay gecesinde yaşananları şöyle anlatıyor: "Gaffar Okkan makamından çıkıp valiliğe gidiyordu. Önümüzden geçti. Selamımızı verdik ve hemen araca binip peşine gittik. En önde motorize ekip, onun arkasında Gaffar Okkan'ın makam arabası, onun ardında artçı korumalar, onun ardında trafik aracı ve benim kullandığım araba. Olaydan önce şehirde elektrikler kesildi. Diyarbakır'da kaçak elektrik çok kullanıldığı için yine şalter attı sandık. Bindiğimiz anda bir Kaleş mermisinin sesini duyduk ve ardından bir el bombası atıldı. Yunus geçtikten sonra Gaffar Okkan'ın aracını taramaya başladılar. Biz, ne oluyoruz derken ben aracın yönünü başka yöne kaydırdım; ama üç köşeden biz de saldırıya uğradık." | Veli Göztepe'nin bulunduğu araçta iki kişi bulunuyor. Aracın yönünü çevirdiğinde bir mermi dikiz aynasına diğeri koltuk başına isabet ediyor. Denk gelse ya kalbinden ya beyninden vurulacak. Ancak eline isabet eden mermi bileğini delip geçiyor. 4,5- 5 dakika süren çatışmanın ardından ağır yaralandığını aktaran Göztepe, "Mermiler burnumuzun dibinden, saçımızın üzerinden geçiyordu. Omzum, kalçam yanıyor, bileğimden kan fışkırıyordu. Arabanın önüne bomba atılınca camlar patlamış vücudumuza girmişti. Arkadaşlarımızdan biri beyninde delik arıyor, salavat getiriyordu. Hemen 'merkez taranıyoruz' diye tüm ekiplere bildirdik. Olay yerine gelip bizi hastaneye kaldırdılar." diyor. Şarapnel parçaları Göztepe'nin kalçasına ve omzuna saplanıyor. Ameliyat denilse de hâlâ o parçalar vücudunda duruyor. Ancak bileğinin kesileceği, kurtarılmasının mümkün olmadığı söyleniyor. Yapılan ameliyatlar sonunda bileği kurtarılıyor Göztepe'nin. İki sene tedavi gördükten sonra 2002'de emekli oluyor. İKİ SOKAK ÖTEDE JANDARMA OLAYI DUYMUYOR Olayın ardından Hizbullah'ın yaptığına dair iddialar kuvvetleniyor. Gaffar Okkan'ın Hizbullah'a yönelik operasyonlar yapması, olay yerinde bulunan silahların Hizbullah'ın kullandığı 'Makarov' marka olması, İstanbul'da öldürülen Hizbullah liderinin beyninden 70 mermi çıkarılması ve Okkan'ın da aynı şekilde öldürülmesi bir misilleme yapıldığının göstergesi deniliyor. Olay yerinde 14 silah ele geçiriliyor. Olayın ise 26 kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirildiği iddia ediliyor. Peki, Diyarbakır'ın en işlek caddelerinden birinde, akşam iş çıkışı saatinde ve etrafında dükkânlar olduğu halde olay yerine eline kolunu sallayarak gelen bu 26 kişiyi neden kimse görmüyor? Veli Göztepe, teröristlerin beş metre arayla dizildiklerini söylüyor. Bir yerde kaçırılırsa diğer tarafta kaçırmalarının mümkün olduğunu belirtiyor. Olayın ardından teröristlerin izine hiçbir şekilde rastlanmadığını anlatan Göztepe, şunları söyledi: "Polis arkadaşların söylediklerine göre olay yerine Diyarbakır Kolordu Komutanı geliyor. 'Sayın valim, ne kadar asker var her yeri çevreleyelim' diyorlar; ama vali sıkıyönetim var diyerek engelliyor. Asker ısrar etse de vali gidilmemesi gerektiğini hatta gidenler hakkında soruşturma açılacağını söylüyor. Kimileri teröristlerin iki sokak ötede eski bir imamın evinde kaldıklarını söylüyor. Diyarbakır'da aranmayan yer kalmadı ama yer yarıldı yerin içine girdiler sanki bulunamadı." Göztepe, olayın Hizbullah tarafından yapılmadığını düşünüyor. Nedeni ise Hizbullah gibi bir örgütün bu kadar planlı programlı bir suikast düzenleyemeyeceği. Göztepe, "Ancak Hizbullah taşeron olarak kullanılmış ve olaya Hizbullah süsü verilmiş olabilir. Diyarbakır eroin sevkiyatının geçiş noktası. Kaçakçılıkla ilgili çok operasyon yaptık. Bunlar birilerinin işine gelmemiş olabilir. Biz o dönem konuşmak istedik; ama can güvenliğimizden korktuk." ifadesini kullanıyor. JİTEM KİMLİKLİ KİŞİLER KİMDİ? Eski polis memuru Göztepe, geçtiğimiz aylarda Yıldırım Beğler tarafından ortaya atılan 'Gaffar Okkan'ı Özel Kuvvetler öldürdü' iddialarına ihtimal vermeyerek, "Yeri geldiği zaman sırt sırta verdiğimiz dava arkadaşlarımızın bunu yapabileceğine inanmıyorum." diyor. Göztepe, olayın ardından yaşananları ve kafasındaki soru işaretlerine şöyle dikkat çekiyor: "Olay bittikten sonra iki sokak ötede polis o tarafa doğru gelen araçları durduruyor. Araçlardan birini durdurup kimlik istiyor. Bakıyor Jandarma İstihbarat kimliği var. İçindekiler 'Biz de sizdeniz, Ne oluyor burada?' diyorlar. Arkadaşımız, 'Emniyet müdürümüzü vurdular duymadınız mı?' diyor. Bunlar, 'Biz hiçbir şey duymadık!' deyip gidiyorlar. Yani iki sokak ötede silah ve bomba seslerini nasıl duymuyorlar burası soru işareti. Polis hemen önlem almak için Diyarbakır'ın giriş ve çıkış noktalarını kapatıyor. İki siyah camlı minibüsü durduruyor. Minibüsün içindekiler polise JİTEM kimliklerini gösteriyorlar. 'Biz ihbar aldık Gaffar Okkan'ı vuranlar Mardin yoluna doğru kaçıyorlarmış. Biz onları takip edeceğiz' diyor ve uzaklaşıyorlar." GÖRDÜĞÜM KİŞİLER TERÖRİST OLAMAZDI Olay günü Gaffar Okkan'la birlikte Mehmet Kamalı, Atilla Durmuş, Mehmet Sepetçi, Sabri Kün, Selahattin Baysoy isimli polis memurları şehit oldu. Nuri Bozkurt, Veli Göztepe, Fatih Gökçek, Selim Şişman ve Mustafa Dinçer olaydan yaralı kurtulan polislerden. Fatih Gökçek, 1992'de Ankara Çevik Kuvvet'te başladığı polislik hayatına tayininin çıkmasıyla Diyarbakır'da devam etmiş. Dokuz yıllık polislik yaşamı suikast sırasında aldığı merminin omuriliğine isabet etmesi sonucu son bulmuş. Gökçek de olayda yaralanan diğer polis arkadaşları gibi emekli. Kazadan geriye, hayatına koltuk değnekleriyle devam ediyor. O olaydan bu kadarıyla kurtulduğuna şükrediyor. | Diyarbakır'da ilk görev yeri terörle mücadele olmuş Gökçek'in. Ardından karakol polisi olarak Şehitlik Karakolu'nda, yani olayın hemen yakınlarında göreve başlamış. Gökçek, terörle mücadelede görev yaptığı sırada PKK'dan çok Hizbullah'la ilgili operasyon düzenlendiğini dile getiriyor. Hatta olaydan kısa süre önce Hizbullah'ın camileri kullandığı ve propaganda yaptığı bilgisi gelmiş. Okkan'ın talimatıyla camilerde nöbet tutulduğunu ifade eden Gökçek, "Rahmetli, eğer Makarov marka silahlı birini yakalayıp getirin, dile benden ne dilerseniz diyordu. Hüseyin Velioğlu'nun yakalanma operasyonunu da bizzat kendisi yürüttü. Hatta Diyarbakır istihbarattan biriyle İstanbul'a gitti. Operasyona bizzat katıldı." şeklinde konuştu. Olaydan sonra emekliye ayrılan Gökçek, 24 Ocak gecesi yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Ben Şehitlik Karakolu'nda görevliydim. Olaydan önce bir çocuk kaybolmuş diye bir anons geldi ve bizim ekip otosu, aramaya gitti. Karakolun önündeyken müdür bey geçti. 30 saniye falan sonra bir mermi sesi duyduk. Sonra 'merkez taranıyoruz' diye bir anons. Bizde zannettik bizim ekibi tarıyorlar. Hemen başkomiserin Şahin marka arabasına atlayıp olay yerine gittik. Tam rahmetliye el bombasını attılar biz olay yerine vardık. Ara yolda ama çukur bir yerde iki kişiyle karşı karşıya geldik. Başkomiser de gördü adamları, ikimizde silahı doğrulttuk. Adamın birinin elinde tabanca, diğerinde Kaleş var. Ateş edeceğiz, 'teslim ol' diyeceğiz ama adamların tipi hiç terörist gibi değil. Bir an olay yerine bizim gibi polislerin geldiğini düşündük. Polis sandık onları. Tıraşlı, üstü başı giyimli, sarışın, doğulu olmadığından eminim. Biri orta yaşlı, biri 25'li yaşlarda. 'Siz kimsiniz?' diyorum ses yok. 'Polis misiniz asker misiniz?' diyorum ses yok. Onlar da bize silah çekmedi." O sırada sol taraftan bir mermi isabet alır Gökçek. Sol taraftan omuriliği delip çıkar mermi. Can havliyle baş komiserle ikisi o adamların üzerine bir şarjör boşaltır. Bu nedenle içlerinden birinin ölmüş olacağını düşünüyor. Olaydan sonra onların da izine rastlanmaz. Gökçek, sürükleyerek birileri tarafından götürülmüş olabileceğini düşünüyor. Gökçek de siyah camlı iki minibüsün içinde JİTEM'den olduklarını söyleyip Mardin yoluna doğru hareket edenleri polis memuru arkadaşlarından duyduğunu belirtiyor. Hatta olaydan sonra birkaç kişinin Diyarbakır Orduevi'ne girdiğini söylediklerini ifade ediyor. DEVLETİ MAHKEMEYE VERDİM KAZANDIM Fatih Gökçek, o gün kendisini ve baş komiseri öldürmek istemediklerini, isteselerdi öldürebileceklerini vurguluyor. Ancak tek mermiyle yaralandığını belirtiyor. Mermi böbreğine ve bağırsaklarına zarar verir Gökçek'in. Önce hayati tehlikeyi atlatır ardından omurilik ameliyatı yapılır. 10 gün Diyarbakır'da sonra Ankara'da tedavi görür. Yüz 90 iş göremez raporu verilir. Sol tarafı hiç tutmaz, sağ tarafta ise dize kadar his vardır. Eşinin yardımlarıyla hayata tutunur. Yaralı polis memuru olaydan sonra devletin mağduriyetini karşılamadığını düşünerek İçişleri Bakanlığı'nı mahkemeye verir ve 2008'de kazanır. Mahkemeyi kazanmasına rağmen 'ödenek' olmadığı gerekçesiyle kendisine yardım yapılmadığını anlatan Gökçek, "Doğuda terör mağdurlarına şu kadar yardım yaptık diyorlar. Orada adamların köpeğine zarar gelse onlar karşılanıyor ama bana gelince ödenek yok diyorlar. Ben bu vatan için bu hale gelmişim. Bu Allah'tan reva mı? Ayağımdaki cihaz çok pahalı. Eskiden bunun parasını alabiliyorduk; ama şimdi biz verip daha sonra bize veriyorlar. Yüzde 90 iş göremez raporum olduğu halde doktor burada bakması gerekirden memleketimden Ankara'ya gidip geliyorum. Bunların düzeltilmesi gerekiyor." şeklinde konuştu. GAFFAR OKKAN KORUMASI, OSMAN DURMUŞ'UN YEĞENİ ATİLLA DURMUŞ'UN HİKÂYESİ Osman Durmuş'un yeğeni Atilla Durmuş'un, ilkokuldan arkadaşı olduğunu kaydeden Gökçek, şunları söyledi: "İkimiz de Diyarbakır'da görev yapıyorduk. O Özel Harekât'taydı ben terörle mücadelede. Bir gün dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş, Diyarbakır'a geldi. Hepimizle tokalaştı, sıra Atilla'ya gelince Atilla elini bırakmamış. Osman Durmuş tekrar sıkmış yine bırakmamış bir bakmış yeğeni Atilla. Durum gören Gaffar Okkan, Atilla Durmuş'a Osman Durmuş'u nereden tanıdığını sormuş. O da amcam deyince bundan sonra benim koruma polisim olarak görev yap demiş. Atilla Durmuş da olayda beynine aldığı tek kurşunla şehit düşen polis memurlarından." POLİS TUTANAKLARINA GEÇEN GÖRGÜ TANIKLARININ İFADELERİNDEN BAZILARI Olayın olduğunda yakınlarda bulanan yufkacıda çalışmaktaydım. Eve gitmek için o istikamete doğru giderken önce seri ve tek tek olmak üzere silah sesleri gelmeye başladı. Arkasından iki büyük patlama sesi. Bu esnada önümde 35 yaşlarında siyah saçlı, siyah bıyıklı, normal kilo ve boyda, diğeri sarışın 25 yaşlarında kısa boylu tek elleri montlarında süratli bir şeklide yanımdan geçtiler. Geçerken 'Bak gördün mü nasıl silah sıktılar' şeklinde konuşmaktaydılar. O esnada iş yerinde AMİD kıraathanesindeydim. Kahvehanede bulunan müşterilere çay servisi yaparken büyük bir patlama sesi duyduk. Trafo patladı sandık. 4-5 dakika sürdü silah sesleri. Silah sesi kesildikten hemen sonra uzun boylu 30-35 yaşlarında birisi kahvehaneye gelerek yaralandığını söyledi. Elektrik kesik olduğu için net göremedim. Daha sonra hiç beklemeden kahvehaneden çıktı. Olay günü bakkal dükkânımda oturmaktaydım. Silah seslerini duyunca dışarı çıktım. Ellerinde silah olan iki kişi gördüm. Sokağa doğru ateş etmeye başlayınca dükkâna girdim. Sesler kesildiğinde tekrar dışarı çıktım. Üç şahsın kaçtığını birinin polis olduğunu gördüm (CİHAN) __________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4818 (20100129) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com | |
YOKSULLUK VE YOKSUNLUK // Ahmet Kılıçaslan Aytar Posted: 01 Feb 2010 06:29 AM PST YOKSULLUK VE YOKSUNLUK Türk vatandaşları pek çok mal ve hizmet için akıl almaz tutarlarda vergi ödüyor. Vergi sistemi içinde dolaylı vergiler; katma değer vergisi (KDV ), özel tüketim vergisi ( ÖTV ), özel işletim vergisi ( ÖİV ) çok büyük bir yer kaplıyor. 2010 'da, büyük kısmını işçi ve memurun ödediği gelir vergisinden 43 milyar TL. hedeflenirken, Kurumlar vergisinden 20 milyar TL. bekleniyor. Sadece akaryakıt ve doğal gaz kullanımından beklenen ÖTV ise 30 milyar TL.dir! Bu tablo vergide adaletsizliği, hayatın olumsuz etkilenmesini göstermesi bir yana giderek sosyal devletin aşınımını belirliyor. * Başbakan Erdoğan, alışveriş merkezlerinden şikayetçi küçük esnafa; " Türkiye değişiyor. Artık gerçeği görün! İster kabul etsinler, ister etmesinler gerçek ortada. Sokak ortasında bakkal dükkânı olayı... " dedi. Ataması yapılmayan 310 bin öğretmen adayı Platformu sorununu Ankara' da " Duyun Bu Feryadı " mitingine taşıdı. Erdoğan, TEKEL işçileri eyleminin ideolojik olduğunu söylüyor. * "İletişim ve Yüksek Bilgi " çağında ancak rafine üretim yapabilen ülkeler ve uyarlanabilen halkları refaha ulaşıyor. Hükümetlerin başarısı ardında bir ülkenin niteliğini ; gerçek demokrasi ölçütleri, işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikler ile mücadele ya da adil ve refah düzeyi daha yüksek bir toplumun inşası belirliyor. Demokrasi için onurlu ücret, fırsat eşitliği, herkese ve üstelik iyi bir eğitim, sosyal adalet , sosyal güvenlik, sigorta olmazsa olmazı teşkil ediyor. Aksi halde, - işte aşağıda, Türkiye' de ki gibi geleceği müthiş tehlikelere açık bir faso-fiso hükümet ve ülkesi oluşuyor. * Hükümetlerin yanlış uygulamaları birikimi sonucunda bu yıl Türkiye' nin dış açığının 25 milyar dolar olması bekleniyor. 2010 da özel kesimin 41 milyar dolar , kamunun 13 milyar dolar ana para ve faizini ödemesi gerekiyor. Ya da bu yıl Türkiye; hepsi birlikte toplam 79 milyar dolara ihtiyaç duyuyor. 3 milyar doları birleşme ve satın alınma, 4 milyar dolarlık özelleştirme - haydi , 4 milyar dolarlık ta yatırım olsun ! Toplam giriş 11 milyar dolar ediyor ! Kalan açık 69 milyar dolardır! Ya kamunun finansman açığı? * Türkiye' nin bir yıl içinde elde ettiği toplam gelirin % 5 ini en fakir 14 milyon insan paylaşıyor. En zengin 14 milyon insan toplam gelirden % 47 pay alıyor. Nüfusun 42 milyonu bir yılda elde edilen gelirin % 31 ile yaşarken, nüfusun geri kalan 28 milyonu % 69 uyla yaşıyor. Sistemin paçasından adaletsizlik ve eşitsizlik dökülüyor. * Türkiye, uluslararası ekonomik, siyasi, askeri pek çok anlaşma ile küresel ekonominin ancak sömürülen ülkesi olmayı başarmış görünüyor. Elbette bu noktadan gerçek demokrasi iletişiminin sağlanması mümkün olmuyor.. Yetmez! Giderek " işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikle " mücadele ya da adil ve refah düzeyi yüksek bir toplum oluşmuyor. Türkiye; eko- politiğinde yapısal bir değişikliği sağlamadığı taktirde bir uyuşturucu müptelâsı gibi mütemadiyen kanından ve canından yiyiyor. * Oluşan eğitimi kıt, mesleksiz, örgütsüz ve yoksul halk yığınları ! Halkımız bıkkın, hayattan umutsuz hale geliyor. Hayattan, ülkesinden bağlantısı kopuyor, inancı, amacı, mücadelesi anlamsızlaşıyor. Yoksulluk ve yoksunluk her köşeye siniyor. İnsanlık ölüyor, toplumsal birlik yıkılıyor. * Sekizinci yılında Başbakan Erdoğan' ın Türkiye eko-politiğinde yapısal bir değişiklik sağlayamayacağı anlaşılmıştır. Ya da onun adil ve refah düzeyi yüksek bir toplum oluşturmak adına hiç bir ideali ve projesi dahi yoktur! O, birliği bozulup- dağılan bu yapıyı faşizan bir yönetimle çevrelemeyi düşlüyor. * Ya muhalefet? Mesela CHP? CHP; piyasa mekanizmasını ve üretim araçlarının özel mülkiyetini reddetmiyor. Fakat piyasa mekanizmasının yarattığı sınıfsal ve bölgesel eşitsizliği önemsiyor, Piyasanın sosyal gelişimi ihmal eden, eşitsizlik yaratan sonuçlarına karşı önleyici aktif politikalar uygulamayı planlıyor. Bu politika; Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu' nun " Halka umud vaad etmeyen iktidar olamaz. Türkiye' de sol sorunu var. Sol halktan ve sendikalardan koptu. Türkiye' de CHP dışında sol öldü. Sol yok, sağımız güçlü bu yüzden sağa doğru gidiyoruz. Çünkü oy alacağız, kimden alacağız? " söyleminin tıpkısıdır. O halde CHP , hangi aktif politikalar ile ağır piyasa mekanizması içinden işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik mücadelesi yapacak ya da herkes için adil ve refah düzeyi daha yüksek bir toplum inşa edebilecektir? * CHP; " Liberal Sosyal Demokrat " anlayışını yoksulluk ve yoksunluğa anlatabilmeli ve ikna etmelidir... |
[anadoluhaber:37582] ÇETKODER PLASTİK TORBA VE POŞETLER SAĞLIĞIMIZLA OYNUYOR ARTIK KULLANILMASIN ÇAĞRISI YAPTI Posted: 01 Feb 2010 04:56 AM PST Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş, Halen piyasada kullanılmakta olan plastik torba, poşet ve saklama kaplarının resmen sağlığımızla oynadığına dikkat çekerek, Tüketicilere ve yetkililere artık bunları kullanmayın, kullanılmasına müsaade etmeyin çağrısı yaptı. “Plastik torba, poşet ve plastik saklama kapları tehlike saçıyor” Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş, Bugün beraberinde geldiği heyetle beraber Kayseri’de bir dizi incelemede bulundu. Daha sonra yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi: KAYSERİ ÇOK SOĞUK VATANDAŞLAR DİKKAT ETSİN Göktaş yaptığı yazılı açıklamasında: “Bugün Kayseri’deyiz ve görüyoruz ki çok soğuk. Bu havada ister istemez herkes kömüre, oduna dayanıyor. Lütfen bacalarınızı elden geçirin. Evlerinizde ve kullandığınız mekânlarda camları elden geçirin, fitillerini kontrol edin. Kalorifer peteklerinizi kontrol edin. Isınacağız derken havayı ısıtmayın. Kesenize de yazık, size de yazık” uyarısı yaptı. PLASTİK POŞET, TORBA, SAKLAMA KABI TEHLİKE SAÇIYOR ÇETKODER Genel Başkanı Göktaş, “Yıllardır uyarıyoruz. Zaman zaman açıklamalar yapıyor ve siz saygıdeğer basın aracılığı ile tüketicilerin dikkatini çekmeye, ilgili ve yetkilinin dikkatini çekmeye çalışıyoruz. Dünyanın her yerinde, özellikle AB ülkelerinde plastik torbalar, poşetler, saklama kapları artık kullanılmıyor. Çünkü plastiğin içindeki kimyasalların insanların yaşamlarını olumsuz etkilediğini artık herkes biliyor. Ne hikmet ise bizde halen çarşıda pazarda plastik poşet, torba, evlerde ve gıda maddesi satılan yerlerde saklama kabı olarak da yine plastik ürünler tercih edilmektedir. Bu son derece yanlış uygulamayı defalarca dile getirmemize rağmen, yetkili makamlarda oturanlar gereken titizliği ve hassasiyeti göstermiyorlar. Vatandaşlara sesleniyorum. Sağlığınızla oynuyorsunuz. Yaşamınızı yok ediyorsunuz. Buna müsaade etmeyin” dedi. ÇARŞI PAZARDA HALEN SİYAH POŞET KULLANIMI VAR Göktaş, “Çarşı pazarı gezin halen siyah poşet kullanımı devam ediyor. Oysa poşetlerin en zararlısı da bu… Çünkü atık maldan üretiliyor. Zehir oranı, kimyasal katkı oranı daha fazla… Yeril yönetimler bu hususa çok dikkat etmeli vatandaşın genel sağlığına önem vermelidir. Evlerimiz ve iş yerlerimizde kullandığımız tüm plastik ürünler, başta bu poşet ve torbalar ile saklama kapları çöpe atıldığı zaman doğada yüz yıllar boyu kaybolmamakta ve doğayı da kirletmekte, zehirlemektedir” dedi. FİLE VE KÂĞIT TORBA TEŞFİK EDİLMELİ Göktaş, ”Eskiden olduğu gibi insanlarımızın çarşı pazarda gıda maddesi aldığında kullanması gereken taşıma maddesinin file ve kâğıt torba olması gerektiğini, yâda bez torba olması gerektiğini bilmesi gerekir. Bunun içinde yetkili ve ilgililer özellikle yerel yönetimler tüketicileri teşvik etmelidir. File, kâğıt torba, bez torba yaygın hale gelmelidir” dedi. KARAMAN’A GEÇTİ Göktaş beraber geldiği 30 kişilik heyetle beraber “Çarşı Pazar ekonomisi ve Tüketicinin korunmasına“ yönelik ÇETKODER gönüllülerince hazırlanan konferansa katılmak üzere KARAMAN iline hareket etti. ÇETKODER GENEL MERKEZİ İRTİBAT: cetkoder@gmail.com ÇETKODER YAZIŞMA BİLGİ VERME BASIN DUYURUSU GURUBU: http://groups.google.com.tr/group/cetkoder -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37586] ►► Artık SSK numaranızla hizmet dökümünüze erişemeyeceksiniz ► İki tane SSK numarası olanlar dikkat► Posted: 01 Feb 2010 03:29 AM PST Yeni uygulamaya göre artık SSK numaranızla hizmet dökümünüze erişemeyeceksiniz. Geçtiğimiz Cuma günü öğleden sonra sistem değişti. T.C. kimlik numaranız bile bilgilerinize ulaşmanıza yetmeyecek.Kimlikteki fotoğrafın altındaki 6 rakamlı seri yazının devamı için tıklayınız -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37587] İki kere iki... Posted: 01 Feb 2010 12:43 AM PST İki kere iki Bir matematikçi, bir muhasebeci ve bir ekonomist aynı işe baş vururlar. Görüşmeci matematikçiye sorar: "İki kere iki kaç eder?" Matematikçi cevap verir: "Dört!" Görüşmeci sorar: "Kesin dört mü?" Matematikçi kendinden emin cevaplar: "Evet, kesin dört!" Matematikçi çıkar ve ekonomist odaya girer. Bu sefer görüşmeci ayni soruyu ekonomiste yöneltir. Ekonomist yanitlar: "Ortalama dört eder, yüzde 10 asağıya veya yukari oynayabilir, ama ortalama dört eder!" Ekonomist de çıkar, muhasebeci odaya girer, aynı soru ona da sorulur. Muhasebeci ayağa kalkar, kapıyı kilitler, panjurları indirir ve görüşmecinin kulağına eğilerek sorar: "Kaç etsin istersiniz?" |
[anadoluhaber:37597] CAN SIKINTISININ DEĞERİNİ BİLELİM.../www.soruyusormak.com Posted: 01 Feb 2010 12:40 AM PST "Şu şöyle demiş, bu böyle demiş"in gölgesinde düşünce üretmekten oldum olası kaçınmışımdır... Ancak, çevremde görüp izlediğimi bir şikâyet üzerine ister istemez, Albert Camus'unun bir sözünü anmak durumunda kaldım. Şöyle diyor ünlü düşünür: - Çağdaş insanın en büyük hazinesi can sıkıntısıdır... Çünkü can sıkıntısı, insanın potansiyel enerjisinin en belirgin kaynağıdır. Can sıkıntımızı gözümüzün bebeği gibi koruyup, besleyelim!.. Evet, gerçekten olağanüstü ince ve derin bir düşünce... Soruyorsunuz arkadaşınıza, tanıdığınıza ya komşunuza; - Niye kahve köşelerinde pinekleyip, gözünü televizyon denen illetten ayıramıyorsun?.. Aldığız yanıt hemen hemen aynıdır: - Ne yapacaksın, can sıkıntısı... Yaşamını, ev işlerinin üzerine örtüp, karartmış... Boş zamanı olmayan aylak ev kadınına soruyorsunuz aynı soruyu. Yanıt yukarıdakinin aynısının/tıpkısı bir fotokopi; - Ne yaparsınız?.. Can sıkıntısı!.. İnsanların niçin canları sıkılır meselesi ayrı bir "sorunsal..." Şimdilik geçiyoruz. Yazımızın konusu, can sıkıntısının kendisi... Yani değeri, kıymeti, cevheri ve yarattığı enerji... Albert Camus, bu değeri, en büyük hazinemiz olarak tanımlıyor. Bakırköy Akıl Hastanesi'nin ana kapı girişinde ünlü ressam Rodin'in yarattığı "Düşünen Adam" heykelinin altında da, - En değerli hazinemiz aklımızdır, diye yazıyor... Demek ki, öncelikle "Düşünen Adam"ı akıl hastanelerinin bahçelerini betimlemekten kurtarıp, yaşamımızın düsturu yapmakla işe başlayacağız... Hemen ardından da, o adamı, kendi içimizde yeniden yaratıp, ürettiğimiz düşünceleri toplumun yararına arz edeceğiz. Rasyonel düşüncenin, yani aydınlanmanın ışığını toplum katmanlarına yayma mücadelesinin bir neferi olarak özveri ile çalışacak, didinecek ve aklın yolu düzleminde bir araya gelecek ve örgütleneceğiz... Hiçbir kişiyi, hiçbir gönlü ve hiçbir değerimizi zayi etmeden itina ile biriktirecek, bu yolda ilerlerken sorumsuz bir mirasyedi tavrına düşmekten sakınacağız. Cumhuriyetimiz temel esasları, hukuk devleti, halkçılık, tam bağımsızlık ve emeğe dayalı bir toplumun yeniden inşası için, tarumar edilen Milli Devlet'imizin yeniden kurulması için, bu ilkeler etrafından birleşen insanlarımızla bir "cephe" oluşturacağız... Bu cepheyi, emperyalizmin ve ülkemiz içinde suyun başına çöreklenmiş işbirlikçilerinin önüne koyacağız: bentlerimizi, sınırlarımızı oluşturacak, bu ilke ve esasların karşısında yer alanları sözünü ettiğimiz kırmızı-çizgilerin gerisine iteleyeceğiz... Ve o zaman bir de bakıp, göreceğiz ki.. Ne can sıkıntımız kalmış, ne "küçük" burjuva hastalıklarımız ve ne de dedikodu, çekiştirme, kuyu kazma ve benzeri rahatsızlıklarımız... Çünkü can sıkıntısı, emeğe dönüştürüldüğünde yaratının içinde erir... Ve başarı ve zaferi doğurur... Deneyin bakın!.. www.soruyusormak.com www.dnm-ler.com -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37588] Sorunlarınıza Üzülmeyin, Onları Çözmeye Çalışın Posted: 01 Feb 2010 12:35 AM PST Öldürmeyen sorun, kuvvetlendirir. Öyleyse onlara teşekkür borçluyuz. 
|
[anadoluhaber:37581] Din Üzerinde ki Rant, Cemaat, Tarikat Ve Vb. yazan: Mersin İçel İlinden Burak CANLI Posted: 01 Feb 2010 12:25 AM PST DİN ÜZERİNDE Kİ RANT, CEMAAT, TARİKAT VE VB. yazan: MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI Her bireyin kendisine göre bir inancı bulunmaktadır. Bu inanç içinde ki inanç ve etrafındaki kişilerin görmesini istediği inanç olarak ayrılmaktadır. Kişi inanır. Ne var ki gerçekte inandıklarını toplumla paylaşmaz. Çünkü kişinin inancına karşılık bulamayan bir de etrafın, konu komşunun, ahalinin, toplumun inançları bulunmaktadır. Bukalemun gibi kişi de bunlara göre kendisini ayarlamaya çalışır. Mecburdur. Günümüzde terminolojiye girdiği üzere mahalle baskısı ile karşı karşıyadır. Bu durum derece, derece kendisini değişik şekil de göstermektedir. Her birey yemek, içmek gibi faaliyetler de bulunmak zorundadır. Bu faaliyetlerin icrasın da özellikle de günümüz ekonomisinde ki olumsuzluklar karşısında birey yalnızlaştırılmış ve bir başına bırakılmıştır. Her türden olumsuzluğun bir arada bulunduğu gelişmeyi başaramamış topluluklar da öne çıkmak bir yana dursun geri planda dahi kalmak olanaksız hale getirilmiştir. Bir gruba dâhil olmak bireyin yemesi, içmesi için bir gerekliliktir. Yaşamak adına birey “ya yapacaktır! Ya da kaybolacaktır!” grupların içinde kendisine bir yer edinmek zorundadır. Mevlana Celalettin RUMİ “Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” diye durumu özetleme ihtiyacını çok zamanlar öncesinden özetlemiştir. Bu ihtiyaç modern olarak tabir edilen dünyamızda dahi geçerliliğini korumaktadır. Cemaatler vardır. Yazımızda adlarının bir öneminin bulunmadığı bu söz konusu Hukuki geçerliliği tartışma götürür kuruluşlarla hareket edenler bulunmaktadır. Belki nazari açıdan her biri için geçerliliği bulunmasa dahi birey için ekmeği bulma yeri olarak tabir edilebilmektedir. Evet, birey tüm hayatını ekmeği bulmaya adamıştır. Amaç ekmektir. Amaç ayakta kalabilmektir. Amaç Yaşabilmektir. Her ne pahasına olursa olsun nefes alınmalıdır. Bu yüzden kişi cemaatlere gider. Bu yüzden kişi Namaz kılar. Bu yüzden kişi Oruç tutar. Göstere, göstere yapmak durumundadır. Onun yolu göstermektir. Bu konuda mütevazı olunması kendisinden beklenmemelidir. Yol birdir. Yol gösterme yoludur. Oralarda esnaflarla ve değişik meslek grubundan kişilerle tanışma sağlanır. İş bulma, iş kapma eylemleri daha bir başarılı sonuç verecektir. Kişi mecbur bırakılmıştır. Yolu yoktur. Gerçekte şahıs HİÇ BİR ZAMAN OLAMAMIŞTIR. Yani bu durum da Mevlana cümleyi güzel söylemiş ama eksik söylemiştir. Ya da başka bir şeyi kastetmiştir. Birey yaşama güdüsünü içerisinde barındırmaktadır. İş yaşamayı aşıp da başka boyutlara taşındığında ise güç, hırs vb. gibi duygu depreşmelerin de yükselmek en iyi olmak arzusu yatmaktadır. Bunun olması da normaldir. Doğaldır. Çünkü insanoğlu gösterişi sever. İnsanoğlu görmeyi sever. İnsanoğlu şov ister. Şov yapar. Mütevazı insanlar da varlığını bu sistem içerisinde devam ettirmektedir. Bu insanlar vardır. Ama belki bilerek ve belki de bilmeyerek ya da bilmek istemeyerek yaşanan ikiyüzlülüğe boyun eğerler. Belki de gereksiz tartışmalardan kaçınmaktadırlar. Sonuçsuz kalacak hareketlerde de bulunmanın ne anlamı olacaktır ki. İnsanlar diğer sivil toplum kuruluşlarında da gönüllülerin yanında ekmek için bulunmaktadır. Ekmek! Ekmek için yapılmayacak ne vardır ki. Sınırları belirlemek zordur. Nerde ekmek nerde pasta peşine düşülmektedir. Bilinmezlerle dolu açmazları olan toplumun oynadığı bir oyundur bu. Toplum oynamaktadır. Evcilik oyununa benzer. Oynanması isteğe bağlı bırakılan bir oyun değildir. Pastanın peşinde olanlara iyi niyetli tavsiyeler dışında daha yapılabilecek her hangi bir şey bulunmamaktadır. Buna karşın ekmeğinin peşinde olanlara ise ekmeği vermek ve sonra onların davranış beklemek yerinde bir tutum olacaktır. Ekmeğini henüz eline alamamış ve kimi yerler de pasta yeme şerefine eren benim varlığım toplumun içinde bulunduğu ekonomik koşulların en büyük kanıtıdır. MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
On Yıl Sonra Türkiye - Bülent Esinoğlu Posted: 31 Jan 2010 11:10 PM PST
On Yıl Sonra Türkiye 30 Ocak 2010 Yaşım 65, on yıl sonrayı görebilir miyim bilmem. Bu yazıyı yaşayacak ve on yıl sonrasını görecekler için yazdım.
Beyin fırtınası seminerlerinde, fikirler torbaya konulduktan sonra filtre edilirler. Çok fikir vardır. Ama bu çok fikir ile uğraşmak ve neticeye varmak zor olduğu için fikirler filtre edilir. Benzer fikirler bir araya getirilerek iki fikre indirgenir. Genellikle bu iki fikirden birisi devrimci, diğeri ise mevcudun içinden çözüm arayan fikirlerdir. İnsanoğlu yaşadığı yere benzediğinden, mevcut düzenin içinden çare arar. Çünkü devrimci fikirlerin kişiyi zora sokan, belirsizlikler taşıyan yanları vardır. Tabi bazen, düzen içinde kalarak bulunan reformcu düşünceler de işe yarar. Belli bir süre daha aynı düzen içinde kalınarak durum idare edilebilir. Ancak, halk öyle bir noktaya gelir ki, sorunlar yeniden yapılandırma olmaksızın çözüme kavuşamaz. Beki de devrim kavramı dünya üzerinde en çok kafa yorulan ve üzerinde tartışılan bir kavramdır. Hala da gerçek manası üzerinde bir anlaşmaya varıldığını sanmıyorum. Yaşadıkları sorunlar ile ilgili halkın önünde çözümler bakımından daima iki seçenek vardır. Birisi devrimci çözüm, diğeri de mevcudun içinden çıkabilecek çözümlerdir. Çözümler dediysem, matematik probleminin çözümünde olduğu gibi, kişilerin samimiyetle yaklaştığı ve çözüme varmak istediği cinsten çözümler değildir. Halkın sorunları ile ilgili çözümlerde, söz konusu olan tarafların menfaatleridir. Emekten yana olanlar doğal olarak kendilerinden kendi çıkarlarından yanadır. Egemen sınıflarda kendi menfaatlerinden yanadır. Kim iktidar olursa onun çıkarları daha çok kollanır. Yani emekten yana olanlar laf olsun diye kendi çıkarlarından yana politikaları destekliyor değildirler. Kendi çıkarları öyle olduğu içindir. Egemen sınıflar da laf olsun, ya da entelektüel varlıkları için kendi çıkarlarını savunmazlar. Çıkarları öyle gerektirdiği için öyle davranır, öyle eylemleşirler. Yani çözüm meselesi öyle kültürel mesele, ya da entelektüel bir oyun değildir. Sorun iktidar sorunudur. Mustafa Kemal'in vefatından bu yana, Batının zorlamaları ile hep egemen sınıfların çıkarları kollanmıştır. Amerikancı İslam-i zenginlerin, öyle bağırıp çağırdıklarına bakmayın, yetmiş yıldır, onların çıkarları kollanmaktadır. Sınıflar arasındaki bu iktidar kavgası; bazen laik/anti-laik, bazen ordu siyasi iktidar, bazen Kürt/Türk, bazen Alevi/ Sünni şeklinde görünse de, iktidar mücadelesinin bir sürecidir. Dolayısı ile her türlü sorunun kaynağında iktidar vardır. Egemen sınıflar çıkarlarını sürdürmek için her yola başvururlar.. Emekçi sınıflar da öyle. Zaman zaman her iki tarafında düzen dışı olması bundandır. Öyle durumlar oluşur ki, egemen sınıf kendi koyduğu kurala bağlı kalmaz. Kalırsa iktidarını kaybeder, ya da başkaları ile paylaşır. İçinde yaşadığımız süreçteki kavga, Amerikan destekli, işbirlikçi, üretmeyen sınıf ile halk arasındadır. Bu iktidar kavgası, bazen şekil, biçim ve renk değiştirerek ortaya çıksa da, gerçeğinde tektir. Egemen sınıflar ile halk arasındaki kavgadır. Halkın temsilcisi bazen ordu olur, bazen sendika olur, v.s. Bazen de hiç temsilcisi olmaz. Olmaz, çünkü egemen sınıflar, halkın örgütlü olmasını doğal olarak istemezler. Halk örgütsüz ve öndersiz olursa, ya da halkın çıkarları çarpık ve sahte olarak temsil edilirse, devrimci çözümler gündeme gelmez. Hep düzen içinde çözüm aranır. Oysa düzen artık düzen olmaktan çıkmış ve mafyalaşmıştır. Çünkü egemen sınıflar kendi koydukları kurallar üzerinden iktidarlarını sürdüremezler. Yukarda çerçevesini çizmeye çalıştığım yerden, önümüzdeki on yılın sonuna bakarsak; devrim olmaksızın bir çözüm görünmemektedir. Neden devrim derseniz? Egemen sınıflar iktidarlarını sürdürmek için demokratik kuralları kullanamazlar. Zor kullanmak zorundadırlar. Diyelim ki, bir tek kurşun atmadan milli kuvvetleri tamamen teslim aldılar ve polis devletini kurdular. Bu durum bile onlar için çözüm değildir. İla nihaiye sürdürülemez. Baskı arttıkça örgütlenme yer altından sürer.. Sonra yer üstüne daha şiddetli olarak çıkar. 1876, 1908, 1923 devrimleri böyle olmuştur. On yıl sonra ki günler, Tayyiplerin, Gül'lerin Özal'ların isimlerinin dahi telaffuz edilmediği günler olacaktır.
__________________________________________________ Do You Yahoo!? Sie sind Spam leid? Yahoo! Mail verfügt über einen herausragenden Schutz gegen Massenmails. http://mail.yahoo.com |
Ey Sahte İslâmcılar Posted: 31 Jan 2010 10:29 PM PST http://www.milligazete.com.tr/makale/ey-sahte-islâmcilar-151686.htmMehmet Şevket Eygi Mü'min ve sâlih Müslümanlar başımın tacı olsunlar; ellerinden ve eteklerinden öperim. Var olsunlar sağ olsunlar, sıhhat ve afiyette olsunlar. Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, koruması üzerlerine olsun. Allah yolunda, Peygamberin izinde; Kur'ân'a, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata, ahlâk-ı islâmiyeye uygun şekilde; ihlâsla, irfanla, hikmetle, adaletle, insafla, istikametle hizmet edenler, i'lâ-i kelimetullah edenler biz sizin peşinizdeyiz. Ayağınızın tozu olmak ne büyük şereftir bize... Konumuz Müslümanlar değil, İslâmcılardır. İslâmcıların da hepsi değildir, aşağıda zikr ettiklerimdir. * Varan1: Haram rant yiyen İslâmcılar size yazıklar olsun, iki yakanız bir araya gelmesin, tepe üstü düşün, beter olun, berbat olun! Müslümanlara leke sürdünüz... * Varan 2: Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır nice b.... yenilir diyen İslâmcılar!.. Bu sapık fetvaya uymaktan dönmezseniz biz sizden, siz bizden beri olunuz, sizi gözümüz görmesin, yıkılın gidin! * Varan 3: İhalelere fesat karıştıran sahte İslâmcılar. Başlarınıza o ihaleler kadar taş düşsün! * Varan 4: Vaktiyle bu düzen bozuk diyen, ellerine fırsat ve imkan geçince bozuk ve çarpık dedikleri düzenin veya sistemin haram nimetlerine aç köpekler gibi saldıran sahtekâr İslâmcılar!.. Bu yolda giderseniz akıbetiniz hayr olmaz. * Varan5: Hazret-i Ömer Faruk Efendimiz Ümmetin işini görürken Ümmet mumunu yakar, kendi işini görürken kendi kandilini uyandırırmış edebiyatı yapan, ellerine imkân geçince saçı bitmedik yetimlerin, fakir fukara halkın hukukunu çiğneyen uğurssuz İslâmcılar... Sizleri gözümüz görmesin. * Varan 6:Kur'ân'da Rabbimiz "Allah müsrifleri sevmez... İsraf edenler Şeytanın kardeşleridir..." buyurmuşken, kendileri Nemrud gibi, Fir'avn gibi, Neron gibi, Şeddat gibi israf, debdebe, tantana, şaşaa, ihtişam, gurur, kibir içinde yaşayan, ne oldum delisi, küçük dağları kendisi yarattı sanan türedi İslâmcılar, başınıza haram servetleriniz kadar taş yağsın!.. * Varan 7: Saçlarına yün yumakları ilave edip sözde tesettüre giren dar ve rengarenk elbiseler içinde gezip tozan; erkeklerin şehvetli dikkatlerini açık hafifmeşrep karılardan fazla çeken İslâmcı sayın bayanlar!.. Ya tevbe edip dosdoğru tesettüre girin, yahut bu numaraları, bu tiyatroları bırakın. * Varan 8: Arazilere daha fazla yapı, daha fazla kat izni çıkartıp, bu yüzden oluşan rantlardan milyonlarca lira haram komisyon alan İslâmcılar!.. O haram komisyonlar size zehir olsun, zıkkım olsun!.. * Varan 9: Emanetleri ehil ve layık olanla değil, kendi yaranına, yakınlarına, akrabalarına dağıtan, nepotizm yapan, emanetlere hıyanet eden İslâmcılar!.. Sizin yatacak yeriniz yoktur. * Varan 10:Bir yanda Sünnî görünen, öte yandan ne kadar reformcu, yenilikçi, bid'atçi, değişimci varsa onlarla işbirliği yapan bukalemun tıynetli İslâmcılar!.. Bu münafıklıklarınız cezasız kalır mı sanıyorsunuz? * Varan 11: Haklı ve doğru uyarılardan, olumlu tenkitlerden nefret eden, yalan da olsa övgülere bayılan münafık İslâmcılar!.. Bu kafayla daha ne kadar sürdürebilirsiniz bu oyunu? * Varan 12: Yâranlarını, yalakacılarını, yağcılarını, meddahlarını, pohpohlayıcılarını mükafatlandıran, onların önüne yağlı kemikler atan, övgülere doymayan İslâmcılar!.. Tarihteki benzerlerinizden hiç ibret almaz mısınız siz? * Varan 13: Riyaset, makam, mevki, erîke, şan, şeref, ün, alkış delisi İslâmcılar!.. Hubb-i riyasetin cinsel şehvetten 360 kat fazla ve yakıcı olduğunu size hiç söylemediler mi? * Varan 14:Mukaddes dâvâmızı deve eden İslâmcılar!.. * Varan 15: Allah'ın âyetlerini ucuza satan İslâmcılar!.. * Varan 16: İslâm'ı ve Müslümanları yeryüzünden kazıyıp silmeye yemin etmiş harbî, militan, amansız kâfirlerle işbirliği yapan İslâmcılar!.. * Varan 17: İslâm'ın ve Ümmetin önündeki en büyük engeli oluşturan İslâmcılar!.. Veyl size!.. Eyvah size!.. Vah size!.. Efsus ki efsus size!..
|
BAkin Bakalim Kimler Kimleri destekliyor. Posted: 31 Jan 2010 04:04 PM PST Degerli Domino Etkisi Uyeleri, Bu mesejim da sizlere domino etkisi tarafindan iletilmeyecek. Ben o yuzden e-mail adreslerini buldugum bu listenin uyelerine iletilerimi ilaveten gonderecegim. Bu gurupda bol bol anti-amerikanizm yapildigina, ilimli islamdan ve de baska hususlardan soz edildigine gore, sizlere gonderecegim bu ingilizce yazilarin nerelerde ciktigindan, bu yerlerin kimlere ait oldugundan, basinda kimlerin oldugundan, yazilarin yazarlarinin kim oldugundan ve de tum bunlarin kime hizmet ettiginden ve bu yer ve kisilerin fikirlerinden haberiniz olmasi lazim. Haberiniz yoksa, oturup bilmediginiz konularda ahkam kesmekten vazgecmeniz lazim. Lutfen iletinin ulastigi herkes bu sozlerimi ustune almasin. Lafim bilmedigi konularda insanlara dolma yutturmaya calisanlara. O yuzden ben size bu yazi nereden alindi, kim yazdi, hangi cikar icin yazdi, hic bir bilgi vermeyecegim. Sizler Allah'in verdigi akli kullaniyorsaniz, zaten anlamaniz lazim. Turkey and Democracy by Michael Rubin Euro-Atlantic Quarterly March 2008 http://www.meforum.org/1893/turkey-and-democracy Replace Turkey as a Strategic Partner? by Jonathan Eric Lewis Middle East Quarterly Spring 2006, pp. 45-52 http://www.meforum.org/928/replace-turkey-as-a-strategic-partner Despite Obama's efforts, Turkish foreign policy seems to be drifting farther away from the United States, especially on issues such as Iran and Sudan. Su satirlara gozunuzu iyi acin dolma yutmayi sevenler: Since coming to power in 2002, Turkey's Justice and Development Party (AKP) government has made significant changes in Turkish foreign policy. For decades beforehand, Ankara's foreign policy paradigm had centered on the promotion of national interests vested in the West. Lately, however, Turkish public support for and identification with the country's traditional Western allies (the United States, Europe, and Israel) have diminished. In the place of these allies, Ankara has established warm ties with Iran, Sudan, and Russia, and defended Hamas on the world stage. Previously, Turkish leaders successfully made the case to the public that the country's interests lay with its Western allies, to the point that popular attitudes were swayed in the direction of supporting the United States. Such a tendency, however, has not continued under the AKP, which has often taken an anti-Western stance before the Turkish public. This is, in part, because the party does not seem to consider Turkey part of the West. When Prime Minister Erdogan, who is also the AKP leader, addressed the summit of the Arab League in Khartoum, Sudan, in 2006, he told the attending heads of state that the "developed nations use terror to sell us weapons." 'Strategic Depth,' or Turning Turks toward Anti-Western Countries By implementing a new, sophisticated foreign policy theory called "strategic depth," the AKP has taken another step to promote the rise of anti-Western nationalism in Turkey. The theory on its face is benign, with the premise being that Turkey sits amid a number of "geocultural basins," such as the Middle East and the "Muslim world" (which are identical, according to the theory) and the West (Europe and the United States). Turkey can only emerge as a regional power, the thinking goes, if it establishes good ties in each of these basins and, hence, with all its neighbors. The implications of such a policy are problematic, and in the Turkish context the new order has a counterrevolutionary strain. First, instead of considering Turkey's membership in the West a given, it suggests that the country should deal equally with the West and the "Muslim world." Turkey is thus severed from its traditional pro-Western orientation, which, according to the strategic depth concept, is considered a form of alienation. The ramifications of all this cannot be overstated: the drift away from the West is the most important paradigm change in Turkish foreign policy since the beginning of the Cold War. Bu kurum neresi biliyor musunuz? Cevik Bir'in gorevi basindayken Washington'a gelince ugramayi ihmal etmedigi iki yerden biri olan siyonist ve neo-konservative bir dusunce kurulusu. Bu yaziyi yazan muhterem de bir Kemalist. Liberalizmden kemalizme donmus ve TSK'yi desteklemeye baslamis bir muhterem. Bunu donme de bu kurulusta calismaya basladiktan sonra oldu. Seveceginizi umdugum bir yazi daha: A Million Moderate Muslims on the March by Daniel Pipes New York Sun May 8, 2007 Bu listenin dunya siyasetini cok iyi bilen muhteremlerine bu kisinin kim oldugunu anlatmama gerek yok saniyorum. En az babalarini tanidiklari gibi iyi tanimalari lazim. Tanimiyorlarsa, oturup ahkam kesmeyi biraksinlar. Bu yazi tam bir Daniel Pipes klasigi. Sizlere Daniel Pipes'dan daha cooooookkkkk guzel yazilar gececegim. Bu sahsin bir zamanlar danismanligini yapan kisinin de eski aydinlik yazarlarindan biri oldugunu da belirteyim. Su anda ulusalci bir sitenin kose yazari. Bakin o guzel cumhuriyet mitinglerini ne guzel tanimlamis Daniel Pipes. Umarim gozunuzu acar. | |
[anadoluhaber:37572] ANADOLU DEMOKRAT KIRAT GRUBU BLOĞU KURULDU Posted: 31 Jan 2010 10:17 AM PST ÇOK ÖNCESİ DEMOKRAT PARTİ,
SONRASI ADALET PARTİ,
DAHA SONRASI DOĞRUYOL PARTİSİ OLAN VE BU MİSYONA GÖNÜL VERMİŞ, AYNI ÇİZGİNİN İNSANLARINI BULUŞTUĞU YERDİR. YAPICI, ÖZVERİLİ ELEŞTİRİLERİNİZE KAPI AÇIK…
ÖZ ELEŞTİRİ ÇOK ÖNEMLİ…
KIRAT NE İDİ, NE OLDU?
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
DP – AP DERKEN, DYP – ŞİMDİ ANAP İLE BİRLEŞEN DP…
NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
GÖRÜŞÜNÜZ, YORUMLARINIZ….
BİRLEŞEN DP ÖZLENEN BEKLENEN HAREKET Mİ?
TOPLUMDA KARŞILIK BULACAK MI?
ANAP TABANI BU BİRLEŞME İŞİNE NASIL BAKIYOR?
DP TABANI BU İŞE NASIL BAKIYOR?
AYRI BİR OLUŞUM VE BAŞKA BİR ÇATI OLAN DYP GENEL YÖNETİCİLERİ VE TABANI BU İŞE NASIL BAKIYOR? ÇİLLER NEREDE, NEDEN YOK, NİÇİN SESSİZ VE BU HAREKETİN İÇİNDE OLMALI MI? MEHMET AĞAR NE YAPIYOR, NEREDE, BU HAREKETİN İÇİNDE OLMALI MI?
AYDIN MENDERES BU İŞİN NERESİNDE?
AYDIN MENDERES’İ İÇİNE ALMAYAN DP YOL ALABİLİR Mİ?
SÜLEYMAN SOYLU NEREDE?
NEDEN SOYLU VE ÇALIŞMA ARKADAŞLARI ŞU ANKİ DP KADROLARINCA DIŞLANIYOR? DP NİN ŞU ANKİ ÜST KADROSUNDA BULUNAN KAÇ KİŞİ KAMUOYUNDA ŞEMSİYE PARTİSİ OLARAK BİLİNEN PARTİYİ KURMUŞTU? DYP’NİN HÜKÜMET OLMA HAKKI NEDEN ELİNDEN ALINMIŞTI VE BU İŞİ KİMLER ORGANİZE ETMİŞLERDİ? BABA (SÜLEYMAN DEMİREL) NE YAPTI, NE YAPIYOR?
AKLINIZA TAKILAN NE SORU VARSA SORUN, BİLDİĞİNİZ BİR CEVAP VARSA ONUDA YAZIN.. KONUŞUN TARTIŞIN VE DOĞRU ÇIKIŞ YOLUNU BİRLİKTE BULALIM…
HADİ BİR BEYİN CİMNASTİĞİ YAPALIM. TARTIŞALIM PAYLAŞALIM…
ANADOLU DEMOKRAT KIRAT GURUBU İŞTE O BLOĞ ADRESLERİ:
http://anadoludemokratkiratgrubu.blogcu.com/ -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37580] GAZA GELMEYİN, HELE DENİZGAZA HİÇ GELMEYİN Posted: 31 Jan 2010 09:47 AM PST yeni yazım aşagıdaki linkte yayına girmiştir yorum görüş ve eleştirleriniz beklerim arkadaslar -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37592] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ Posted: 31 Jan 2010 07:01 AM PST | | Adalet ve Demokrasi Haftası Posted: 31 Jan 2010 12:42 AM PST ‘Balbay’a şimdi, hemen şimdi özgürlük!’ at FOR REASONS UNKNOWN | CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi Posted: 30 Jan 2010 09:50 PM PST 30 Ocak 2010 Arslan BULUTarslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Henry Barkey ve Graham Fuller’in “ordu içinde bölünmeler” umuduna dayanan iç savaş stratejisine karşı Türkiye’nin çözümü, Atatürk’ün İstiklal Savaşı’na hazırlanırken, Alevisini Sünnisini ve etnik köken ayırt etmeden bütün milleti, ortak bir hedefte nasıl buluşturduğunu inceleyerek, Atatürk’ün milletin kendine güvenmesini sağlamakta kullandığı yöntemleri uygulamaktır. Türkiye’nin, Birinci Meclis ruhuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin yeniden “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” motivasyonuna ihtiyacı vardır. Türkiye’nin daha fazla sağduyuya ihtiyacı vardır. Bunu sağlayacak olan da medyanın ulusal niteliği zayıfladığı için Milli Güvenlik Kurulu’dur; dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türkiye, Türkiye’yi yönetenler tarafından resmen ve alenen satılıyor ve askerler dahil herkes bunu özelleştirme diye yutuyor. Türkiye satıldıktan sonra, sağlanacak olan kimin güvenliği olacaktır? Amerikan ve İngiliz şirketlerinin güvenliği değil mi? Türk Silahlı Kuvetleri, milli güvenliği tehdit eden bu gidişe MGK’da dur demelidir. Yoksa vebal altında kalırlar. Türkiye’ye yönelik iç savaş senaryolarının tartışıldığı bir ortamda, ülkenin bütün malvarlığının satılıyor olması asıl tehdit değil midir? Tehdit değerlendirmesi, bunun için yeniden gözden geçirilmelidir. İşte o zaman, bütün çatlak sesler susar ve Türk Milleti yeniden tek vücut olur. Bunlar yapılmasa da, Türk Milleti kendi kaderine sahip çıkacaktır ama, kargaşa yaşamaya lüzum var mı? * * * Yukarıdaki satırları 1998 yılında, bugün “Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı” diye ortaya atılan CIA projesinin orijinali ABD’de tartışıldığı zaman Sağduyu gazetesinde yazdım.. O tarihten bugüne, köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye’nin malvarlığı tamamen yabancılara satıldı. Sıra orduyu bölmeye geldi. 17 Ağustos 2005’te “İrtica diye gürleyenler vatan satılırken niçin sessiz?” başlıklı yazımda da benzer uyarıları yapmıştım. Fakat aldığım karşılık, “Devletin askeri kuvvetlerini aşağılamak” suçundan hakkımda dava açılması oldu. TCK 301/2’den yargılandım. Neyse ki bir yıl sonra beraat ettim. * * * The Times gazetesi, “İktidar mücadelesi, silahlı kuvvetleri, yüksek profili olan komplocular ile hassas belgeleri sızdıran ve siyasetten uzak bir orduyu isteyen isimsiz askerler olmak üzere ikiye böldü. Bir araştırma şirketi, orduya olan güveninin yüzde 60’lık tarihi bir düşük düzeyde bulunduğunu açıkladı” diye yazıyor. Türkcelil.com’da çıkan bir yazıda, İranlı Mohsen Yazd, “İran’da da önce halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla mollaların safına çekildi. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. Humeyni, devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. İran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazlar, ellerinde Kur’an ile erleri geçerek, direnen subay ve komutanları katlettiler” uyarısında bulunuyor! Mohsan Yazd, “Yüreğim kan ağlayarak İran’da ’O gün’ gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye’de görüyorum” diyor ve Türkiye’de kışlaları basacak olanların da emir komuta zinciri içinde hazır bekletildiğini belirtiyor. Arslan BULUT - CIA'nın, orduyu bölmeye dayanan iç savaş stratejisi | Ne biçim Genelkurmay Başkanı'ymışsın!' Posted: 30 Jan 2010 09:44 PM PST 30 Ocak 2010 Selcan TAŞÇIselcantasci@gmail.com 'Ne biçim Genelkurmay Başkanı'ymışsın!' Zırt pırt ortaya darbe planları çıkıyor. Herkesin hedefi Genelkurmay oluyor. Hepimiz el birliğiyle mevcut Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan hesap soruyoruz. Ne var ki ortaya çıkan planların hepsi 2003-2004 yıllarına ait. Yani mevcut Genelkurmay Başkanı’nın daha yeni Orgeneralliğe terfi ettiği günlere. Balyoz’da da, Sarıkız’da da, Ayışığı’nda da, Eldiven’de de hep aynı kişi Genelkurmay Başkanı. Orgeneral Sayın Hilmi Özkök. Bir tek ferdi vahit de çıkıp Özkök’ten hesap sormuyor. ‘Yahu kardeşim, sen ne biçim Genelkurmay Başkanı’ymışsın. Altındaki herkes darbe planlamış. 1. Ordu’da katliam planları yapılmış. Bu planların hepsi sana da ulaşmış. Niye o günlerde gereğini yapmadın’ diye soran yok. Varsa yoksa ‘Hilmi Paşa çok demokrat adamdı’ lafları. Başlarım demokratlığına. Bu gün kızdığımız öfkelendiğimiz, ‘Yuh bu kadarı da olur mu’ dediğimiz, TSK’yı suçladığımız ne kadar plan varsa ve eğer siz yayınlayıp durduğunuz tüm bu planlara inanıyorsanız, bunların hepsi Başbuğ zamanında değil, Özkök zamanında yapılmış. Gerçekten merak ediyorum, niye hiç kimse Özkök’ün adını anmıyor? ‘Paşa Paşa, sen ne o zaman ne halt ediyordun bütün bunlar olup bitiyordu’ demiyor? Yedi sene öncesinin hesabını bugünün komutanına sormayı biliyorsunuz da, 7 sene öncesinin hesabını o günün komutanına sormayı neden düşünmüyorsunuz? Kim bu Hilmi Özkök? Neredendir torpili de kimse ona bir şey soramaz. Ve savcılar dahi ayağına gider. Döneminde darbe planları yapılan bir demokrattır anladık da, aslen necidir? -Fatih Altaylı / HaberTurk * * * ABD’ye uyum yasaları AB’ye uyum diye, AB üyesi hiçbir ülkede tartışılmayan ulusal kimlik yerle bir edildi, demokrasi diye otokrasi yerleşti. Türkiye, uyum çerçevesinde, tamamı Amerikan olan bir planla BOP’a taşınıyor AB’ye uyum çerçevesinde çıkartılan yeni yasalarla, basın ve yayın yoluyla özgürce ifade ettiğimiz düşüncelerden ötürü zırt pırt yargılanmayacaktık. Yalakalık ifade özgürlüğü gerektirmediğine göre, böyle bir yasal düzenleme de pratikte “muhalefet” hakkını genişletiyordu. Oysa pratikte, sadece iktidar yanlısı, yalakası, şakşakçısı kişiler ya da iktidar tarafından onaylanan, talep edilen, bazen de yaratılan medya kurumlarının ifade özgürlüğü genişledi. Hatta iftira atmak, komplo üretmek, manipülasyon yapmak özgürlüğü azgınlaştı! Güya AB’ye uyum yasalarından önce haklarında açılan davalara rağmen düşüncelerini söyleyip yazabilenler, bu yasalardan sonra haklarında dava açılmadan susturuldular, sansürlendiler. Çünkü yazdıkları gazeteler, konuştukları televizyonlar batırıldı, batırılıyor, henüz batmayanlar da batırılmamak için sustular! Yerli üretim bitirildi Acaba AB, Türkiye’ye özel bir uyum planı mı sundu, yoksa Türkiye AB kriterlerini AKP iktidarına biata mı uydurdu? AB’ye uyum çerçevesinde “tarım politikası” dendi, yakın zamana kadar et, süt, yağ, tahıl, sebze ve meyve ihtiyacının tamamını karşılayıp ihracat yapan Türkiye, tüketiminin tamamına yakınını ithal eder hale geldi. Oysa benim bildiğim AB, genel bütçesinin yüzde 40’ını tarım ve hayvancılık sübvansiyonuna ayırıyor, 100 milyar Euro demek olan bu para üye ülkelere üretim kapasitelerine göre dağıtılıyor. Dünyanın en sanayileşmiş ve teknolojide en ileri beş devletinden biri olan Fransa, ne tarımını gözden çıkardı, ne hayvancılığını: AB’nin tarım ve hayvancılık sübvansiyon bütçesinin yüzde 27’si, bir başına bu ülkeye veriliyor! Oysa Türkiye’de, AB’nin “tarım politikası”na uyum, hiçbir AB ülkesinde bitirmediği yerli üretimi -nedense- bir bizim sınırlar içinde bitirdiği gibi, AB’ye uyumsuz dönemde tarım ve hayvancılıktan geçinen milyonlarca kişinin işsiz kalmasına, aç, sefil, çaresiz ailelerin kırsal alandan kentlere göçmesine, böylece hem çarpık kentleşmeye, hem de mega köylere dönen kentlerde nüfus patlamasına yol açtı. AB’ye uyum çerçevesinde siyasal partiler yasasını da değiştirmek, siyasal örgütlenmeyi de lider sultasından kurtarmak, milletvekili dokunulmazlıklarını da sınırlandırmak gerekiyordu. Nedense bu başlıklarda, AB’ye uyuma gerek görülmedi. Tarikatlar örgütlendi, sendikalar boğuldu, STK’lar onun bunun maşası oldu. AB’ye uyum diye, AB üyesi hiçbir ülkede tartışılmayan ulusal kimlik yerle bir edildi, ümmet yüceltildi, AB’nin olmazsa olmazı seküler devlet yıkıldı, imamlar kadrolaştı, demokrasi diye otokrasi yerleşti bu ülkeye. Ve tamamı Amerikan olan bir plan, “AB’ye uyum” çerçevesinde BOP’a taşıyor Türkiye’yi. Sınırdan asker çeken yok Şimdi de polis ağır silahlarla donatılmaya, seküler orduya alternatif mümin ordu kurulmaya, en riskli sınırda askerin, jandarmanın görevi ABD’nin maşası olanların emrine verilmeye kalkışılıyor. Oysa AB’de polisi ağır silahlarla donatılmış bir ülke bilmiyorum ben. Sınırlarından jandarmasını, askerini çekip polisi koyan bir AB ülkesi de bilmiyorum. Ya ben AB’yi bilmiyorum ya da Türkiye ABD’ye uyum çerçevesinde darmadağın... - Mine Kırıkkanat / Vatan * * * TRT bir tek bu haberi yapmadı TRT Genel Müdürlüğü’ne Amasyalı İbrahim Şahin’in gelmesinin ardından hem kurum içinde Amasyalı çalışanların sayısı artmış hem de Amasya ile ilgili her türlü program yapılmaya başlamıştı. Hatta İbrahim Şahin’in doğum yeri olan Akyazı Köyü ile ilgili bir belgesel dahi TRT tarafından hazırlanmıştı. TRT yayınlarında Amasya ile ilgili olarak, ilginç başlıklar taşıyan çok sayıda haber ekranlara getirildi. Amasya’da yapılan ışıklandırmalardan Amasya Tarihi kitabının basılmasına, Amasya’da yapılan deprem tatbikatından Amasya’da yapılan çiftçi yarışmalarına, Amasya’da yeni yapılan kamu binalarından Amasya Belediyesi’nin açtığı kurslara, Amasya’da okuma alışkanlığından Amasya semaverine kadar her şey haber oldu. TRT Amasya ile ilgili her haberi yaptı. Bir tanesi hariç. O da Tekel Direnişi’nde bulunan Amasyalı işçiler. O işçiler Amasya’dan geldiklerini çadırlarına astıkları afiş ile gösterdiler. Ancak bu afişi TRT görmedi. -odatv.com
| ÇUKURAMBAR'DA BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI NEDEN GİZLİCE BULUŞTULAR? YANLARINDAKİ 3.KİŞİ ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI MI İDİ ? Posted: 30 Jan 2010 04:31 PM PST ÇUKURAMBAR'DA BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI NEDEN GİZLİCE BULUŞTULAR? YANLARINDAKİ 3.KİŞİ ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI MI İDİ ? Sayın İstanbul Bilgi, Dezenformasyon yapıyor ve bilgi kirliliği yaratıyorsunuz. YAZINIZDA DİYORSUNUZ Kİ ; "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi " yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı böyle bir görüşmenin olmadığını söyledi. Velev ki ; Olsa bile bunda ne vardır ? Aynı meslekten hukukçu iki arkadaş, birisi görevde , diğeri emekli görüşseler ne olur ki ? Bu ne etik dışıdır, ne de üzerinde durulacak bir konudur. Emekli Mustafa Bilgin'in elinde ne yürütme ne de yaptırım gücü vardır !! Yani hukuken ve siyaseten AKP aleyhine açılacak olan yeni bir kapatma davasında etkinliği yoktur. Mustafa Bumin ne siyasetçidir, Ne de bir iş adamıdır !! Başsavcının etik yönden görüşmesi sakıncalı olmayan bir kişidir.Meslektaşı ve arkadaşıdır. *** Aslında üzerinde durmanız gereken ve bunun yanında çok daha önemli bir konu için size ip ucu vereyim ; Bu konuyu da yazar mısınız ? AKP'nin kapatılma davasının görüleceği günün bir gece öncesi Gece vakti , Yine Çukurambar'da başbakanın akrabası milletvekilinin evinde Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan neden GİZLİCE buluştular ? Bu buluşmada Anayasa Mahkemesinin Başkanının ne işi vardı ? Asıl etik olmayan bu buluşmadır. Ve Anayasa mahkemesinin kararını böylece Mahkeme başkanıyla birlikte olarak etkileme yoluna gitmişlerdir. Bu buluşma hem AKP'nin hem de Türkiye'nin geleceğini etkilemiştir. Aynı Mahkeme Başkanı yine dava sürecinde de yine AKP'li milletvekilleriyle bilmem ne kebapçısının açılışında bir araya gelerek yemek yemiştir. Bu buluşma yetmez ise size daha önemli buluşmaların başlığını verebilirim.Asıl üzerinde durulması gereken konular ve gerçekler gözden kaçırılıyor. Bir soru daha ; Anayasa Mahkemesi Başkanının İBDA C ile olan bağlantıları nedir ? Fasulyadan konularla uğraşacağınıza asıl bunlarla uğraşın !!! NKpt -------Original Message------- Date: 30.01.2010 00:17:13 Subject: Yalçınkaya - Mubin ...Yargıtay'da gizli buluşma! - (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki.) Yargıtay'da Gizli Buluşma! – (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki…) Vakit - YENER DÖNMEZ'İN HABERİ... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi. Bakanlıklar'daki Yargıtay binasında önceki akşam gerçekleşen gizli görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Görüşmenin ardından saat 17:30 sıralarında Başsavcı Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin, Yargıtay binasının kapısından birkaç saniye arayla ayrı ayrı çıktı. Yalçınkaya resmi makam arabasıyla, Bumin de 'Megane' marka otomobille Başbakanlık'ın bulunduğu sokaktan ayrıldı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Mustafa Bumin ile özel bir görüşme gerçekleştirdi. Bakanlıklar'daki Yargıtay binasında önceki akşam gerçekleşen gizli görüşme yaklaşık bir saat sürdü. Görüşmenin ardından saat 17:30 sıralarında Başsavcı Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin, Yargıtay binasının kapısından birkaç saniye arayla ayrı ayrı çıktı. Yalçınkaya resmi makam arabasıyla, Bumin de 'Megane' marka otomobille Başbakanlık'ın bulunduğu sokaktan ayrıldı.
AK PARTİ'Yİ KAPATMA İDDİALARI Yalçınkaya ve eski Başkan Bumin'in gizli görüşmesi Ankara'da konuşulan senaryoları yeniden gündeme getirdi. İlginç randevunun AK Parti'ye ikinci kez kapatma iddianamesi hazırlandığı öne sürülen günlere rastlaması dikkat çekti. Başsavcı ve Bumin'in parti kapatmaya ilişkin ne konuştuğu bilinmiyor. 2000-2005 yılları arasında Yüksek Mahkeme'nin başkanlığını yürüten Mustafa Bumin'in başkanlık yaptığı dönemde Anayasa Mahkemesi'nden Fazilet Partisi hakkında 'laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak' gerekçesiyle kapatma kararı çıkmıştı. Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya da AK Parti hakkında "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu" iddiasıyla kapatma davası açmış, ancak Yüksek Mahkeme kapatma istemini reddetmişti.
BUMİN BAŞKANLIĞINDAKİ KAPATMALAR Yargıtay Başsavcılığı'nın birinci kapatma davasıyla ilgili dosya arşivlerde tazeliğini korurken, Yalçınkaya'nın AK Parti hakkında ikinci kez kapatma istemiyle dava açacağı iddiaları gündeme gelmişti. Halkın Demokrasi Partisi de (HADEP) 13 Mart 2003'te Bumin'in başkanlığını yaptığı Mahkeme tarafından kapatılırken, 22 Ocak 2001'de Bumin başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi'nden parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliği ve AYM'ye meclis tarafından üye atanması önerileri ile gündeme gelmişti.
YALÇINKAYA'DAN İLGİNÇ SÖZLER Ak Parti hakkında daha önce kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Kasım ayında askeri çevrelere yakınlığıyla bilinen bir gazeteciye verdiği demeçte kapatmayla ilgili ilginç ifadeler kullanmıştı. Yalçınkaya, "Siyasi partilerin tüzükleri, programları ve eylemleri Anayasa'nın 68. maddesine aykırı olamaz. 68. maddenin 4. fıkrasında; siyasi partilerin tüzük, program ve eylemlerinin hukuk devleti ilkelerine aykırı olamayacağı yazılı. Eğer bu hüküm ihlal edilmişse o zaman Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddesinde yazılı olduğu gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı olarak bizim görevimiz başlar. Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddesi siyasi partilerin kapatılması davalarını düzenliyor. Bilgi ve belgeleri Anayasa'nın 68/4 ve Siyasi Partiler Yasası'nın 98. maddeleri açısından incelemeye almak zorundayız" demişti.
ASLI OLMAYAN DİNLEMELERLE İLGİLİ SÖZLERİ Yalçınkaya, aslı olmayan dinleme olaylarına değinip, "Dinleme hukuk devleti ilkelerine aykırı biçimde yapılıyorsa, Siyasi Partiler Yasası ve Anayasa'nın 68/4 maddesiyle ilgilidir. Dinleme, kayda alma, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesinin hangi hallerde yapılabileceği yasada belirlenmiştir. İşlem zinciri içinde Bakan veya ona bağlı kişilerin onayı olduğuna göre siyasi otorite ve dolayısıyla siyasi partiler hukukunu ilgilendirir" ifadelerini kullanmıştı.
ERBAKAN VE HATİPOĞLU'NU DİNLEMİŞLERDİ Aslı olmayan dinleme iddialarından dolayı kapatma davası açabileceği tehdidinde bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurahman Yalçınkaya ile Bumin'in görüşmesi, kapatılan Fazilet Partisi hakkındaki iddianamede eski Başbakan Necmettin Erbakan ile dönemin Fazilet Partisi Milletvekili Yasin Hatipoğlu'nun telefonlarının dinlenmesini hatırlattı. Yasalara aykırı bir şekilde Erbakan ve Hatipoğlu arasındaki konuşmalar dinlenmiş ve bu görüşme partinin kapatılması davasında iddianameye delil olarak konmuştu.
BUMİN, "DELİL OLARAK KABUL EDİLMESİN" DEMİŞTİ! Dönemin AYM Başkanı Bumin, Fazilet Partisi'nin, kapatılan Refah Partisi'nin devamı olduğu iddiasıyla, İddianameye eklenen deliller arasında yer alan ve üçüncü kişiler tarafından getirildiği belirtilen Necmettin Erbakan ile Yasin Hatipoğlu arasındaki araç telefonundan yapılan konuşma kaydının, Anayasa'nın 22. maddesinde belirtildiği biçimde, usulüne uygun bir yargıç kararına ya da kanunla yetkili kılınan merciin emrine dayanmadığı bu nedenle de haberleşme özgürlüğünü ihlal ettiği açık olduğundan hukuka uygun olarak elde edilmediği sonucuna varılan söz konusu konuşmaya ait kasetin, "delil olarak kabul edilemeyeceği yönünde" oy kullanmıştı.
Şu an benzer bir konuda Ak Partiyle ilgili inceleme yaptığı iddia edilen Yalçınkaya'nın bu gizli görüşmede Bumin ile dinlemeler konusunda görüş alış-verişinde bulunduğu öne sürülüyor.
__________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4818 (20100129) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com | | Re: ABD'nin günah galerisi Posted: 30 Jan 2010 02:49 PM PST Merhaba, "Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır."
Nurullah bey anlasildi: TSK'ya laf kondurmayalim diyorsunuz. Ama TSK'nin en basta Amerika ile muttefik olmaktan vazgecmek gibi bir derdi yok. Simdi boyle bir ordu ile ordu millet butunlugu demek, bu milletin ABD'ya payanda yapilmasi demek. Cazibe ve caydiricilik sadece gucle olmaz Nurullah bey. Bir zamanlar Sovyetler de gucluydu, ama dunyanin hic bir yerinde, bir kac idealist komunist genc disinda kimse oraya gideyim ve yasayayim diye binbir eza ve cefaya katlanmiyordu. Bir ulkenin tek cazibe merkezi guc degildir. Bunun yanisira is (ve as) ve nispi de olsa bir serbestiye kavusma arzusu da bunlar arasindadir. Bugun Amerikada bazi tahminlere gore 12 milyon musluman var e bunlarin buyuk cogunlugu orta sinifa mensup insanlar. Siz bu insanlarin buraya neden geldigini saniyorsunuz? Bugun, muhtemelen sizin de imrendiginiz Cin, muazzam bir kalkinma ornegi gosterirken, ABD hala hergun binlerce egitimli ve egitimsiz cinli icin cazibe merkezi. Ustelik bu Cinliler Amerikalilasmakda da cok hizlilar. Zaten iclerinde eli yuzu duzgun olan kizlar hemen beyaz erkeklerle evleniyor. New York'da sadece Chinatown degil cinlilerle dolu yerler. Flushing denilen bolgede ingilizce konusmalarina bile gerek yok. Bazi mahalllerde tamamen hintli dolu. Burada Amerika ve Avrupanin epey bir gunahini saymissiniz (bizimkilere gelince de iddia demissiniz ve burada bir defa ciddiyetinizi zedeliyorsunuz). Cogu dogru. Bir kisminda ise malumati manipule etmissiniz. Mesela Hirosima ve Nagasaki konusunu ne kadar elestirseniz hakkinizdir. Ama o bombalarin oraya dusmesinden en az Japonyanin basindakilerin de sorumlu oldugunu unutmayiniz. Simdi TSK'yi korudugunuz belli. Ama sunu aklinizdan cikarmayiniz: Endonezya'da bir milyonun olumune yol acan surec ile bizim memleketteki anti-komunizm meselesi ayni surecin parcalari ve bizim TSK da komunizme karsi global mucadele sisteminin icinde ve de aktif olarak yer almis durumda. Birincisi, sadece gucle cazibe sahibi olamazsiniz. Cazibe sahibi olmak icin insanlarin belli haklarini da temin etmek zorundasiniz. O haklarin en azindan belli seviyede saglanmadigi toplumlar guclu olsa bile, o gucle fazla ayakta kalamazlar. Bunu sovyet sistemi gosterdi. Saddam macolugu da baska bir ornek.. Eger insanlara sadece gucu gosterirseniz, onlari sadece sindirirsiniz. Onlara ozgur ve hak sahibi olduklarini da hissettirmeniz lazim. Bu propaganda ile bir nebze olur, ama propaganda bunu tek basina temin edemez. Insanlara bazi somut kriterler de sunmaniz lazim. Amerika'yi bildigini sanan sizin anlayamadigi yer burasi: Evet, amerikanin ozgur ve demokratik olmadigini iddia etmeniz icin guclu bir argumaniniz olabilir. Ama korkarim bu argumani sadece bazi entellektueller anlayacaktir. Kitleleri her zaman kandirmak mumkun degil, ama onlara bazi somut olculer sundugunuzda onlari uzun sure ikna etmeniz mumkundur. Iste Amerikanin hem orada koklesmis nufusunu hem de oraya gelen gocmenleri oraya baglayan budur: yanlis veya dogru, ellerinde onlari ikna eden bazi somut kriterler var. Kendini en an azindan, geldigi yere veya baska bir ortama gore mukayese edince, nispeten serbest hissettigi kriterler var. Her zaman olmasa da, bizim hukuk sistemimizle karsilastirilinca, cogu kere iyi isleyen bir hukuk sistemi var. Daha baska seyler de var. Ben sizin dediklerinizden sunu anliyorum: ordumuzu elestirmeyelim. Demokrasi, haklar ve ozgurlukler hikayedir, Amerika once kendine baksin, onlar insan hakki nedir bilmiyor, bize niye karissin. Bizim guclu olmamiz lazim, bunun da yolu onunla kaynasmaktan gecer. Buna kusura bakmayiniz ama fasizm deniyor. Amerikayi tanimak istiyorsan, onu hem negatif hem de pozitif yonuyle tani. Onun kotuluklerini kendi ulkendeki kotuluklere mazeret icin kilif olarak kullanma. Amerika'da demokrasi, haklar ve ozgurlukler yonunden gordugun celiskiler seni bunlardan uzaklastirmasin. Sen de ki, ben Amerika gibi iki yuzlu olmayacagim ve gercek hak ve ozgurlukler rejimini kuracagim. Kusura bakmayiniz, baskalarinin gunahlari sizin gunahlarinizi mesrulastirmaz. Ve de hic de cazibesi ve caydiriciligi olan rejim kuramazsiniz. Beni insan olarak gormeyen rejime, beni asagilayan rejime, benim cocugumu egitim hakkimi elimden alan rejime ben nasil kaynasayim? ben insanim herseyden once ve o insanligimi tanimayan bir sistemi ben neden taniyayim. Ozgurluge ve haklara ragmen guc istenmez. Guc bunlari saglayarak saglanir. ABD'nin o kadar gfenc bir yasi olmasina ragmen bu gunlere nasil geldigini merak ediyorsan, onun tecrubesini cok iyi calisman lazim. Basindan kuruldugunda ortaya koydugu ilkelerle her yonden celisen bir yapisi vardi. Ama tarihsel surecte varolan yapiya karsi, o ilkeler kullanilip her zaman bir mucadele verildi. Bu mucadelelerin sonunda belki bazi kazanimlar cok gec elde edildi, ama o mucadelenin verilmesi icin kurumsal ve ilkesel yapi musaitti. Sistem kendini esnek tuttu ve o esneklik sayesinde, insanlara o sistemle aralarinda bir aidiyet kurmalarini temin etti. Tabi bu sozlerim birer genelleme. Genellemelere her zaman uymayan durumlar vardir ve sozlerime istisna teskil edecek pek cok somut durum var. Ancak bu sunu degistirmiyor: bugun ABD'den hic bir insan hayatini tehlikeye atarak bir kalkinma mucizesi olan cine gitmek icin yola cikmiyor, valizlerin veya havasiz konteynerlarin icine girmiyor. Ne idigu belirsiz adamlara tirnagiyla kazidigi, borc aldigi, bedenini satarak kazandigi parayi verip sonra okyanusun ortasinda, terkedilmiyor. Ama hala Cin'den ABD'ye bu dediklerimi goze alip gelmeye calisan tonlarca insan var. Cin mafyasi hala cinli kadinlari Amerikaya fuhus ticareti icin getiriyor, ustelik en az iki yil her ay ikibin dolar kendisini getiren insanlara odemek gibi agir bedellere katlanarak. Bence gunun sozunu siz soyle degistirin: yasasin fasizm. Kusura bakmayiniz, sundugunuz hic bir sey yok. Insanca yasamak adine ne sunuyorsunuz, onu soyleyin. Amerikanin gunahini bana baska gunahlari ortmek icin sunmanin otesinde bir sozunuz var mi? Ben sahsen Amerikayi sizden okumak yerine, bu isin ehli insanlarin yazdigi kitaplardan hem de belgeleriyle okumayi tercih ederim. Siz yargisiz infazsiz bir ulke istiyor musunuz? Siz faili mechulsuz bir ulke istiyor musunuz? Siz herkesin hak ve hurriyetlerine sahip oldugu, devletin insanin cocugunu yetistirmesine karismadigi, insanlarin kiyafetine karismadigi, insanlarin diliyle ve disiyle ugrasmadigi, zorla sadakat kazanmaya calismadigi bir rejim istiyor musunuz? Siz halkinin oyuna saygili bir sistem istiyor musunuz? Siz en dandik anayasayi bile delik desik edip icine etme rezaletini gosterebilmis bir Anayasa mahkemesinden ve de fasist bir sistem anayasasindan kurtulmak istiyor musunuz? Siz yukarida saydiklarima karismayacak bir ordu istiyor musunuz? --- On Sat, 1/30/10, nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> wrote:
From: nurullah aydın <nurullah--aydin@hotmail.com> Subject: ABD'nin günah galerisi To: domino_etkisi@googlegroups.com, genclikgeliyor@gmail.com, genclikgeliyorgrup@googlegroups.com, liberal-izmirliler@googlegroups.com, haberver@yahoogroups.com, haberposta@googlegroups.com, aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com Date: Saturday, January 30, 2010, 6:08 AM
30 Ocak 2010 Ankara ABD'NİN GÜNAH GALERİSİ! ABD Başkanı Barack Obama gerek Amerikan halkında gerekse dünya kamuoyunda ciddi güvensizlikle karşı karşıya. Özellikle Müslüman ülkelerdeki hayal kırklığı artmış durumda. Obama'nın; Bush'un vahşi askeri işgallerine karşı duruşu görüntüsünün tersyüz olması, halkların beklentilerini boşa çıkardı. Dönüp kendi geçmişine bakmayan, katlettiği Kızılderilileri hatırlamayan, dünyada yaptığı soykırımları dile getirmeyen ABD başka ülkelerde de bunların konuşulmasına engel oluyor. Göreve gelir gelmez Dünyada geçmişteki ve günümüzdeki bütün katliamlar artık gizlenmeyecek, mağdurların feryadı duyulacak mesajını veren ABD Başkanı Barack Obama'nın yeni işgal senaryolarını uygulamaya koyması yeni cepheler açması dünyada büyük tepkilere sebep oldu. Dünya kamuoyu Obama'ya katledilen Kızılderililer için neden Amerikan mahkemelerinin tazminat uygulamasına gitmediğini ve Kızılderililerin gasp edilmiş topraklarına iade taleplerinin neden yerine getirilmediğini soruyor. Ayrıca Obama'ya, ABD yönetimlerinin Latin Amerika ülkelerinde, Japonya'da ve Afrika'da yaptığı katliamlar ile 1991 yılında Ortadoğu'ya yönelik başlattığı işgal sürecinde katlettiği milyonlarca insanla ilgili bugüne kadar hiçbir somut adım atmadığı hatırlatılıyor. Soykırımla dolu geçmişinize bakın ABD'nin ve Avrupa'nın yaptığı katliamlar hiçbir şekilde görülmüyor. Peki ama neden? Fransızlar zamanında 1,5 milyon Cezayirliyi katletti. Hıristiyan Avrupalıların geçmişlerinde, Osmanlı'nın yaptıklarını iddia ettikleri katliamların 10 misli var. Amerikalıların Kızılderili soykırım var. Bunlarla ilgili İran ve Venezuela başkanları konuşuyor, başka yok. 25 milyon Kızılderili katledildi. Kristof Kolomb 1492'de Amerika'ya ayak bastığında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892'de 1.5 milyona düştü. 20. yüzyılın başında Kızılderili nüfusunun yüzde 95'inin katledildiği gazete ilanlarında iftihar olarak yayınlanıyordu. 24 Eylül 1863 tarihli Winona Dayly Republican gazetesindeki ilanda; "getirilen her ölü Kızılderili için 200 dolar ödül" vaad ediliyordu. ABD Başkanı Roosevelt, gazetelerde yayınlanan demeçlerinde "En iyi yerli, ölü yerlidir" diyordu. Bugün yapılan araştırmalara göre, eğer Kızılderililer yok edilmeseydi, Amerika'daki nüfusları Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar olacaktı. ABD'de 25 milyon Kızılderilinin katledildiği tahmin ediliyor. İşte ABD'nin yüzyıllık günah galerisi 1898'de Meksika ABD tarafından işgal edildi, aynı yıl Küba'ya girildi ve her iki ülkede bir yılda 30 bin kişi katledildi. 1921'de ABD Nikaragua'yı işgal etti. 1945'te Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine ABD güçleri tarafından atom bombası atıldı ve 350 bin kişi katledildi. 1950-53 tarihlerinde Kore'yi işgal etti ve yüz binlerce Koreli katledildi. 1950-59 tarihlerinde Küba'da ABD güçleri tarafından 60 bin kişi katledildi. 1965 yılında Endonezya'da ABD'nin çıkardığı karışıklıklar nedeniyle 1 milyon insan hayatını kaybetti. Aynı yıl Dominik'te ABD paraşütçüleri tarafından 10 bin kişi katledildi. 1975 yılında ABD Vietnam'dan çıktığında geride 170 bin ölü, 80 bin de sakat Vietnamlı bıraktı. 1970-75 tarihlerinde Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon kişi ABD tarafından katledildi. 1973'te Şili'de CIA darbesi ile 30 bin kişi katledildi. Aynı yıl Arjantin'de 30 bine yakın insan katledildi. 1983 yılında Lübnan'da 14 bin Amerikan deniz piyadesi binlerce Lübnanlıyı katletti. Aynı yıl 6. Filo Lübnan'ı günlerce bombaladı. Yine aynı yıl Grenada'yı işgal eden ABD, burada 2 bin kişiyi katletti. 1986'da Libya'yı bombalayan ABD birlikleri, bine yakın sivili katletti ve bu ülkeye yıllardır ambargo uyguluyor. 1989'da Panama'ya asker çıkaran ABD, 5 bin Panamalıyı öldürdü. 1991'de Irak'a saldıran ABD, bu savaşta 100 bin Iraklıyı katletti. 2001 yılında ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane eden ABD, İslam coğrafyasına karşı Haçlı Seferi başlattığını ilan ederek, Afganistan'ı işgal etti ve on binlerce Afganlıyı katletti. Aynı plan çerçevesinde 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD, bu güne kadar Irak'ta 1 milyon 250 bin civarında Iraklıyı katletti. ABD, her konuyu, ülkelere karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılıyor. ABD ve Avrupa'ya dönüp kendi kirli geçmişinize bakın demek gerekir. Ama kim diyecek? ABD'nin gündeme getirdiği demokrasi, insan hakları konusu kabak tadı verdi. Bu kavramların neyi örttüğünü halklar anlamaya başladı.. GünüN SözÜ: Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır. Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler.
| | ABD Türkiye'deki azınlıklara gizlice eğitim vermiş Posted: 30 Jan 2010 01:30 PM PST ABD Türkiye'deki azınlıklara gizlice eğitim vermiş... ABD’nin, Türkiye’de yaşayan dini azınlıklara yönelik güvenlik eğitimi verdiği ortaya çıktı. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nun, dini azınlıklara verdiği, stratejik güvenlik eğitimi konusunda Türkiye’den hiçbir resmi makama haber vermediği anlaşıldı. Partisinin il başkanları ve il müfettişleri toplantısına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, burada yaptığı konuşmada Türkiye’yi sarsacak bir olayı gündeme getirdi. Kurtulmuş, ABD’nin, İstanbul’da dini azınlıklara “stratejik güvenlik eğitimi” verdiğini belgeleriyle açıkladı. KURTULMUŞ: ABD, HANGİ GEREKÇEYLE DİNİ AZINLIKLARA GÜVENLİK EĞİTİMİ VERİYOR ABD Dışişleri Bakanlığına bağlı, İnsan Hakları ve Demokrasi Bürosu tarafından, Türkiye ile ilgili hazırlanan “Din Özgürlükleri Raporu” başlıklı raporda, “ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu tarafından İstanbul’da bulunan dini azınlıklara ‘Genel Güvenlik Stratejisi çerçevesinde güvenlik eğitimi sağlandığı” ifadesinin yer aldığını belirten Kurtulmuş, “ABD İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul’daki hangi dini azınlıklara, hangi gerekçelerle, hangi kapsamda, hangi konuları içeren bir güvenlik eğitimi vermiştir? Bunu bilmek 72 milyonun hakkıdır” dedi. VALİLİĞİN HABERİ YOK Raporda açık bir şekilde ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu tarafından İstanbul’da bulunan dini azınlıklara ‘Genel Güvenlik Stratejisi” çerçevesinde güvenlik eğitimi sağlandığı ifade ediliyor. Bu ne demektir?” diye soran Kurtulmuş, Partisinin İstanbul İl Başkanlığının İstanbul Valiliğine konuyla ilgili bir yazı yazdığını ve olayı sorduğunu kaydetti. Kurtulmuş, İstanbul teşkilatının, valiliğe “Söz konusu eğitimden Valiliğinizin haberi var mıdır? Eğitimin gerekçesi, içeriği süreci ve katılımcıları kimlerdir? Eğitimde partner kuruluşlar var mıdır?” şeklinde sorular sorduğunu ifade ederek, valilikten şu cevabı aldıklarını belirtti: “İstanbul Valiliğinin 6 Ocak 2010 tarihinde yazmış olduğu cevabi yazıda aynen şöyle deniyor; ‘Konu ile ilgili olarak yapılan inceleme ve araştırma neticesinde belirtilen eğitimle ilgili olarak valiliğimizin ve il emniyet müdürlüğümüzün ilgili kısımlarına her hangi bir müracaat olmadığı gibi valiliğimizin ve emniyet müdürlüğümüzün konu ile ilgili herhangi bir ilgi ve bilgisi bulunmamaktadır.” KONUNUN ÜZERİNE GİDİLSİN Kurtulmuş, ABD İstanbul Konsolosluğunun Valilik ve Emniyet’in bilgisi dışında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan dini azınlıklara yönelik hangi gerekçelerle güvenlik eğitimi verdiğinin İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları tarafından mutlaka açıklığa kavuşturulması gerektiğini de vurgulayarak şöyle konuştu: “Şimdi buradan kamuoyu vasıtasıyla İçişleri ve Dışişleri Bakanlığına bir sorumluluk olarak bu konuyu tevdi etmek bizim vazifemizdir. Böyle bir konuya muttaki olduktan sonra bunun üzerine gidilmesi lazım. ABD İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul’daki hangi dini azınlıklara, hangi gerekçelerle, hangi kapsamda hangi konuları içeren, bir güvenlik eğitimi vermiştir? bunu bilmek 72 milyonun hakkıdır.” KONSOLOSLUK CEVAP VERMEDİ Saadet lideri Kurtulmuş’un gündeme taşıdığı belgeyi ortaya çıkaran İstanbul İl Teşkilatı’nın, ABD İstanbul Başkonsolosu Sharon Anderholm Wiener’e de konuyu sorduğu ancak, Wiener’in cevap vermediği belirtildi. ABD'nin Resmi Sitesindeki Dini Özgürlükler Raporu'nun Türkiye Bölümü'nü okumak için tıklayın..   | __________ Information from ESET Smart Security, version of virus signature database 4821 (20100130) __________ The message was checked by ESET Smart Security. http://www.eset.com | ***YENİ DÜNYA DÜZENİ ************Re: Yalçınkaya - Mubin ...Yargıtay'da gizli buluşma! - (Sabih Kanadoğlunu Neden Almamışlar Aralarına ki.) Posted: 30 Jan 2010 11:26 AM PST HANGİ DÜNYA DÜZENİ Mustafa Nevruz SINACI 1944’den bu yana bir “yenidünya düzeni” furyasıdır almış gidiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu söylem, insanlara çok hoş; Demokrasi, hak-adalet, barış ve hukuk vaat eden sevimlilikte pek sıcak ve ümit-var geliyordu. Evrensel bir yalan, kirli bir oyun ve düzen olduğu çok çabuk ortaya çıktı. Aradan geçen yıllar, bu teranenin hiçte samimi ve iyi olmadığını gösterdi. Bitti denilen savaş gerçekte hiç bitmedi. Açlık, yokluk, yoksulluk da öyle… Hiç bitmeden sürdü, sürüyor.. Çünkü daha o yıllarda türeyen “yenidünya” düzencileri, bir takım sahtekâr-düzenbaz, yalancı-talancı, dolandırıcı, mukallit ve mutlak surette “kene ve domuz cinsi” kan emici-sömürücü, terör-tedhiş odağı, bölücü ve faşist-anarşist idiler. Bu nedenle, ileriki yıllarda 1. ve 2. Dünya Savaşları çok tartışıldı. Üstüne üstlük, yeni Çağ’ın adını da “BİLGİ ÇAĞI” koydular. Ancak “bilgi” namına yapılan tertip ve teşebbüsler asla “bilge’ce” olmadı. Adına “aydın” dedikleri bir garip tür ve manipüle yaratıklar ortaya çıktı. Gerçek ilim-bilim adamları, kanaat önderleri ve halk filozofları ustalıkla dışlandı. İşte bu süreçte, kolektif düşünce ortamları, kurumsal beyin fırtınaları ve akil adamlar tarafından “dünya savaşları” ile bunların aptalca sebepleri ve korkunç sonuçları sorgulandı. Hattâ, her iki savaşın da “bilumum öncü ve artçıları ile” bir provokasyon olduğu iddia edildi. Milyonlarca insanın alçakça katledilmesi, muazzam maddi-manevi eser ve servetlerin mahvı, doğal dengenin onarılmaz bir darbe yemesi gibi felâketler doğurduğu değerlendirildi. Nitekim şu anda, dünyanın tapusunu elinde tutan ve yeryüzü halkını amansızca sömüren kirli ve karanlık güçleri analiz ederseniz; Hakikatin aynen böyle olduğunu “sizde” görürsünüz… Sağcılar ve solcular, maddeci-materyalistler, dindarlar ve din tüccarları!.. 1944’den bu yana dünyanın bütün ülkelerinde uygulanan senaryo aynı. Zamanla bu arenada etnik kök, din-mezhep ve tarikat argümanları bile pazarlandı. Bir tarafta bütün unsur, uzantı ve bağlantılarıyla “yenidünya düzencileri” yer alıyor. Diğer tarafta, barışçı, pasif, insancıl, merhametli, üretimin ana unsuru ve dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan “merkezi oluşturan” geniş halk kitleleri; Sadece anılan, anlatılan ve içtenlikle özlenen “medeni siyaset ve adalet ahlâkı” Ve, tarihin derinliklerinde kalan bir Nuşirevan!... Ve adına “kemirgenler, sömürgenler, hortumcular, kan emici kapitalist, emperyalist vampir, din tüccarı kene, siyaset hak ve adalet istismarsısı, sağcı-solcu, şucu-bucu” denilen İnsani boyut ve bilinç toplumu düşmanı alt varlıklar… Bunlar, adeta devasa bir ahtapot (canavar) gibi dünyayı sarmış, güçlü kollarıyla çoğu devleti pençeleri içine almış, kuşatmış, dini-donu, aidiyeti-milliyeti olmayan insanlık dışı yaratıklar olup; Gerçekte aynı olan ve fakat birbirinden ayrı gibi görünen iki koldan hareket eder ve faaliyet gösterirler. Bunlardan birincisi ateist-pagan, din ve ahlâk, hak-adalet düşmanı, evrimci-devrimci sefih solcular; diğerleriyse dinci-kinci, yaradılışçı geçinen paracı-pulcu, fesat ve tefrikacı sözde sağcılar; Yerine göre farklı ad ve fraksiyonlar olarak tanımlanan tali gruplar… Tek merkezden kontrol, koordine, tedvir, organize ve idare edilen “insanlık düşmanı” bu unsurlar, dünyanın bütün ülkelerinde var olup; Her yerde ve her şekilde tezahür ederler. Örneğin meclisler, yönetim unsurları, köşe başları ve ekrandaki kuklalar! Daha çok gazeteci, yazar ve akademisyenler arasından seçilen popülist demagoglar… Her biri ellerine verilmiş senaryoları başarıyla oynuyorlar.. . Bir yazarın (*) dediği gibi “bazısı bilerek bazısı habersiz, gaflet, dalalet ve hıyanet içinde yüzyılın oyununu sahneliyorlar..” Bu yazar da onları ülkemiz özelinde (yerel bazda) iki kategoriye ayırıyor: “Birkaç kuşak kentli olanlar, Batı’yı Kâbe bilerek yoğrulmuşlar, kolejlerden çıkıp Avrupa ya da Amerika’nın yolunu tutmuşlar. Attila Ağabey’in (İlhan) deyişiyle, saatlerini hep Batı’ya ayarlamışlar. Her gün ekranlarda “Türk Ulusu hiç olmadı ki!...”, “Türkler etnik bir topluluk!”, “Türk sözü yasalardan çıkarılmalı!” demekteler... (İşin en garip ve enteresan yanı şu ki: Bunların kahir ekseriyeti kendilerini Atatürkçü, ilerici, aydın ve çağdaş olarak tanımlar!.. Ancak aralarında NUTUK’U okuyan nadir, Kuran’ı Kerim okuyanı ve namaz kılanı (!) hiç yoktur. Yine bu gruptakilerin çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli dönme-devşirme veya sabetaist, mason, misyoner ve koza-kripto olduğu gözlenir.) Biri “Batı’nın bu denli olumsuz bir imaja sahip olduğu bir ülkede, nasıl Batı yanlısı politikalar izlenecek?” diye iç çeker, bir başkası “Avrupa ve ABD Kürt Sorunu’nu çözmemizi istiyor, çözeceğiz!” diye çığlık atar, ani çark edişiyle dikkat çeken ötekisi “Türkiye bölgenin Amerika’sı!” diye yazarçizer, üstüne bir de kükrer! İkinci grup kırsal kesimden gelen, tarikat ve cemaatlerin taa içinde yer alan, hilafetçi, şeriatçı söylemlerle ortada dolaşan, her türlü parasal ilişkileri beceriyle başaran, Amerika’yı Kâbe kabul edenlerdir. Büyük Ortadoğu Projesi’ni canhıraş savunurlar. Saltanata ve hilafete büyük bir iştahla sahip çıkarlar. Aynı sırtlan iştahıyla Gazi Mustafa Kemal’e saldırırlar! (Bu grup Müslümanlık iddiasındadır. İslâmi argümanları ince bir ustalık ve derin bir kurnazlıkla kullanırlar. Görüntü mükemmeldir. Oruç, namaz, hac hiç ihmal edilmez. Fakat, aralarında bir tane bile “samimi, muttaki, imanlı-şuurlu” gerçek Müslüman yoktur. Zira bu kategoriyi oluşturan tür; Yalancı, küfürbaz, kinci, üçkâğıtçı, düzenbaz-madrabaz, emanete hıyanet eden, kul ve yetim hakkı yemekte mahir, sözünde durmayan, çalan-çırpan, fırsat buldukça her namussuzluğu, sapkınlık, yolsuzluk ve soysuzluğu çok kolaylıkla, fütursuzca yapabilen çok tehlikeli yaratıklardır. İşin garibi, nesepleri araştırıldığında bunların da büyük çoğunluğunun Ermeni, Rum, Yahudi kökenli dönme-devşirme veya sabetaist olduğu gözlenir) Batı’ya biat eden işte bu iki grup, Türk milleti ve Mustafa Kemal nefretinde birleşirler. Şu anda Türkiye’deki tüm kanalların başında Amerikalı Avrupalı “uzmanlar” var. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de medya bombardımanını yönetiyorlar. 10 yıl içinde millet, yarışmacı ve izleyici haline getirildi. Zehirli bir toplum projesi halkın direnme gücünü sınıyor. Her gün “demokrasi, hak hukuk, özgürlükler” adı altında! AÇILIN; SAÇILIN; DEĞİŞİN!” diyenleri dinliyoruz. Batı, Türk milletinden boşuna nefret etmiyor... Tarihin çeşitli dönemlerinde tüm planlarını defalarca alt üst eden başka bir millet yok. Halkını bin bir etnik gruba bölmeye çalışsalar da; Allah’la aldatmaya uğraşsalar, sahte dinleri dayatsalar da; beyaz camdan uyku hapları, zehirli iğneler fırlatsalar da; “aydın” kisveli deccalları besleyip besleyip büyütseler de, Türk milleti “mucize” bir millettir! Çok yakında yeni mucizesini, tüm ağırlığıyla hainlerin suratına geçirecektir!” NETİCE: 07.11.1982 Tarih ve 2709 Sayılı “mevcut” Anayasa’yı ilga ve sözde “sivil anayasa” yapmaya kalkışan (asker-sivil; sahibinin sesi) bilumum sulta ve cuntacılara “lütfen” DİKKAT ediniz!.. Bunların mütemmimi ve sadece bir kuşak öncesi de; TC’nin “Tek Sivil Anayasası” olan, Mustafa Kemal Atatürk’ün (1924/1928) Anayasası’nı 27 Mayıs 1960’da ilga, mahküm ve mülga etmişlerdi. (*) Banu Avar’ın Kasım 2009’de basımı yapılan “Hangi Dünya Düzeni?” adlı kitabı. | ABD'nin günah galerisi Posted: 30 Jan 2010 03:08 AM PST Nurullah AYDIN 30 Ocak 2010 Ankara ABD'NİN GÜNAH GALERİSİ! ABD Başkanı Barack Obama gerek Amerikan halkında gerekse dünya kamuoyunda ciddi güvensizlikle karşı karşıya. Özellikle Müslüman ülkelerdeki hayal kırklığı artmış durumda. Obama'nın; Bush'un vahşi askeri işgallerine karşı duruşu görüntüsünün tersyüz olması, halkların beklentilerini boşa çıkardı. Dönüp kendi geçmişine bakmayan, katlettiği Kızılderilileri hatırlamayan, dünyada yaptığı soykırımları dile getirmeyen ABD başka ülkelerde de bunların konuşulmasına engel oluyor. Göreve gelir gelmez Dünyada geçmişteki ve günümüzdeki bütün katliamlar artık gizlenmeyecek, mağdurların feryadı duyulacak mesajını veren ABD Başkanı Barack Obama'nın yeni işgal senaryolarını uygulamaya koyması yeni cepheler açması dünyada büyük tepkilere sebep oldu. Dünya kamuoyu Obama'ya katledilen Kızılderililer için neden Amerikan mahkemelerinin tazminat uygulamasına gitmediğini ve Kızılderililerin gasp edilmiş topraklarına iade taleplerinin neden yerine getirilmediğini soruyor. Ayrıca Obama'ya, ABD yönetimlerinin Latin Amerika ülkelerinde, Japonya'da ve Afrika'da yaptığı katliamlar ile 1991 yılında Ortadoğu'ya yönelik başlattığı işgal sürecinde katlettiği milyonlarca insanla ilgili bugüne kadar hiçbir somut adım atmadığı hatırlatılıyor. Soykırımla dolu geçmişinize bakın ABD'nin ve Avrupa'nın yaptığı katliamlar hiçbir şekilde görülmüyor. Peki ama neden? Fransızlar zamanında 1,5 milyon Cezayirliyi katletti. Hıristiyan Avrupalıların geçmişlerinde, Osmanlı'nın yaptıklarını iddia ettikleri katliamların 10 misli var. Amerikalıların Kızılderili soykırım var. Bunlarla ilgili İran ve Venezuela başkanları konuşuyor, başka yok. 25 milyon Kızılderili katledildi. Kristof Kolomb 1492'de Amerika'ya ayak bastığında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892'de 1.5 milyona düştü. 20. yüzyılın başında Kızılderili nüfusunun yüzde 95'inin katledildiği gazete ilanlarında iftihar olarak yayınlanıyordu. 24 Eylül 1863 tarihli Winona Dayly Republican gazetesindeki ilanda; "getirilen her ölü Kızılderili için 200 dolar ödül" vaad ediliyordu. ABD Başkanı Roosevelt, gazetelerde yayınlanan demeçlerinde "En iyi yerli, ölü yerlidir" diyordu. Bugün yapılan araştırmalara göre, eğer Kızılderililer yok edilmeseydi, Amerika'daki nüfusları Avrupa nüfusunun bir buçuk katı kadar olacaktı. ABD'de 25 milyon Kızılderilinin katledildiği tahmin ediliyor. İşte ABD'nin yüzyıllık günah galerisi 1898'de Meksika ABD tarafından işgal edildi, aynı yıl Küba'ya girildi ve her iki ülkede bir yılda 30 bin kişi katledildi. 1921'de ABD Nikaragua'yı işgal etti. 1945'te Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine ABD güçleri tarafından atom bombası atıldı ve 350 bin kişi katledildi. 1950-53 tarihlerinde Kore'yi işgal etti ve yüz binlerce Koreli katledildi. 1950-59 tarihlerinde Küba'da ABD güçleri tarafından 60 bin kişi katledildi. 1965 yılında Endonezya'da ABD'nin çıkardığı karışıklıklar nedeniyle 1 milyon insan hayatını kaybetti. Aynı yıl Dominik'te ABD paraşütçüleri tarafından 10 bin kişi katledildi. 1975 yılında ABD Vietnam'dan çıktığında geride 170 bin ölü, 80 bin de sakat Vietnamlı bıraktı. 1970-75 tarihlerinde Kamboçya ve Laos'ta 1 milyon kişi ABD tarafından katledildi. 1973'te Şili'de CIA darbesi ile 30 bin kişi katledildi. Aynı yıl Arjantin'de 30 bine yakın insan katledildi. 1983 yılında Lübnan'da 14 bin Amerikan deniz piyadesi binlerce Lübnanlıyı katletti. Aynı yıl 6. Filo Lübnan'ı günlerce bombaladı. Yine aynı yıl Grenada'yı işgal eden ABD, burada 2 bin kişiyi katletti. 1986'da Libya'yı bombalayan ABD birlikleri, bine yakın sivili katletti ve bu ülkeye yıllardır ambargo uyguluyor. 1989'da Panama'ya asker çıkaran ABD, 5 bin Panamalıyı öldürdü. 1991'de Irak'a saldıran ABD, bu savaşta 100 bin Iraklıyı katletti. 2001 yılında ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane eden ABD, İslam coğrafyasına karşı Haçlı Seferi başlattığını ilan ederek, Afganistan'ı işgal etti ve on binlerce Afganlıyı katletti. Aynı plan çerçevesinde 2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD, bu güne kadar Irak'ta 1 milyon 250 bin civarında Iraklıyı katletti. ABD, her konuyu, ülkelere karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılıyor. ABD ve Avrupa'ya dönüp kendi kirli geçmişinize bakın demek gerekir. Ama kim diyecek? ABD'nin gündeme getirdiği demokrasi, insan hakları konusu kabak tadı verdi. Bu kavramların neyi örttüğünü halklar anlamaya başladı.. GünüN SözÜ: Cazibesi ve caydırıcılığı olan güçlü bir ülke ancak devlet-millet-ordu bütünlüğü ile sağlanır.
Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler. | BORİS YELTSİN'İN İKİNCİ KEZ DEVLET BŞK.LIĞINA SEÇİLMESİ NASIL OLDU..? İBRETLİK... Posted: 30 Jan 2010 12:02 AM PST SAKIN UZUN BİR HİKAYE DİYE SONUNA KADAR UKUMAMAZLIK YAPMAYALIM...GECİKMİŞ DAHİ OLSAK , DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ YASAKLANMADAN BU OLAYI İYİ İRDELEYİP ÜZERİNDE DÜŞÜNELİM..ÇOK DERS ALINACAK TARAFI VAR.. SEVGİ DOLU SAYGILARIMLA..N.D SEÇİMİ ABD VE MEDYA KAZANDIRDI
Sizlere Boris Yeltsin'in 3 Temmuz 1996'da ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin öyküsünü anlatacağım. Bu öykünün, sömürgeci karşıtı yurtseverlere bir ders, ağızlarından 'demokrasi' sözcüğü hiç düşmeyen sömürgeci uşaklarının ise suratlarında patlayacak bir şamar olmasını diliyorum.
Rusya 3 Temmuz 1996 başkanlık seçimlerine giderken, Moskova'daydım. Tüm olup bitenleri günü gününe televizyondan izledim, gazetelerden okudum. Böylece Rusya'nın bu tarihi sürecine tanık oldum.
Çok önemli dersler dolu 3 Temmuz 1996 seçimini ayrıntılarıyla anlatmadan önce, Boris Yeltsin'i dünyanın iki süper güçlü devletinden birinin başına getiren olayların çok kısa bir özetini sunuyorum.
Darbe Girişimi
1991 yılına girildiğinde Gorbaçov, Sovyetler Birliği'nin devlet başkanıydı.
12 Haziran 1991'de Sovyetler Birliği'nin on beş cumhuriyetinden en büyüğü olan Rusya'da başkanlık seçimleri yapıldı. Oyların yüzde 57'sini alan Boris Yeltsin, Rusya tarihinde halkın oylarıyla seçilmiş ilk başkan oldu.
18 Ağustos 1991'de Gorbaçov, bir askeri darbeyle devrilmek istendi. Darbecilerin tankları Moskova'ya girdi. Boris Yeltsin darbecileri hain ilan edip hızla Beyaz Saray adı verilen Rus Parlamentosuna koştu. Parlamentonun önünde konuşlanmış tanklardan birinin üzerine çıkarak, tüm dünya televizyonlarının canlı yayınladığı tarihi konuşmasını yaptı. Rus halkı adına darbecilere karşı direneceğini söyledi. O ana kadar olup bitenleri evlerinde, televizyonlarının başında korkuyla izlemekte olan Rus halkının büyük bir bölümü Yeltsin'in karşı çıkışından cesaretlenerek yollara döküldü. Kısa bir sürede on binlerce Moskovalı, tankın üstündeki Yeltsin'in etrafını büyük bir coşkuyla sarmıştı.
21 Ağustos 1991 günü darbeciler Moskova'dan kaçtı. Gorbaçov tutsak bulunduğu Kırım'dan Moskova'ya getirildi. Yeltsin, Rusya'nın parlayan yıldızı olmuştu. ABD ve Batı Avrupa ülkeleri Yeltsin'in darbecilere karşı başarılı direnişini demokrasinin bir zaferi olarak görüyor, demokrat Yeltsin'i çılgınca alkışlıyordu.
Yeltsin, IMF ve Dünya Bankasına Teslim Oluyor 8 Aralık 1991 günü Sovyetler Birliği Komünist Partisini kapattıran Yeltsin, Sovyetler Birliği'nin de dağılmış olduğunu duyurdu.
Yetmiş yılı aşkın bir süre, amansız düşmanı kapitalizme karşı savaşmış olan Rusya'nın devlet başkanı Boris Yeltsin, bozulan Rus ekonomisini düzeltmek için, ABD kapitalizminin en acımasız iki kurumu olan IMF ve Dünya Bankası'na başvurdu. Sonraları ABD yöneticileri, Rusya'yı tek kurşun atmadan teslim aldıklarını söyleyeceklerdi.
IMF'ye teslim olan Yeltsin, 'şok tedavisi' olarak sunulan IMF'nin önerilerini hemen kabul edip Rus halkına dayattı. Yeltsin, IMF'nin Rus halkını perişan edecek olan önerilerini, 'radikal reformlar' olarak niteliyor, hiç kimsenin bu reformlara karşı çıkmasını istemiyordu. İşte Yeltsin'in reformlarının sonuçları:
Faizler yükseldi, devlet yatırımları durdu. Sosyal harcamalarda büyük kesintiler yapıldı. Başta gıda maddeleri olmak üzere tüm tüketim maddelerinin fiyatları tavana vurdu. Dev ölçekli fabrikalarda üretim durdu, çoğu kapandı. Kadınlı erkekli milyonlarca kişi işsiz kaldı. Rus parası değer kaybetti, Rus halkının bir ömür boyu oluşturduğu birikimler buharlaştı. Ulusal gelir yarı yarıya azaldı, Rus halkı fakirleşti. Oligark denilen bir avuç vurguncu dolar milyarderi oldu. Sağlık sistemi çöktü. Rus halkının ortalama yaşam süresi azaldı. Özelleştirme adı altında devletin fabrikaları, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri yağmalandı. Büyük yağmacıların arkasında, Yeltsin'in etrafını kuşatmış Yahudi kökenli Rus politikacılara her türlü destek veren ABD'nin Siyonist bankerleri ve şirketleri bulunmaktaydı . Rus halkı açlık sınırına dayandı. Tüm Rusya, ABD ve Avrupa'da 1930'larda yaşanan 'Büyük Ekonomik Bunalım'dan daha kötü bir bunalıma girdi.
Rus halkı fakirleştikçe, ABD'nin Yeltsin'e olan övgüleri de artıyordu. Yeltsin'i tüm dünyaya örnek bir demokrat olarak tanıtıyorlardı.
Ekmek kuyruklarında sürünen Rus halkını görmezlikten gelen Yeltsin, 'radikal reformların' süreceğini duyuruyordu. Oysa kendi yardımcısı Rutskoy bile bu reform programını 'ekonomik soykırım' olarak niteliyordu.
Yeltsin, Parlamentoyu Topa Tutuyor
Ekonomi çöküp milyonlarca insan işsiz kalınca, Yeltsin'e karşı siyasi hareket başladı. Parlamentoda iki cephe oluştu. Yeltsin'e karşı olanlar üst üste önergeler vererek Yeltsin'i görevden almaya çalışıyorlardı.
21 Eylül 1993'te Yeltsin, televizyona çıktı, ulusa seslendi. Parlamentoyu kapattığını duyurdu. Yeni seçimlere kadar ülkeyi, özel yetkilerle kendisi yönetecekti. ABD'nin övdüğü örnek demokrat Yeltsin, muhalafete dayanamayıp parlamentoyu kapattığını duyurduğu günün hemen ertesinde Rus Parlamentosu toplandı. Yeltsin görevden alındı, yerine yardımcısı atandı. Artık herşey çığırından çıkmıştı. Rusya çok tehlikeli bir siyasi bunalımın içine yuvarlanmıştı. On binlerce Moskovalı sokaklara döküldü. Meydanlar Yeltsin karşıtı sloganlarla inliyordu. Rus halkı, parlamentosunu savunuyordu. Ordunun ve güvenlik güçlerinin desteğini alan Yeltsin, 4 Ekim 1993 günü, Beyaz Saray adı verilen Rus Parlamentosunu topa tutturdu. Tüm dünya televizyonları , Rus parlamentosunun topçu ateşi altında kalışını anında yayınladı. ABD Başkanı Bill Clinton, Yeltsin'in bu eylemini, demokrasinin savunulması olarak gördüğünü duyuruyor, demokrat Yeltsin'i destekliyordu. Özelleştirme Yağması
Yeltsin, Aralık 1994'de Çeçenistan'a askeri saldırıda bulunup işgal etti. Moskova'nın denetiminde özerk bir cumhuriyet kurmayı denedi. Ancak Çeçenlerin güçlü direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kaldı, iç politikada güç duruma düştü.
IMF'ye teslim olmuş Rusya'nın 1995'de dış borçları çok artmıştı. Hem bu borçları ödemek hem de Rusya'da yeni türemiş işadamlarının 1996 başkanlık seçimlerinde desteğini alabilmek için, Yeltsin yeni bir özelleştirme yağması başlattı. Rusya'nın en büyük fabrika ve işletmelerinin hisselerini, yeni türemiş Rus bankalarına nakit para karşılığı yok pahasına sattı. Bu hissleri ele geçiren, kendilerine oligark denilen, hemen hemen tamamı Yahudi kökenli olan Rus işadamları ulusal medyanın ve bankaların sahibi oldular.
Yeltsin İkinci Kez Başkan Olmak İstiyor
İşte şimdi sıra geldi, Boris Yeltsin'in ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin öyküsüne.
Alkol bağımlısı olan Yeltsin, 1995'de iki kez kalp krizi geçirdi.
17 Aralık 1995'de yapılan parlamento seçimlerinde, Yeltsin taraftarları beklenmedik ağır bir yenilgi aldılar. Yeltsin'in dolaylı olarak desteklediği 'Vatanımız Rusya Partisi' oyların sadece % 12,2'sini alırken, Genadi Zuganov'un liderliğindeki 'Rusya Federasyonu Komünist Partisi' oyların % 34,9'unu alarak seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Artık herkes, Haziran 1996'da yapılacak devlet başkanlığı seçimini Komünistlerin lideri Zuganov'un kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu.
Şubat 1996'da Boris Yeltsin, Haziran 1996'da yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine katılacağını duyurdu. Bir dönem daha başkan olmak istiyordu.
Yeltsin'in karşısında iki güçlü aday vardı: Komünistlerin lideri Genadi Zuganov General Aleksandr Lebed
Yeltsin adaylığını açıkladıktan hemen sonra yapılan kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu görünüm şöyleydi:
Genadi Zuganov: % 50-55
General Lebed: % 30-35
Başkan Yeltsin: % 2-8
Ekonomiyi IMF'ye teslim eden, Rusya'nın yeraltı ve yer üsütü zenginliklerini özelleştirme adı altında yok pahasına yağmalatan, halkın işsiz ve aşsız kalmasına neden olan Yeltsin'i halk artık istemiyordu. Onun alkol bağımlısı oluşu, ciddi sağlık sorunlarının bulunuşu ve dengesiz davranışları da gözden iyice düşmesinin nedenleri arasındaydı.
Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu kara tabloyu gören Yeltsin taraftarları paniğe kapıldılar. En çok korkanların başında, özelleştirme yağmasıyla milyarlarca dolar vurgun vuran oligarklar geliyordu. Bu kişiler toplanıp, Yeltsin'e başkanlık seçimlerini iptal etmesi için baskı yaptılar. Açıktan açığa, 'Seçime gerek yok, ülkeyi bir diktatör olarak siz yönetin!' diyorlardı. Bunları söyleyenlerin tümü de, ABD tarafından desteklenip övülen Rusya'nın yeni demokrat yıldızlarıydı. Yeltsin kendisine verilen öğütü dinlemedi. Seçim kampanyasını yürütecek ekibi değiştirdi. Ekibin başına kızı Tatyana ve özelleştirme yağmasının mimarı Çubais'i getirdi.
Çubais hemen işe koyuldu. Bankerlerden ve medya patronlarından oluşan bir çekirdek kadro kurdu. Medya patronları sürekli Yeltsin yanlısı propaganda yapacaklar, bankerler de paraları seçim kampanyasına akıtacaktı. Bu hizmetlerine karşlık olarak da Çubais, özelleştirme adı altında Rusya'nın en değerli kurum ve kuruluşlarını bu kişilere peşkeş çekecekti. 'Öküz Bokunu Altın Diye Yutturanlar' Moskova'da Yapılacak başkanlık seçiminde uygulanan kural şuydu: İlk oylamada oyların % 50'sinden fazlasını alan aday seçimi kazanıp başkan oluyordu. Eğer ilk oylamada hiçbir aday oyların % 50'sini alamazsa, bir ay içinde ikinci bir seçim yapılıyor bu kez en çok oy alan aday seçimi kazanıp başkan oluyordu.
Rusya devlet başkanlığı seçim tarihi, 16 Haziran 1996 olarak duyuruldu. Seçim kampanyası başladı.
Rus medyasının tamamı Yeltsin yanlısı propaganda yapıyor, diğer adaylara televizyonda konuşma fırsatı verilmiyordu. Buna rağmen yapılan kamuoyu yoklamalarında Yeltsin, hala Zuganov ve Lebed'in çok gerisinde kalıyordu.
Yeltsin'in kampanyasını yürüten kızı Tatyana ve ortağı Çubais, çok çabuk bir çare bulmak zorundaydılar.
Ve buldular da.
Özelleştirme yağmasından milyarlarca dolar vurmuş olan Yahudi kökenli Rus işadamlarının aracılığıyla, ABD'den yardım istediler. Açıkcası, Amerikalıların Rusya'ya gelip başkanlık seçimini kendilerine kazandırmaları nı bekliyorlardı !
Amerikan yönetimi, çok bilgili ve deneyimli üç siyasi uzman danışmanı Moskova'ya hemen göndermeye hazır olduğunu bildirdi. Üç Amerikalı siyasi uzman danışman; George Gorton, Dick Dresner ve Joe Shumate acele Moskova'ya geldiler ve hemen işe başladılar. Peki, bu üç danışman hangi konuda uzmandılar? Seçim kampanyanlarını yönlendirmede uzmandılar. Amerikan ağzıyla söyleyecek olursak, 'öküz bokunu altın diye yutturabilecek' kertede yetenekliydiler. Şimdi de Yeltsin'i Rus halkına, 'eşi bulunmaz demokrat bir lider' olarak yutturacaklardı .
Üç Amerikalı uzmanın ilk önerileri şu oldu: Yeltsin'in rakipleri hakkında medya sürekli olarak yalan haberler uyduracak, çamur atacaktı! Ruslar bu öneriye karşı çıktı. Yalan söylenmeyecek, çamur atılmayacak, dürüstlük ilkesine bağlı kalınacaktı. Amerikalıların yanıtı ise çarpıcıydı: Seçimi kazanmak istiyorsanız bizim söylediğimiz gibi davranacaksınız, dürüstlükle seçim kazanılmaz! Amerikalı üç siyasi uzman danışman ikinci önerilerini yaptılar: Yeltsin halkın arasına girecek, onlarla kucaklaşıp öpüşecek, gençler için düzenlenecek eğlence programlarına katılacak, onlarla beraber şarkılar söyleyip dans edecek, kısacası 'çok sevecen, çok tonton' bir kişi rolünü oynayacaktı! Ruslar bu öneriye de sıcak bakmadı. Yeltsin'in doğal davranmasından yanaydılar, rol yapmasını istemiyorlardı . Amerikalı uzmanlar yine sert çıktılar, rol yapmadan, halkı kandırmadan seçim kazanılamazdı!
Yeltsin'in seçim kampanyası neredeyse tam bir çıkmaza girmişti ki, üç Amerikalı uzmanın ABD'den getirilmesinde payı olan Rusya'nın özelleştirme vurguncusu dolar milyarderleri ve medya patronları araya girdiler. Ateşli tartışmalardan sonra Amerikalı üç uzman danışmanın önerileri kabul edildi. Artık Yeltsin'in seçim kampanyasında ipler bu üç Amerikalının eline geçmişti.
Seçimin İlk Aşaması
'Öküz bokunu altın diye yutturabilecek' düzeyde yetenekli üç Amerikalı uzman; bir yandan Yeltsin'in nerede, neler konuşacağını, kimlerle buluşacağını belirlerken, bir yandan da medyanın kullanacağı sloganları üretiyordu.
Rus medyası, Yeltsin'in rakipleri hakkında asılsız dedikodular, yalanlar, iftiralar uyduruyor, en aklı başındaların bile kafalarını karıştırıyordu. Yeltsin'in rakipleri Zuganov ve Lebed bu karalama kampanyası karşısında şaşkın, kendilerini savunacak, seslerini duyuracak değil bir televizyon kanalı, bir gazete dahi bulmakta zorlanıyorlardı .
İşte bu atmosferde, 16 Haziran 1996'da başkanlık seçimleri yapıldı. Katılım oranı % 70 olmuş ve şu sonuçlar alınmıştı:
Yeltsin ( % 35,3 ), Zuganov ( % 32 ), Lebed ( % 14,5 ).
Seçimin ilk aşamasında başkan seçilememişti, ancak bu sonuç Yeltsin için çok büyük bir başarıydı. Birkaç ay öncesine kadar kamuoyundaki desteği % 5 dolaylarındayken, sanki sihirli bir el değmiş ve bu oran % 35'e çıkmıştı! Yeltsin'in kampanya ekibi sevinç içindeydi. Üç Amerikalı uzman ise daha soğukkanlı davranıyor, asıl savaşımın yeni başladığını söylüyordu. Seçimin İkinci Aşaması
Üç Amerikalı uzman hemen kolları sıvadılar. Yolun yarısını başarıyla geçmişlerdi, ama asıl öldürücü darbeyi şimdi vurmaları gerekiyordu. Yeltsin'e acele bir öneri götürdüler: İlk aşamada % 14,5 oy alan Lebed'e, geri çeviremeyeceği kadar parlak bir teklif götürün ve Lebed'in ikinci aşamaya katılmasını önleyin! Seçimin ilk aşamasından iki gün sonra, 18 Haziran 1996'da Başkan Yeltsin, üç Amerikalı uzmanın önerisini yerine getirdi. Lebed'i, 'Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri' ve 'Başkanın Ulusal Güvenlik Danışmanı' olarak atadı. Lebed, ağzı kulaklarında, bu yüksek prestijli atamayı hemen kabul etti ve başkanlık seçiminin ikinci aşamasından çekilmiş olduğunu ilân etti.
( İYİ AHLAK BURDA DEVREYE GİREMEMİŞ - SATMIŞ, AMA NEYİ, NELERİ?) Lebed'in çekilmesiyle meydan, Yeltsin ve Zuganov'a kalmıştı. Üç Amerikalı uzman, Zuganov'u yıpratacak kampanyaya hemen başladılar. Tüm medya hemen her gün ve neredeyse günün tamamında şu sloganları tekrar edip durdu: 'Zuganov'a verilecek oylar, Komünistleri tekrar iş başına getirecektir! ', 'Zugonov'u seçmek demek, diktatör Stalin'i diriltmek demektir!', 'Zuganov'a verilecek oylar, demokrasinin sonu, özgürlüklerin sonu olacaktır!', 'Bir komünist olan Zuganov eğer seçilecek olursa, Rusya'da iç şavaş çıkacaktır!', 'Mal sahibi, mülk sahibi, iş sahibi olmak istiyorsanız oyunuzu demokrat Yeltsin'e verin!', 'ABD'nin ve Avrupa'nın saygı duyduğu Başkan Yeltsin'i seçin!'.
Medya bu tek yanlı propagandayı sürdürürken, özelleştirme vurguncusu Rus işadamlarının oluşturduğu havuzdan milyonlarca dolar, üç Amerikalı uzmanın saptadığı bölgelerde, belirlediği gruplara dağıtılıyordu. Tam bu sırada IMF, Rusya'ya 10 milyar dolar kredi verdiğini duyurdu. Yeltsin'in seçim kampanyasını yürütenler sevinç içindeydiler.
Üç Amerikalı uzman, Yeltsin'e bir öneri daha götürdüler: Neredeyse iki yıla yakın ödenmeyen emekli maaşlarını ve birikmiş işçi ücretlerini hemen ödeyin! Ödemeler derhal yapıldı. Televizyon kanalları, birikmiş emekli maaşlarını alan yaşlıların ve ücretlerini alan işçilerin Yeltsin'in boynuna sarılarak nasıl ağlaştıklarını, ellerini yüzünü nasıl öptüklerinini tekrar tekrar gösterip durdu.
Seçimin ikinci aşamasına bir hafta kala, Yeltsin bir kalp krizi daha geçirdi. Üç Amerikalı uzmanın yönlendirmesiyle medya bunu halka, Yeltsin aşırı yorgunluktan grip oldu, diye duyurdu. Yeltsin'in yanına hiç kimse sokulmadı, fotoğrafı çekilmedi, görüntüsü alınmadı. Bu olumsuzluğun ustaca atlatılmasından sonra, 3 Temmuz 1996 günü başkanlık seçiminin ikinci aşaması gerçekleştirildi. Yüzde 68,9 katılımın sağlandığı seçimde iki aday şu oyları almıştı:
Yeltsin ( % 53,8 ), Zuganov ( % 40,3). ABD'den özel olarak getirilen üç Amerikal uzman, medyanın ve özelleştirme vurguncularının desteğiyle, 'öküz bokunu altın diye' Rus halkına yutturmayı başarmışlardı. Boris Yeltsin, ikinci kez Rusya'nın devlet başkanı olarak seçilmişti.
Yeltsin ikinci kez başkan olarak seçildikten sonra, IMF'den 40 milyar dolar borç alındı. Ancak bu para devletin kasasına girmedi! Yeltsin'in kızı Tatyana ve seçimlerde Yeltsin'den yana olan özelleştirme vurguncularının Amerika ve Avrupa'daki banka hesaplarına yatırıldı!
Bu gerçek öykü, 2002 yılında Amerika'da çekilen bir filmin senaryosunu oluşturdu. Fimin adı şuydu: 'Spinning Boris'. Türkçeye şöyle çevirebiliriz: 'Boris Yeltsin'in Rus Halkına Yutturulması' .
Peki, Türk halkına kimlerin nasıl yutturulduğunun öyküsünü yazmanın zamanı gelmedi mi?
Yılmaz Dikbaş
25 Temmuz 2007, Antalya İŞTE BUNUN İÇİN DÜŞÜNME ZAMANI.. DÜŞÜNÜN, DÜŞÜNMEK HENÜZ YASADIŞI DEĞİL! | | | NTV'den çok ilginç Başbuğ analizi . Yabancı Misafire Gülücükler. Yerli Misafire Çatık Kaşlar. Posted: 28 Jan 2010 01:37 PM PST NTV'den çok ilginç Başbuğ analizi … Yabancı Misafire Gülücükler… Yerli Misafire Çatık Kaşlar… Başbuğ'un liderlerle verdiği pozları inceleyen NTV bakın nelerle karşılaştı... Genelkurmay'ı ziyaret eden yerli ve yabancı misafirlerin İlker Başbuğ'la birlikte çektirdikleri fotoğraflarda dikkat çekici bir ayrıntı göze çarpıyor. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un yabancı misafirlerle birlikte çektirdiği fotoğraftaki yüz ifadesiyle yerli misafirlerle birlikte çektirdiği fotoğraflardaki yüz ifadesi oldukça farklı. Başbuğ yabancı konuklarla birlikte objektife gülümseyerek bakarken, yerli konuklarda gülümsemiyor. Dikkat çekici bir nokta ise eğer fotoğraflar üzerinde oynama yapılmamışsa Başbuğ'un her karede aynı yüz ifadesinin olması. NTV __________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4815 (20100128) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com | CUNTACI KOMUTAN(LAR)IN SIKIYÖNETİM İLANI İÇİN KONUŞMALAR...ŞOK SES KAYITLARI... Posted: 28 Jan 2010 01:03 PM PST Samanyolu 28.01.2010 Taraf Gazetesi'nin ortaya çıkardığı Balyoz Darbe Planının ses kayıtları yayınlandı. Komutanlar darbe planını işte böyle anlatıyor... SIKIYÖNETİM İLAN EDİLDİĞİ ZAMAN EN ÖNEMLİ KONU NELER OLURMUŞ… Sıkıyönetim ilan edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük ihtiyaçlarının yemesinden içmesindenm barınmasından asayişinden tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır ve yapılan her harekette yanlış adımda polisin yaptığı hareket yanlışsa bizlerin yaptığı, sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket, yahut da bir merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse faturtası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde merkez komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar diğer unsurlar tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler sorumlu görülecek. Şu halde devlet su işleri bölgedeki belediyelerin diskisi iskisi yaskisi maskisi diye bir sürü teşkilkatlar ve şirketler var. Bu şirketler şu anda zaten gerici unsurların elindedir. Bu şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde bunları denetim planlarını yapmadığımız takdirde bunlarla ilgili planlama bunların başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz takdirde bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde bunların yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın, üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma şeklinde değil de burdaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi temsilcilerinin bulunması yani demir yumrukla değil, demir eldivenle değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle bir olayda, böyle bir olayda şükrü paşa bir şey söylemişti, tabi bu adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama halkın manevi gücünün maddi varlığının bizim yanımızda olması sonuna kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu harekatta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960'lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum temel hatamız şu olmuştur. Sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır. Belli karargahlarda işte 66. tümende g 3'tüm, g 2'lik yaptım, sonra g 3 oldum, temel görev o dönemde sıkıyönetim var arama tarama var bilmem ne var sıkıyönetimle ilgili faaliyetleri bir ek görev gibi tali görev saymamız birçok yerlerde, Diyarbakır'a gittim mesela 83 senesinin şubat ayında işte, tayin geçirdik. O zamanda yine de çok sınırlı nerdeyse kimsenin işe yaramazdır demeyeceğim, ikinci derecede yani konuları monuları itibariyle bu konuyu yürütecek böyle cerbezeli yahut bilgili kimseler değil yani madem ki onlar şunları şunları yapsın diye hep öyle vermişizdir. Hani istisnaları vardır, çok iyi görev yapılan edilen şeyler vardır. Böyle bir durumda da o yüzden ağırlıklı madem ki görevimiz birinci öncelikle iç güvenliktir, ve içte güçlü şeyi sağlamaktır, birlik ve beraberliği, en iyi personelimizi halkla ilişkilerde ve sıkıyönetim faaliyetlerinin yürütülmesinde olacak ve bunu yaparken doğrudan doğruya mevcut kamu kurum ve kuruluşlarını bölgemizde tamamını fiilen emre almak zorundayız. Planlarımızın boyutları böylece detaylandırılması lazım. Aksi halde her şey yarım, her şey şey kalır. Kim nereye nasıl gelecektir, kim nerde görev yapacaktır, şartları ve bu konudaki istihbarat dosyalarımız dolması lazım. Aksi halde her şey yarım yamalak olur ki olmuştur da. Mesela alelacele 80 ihitlalini yaşamış yine bir kimse olarak söyleyeyim, şimdi, bakanlıklara personel gönderdik, ama hiç bir talimat vermedik. Herkes korktu ne oluyor falan diye, ondan sonra bir iki gün yokladılar falan filan adamı böyle adamların boşluğunu gördüler, ne bir görev talimatı var, ne yapacağını biliyor. Ne edeceğini biliyor. Yani sorun oldu. Yani problem oldu, sonra da çekildi. Bu iş böyle olmaz. Gönderiyorsan o görevi o bakanlığı bütünüyle yönetecek irade ve güçte karargâhı yla beraber personel gönderirsin. Bir fukara bir kimseyi göndermek oraya, tamam mı, hem silahlı kuvvetlerin temsili bakımından sorun yaratıyor, bu konunun mutlaka bilinmesi lazım. Dediğim gibi halkın özellikle ihtiyaçları çok çok iyi giderilmesi kontrol edilmesi lazım. Bölgemizdeki stoklar nelerdir, kaynaklar nelerdir bölge içerisinde. Bölgede kim spekülatif faaliyetlerde bulunabilir, hangi şeyin kara borsası olabilir. Bütün ulaşım dahil deniz yolu, kara yolu, metrosu bilmem nesi falan filan. Bu konuların denetim altına alınması hikayesi vardır. Bunları dikkate alarak kuvvet ihtiyacının bu yönüyle de bakılmasına da ihtiyaç vardır. Kuvvet ihtiyacı, bakın şimdi, şeye, güneye yönelik bir harekât yapıyoruz. Yapmaya çalışıyoruz. bir sürü personel, 600 küsur kişi bizden gitti değil mi? 600 küsur kişi, şeyde he? Evet, buradan oraya görevlendirildi, bir kısım son birkaç arkadaşın geçici olarak durduruldu falan filan. Yani olay böyle tabi. Şimdi böyle bir durumda İstanbul'u idare etmek 16 İstanbul bölgesinde 1. ordu bölgesinde 16 milyon insan var. Hem en organize edilmiş, hem en şeysi??? Uçta taşıyanlar var, hem de genç kısmı üniversitelerde bilmem ne hayatı var. Başkent Ankara ama, ülkenin siyasal merkezi, başkent Ankara ama, kültürel merkezi, ekonomik merkezi her yönden burası. İstanbul ve bölgesi. Türkiye'deki sanayi üretiminin nerdeyse sanıyorum ki üçte ikisi buradan, tamamen Marmara bölgesi yani İstanbul bölgesinden ??????? sanayi kuruluşlarının üçte ikisi bu bölgeden. Bunların çalışması bunların devam ettirilmesi gerekir sıkıyönetim faaliyetleri içerisinde. Eskiden sıkıyönetim komutanlıkları biliyorsunuz doğrudan başbakana bağlıydı, kanun değişti. Şimdi bunlar ne oluyor, genelkurmaya bağlı oluyor. Kuvvet komutanlıkları ordu komutanlıkları devreye giriyor yani bir sistem içerisinde koordinasyonu falan filan sağlıyor. Bunların ne yapılması lazım, dikkate alınması lazım. Evet şimdi bu son bu bölüm içerisindeki kendi kara kuvvetlerimiz içerisindeki imkân ve kabiliyetleri düzenlemeyi düşündük. Şimdi kuzeyde bir saha komutanlığı bu bölgede bulunuyor. Şimdi kuzey deniz saha komutanlığı hiç kendisine emasya görevi veriliyor aslına. Kendisine emasya görevi kuzey deniz saha evet. Boğaz komutanlığı olarak verilen görev var. Şimdi biz şöyle düşünüyoruz. Bir dış tehdit olduğu zaman yeni bir durum ortaya çıkıyor. bundan eş zamanlı olarak acaba kendisine verilen emasya görevini yerine getirme imkânı var mı? kendi emrinde kuruluşunda bulunan unsurlar var. __________ Information from ESET NOD32 Antivirus, version of virus signature database 4815 (20100128) __________ The message was checked by ESET NOD32 Antivirus. http://www.eset.com | |
[anadoluhaber:37594] ZİYA BARAN'IN ZİYARETİ NEDENİYLE BODRUM'DA EĞİTİME ARA VERİLDİ Posted: 31 Jan 2010 06:54 AM PST ZİYA BARAN’IN ZİYARETİ NEDENİYLE BODRUM’DA EĞİTİME ARA VERİLDİ 21.01.2010 günü Bodrum’da görev yapan tüm okul müdürleri bir duyuru yaptı. Duyurunun konusu okulların yarım gün tatil edildiğiydi. Karneye daha iki gün vardı. Ne olmuştu da okullar tatil edilmişti? Sendikalı öğretmenler konu hakkında şu bilgileri verdi: BİLGİLİ BİRİ BODRUMA GELİYOR İlçemize bilgili bir kişi geliyormuş. Ben Bodrum Adası’nda görev yapan bir öğretmenim. Ovasis’de bir alış veriş merkezi var. Merkezin salonunda konferans verilecekmiş. Öğretmenler olarak, kim bu konferansı verecek kişi diye meraklandık. Arkadaşlar anlattı: Ziya Baran diye biriymiş. Kimdir bu Ziya Baran? Adını ilk kez duydum. Ziya Baran, coğrafya öğretmeniymiş. Hafıza konusunda uzmanmış. Hafızasına hayranlık duyanlar oluyormuş. Parayla hafıza geliştiriyormuş. Uyguladığı yöntemler oldukça etkiliymiş. ZİYA BARAN KİŞİLİK TAHLİLİ YAPIYOR Başka ne yapıyormuş Sayın Ziya Baran? Kişilik tahlili yapıyormuş. Ziya Baran’a gidiyorsun, o hangi kişilikte olduğunu söylüyor. Hepsinden önemlisi Sayın Baran, öğrenme uzmanıymış. Öğrenme problemi olanlar, Ziya Bey’in eğitiminden geçiyormuş. Kolay öğrenmenin sırları Ziya Bey’deymiş. Ziya Bey’e gidip de öğrenme sorununu çözmeyen kalmıyormuş. ZİYA BARAN’IN KURSUNDAN GEÇENLER ÇALIŞMA DELİSİ OLUYOR Ziya Baran’ın kursundan geçen öğrenciler çalışma delisi oluyormuş. Sayın Baran’ın söylediklerini aynen aktarıyorum: O kadar ki, Ziya Bey’den eğitim alan çocuğu kimse durduramıyormuş. Çocuk; “Bırakın beni! Tutmayın diyorum size! Daha doymadım! Ders çalışmaya devam edeceğim!” diyormuş. “Yavrum bırak, yeter artık. Ders çalışmanın da bir sınırı olur. Bak Kurtlar Vadisi başladı. Hadi gel dizi izleyelim!” Çocuk ne derseniz deyin, dersin başından kalkmıyormuş. Öğrenmenin zevkini almış ya, öğrenmeye, okumaya doyamıyormuş. Çocuğu bu hale gelen bir aile Ziya Baran Bey’e soruyormuş: “Sayın hocam, siz bu çocuğa ne yaptınız böyle? Bizim yıllardır yapamadığımızı siz bir haftada başardınız. Allah sizden razı olsun! ZİYA BARAN: MÜCİZE ADAM Hemen belirteyim ki Ziya Baran psikolog değil. Ne var ki, psikoloji ile ilgili girmediği alan yok. Adam dahi. Hiçbir psikologun, eğitim danışmanının yıllarca yapamadığını o birkaç gün içinde yapıyor. Sayın Baran, psikolojinin, eğitim bilimlerinin ustası olmuş. İnsan bu kadar başarılı olunca doğal olarak ün kazanıyor. ZİYA BARAN TAKDİR TOPLAMAYA DEVAM EDİYOR Sayın Baran’ı bu kadar başarıdan sonra kutlamak lazım. Bizden önce çok sayıda kutlayanı olmuş. Kim bunlar? Bunlardan biri İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç… Diğeri Muğla Valisi Dr. Ahmet Altıparmak Sayın Baran valileri, milli eğitim müdürlerini etkilemeye devam ediyor. Özellikle Muğla Valiliği kendisinden çok etkilenmiş. Bazı valilerimiz Sayın Ziya Baran’a şöyle demişler: “Aman Ziya Bey, ne diyorsunuz siz? Bu anlattıklarınız harika. Demek zihnimizi tam kapasiteyle, bir bilgisayar gibi kullanabiliriz öyle mi? Bunu öğretmenlerimiz bilmeli. Ne olur siz bu yöntemi tüm öğretmenlerimize anlatın! Gerçi öğretmenler bilgisayarı da tam kapasiteyle kullanamıyorlar ama olsun. Bilgi bilgidir. ZİYA BARAN’IN ÜNÜ ARTIYOR O günden sonra Sayın Baran’ın ünü daha da artmış. Okul müdürleri: “Öğretmenlerimiz bu yöntemleri öğrenirlerse harika olur,” demişler. Öyle ya, hayat hızla değişiyor, değişime ayak uyduramayanlar eleniyor. Ziya Bey’i dinleyen herkes, hafızanın tam kapasite ile kullanılabileceğine olabilir gözüyle bakıyor. İnsan, yeteneklerini tam kapasiteyle kullanabilse uçabilir diyenler de var. O kadar az şeyi tam kapasite ile yapıyoruz ki. Sevgiyi bile tam kapasiteyle yaşama becerisine sahip değiliz. ZİYA BARAN İNSANI TAM KAPASİTEYLE ÇALIŞTIRABİLİYOR Ziya Bey, iyi bir hatip. Anlatırken ağzından bal damlıyor. Balı gören yöneticiler, “Ülkemizin sizin gibi eğitimcilere ihtiyacı var,” diyerek Sayın Baran’ın çalışmalarına destek oluyor. Sayın Baran, aynı zamanda etkili konuşma ve etkileme uzmanı. Kendisi de çevresi de kendisini öyle tanımlıyor. Valileri, milli eğitim müdürlerini etkilemesinden de bu açıkça anlaşılıyor. Öyle şeylerden söz ediyor ki Sayın Baran, eğitim bilimleri ve eğitim psikolojisi hakkında bilgi sahibi olmayanların söylediklerinden etkilenmemesi zor. ZİYA BARAN İNSANLARI KAREKTERLERİNE GÖRE SINIFLIYOR Sayın Baran insan varlığını çözmüş, insanları dokuz gruba ayırmış bir uzman. Bunun için psikoloji eğitimi almasına gerek yok. İnsan, kendi kendine de psikoloji kuramı yazabilir, öyle ya… İnsanları tiplerine göre sınıflandırma çalışması eski bir kuram. Günümüzde yeterince bilimsel bulunmuyor. Ziya Baran, geçmişte kalan bu teoriyi su yüzüne çıkarmış. O salonda kendi buluşuymuş gibi bu teoriden söz ediyordu.. ZİYA BARAN FREUD’DAN HIZLI ÇIKTI. Freud bile Sayın Baran kadar hızlı tahlil yapamaz. Hız önemli çünkü… Baran hızı önemsiyor. Her şeyi hızlı yapılmasını savunuyor. Yavaş yapılan işler ona göre bitirilemiyor. Yavaş yapılan işten kimseye hayır gelmiyor. Sayın Baran, yüzünüze bir kez baksın yeter, hangi tipten olduğunuzu şıp diye anlar. Anlamakla kalmaz, hakkınızda akla hayale gelmeyen şeyler söyler. ZİYA BARAN FAL BAKIYOR Kendisinin de dediği gibi Sayın Baran iyi bir falcıdır. Baran, bu işi yapmasaydı fal bakarak da güzel para kazanabilirdi. Ama o eğitim alanını seçmiş. Yaptığı işin hayırlı bir iş olmasını istemiş. Falcılıkta karar kılsaydı, öğretmenler olarak kendisini tanımaktan mahrum kalacaktık. Aileler, çocuklarını eğitemeyecekti. Çalışkan çocuklara sahip olamayacaktık. Öğretmenler olarak eski usullerle öğretmenlik yapmaya devam edecektik. ZİYA BARAN BODRUM’DA İZDİHAMA NEDEN OLDU O gün Bodrum merkezde öyle bir kalabalık vardı ki inanamazsınız. Sanki Bodrum’a ünlü biri gelmişti. Bir sanatçı ya da bir milletvekili… Bilim adamı demiyorum çünkü ülkemizde bilim adamına bu kadar ilgi gösterilmez. Bilim adamları şovmenler gibi konuşamaz çünkü. Ülkemiz insanı bilimi değil, artık şovmenleri tutuyor. Şov yapan bu ülkede kazanıyor. Ziya Baran da bunu iyi anlamış. ZİYA BARAN İZDİHAMDAN KONUŞAMIYOR Salon bu kadar dolu olunca Ziya Bey konuşamadı. Salonun çevresi insanlarla dolup taşmıştı. Bodrum yarım adasında çalışan tüm öğretmenleri Ziya Baran’ı dinlemeye gelmişti. Daha doğrusu öğretmenler Ziya Baran’ı dinlemeye mecbur tutulmuştu. Sabah, orta öğretim kurumlarında ders yapılmadı. Öğleden sonra ise ilköğretim okulları tatil edildi. Ovasis’deki büyük otoparkta araç koymaya yer kalmamıştı. Alış veriş merkezinin çevresi araçlarla doldu. ZİYA BARAN BODRUMLU ÖĞRETMENLERİN ZEKÂSINA HAYRAN KALDI Ziya Baran, Bodrum’da görev yapan öğretmenleri zekâsına hayran kalmıştı. Bodrumlu öğretmenlerin ne kadar zeki olduğunu anlata anlata bitiremedi. Öğretmenler merak içindeydi. Baran’ın kim olduğunu, kimi dinleyeceğimizi çoğumuz bilmiyorduk. Bilenler yöneticilerimizdi. Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Özcan da hayranlıkla salondaki yerini almıştı. Muğla vali yardımcısı daha önce Sayın Baran’ı dinlemiş, hayran kalmıştı. Muğla Valiliğinin oluruyla amirlerimiz, öğretmenler Sayın Ziya Baran’ı mutlaka dinlesin demişlerdi. Biz de kalkıp gittik. Kalabalığı görünce düşündük tabi… Bu kadar insan boş yere çağrılmış olamazdı. Söyleşi oldukça önemsenmiş görünüyordu. ZİYA BARAN BODRUM’DA EĞİTİMİ FELÇ ETTİ Öğretmenler bir gün iş bıraktığında kıyamet kopuyor. Yasal haklarımızı kullandığımızda bile eğitimi aksatmakla suçlanıyoruz. Ziya Baran bunu tek başına yapabiliyor. Hem de öğretmenleri ayağına çağırıyor. Yüzlerce öğretmenin zamanını harcıyor. ZİYA BARAN’A HAYRAN OLAN MÜLKÜ AMİRLER VAR Sayın Baran, başka illerde de buna benzer toplantılar düzenlemiş. İzmir valiliği ile Muğla valiliği dışında Baran’a hayran olan var mıdır bilmiyorum. Sayın Baran’ı seven, bilgisine hayranlık duyan, önemli sayıda yöneticimiz olduğu Baran’ın konuşmalarından anlaşılmaktadır. Sayın Baran gittiği her yerde saygıyla, mucizeler yaratan biri gibi karşılanıyor. ZİYA BARAN’I DİNLEMEYE GELEN ÖĞRETMENLER İKİ GRUBA BÖLÜNÜYOR Baran için oluşan izdiham’ı önlemek için şöyle bir karar alınıyor: “Bodrum Merkezde çalışan öğretmenler salonu boşlatsın!” Diğer öğretmenler uzaktan geldiği için onlara Baran’ı dinleme önceliği tanınıyor. Sayın Baran, Bodrumlu öğretmenler için ayrı bir toplantı düzenleneceğini açıklıyor. Bu sayede öğretmenler birbirini ezmekten kurtulmuş oluyor. MUĞLA VALİ YARDIMCISININ ZİYA BARAN’A OLAN HAYRANLIĞI Bodrum merkezde çalışan öğretmenler gidince ortalık biraz sakinleşti. Sayın Baran’dan önce Muğla Vali yardımcısı konuşma yaptı. Vali yardımcısı, Baran Bey’i defalarca dinlemiş. Her dinlediğinde hayran kalmış… Yine dinlemek istermiş ama, bir saat kaldıktan sonra gitmesi gerekiyormuş. Malum devlet işleri… Yine de Sayın Ziya Baran’ı yalnız bırakmamış, Bodrum’a kadar Baran’a eşlik etmiş. Vali yardımcısını dinleyen insan şöyle bir duyguya kapılıyor: “Yaaa, demek Sayın Baran o kadar çok şey biliyor… Vay be…” ZİYA BARAN MUCİZELER YARATIYOR Sayın Baran’ın öğrencisi olunca hepimiz uçmaya başlayacağız. Amerika ne ki, uzaya çıkacağız ve uzayı keşfedeceğiz. Ziya Baran bize, zihnimizin tam kapasiteyle nasıl kullanabileceğimizi öğretecek. Bu güne kadar ki öğretmenlerimiz bir şey bilmiyormuş. Vay vay vay! Dünyanın birçok üniversitesinde bu güne kadar eğitim bilimleri yapılmamış, psikoloji dersleri verilmemiş gibi. Psikoloji, insanın zihnini tam kapasiteyle nasıl kullanabileceğini keşfedemedi. Ama Sayın Baran keşfetmiş. Ülkeler kırk yılda bir böyle dahiler yetiştiriyor. O da Türk milletine nasip olmuş. Ne kadar şanslıyız bakar mısınız? TÜRKİYE’NİN KALKINMASI ZİYA BARAN’A BAĞLI Sayın Baran, bir gün düşünmüş. Bu ülkeye nasıl faydalı olabilirim diye sormuş. Sonunda hafızayı eğitme tekniklerini keşfetmiş. Hafızası zayıf bir milletiz ya… Sayın Baran hafızamızı geliştirmeye karar vermiş. Önce kendi hafızasından başlamış. Bakmış ki bu iş oluyor. Bu bilgilerimi vatandaşlarımla paylaşayım demiş. Hafızamın bilimiyle uğraşmaya başlamış. Tek amacı da vatana millete hayırlı evlat olabilmek. Ülkeyi kalkındırmak. Yaşasın Ziya Baran! ZİYA BARAN ŞOV Ziya Baran anlatıyor biz dinliyoruz. Ama nasıl bir konuşma yapıyor görmelisiniz! Biraz Cem Yılmaz, biraz Yılmaz Erdoğan gibi… Herkesten bir şey kapmış. Onların içine biraz da kendi tarzını yerleştirmiş. Kendi tarzı, yürüyüşünde saklı, seke seke ve oldukça rahat yürüyor. Esprilerinin konusu tamamen eğitimden oluşuyor. Başarısız öğrencileri, çaresiz öğretmenleri iyi anlatıyor. Dili de iyi kullanıyor. Öyle konuşuyor ki, maç spikeri sanki. Halit Kıvanç yanında atış yapmaya çekinir. ZİYA BARAN BİLİMSEL KONUŞMUYOR Ziya Baran bilimsel konuşmuyor, şov yapıyor. Öğretmenleri güldürüyor. Veli toplantısı olsa velileri de güldürür. Her kesimden insan Ziya Baran’ın anlattıklarına güler. Sayın Baran, güldürmekten hoşlanıyor. Aynı bir şovmen gibi. Şovmenler sürekli güldürmek ister ya… Baran da öyle yapıyor. Zihinlere hitap etmiyor. ZİYA BARAN SOKAK SATICILARINA BENZİYOR Tuhaf bir cihazı, seri bir dille anlatan satıcılar gelir bazen pazarlara. Ya da şehrin orta yerine tezgâh açarlar. Adam, ağabeyler, amcalar, teyzeler diye akıcı bir dille elindeki aletin ne işe yaradığını gösterir, uygulama yaparak örneklendirir. Ziya Baran da o tür satıcılardan. “Evet değerli arkadaşlar,” diye başlıyor her cümlesine ve seri olarak anlatmayı sürdürüyor. Dinlerken bir şey öğrenmiyorsunuz, sadece hoşça vakit geçiriyorsunuz. Baran’ın bu kadar dil dökerek satışını yapmaya çalıştığı şey kitapları. ZİYA BARAN BİR ŞEY ÖĞRETMİYOR Baran’ın anlatımlarından bir şeyler öğrenmeyi umanlar merak içinde. Sanıyorsunuz ki Ziya Bey bize bir şey öğretecek. Ziya Bey, şov yapmaya devam ediyor. ÖĞRETMEN YETİŞTİRME UZMANI ZİYA BARAN Sayın Baran sırrı açıklayacak, o sırrı öğrenen öğretmen hakiki öğretmen olacak, diye bekliyoruz. Baran’ın ne dediğini anlamayanlar naylondan öğretmen olmaya devam edecekler. Diğerleri gerçek öğretmen olacak. Bu da şimdi, hemen burada gerçekleşecek. Ziya Bey’in bildiklerini öğrenen öğretmenler, öğrenciye bilgi aktarmakta sorun yaşamayacak. Daha önemlisi, öğrencinin öğretmene ihtiyacı bile kalmayacak. Öğrenci hızlı okuyan, okuduğu her şeyi anlayan ve zihnine kaydeden bir canavara dönüşecek. Türkiye böyle canavarlarla dolup taşacak. ZİYA BARAN BİR TÜRLÜ SIRRI AÇIKLAMIYOR Dinliyoruz, dinliyoruz Ziya Baran bir türlü asıl söze gelmiyor. Konunun etrafında dolanıp duruyor. Kendi hafızasını nasıl geliştirdiğini bir şovla kanıtlamaya çalışıyor Şov şöyle: Salonda oturanlara atasözleri soruluyor. Bir kişi söylenen atasözlerini bilgisayara yazıyor. Ziya Baranın ekranı görmüyor. Duvara yansıtılan atasözlerini biz görebiliyoruz. Daha sonra Ziya Baran bu atasözlerini sıra ile söylemeye başlıyor. O da yetmiyor, karışık söylüyor. Hangi sırada hangi atasözü var bakmadan biliyor. Herkes şok olmuş vaziyette Ziya Baran’a bakıyor. Bu nasıl olabilir? Şöyle oluyormuş: Ziya Bey atasözlerini film sahneleri gibi düşünüyormuş. “Hızlı giden yol alır,” diyelim. Hemen kafasında hızlı giden bir adam filmi canlandırıyormuş. Sonrada bunları kayıt ediyormuş. Unutan insanlar bunları kayıt etmiyormuş. Nasıl ki, bilgisayara yazılanlar kayıt edilmeyince bilgisayar o bilgileri geri çağıramıyorsa, insan da kayıt yapmayınca eski bilgilerine ulaşamıyormuş. Bilgisayar ne yapıyorsa insan aynısını yapabilirmiş. ZİYA BARAN ŞOV DEVAM EDİYOR Sayın Baran insanlara, bilgisayar gibi olabilmeyi öğretiyormuş. İzmir’de bir büroları varmış. Bürolarına çok sayıda öğretmen, öğrenci ve veli başvuruyormuş. Bu arada telefon numarasını vermeyi ihmal etmiyor. Mutlaka uğrayın bize, diyor. Bizi İzmir’de herkes tanır, kime sorsanız yerimizi gösterirler diyerek esperiler yapıyor. ZİYA BARAN’IN KİTAP SATIŞI DA İZDİHAMA NEDEN OLUYOR Söyleşi arasında ise kitap satışlarına geçiliyor. Ziya Baran’ın reklamı o kadar etkili yürütülüyor ki, öğretmenler kendilerini tutamıyorlar. Paket paket kitap alanlar oluyor. Kitap tezgahına ulaşabilmek için insanlar birbirlerini iteliyor. İşte bütün sır bu kitaplarda. Ziya Baran, sırlarının etrafında şöyle bir gezinti yaparak herkesin ağzına bir parmak bal sürdü. Etkili öğretmen olmak isteyenler kitaplara koştu. Zaman, tüm kitaplarını anlatmaya yetmediği için Sayın Baran konuyu uzatmadı. Söyledikleri ayrıntılarıyla kitaplardaydı. Bu kez de kitap satış yerinde izdiham oluşmuştu. Baran’ın kitapları bedava dağıtılıyormuş gibi kapış kapış satılmaya başlamıştı. Kısa günün karı oldukça karlı biti o gün. ZİYA BARAN BODRUM’DA ŞOV YAPMAYA DEVAM EDECEK Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tüm öğretmenlerin Ziya Baran’ı dinlemesini istiyor. Toplantı bununla sınırlı kalmayacak. Sırada başka öğretmenle şov yapmak var. Muğla Valiliği, Sayın Ziya Baran’ın arkasında. Baran’ın, rehber öğretmenlerin, üniversitelerin, eğitim bilimcilerinin bilmediği bilgilere sahip olduğuna duyulan inanç tam. Bütün öğretmenlerimiz Ziya Baran’ı iyi dinlerse Sayın Baran, Türkiye eğitim sisteminin tüm sorunlarını halledecek. Eğitimimizi içine düştüğü çıkmazdan o kurtaracak. Ziya Baran sayesinde ÖSS’de ve SBS’de başarılı olmayan öğrencimiz kalmayacak. Tüm öğrencilerimiz, “Bırakın beni! İlle de öğreneceğim, kimse beni öğrenmekten alı koyamaz!” demeye başlayacak. ZİYA BARAN HIZLI OKUMA UZMANI Okuma alışkanlığını geliştirmeye gelince, Sayın Baran bunun da çaresini bulmuş. Okuma alışkanlığı olmayan ülkemizde hızlı okuyan kişilerle karşılaşacağız bundan sonra. Öyle ki, çocuklarımızın, gençlerimizin elinden kitap düşmeyecek. Çünkü okumaktan zevk alacaklar. Türk insanı okuduğunu anlamıyor. Niye? Çünkü insanımız yavaş okuyor. Öğretmenlerimiz yıllarca öğrencilere; “Tane tane okuyun, okuduğunuzu anlayın,” demiş. Oysa tane tane okumak yanlışmış. İnsan hızlı okuyunca dikkatli olurmuş. Hızlı okumayanın okuduğunu anlaması zormuş. Sayın Baran’ın bu konuda verdiği örnekler salondakileri kahkahadan kırıp geçiriyor. ÖĞRETMENLER ZİYA BARAN’A İNANMIŞ DURUMDA Sayın Ziya Baran’ın konuşmasını bilimsel bulmayan öğretmen sayısı oldukça az görünüyor salonda. Öğretmenlerimiz, Sayın Baran’ın şovmen değil de, bilim adamı olduğuna inanmış gibi... Bu güne kadar hızlı okuma tekniklerini öğrenmemiş olmamız büyük kayıp. Ziya Bey bu kayıpları durdurmaya söz veriyor. Okumayı öğrenen herkes hızlı okuyabilir çünkü. Yeter ki sen hızlı okumaya karar ver ve en azından Ziya Bey’in bir kitabını al. Kitaptan öğrenemem diyorsa, Ziya Baran’ın kursuna yazıl. ZİYA BARAN EĞİTİMİN KOCAKARISI Hani deriz ya, son yıllarda her şeyi kolay elde ediyoruz. Kolaycılık kültürü diye bir kültür geliştirdik. Çağ değişti. Bilim, sorunları çözme konusunda yetersiz kalıyor. Sorunlarımızı falcılarla, büyücülerle tartışır hale geldik. Sağlık hizmeti pahalı mı? Eğitimde olduğu gibi, sağlıkta da hak kayıplarımız devam ediyor. Artık hastalanınca hocalara, hacılara koşacağız. Eczaneler ilaç satamaz hale geldi. İlaca ne gerek var? Eskiden olduğu gibi kocakarı ilaçlarımız olsun. Hoca üflesin, kocakarı tüttürsün. Bir de dua okuyunca tamamdır. Kanserli hasta kanserinden, AİDS’li hasta mikrobundan kurtulur. Ziya Baran da eğitimin kocakarısı gibi konuşuyor. Koca valiler, il milli eğitim müdürleri Ziya Baran’a akıl danışıyor. ZİYA BARAN HERKESE SBS YA DA ÖSS’Yİ KAZANDIRABİLİR Kime ne anlatsa Sayın Baran, kendisini dinletmeyi biliyor. Yaşasın Sayın Ziya Baran! Sayın Baran’a, bütün geri kalmış ülkelere bu teknikleri götürmesini öneriyorum. Ama önce bizi kalkındırmaya söz vermeli. İlk işi Türk eğitim sistemini düzeltmek olmalı. SBS’nin ÖSS’nin anlamsızlığına Sayın Baran’ı hiç girmiyor. Onun hedefi herkese SBS ve ÖSS’yi kazandırmak. Başarmak için, “Başarılı olacağım,” demek şarttır. Herkes, başarma duygusunu geliştirebilir. ODTÜ’den, İTÜ’den mezun olan geçlerimiz iş bulamıyor öyle mi? İş bulamayanlar, kendilerini pazarlamayı bilmeyenlerdir. Çağ pazarlama çağı. ZİYA BARAN ÖSS HAKMINDA NE DÜŞÜNÜYOR? Herkes üniversiteye kazansa ne olur, sorusuna Ziya Baran gibiler cevap veremez. Onlar, yalnızca insanların umutları üzerinden nasıl kazanç sağlayacağını düşünüyorlar. Bayın Baran, şovmenliğini bu noktada iyi geliştirmiş. TÜRKİYE’NİN ZİYA BARANLARA İHTİYACI VAR Türkiye’nin bilim adamlarına değil, artık Ziya Baran gibi adamlara ihtiyacı var. Baran gibilerine bir gün bir vahiy geliyor. Bilimin senelerce uğraştığı sorunları onlar anında çözüme kavuşturuyor. İnsanlar da bu çözümlere inanıyor. ZİYA BARAN’I EĞİTİMCİ OLARAK DEĞİL ŞOVMEN OLARAK İZLEMEK LAZIM Ziya Baran’ı bir eğitimci olarak değil, şovmen olarak izlemek lazım. Aslında, Sayın Muğla valisi okullara şöyle bir yazı göndermeliydi: “Öğretmenlerimiz yoruldular, Ziya Baran’ı izleyerek biraz eğlensinler, hoşça vakit geçirsinler denmeliydi.” O zaman kimseye diyecek sözümüz olmazdı. Hatta Sayın Baran’a bizi güldürdüğü için teşekkür ederdik. Ama işin aslı böyle değil, Ziya Baran hızlı okuma uzmanı, herkese hızlı okumayı öğretecek. Kimse zihnini tam kapasite ile kullanamıyor. Ziya baran bunu da öğretecek. Kısaca öğretmenler Ovasis’e bilimsel bir şeyler öğrenmek amacıyla toplanmıştı. Toplantıda bilimsellik yoktu. Sayın Baran’ın kitaplarını alan öğretmenler zihinlerini, tıpkı bilgisayar gibi, hatta ondan da ileri bir düzeyde yani tam kapasite ile kullanmayı öğrenemezlerse iyi öğretmen olamayacaklar. Öğretmen iyi öğretmen olmak için, öğrenci iyi öğrenci olmak için Ziya Bey’e koşacak. Ziya Bey de onları bir güzel eğitecek. ZİYA BARAN MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NA DANIŞMAN YAPILMALI Yakında Japonya’yı geçersek şaşmayın. Bu kadar işsizle nasıl olacak bu diyorsanız. Ziya Baran’a sorun. Onun bilmediği yok. Kendisini Milli Eğitim Bakanı’na danışman yapsalar yeridir. Evet evet, en iyisi Milli Eğitim Bakanlığı… Valilerle ne uğraşacaksın Bakanlıktan bir “olur” al, Türkiye’nin tüm okullarında hafıza eğitimi dersi ver. Sayın Ziya Baran’a şimdiden hayırlı işler diliyorum. Yazan: İsmail Cengiz Cengizhan. -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir... Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin |
[anadoluhaber:37595] BİZDE MORUKLAR OLMAZ Posted: 31 Jan 2010 12:04 AM PST BİZDE MORUKLAR OLMAZ Bizde moruklar olmaz. Bizde yaşlılar olur ve onlar bizim için bilgedir. Kitaplar bilgeliği şöyle tarif ediyor: İyi ahlaklı, olgun ve örnek kimse. Öncelikle, Dünyanın kültür hakimiyeti altında bulunduğu Kapitalist sistemlerde bu konuya nasıl yaklaşılıyor, ona bakalım: Batıda yaşlanmak toplumdan dışlanmayı gerektirir. Çünkü yaşlı üretmiyor aksine tüketiyor. İnsan dahil her şeyi, ekonomiye ve üretime yaptığı katkı paralelinde değerlendiren ve bu katkıya göre ona değer kapitalist sistem yaşlıyı elbette dışlayacaktır. Onlara huzur evleri tahsis edilmesi gibi hizmetler bu gerçeği değiştirmiyor. Ayrıca yaşlılar ölümü hatırlattıkları için toplumun moralini de bozuyor. Hayatta her şeyi tüketme, para kazanmak ve eğlence olarak gören sistemler ölüm gibi gerçeklerden bile kaçış yolu aramaktadır. Genç ise ürettiği ve çalıştığı için ekonomiye katkısından dolayı değerli sayılar. Bu durum bizde da başlamıştır. Yaşlı dahil her insana sadece insan olduğu için değer veren kültürümüz, son zamanlarda bozulmaya başlamıştır. Huzur evlerinin yaygınlaşması bunu gösteriyor. Halbuki bizde yaşlının yeri, evin baş köşesidir. Bizim kültürde yaşlı için, görmüş geçirmiş, bilge kişi tabiri kullanılır. Yaşlılar aile içinde kalınca nesiller arası kültür aktarımı kolay oluyor. Bu sebepten bizde yaşlıya hürmet edilir, eli öpülür. Bu gün nesiller arası kopukluk bu yüzdendir. Her yaşın kendisine ait bir güzelliği vardır sözü bize aittir. Halbuki zamanımızda yaşlılığımız suni çalışmalarla örtülüyor. Saklanmak isteniyor. Saçların dökülmesine, beyazlaşmasına ve derinin sarkmasına izin verilmiyor. Yaşlılık, farklı anlamlara da gelebiliyor. Fiziksel olarak yaşlı olmasına rağmen zihinsel bakımdan genç kalan ya da genç görünümlerine rağmen ruhen yaşlı gibi davranan insanlar olduğunu biliyoruz. Bir bilge: “Biz kültür ile yaşlanıyoruz” diyor. Bu söz; insanların değişik kültürlerde, değişik yaşlanma biçimlerinin olabileceğini hatırlatıyor. Genellikle, “Yaşlılık” ve “yaşlanmayı” daha çok biyolojik bir süreç gibi görüyoruz. Aslında, yaşlılık, aynı zamanda fiziksel, toplumsal ve kültürel bir süreçtir. Yani yaşlının kim olduğunu, yaşlının nasıl davranması, yaşlıya karşı nasıl davranılması gerektiğini tayin eden kültür ve inançtır. Her toplumun ve kültürün yaşlılık tanımı, yaşlıya ve yaşlılığa bakışının farlık olması bu sebeptendir. Mesela, soysal manada yaşlanmak bilgelik demektir. Ve itibarlı bir yer tutar. Yaşlı insan, tecrübe sahibi, akıl danışılan ve toplumsal basamaklarda en üstte olan, eli öpülen kimsedir. Böyle yaşlanan insan, son nefesine kadar sosyal hayattan kopmaz. Topluma ve insanlara hizmeti devam eder. Hemen hatırlatalım ki; hayatını boş geçirmiş, hayatında kayda değer bir şey yapmamış yaşlılar bu yazının dışında tutulmuştur. Değer veren, hizmet eden, değer görür ve hizmet edilir. Sözün özü budur.
Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler. |
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.