[anadoluhaber:38130] Hırıstiyan Misyonerliğin Raconu İki Yüzlülüktür

 
HIRİSTİYAN MİSYONERLİĞİN RACONU İKİ YÜZLÜLÜKTÜR

 

 

 

            Bugünkü Hıristiyanlığın kurucusu olan Aziz Pavlus’a göre propaganda uğruna misyonerler ikiyüzlü davranmalıdır. Misyonerler bizim Müslümanlığı, İslam’ı anlattığımız gibi onlarda Hıristiyanlığı anlatma hakkını kendilerinde görmektedirler.

 

            Ama buradaki esas sorun misyonerlikte iki yüzlülük esas alınır. Bu bizim iddiamız/zannımız değil bugünkü Hıristiyanlığın kurucusu olan Saint Paul (Aziz Pavlus) söylemektedir. Kitab-ı Mukaddes’te yer alan Pavlus’un misyonerlik öğretisi: Pavlus’un Korintilere Birinci Mektubu Müjdeyi yaymazsa vay halime! Eğer Müjdeyi gönülden yayarsam, bir ödülüm olur; gönülsüzce yayarsam, sadece bana emanet edilen görev yapmış olurum. Peki ödülüm nedir? Müjdeyi yayarken bunu karşılıksız olarak bildirmek, böylece müjdeyi yaymaktan doğan hakkımı kullanmamaktır. Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım.

 

            Tanrı’nın Yasasına sahip olmayan değil de Mesih’in Yasası altında olan biri olarak, Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkese her şey oldum. Bunların hepsini Müjde’ye payım olsun diye Müjde’nin uğruna yapıyorum. (Kitab-ı Mukaddes, Pavlus’un Korintilere Birinci Mektubu, Bölüm : 9/16 -23) Buna göre, bir Hıristiyan misyoner Müslümanı hırıstiyanlaştırmak için Müslüman gibi görünebilir. Tabii, bu olayın sadece bir yönü.

 

            Tarihte misyonerlik ile emperyalizmin birlikte  çalıştığını görüyoruz. Afrika ve  Yakın ve Uzak Doğu’da. Bu durum misyonerliğin sadece dini bütünlüğümüz açısından değil Prof. Dr. Haydar BAŞ’ın önemle vurguladığı “milli bütünlüğümüz” açısından da büyük bir tehlike ve hatta tehdit niteliğinde olduğunu göstermektedir. ENDONEZYA ve NİJERYA’daki ve daha önceleri LÜBNAN’daki Hıristiyan-Müslüman çatışmalarını göz önüne alırsak TÜRKİYE’nin geleceği için kaygılanmamızın gerektiği düşüncesindeyim. Osmanlı Devleti’nin parçalanması için Yahudi ve Hıristiyanların nasıl kullanıldığını unutmamalıyız.

 

            Ülkemizde, bütün güçleriyle misyonerlik çalışmalarını halen görevde bulunan hükümetten aldıkları destekle sürdürmektedirler. Her yere açılan apartman kiliselerle o yerde gayri müslim cemaat bulunmadığı halde bu kilise açılmaları sürmektedir. Bundan amaç ileride o yerin/beldenin Hıristiyan ve Yahudilerle doldurulacağı endişesi insanı düşündürmektedir.

 

            Sayın Prof. Dr. Haydar BAŞ’ın deyimiyle “Diyalog’un Bir Adım Sonrası İşgaldir” sözü ne kadar gerçeği yansıtmaktadır. Ne yazık ki ülkemize oynanan bu sinsi tuzağın asla taraftar bulmaması beklenirdi. Ama öyle olmamış, bizzat daha sonra devlet kurumlarının da içine sokularak bir devlet politikası haline getirilmiştir. Her şeyi bahane eden AB, eğer bu misyonerlik faaliyetlerinin durdurulması yönünde bir politika geliştirilmesi halinde bizim önümüze engel çıkartacakları da düşünülebilir. Bizlere çeşitli yüzlerle; “dinler arası diyalog” “ılımlı İslam” bazen de “medeniyetler ittifakı” adları altında Hıristiyanlaştırma, milli/dini kimliğimizi kaybettirme, uyuşturma ve sonunda Hıristiyan ne de Müslüman olmayan dinsiz bir toplum, ülke oluşturmak niyetindedirler. Esas amaçları Hıristiyanlaştırma politikasıdır. Zaten emperyalist batı işgal ettiği ülkelere önce ellerinde İncillerle gitmişler, topraklarını kaybeden mazlum sömürge halklarının elinde ancak muharref İncil’den başka bir şey kalmamıştır.

 

“Dinler Arası Diyalog” ile “Misyonerlik Faaliyetleri” ni birbirinden ayırmak imkansızdır. Yazımızda, yurdumuzda sinsice yürütülen bu iki tuzağı birlikte inceleyeceğiz. Dinimize ve ülkemize hazırlanan böyle sinsi, tehlikeli tuzak karşısında elimden geldiğince doğruları yazmaya, halkımızı uyarmaya devam edeceğim.

 

Dinler Arası Diyalog’a neden karşı olduğumuzu maddeler halinde belirtelim;

 

1.         Öncelikle yapılacak Peygamber Efendimizin şahsiyetinde ve Kur’an önderliğinde, Ali İmran Suresi’nin 64’ncü Ayeti Kerimesinde buyurulduğu şekilde diyalog sürdürülebilir. “Ey Kitap ehli, sizinle bizim aramızda ortak eşit bir kelimeye gelin, Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve birbirimizi Allah’tan başka rab edinmeyelim.” Ayeti Kerimede dikkat edilen önce Tevhid esas alınmaktadır. Çünkü tüm Katolik, Protestan ve Ortodokslar Hz.İsa, Tarı-baba’nın yeryüzündeki insan suretinde şekli olarak kabul ederler. Paganizimden Teslisi (Üçlü ilah anlayışını) Hıristiyanlara dayatmışlar, karşı çıkan Tevhid inancında olanlar Arius gibi katledilmiştir. Hıristiyanlar teslis inancında direttikleri sürece diyaloğun sürmesi imkansızdır. Diyaloğun birinci basamağı en son din benim dinim demekten vazgeçmektir. Böylece diyalog Müslümanlara göre daha başlamadan bitmiş olmaktadır.

 

2.         Üç mezhebe dahil olan kiliseler, İslam’ı ve onun Peygamberini asla vahyi din olarak kabul etmezler. İslam, onlara göre sapkın, ilahi olmayan bir dindir. Gene Hıristiyan inancına göre Yahudiler ise Tanrı katilidir. Tarihte Yahudiler Ferisiler döneminde Roma valisi Pontius Pilatus’la işbirliği yaparak Tanrı İsa’yı çarmıha germişlerdir. Bir Hıristiyan ile ne kadar iyi ilişkiler içerisinde olsak da onların gözlerinde Hz. Muhammed ve İslam “sapkınlıktan” kurtulamaz. Çünkü aksine inanırlarsa Hıristiyanlıktan çıkarlar. Bu gerçeği karikatür skandallarında dahi iyi görmüş bulunduk.

 

3.         Diyaloga ilahiyat anlamında da bir sonuca varamayız.  Çünkü ne Yahudiler Hz. İsa (a.s.)’nın “Mesih” Peygamber olduğuna inanırlar, ne de Hıristiyanlar Hz. Muhammed aleyhissalatu Vesselam’ın son Peygamber, Kuran-ı Kerimin de son kitap olduğuna inanırlar. Ortadoks Yahudilere göre de henüz Mesih gelmemiş, son Peygamber de Malaki’dir. Bu bir dogmadır, değişmez.

 

4.         Konsül kararları gereği Hz.Muhammed’e ve yüce İslam’a hakareti yasaklamayan ve halen Benediktus gibi İslam’ı vahyi bir din olarak kabul etmeyen ve Sevgili Peygamberimizi “şeytan” olarak algılayan şahıslarla şaraplı toplantılarla Kuran-ı Kerim okutanları, onları taltif edenleri, yüce Peygamberimize haşa şeytan diyenlerin ellerini sıkanların durumlarını size bırakıyorum.

 

5.         Diyalog, yukarıda yazdıklarımıza göre tam bir fiyaskodur. Eğer bu şartlara rağmen hala bu rezaleti sürdürmek isteyen varsa yine onların hükmünü size bırakıyorum. Diyalog toplantılarında, Hıristiyanların Müslümanları anlamayı, İslam’ı tanımayı, İslam’ın batıdaki imajının düzelmesi umulurken tam aksine İslam ve Müslümanların durumu daha da kötüleşmiş ve İslam terörizmle bir tutulmuştur. Diyalogun Müslümanları anlama ve İslam dininin tanınmasında hiçbir katkısı olmamıştır. Sözde diyalog barışı da koruyamamış, tersine Müslüman katliamı dünyada daha çok artmıştır. Diyalogun, batının İslam’ı öğrendiği yalanı koca bir kuyruklu yalandan ibarettir. Batılılar bizim İslam’ı bildiğimizden dahi iyi tanımaktadırlar.

 

            6.         Ülkemizdeki diyalogcular, Kur’an da “Hıristiyanların içerisinde Allah adı anıldığı zaman gözlerinden yaş akan keşiş ve din adamları vardır” doğru ama nasıl, hangi keşiş ve din adamları? Bahira ve Necaşi gibi olanlar ise onlar da İslam gelince Peygamberimize iman etmiş, Müslüman olmuşlardır. Yani Hıristiyanlık inancı kendilerinde son bulmuştur. Peygamber efendimizin Peygamberlik risaletine iman etmişlerdir. Yani özetlersek yüce Kur’an’ın kast ettiği bugünkü şirk içerisinde olan, teslisçi Hıristiyanlar kesinlikle değildir. Fakat ülkemizdeki diyalogcular halkımızın din bilgisi eksikliğinden yararlanarak bugünkü Hıristiyanları ve Yahudileri de ehli necat olarak sunmaktadırlar. Halen yeryüzünde tevhidçi Hıristiyanlarda mevcut bulunmaktadır. Bunların kökeni Hz. İsa (a.s.)’ın üvey kardeşi ve sonradan şehit edilen Hz.Yakup (a.s.)’un önderliğini yaptığı, Pavlus’cu Hıristiyanlıkla mücadele eden tevhidci, Hz. İsa (a.s.)’ı sadece Peygamber olarak kabul eden Hıristiyanlardır. Bu tevhidçi Hıristiyanlar günümüzde; Ariuscular, Üniteryenler, Bogomiller, Albililer vs. adı altında varlıklarını günümüze kadar taşımışlardır. Ama bunlar da ehli necat kurtuluş ehli değildirler. Çünkü ancak kurtuluş, Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletini/Peygamberliğini ve Allah’ın birliğini kabul etmedikçe her ne kadar bizim diyalogcuların dediği gibi haşa Hz.Muhammed (a.s.)’ın risaletini kabul etmeseler bile ehli necat kurtuluş ehli olur deseler de iman etmiş sayılmazlar

 

            Ülkemize oynanan bu tehlikeli oyunla ilgili ciddi yazıları bulunan Prof. Dr. Nadim MACİT’tin “Küresel Güç Politikaları TÜRKİYE ve İslam” adlı eserinde çok önemli şeyler yazmaktadır.

 

            Yine anılan kitaptan;

 

            “Siyasi iktidar, Vatikan, Cemaat ve Diyanet dörtlüsü dünya barışını sağlama adı altında Büyük Orta Doğu Projesi’nin zeminini oluşturuyorlar. Siyasi iktidar anılan projenin eş başkanlığını yürütüyor, Vatikan, İncil–Tevrat perspektifli dini stratejiyi gerçekleştirmenin heyecanını yaşıyor. Ilımlı İslam mensupları; halis, ulvi İsevilerle, halis ulvi Müslümanlar arasında ittifak sağlayarak kendi ülkesine ve sistemine karşı cephe oluşturuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ise siyasi iktidar ile siyasi iktidarın önemli parçası olan ve ABD’nin gücüne yaslanan cemaatin sözcülüğünü yapıyor.” (s. 581)

 

            Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bu tehlikeli girişime Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve siyasi iktidarın önemli destekçisi ve ABD’den güç alan Fethullah GÜLEN ve sözde cemaati bu tehlikeli oyunların destekçisi olmaktadır. Diyanet İşleri gibi önemli bir kurumun ise diyalog ve misyonerlik konusunda bir önleyici girişimi, fetvası bulunmamaktadır. Siyasi iktidarın ve diyalogcu cemaatin adeta sözcülüğünü yapması çok üzücü olmakla beraber kendilerine olan güveni de oldukça sarsmaktadırlar. 

 

            Prof. Dr. Nadim MACİT’in eserinden paragraflara devam ediyoruz.

 

 “Dinler arası diyalogun Türk politikasına yansıması misyonerlik faaliyetlerine sonuna kadar kapı aralamak şeklinde tezahür ederken, İslam Dini alanında Kur’an ayetlerini, İncil ve Tevrat metinleri ile birlikte vermek, dünya barışı için Hz. İsa’nın etrafında birleşmek, Hz. Muhammed’i havai fişekler eşliğinde kutlamak, kutlu doğum haftasını menfaate tahvil etmek, karma namaz kılmak, “Kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle” (Bakara 286) demekten vazgeçmek, sevgi perspektifi geliştirmek gibi Kur’an lafzına ve manasına ters düşen söz ve eylemler biçiminde yansımaktadır. Ülkemizde her Kurban Bayramına yaklaşınca kurban üzerine yapılan tartışmalar misyonerlerin faaliyetleri ile bağlantılıdır. Çünkü Hıristiyanlığa göre İsa Mesih; Allah’a verilen son kurbandır, bunun dışında kurban olamaz. Fakat ne hayvan severler ne de ilahiyatçılar Noel kutlamalarında binlerce hayvanın kesilmesine ses çıkarmıyorlar. Eğer bunlar İslam’ı Hıristiyanlaştırma çabası değilse nedir? Evet, bir şeyin cinsini gösteren meyvesidir. Dinler arası diyalogun meyvesidir bunlar. Elbette ki böyle bir projeyi seslendiren ve uygulayan kişilerin yanına papazlar giderler, hatta İslam’a ısındıklarını söylerler.”

 

Dinler arası diyalog küresel politik stratejinin parçasıdır. Ilımlı İslam adına egemen gücü öven ifadeler bunu doğrulamaktadır.

 

“Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki, şöyle ya da böyle Amerika ile dostça geçinmeden, Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar” (Fethullah GÜLEN).

 

“ABD’nin büyük güç olduğunu anlatan bu ifadeler, dünyanın birçok yerinde işlenen cürümleri, cinayetleri, katliamları aynı gücün yaptığı anlamına gelmez mi? Eğer böyle ise, bu güçle dostça geçinmenin sınırı, bu gücün hepimizin namusuna tasallut etmesi midir? Bu nasıl bir hoşgörü ve diyalog ki, her taraftan kan akıyor, fakat birisi diyor ki bölse de, parçalasa da, kan akıtsa da, namuslara tasallut etse de bu önemli güçtür, yapılacak bir şey yoktur. Öyle bir anlayış ancak şiddetin egemen olduğu dünyayı onaylar. Öyleyse eleştirel akli geleneğin konusu  olmayan hiçbir proje Türk Milletine ait bir proje olarak takdim edilemez.” (s. 658)

 

Yazımıza devam edersek Dinler Arası Diyalog’un TÜRKİYE’deki mimarı/uygulayıcısı Fethullah GÜLEN neden FBI kontrolünde ABD’de sıkı koruma altında tutulduğunu sanırım anlamışsınızdır. Çünkü böyle bir güçlü cemaat lideri bu iş için oldukça idealdir.
 
Dinler Arası Diyalog çalışmaları, bir merkezin gayet ustaca planlamasıyla adım adım amacına ulaşmak için yoluna devam etmektedir.
 
Her yıl TÜRKİYE’de bu amaçla birkaç toplantı düzenlenmekte, toplantılara yurt içinden ve yurt dışından pek çok kişi davet edilmektedir. Bu organizasyonlarda harcanan paranın büyük kısmının da  NED (National Endowment for Democracy) tarafından yani Amerikan Ulusal Demokrasi Fonu tarafından aktarıldığı söylentisi vardır.
 
Vatikan’ın diyalogdan amacının misyonerlik olduğu, böylece esas amacının Hıristiyanlığı yaymak, TÜRKİYE’yi Hıristiyanlaştırmak olduğu kesindir.  Aklımıza şöyle sorular gelmektedir.
 
1.  ABD’nin böyle bir projeye nasıl ve neden dahil olduğunu?
 
2.  Vatikan’ın, diyalog isimli “Misyonerlik Projesine”, CIA destekli NED Fonlarını da aktararak destek veren ABD’nin neyin peşinde olduğu?
 
3.  Dinlerarası diyaloğun TÜRKİYE’deki uygulayıcısı/mimarı Fethullah GÜLEN’in neden FBI tarafından ABD’de sıkı koruma altında tutulduğu?
 
Bu soruların cevabı 1995 yılına kadar uzanmaktadır. Anılan tarihte CIA eski görevlilerinden Graham FULLER TÜRKİYE’de Nurculuk hareketini incelemek ve kitap yazmak için bir faaliyete girmiş, TÜRKİYE’de Nurculuk hareketini ve Fethullah GÜLEN’in  cemaatini analiz etmek üzere kitap yazma kararı alan FULLER’e ABD’nin liberal kuruluşlarından Earhart Foundation’ın Rand Corporation’a aktardığı 30 bin dolar ödenek verilmiştir.
 
Bu eski CIA görevlisinin yaptığı gizli görüşmelerden ve Vatikan’ın özel misyoneri Prof. Michel THOMAS ’ın da çabalarından kısa bir süre sonra 1997 yılında dinler arası diyalog faaliyetleri kurumsal anlamda TÜRKİYE’de örgütlenmeye başlandı.
 
Vatikan misyonerliğe meşruluk kazandırmak, ABD ise İslam’ı zayıflatmak, cihad’dan yoksunlaştırılmış yeni bir İslam oluşturmak için birlikte işbirliğine gitmişlerdir. Fethullah GÜLEN’i ABD’de gündemde tutmak için toplantılar düzenlemişlerdir.  Bu toplantılardan biride Georgetown Üniversitesi’nde CMCU tarafından düzenlenmiştir. Anılan okul üniversite CIA okulu diye de namlıdır.
 
Söz konusu konferanslardan birisinin konusu ise “Fethullah GÜLEN: The Man and His Movement” (Adam ve Onun Hareketi) dir.
 
Bu konferansa katılanların kimlikleri ise oldukça önemli kişilerden oluşmaktadır.
 
Alan Makowsky : ABD Dışişleri İstihbarat Bürosu Eski Şefi.
 
George Harris : ABD eski dışişleri görevlisi, istihbarat uzmanı.
 
Roscoe Suddarth : Middle East Institue Başkanı, istihbaratçı.
 
Graham Fuller : Uzakdoğu CIA görevlisi, RAND şirketi yöneticisi.
 
Thomas Michel : Vatikan Cizvit Seksiyonu Sorumlusu.
 

Bu konferansın düzenlendiği anda Fethullah GÜLEN, DGM tarafından aranmakta idi. Bu kadar istihbaratçının bu kişiyi görmemesi şüphesiz düşünülemez.

ABD’de FBI ajanları tarafından büyük bir itina ile koruma altında tutulan Fethullah GÜLEN’in üstlendiği diyalog görevi oldukça karışık bulunmaktadır. 

Yine ABD’de TÜRKİYE’deki Abant Toplantılarının devamı olarak 19–20 NİSAN 2004 tarihleri arasında, John HOPKİNS Üniversitesi’nde bir toplantı düzenlenmiş, “Diyalog” içerikli bu toplantıya katılan konuşmacılardan biri de Diyanet’ten Sorumlu Bakanımız Prof. Dr. Mehmet AYDIN ’dır.
 
Yukarıda yazmış olduğumuz yazıdan da anlaşılacağı gibi FBI tarafından korunan Fethullah GÜLEN’in mimarlığını yaptığı “Dinler Arası Diyalog” konusunun içeriği/çerçevesi oldukça karışık ve geniş.
 
            Diyalogun bir misyonerlik ve uluslar arası bir proje olduğu, Pentagon ve Vatikan kontrolünde bulunduğu artık saklanamaz bir gerçektir. Bu projenin Müslümanları kiliseye döndürme amacı taşıdığı da bir gerçektir.
 
Yine Dinler Arası Diyalogun TÜRKİYE’deki ayağı Fethullah GÜLEN  Vatikan’a Papayı ziyaret etmek için gittiğinde şöyle söylüyor;
 
Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. (Fethullah GÜLEN 09 ŞUBAT 1998 Aksiyon Dergisi 167. Sayı)

            Papalık misyonu diyalog ve hoşgörü adı altında esas amaç ve niyeti Müslümanların Hıristiyanlaştırılmasıdır. Nitekim ziyaret ettikleri Papa II. Jean Paul 1991 yılında ilân ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle demektedir:

            Dinler Arası Diyalog, Kilisenin bütün insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. Tanrı, Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir. Bu açıklamalar yapılırken, kurtuluşun Mesih’ten geldiği ve diyalogun evangelizasyon (misyon) dan ayrılmadığı gerçeği göz ardı edilmemiştir. (Jean Paul II. Redemptoris Missio Roma 1991)
 
Yukarıda da yazdığımız gibi anılan misyonun, kiliseye döndürme misyonunun parçası olduğunu Dinler Arası Diyalog konusunda yetkili bir ağızdan öğrenmiş bulunmaktayız. 

            Halkımızın Müslüman diye peşinden koştuğu/bağlandığı bu esas başı bozuk sözde cemaatin; Pentagon’un, NED’nin, CİA’nın, ABD Dışişleri Bakanlığı strateji uzmanlarının, bir sürü istihbaratçıların ve Vatikan papazlarının karıştığı, destekçisi olduğu bir yapılanmada/organizasyonda gerçek bir Müslüman’ın yeri olabilir mi? Bu sözde cemaat ve sözde lideri acaba bu saymış olduğum kişilerle işbirliği yapmayı İslam’ın, Kuran’ın hangi ayetine hangi emrine uygun bulmaktadır?
 

Küfrü Hoş Görmek Din-i İslâm’ı İnkâr olduğunu asla unutmamalıyız ki, Allah-u Teâlâ Âyet-i Kerimesinde:

Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardandır. (Mâide 51) Buyurmaktadır.

Bu küfrü hoş gören ve hoş göstermeye çalışanlara bir örnek vermek gerekirse;  Bu mevzuda her köşe başında bir hoşgörü vakfı kurulmalı, herkes hoşgörü soluklamalı. (30 EYLÜL 1996 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Mutlu Yarınlar İçin Elele Programında yaptığı konuşma)

Allaha ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. (Mücâdele 22)

Onlardan bir çoğunu, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde ebedî kalacaklardır. (Mâide: 80)

            Yukarıdaki ayetler gibi kitap ehli hakkında pek çok ayeti Kur’an-ı Kerim’de bulmak mümkündür.
 
            Böylelerinin durumunu Allah’a havale etmekten, halkımızın da aklını başına alıp bu sapık yoldan kendilerini kurtarmaktan başka çareleri kalmamıştır.
 
            Dinler Arası Diyalog kavramının daha açık anlaşılması için sizlere bu konuda oldukça yetkili/bilgili bir ağızdan esas niyetinin ne olduğunu belirlemek amacıyla anlamamız için sunuyorum;
 
            TIME Dergisi tarafından sunulan yazıda bu işin içyüzünün ne olduğu bizzat günümüzün en güçlü Hıristiyan devleti ABD eski Adalet Bakanı John ASHCROFT tarafından şöyle açıklanıyor;    
   
            “İslam dininde Tanrı sizden kendi çocuğunuzu kurban etmenizi ister. Hıristiyanlıkta ise Tanrı kendi oğlunu(!) sizin canınızı kurtarmak için gönderir.”
 
            Bir başka Hıristiyanlıkta yetkili kişi;
 
            “…İşte bu nedenle en büyük kitle silahı olan İslam’dan kurtulmalıyız.”
 
            Ülkemizde hala Dinler Arası Diyalog aldatmacısını halkımıza sunarlarken, batılı Hıristiyanlar ise yüce İslam’ı “en büyük kitle silahı” olarak ilan etmiştir. Hıristiyan ABD’nin durmadan “kitle imha silahları” imasından sanırım artık ne demek istediği anlaşılmıştır. Bu açıkça tehdide rağmen hala “Dinler Arası Diyalog” aldatmacasına soyunanlarının akıllanmasını umuyoruz.
 
            Misyonerlik faaliyetlerinin günümüzle sınırlı olmadığını, geçmiş tarihimizdeki uygulamalarına bakacak olursak, yakın tarih olarak Osmanlı’da oldukça kapsamlı uygulandığını görmekteyiz.
 
            “Osmanlı Devleti’nin yıkılış devrinde, misyonerler Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gibi gayr-i müslim unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara milliyetçilik aşılayarak, Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlara sebep olmuşlardır. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların arasına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika’yı, TÜRKİYE’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle çıkan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor!” şeklinde propaganda yaparak, batı alemini aleyhimize geçirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilahare istiklal kazanmalarını temin eden, İSTANBUL’da Proteston misyonerleri tarafından işletilen Robert Kolej isimli mektepti. Rumeli’nin elimizden çıkması ve oradaki Müslümanların barbarca katledilmesi, geride kalanlarına da zulüm edilmesi, Bulgar yapılmak için zorlanmaları, hep misyonerlerin faaliyetlerinin neticesidir. Osmanlı Devleti’ne bağlı Arap memleketlerinde yaşayan Hıristiyan Arap azınlıklara da, BEYRUT’taki Katolik, Fransız, ve Protestan-Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Araplar arasında da ayrılma ve parçalanma temayüllerini körüklemişlerdir. YEMEN’de 1905’te ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde de mühim rol oynamışlardır. Misyonerler ilk hamlede Müslüman Türkleri doğrudan Hıristiyan yapamayacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bundan doğan maneviyat buhranına çare olarak Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlar. Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik FİKRET’in oğlu Haluk’tur. Tahsilini bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş, Amerika’ya yerleşmiş, milliyetini ve vatanını inkar etmiştir. (Tarihi Hakikatler, Çamlıca Basım Yayın)
 
            Ülkemiz bir yandan siyonistler bir yandan da batılı Hıristiyanlar tarafından Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde kuşatıldığı gibi görüldüğü üzere tarihimizde de bu tür oyunların devam ettiğini görüyoruz. Basın/medya ve iktidarlar hiçbir zaman bu şer odaklarına yakın durmakla, onların politikalarını kendilerine politika edinmekle fayda bulamazlar.
 

            Cem HAKKO’nun dediği gibi “ kim gelirse gelsin biz yahudiler patron, Türkler ise işçimiz (kölemiz) siniz ” bu söz asla unutulmamalıdır. Bu siyonistlerin esas niyetleri apaçık ortaya çıkmaktadır.

Esas düşündürücü olan ülkemizde de olduğu gibi tüm dünyada iktidarları ayakta tutan halk değil siyonistler ve emperyalistlerdir. Bu AKP hükümeti için de geçerlidir. Bu ayakta yer almayanlar, bu beraberliği sürdürmek istemeyenler tıpkı ERBAKAN iktidarına yapılanlar gibi anında iktidardan düşmeye mahkumdurlar. Anlaşılacağı gibi AKP iktidarının da ayakta durması halen devam eden sömürü düzeninde bir aksama olmayışıdır.

 

AKP hükümeti şimdiye kadar Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde israil’le ilişkileri en yoğun hale getirmiştir. Ilımlı İslamcılık denen bu sapık inanış Siyonistlerin buluşudur. Batılı Hıristiyanlar ve Siyonistlerin desteklemediği hiçbir hükümet iktidarda bulunamaz, iktidarını devam ettiremez. Buna AKP’de dahildir. Aksini sürdürmek isteyenler tıpkı John  KENNEDY gibi bir şekilde derdest edilir. AKP’de bunlara ses çıkarsaydı sonu aynen KENNEDY gibi olmasından korkulurdu.

 

Siyonist Mossad, İRAN ve TÜRKİYE Bilim adamlarını israil’de çalışmaya yanaşmadıkları için katletmiştir. Kitle imha silahından rahatsız olan İsrail yine GAZZE’de kitle imha silahını kullanmıştır. Siyonizmin esas hedefi dünya egemenliğine sahip olmak, dünya iktidarlarını kontrolünde bulundurmaktır.

 

İsrail’e pek çok askeri konuda (silah, top, uçak, helikopter) mevcut hükümet ve önceki iktidarlar tarafından ihale verildi. AKP hükümeti zamanında ise  “İşbirliği Projesi” listesine de yeni silah ihaleleri eklendi.

 

İsrail ile aramızda 20 maddelik bir İşbirliği Antlaşması 05 EKİM 2004’te imzalanarak Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu işbirliği; tarıma, tohumculuğa, hayvancılık, sulama, enerji, kimya, turizm, çevre teknolojileri ve danışmanlığa ticaretin gelişmesini esas almaktadır.

 

GAP ve KOP’ la, Tuz Gölü ve Doğu Anadolu köylerini de içine alan bir anlaşmaya da 07 MART 2007’de KUDÜS’te imza atıldı. Özetle Sayın Başbakan İsrail ile ilişkilerimizi yapmış olduğu bunca katliamlara rağmen gayet iyi geliştirmiştir.

 

 Yazımıza misyonerlik ile başlamıştık konu nerelere kadar uzandı. Misyonerlik ve Siyonizm arasında çok yakın ilişki bulunduğundan yazmaya başlayınca mevzu uzun olduğu için buralara kadar geldi. Daha çok şey var yazacak ama konumuzun oldukça dışına çıkmış bulunmaktayız. Siyonizm incelenecek olursa oldukça kapsamlıdır. Bir başka yazımızda İnşaAllah tafsilatlı bir yazı kaleme alırız. Dünyadaki ülkeler işbirlikçi hükümetler eliyle halkını, devletinin her türlü imkanlarını Siyonistlere, batılı Hırıstiyanlara peşkeş çekmekte devam ederlerse halkların daha çok çekecekleri var demektir.

 

Dünyanın her yerinde halklar ayrım gözetilmeksizin Siyonistler ve batılı Hıristiyanlar tarafından sömürülmektedirler. Misyonerlik ise içi boşaltılmış, Şeriat ve Cihad’tan yoksunlaştırılmış bir İslam hedeflemektedir. Eğer tüm Müslüman dünya halkları baş kaldırırsak, direnirsek, toplu kıyam ile bu sorun halledilebilir. Tabi halkıyla bütünleşmiş iktidarlar da çok önemli ve gerekli.

 

Selam, saygı ve dualarımla.

 

Yakup MUSA

 

16.12.2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

--
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
 
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
 
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.