İsrail, ABD üzerindeki güçlü lobisini kullanarak, Amerika’nın global siyasetini kendi stratejik çıkarlarına göre yönlendirmek istemektedir. İsrail’in Ortadoğu’da ihtiyaç duyduğu düzenleme ne ise, WAHİNGTON’daki İsrail lobisi, bu düzenlemeyi ABD’ye yaptırmaya çalışmaktadır. Bu etkili lobi oldukça ABD üzerinde hakimdir. Geçtiğimiz on yıllar içinde ABD’nin Ortadoğu politikasının hep İsrail lehine gelişmesinin nedeni budur. ABD IRAK Savaşının ardındaki en büyük etkende, yine İsrail’in ABD politikaları üzerindeki etkisidir. Tek amaç ise Siyonizmin “Gizli Dünya Egemenliği”dir.
İsrail küçük bir ülkedir. Yahudi vatandaşlarının sayısı 4.5 milyonu geçmez. Yüzölçümü TÜRKİYE’deki ortalama büyüklükteki bir ilin büyüklüğü kadardır. Çevresinde yer alan üç büyük bölgeyi (Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri), 1967 yılından bu yana işgal altında tutmakta, ancak bu sınırlı işgali bile devam ettirmekte zorlanmaktadır. 1967’deki Altı Gün Savaşları’ndan beridir devam eden, 1987’de başlayan intifada harekete ile de iyice yükselen Arap Direnişi, İsrail her ne kadar güçlü ve kendinden emin gibi gözükmeye çalışsa da, İsrail toplumunu yıpratmış, bir tür “ulusal sinir bozukluğu” meydana getirmiştir. Son yıllarda İsraillilere karşı intihar saldırıları, İsrail toplumundaki gerilimi, endişeyi ve huzursuzluğu doruk noktasına çıkarmıştır.
İsrail’in bu korkuları yersiz değildir. Çünkü bu küçük devlet, tarihsel ve sosyolojik olarak oldukça zor bir durumdadır. Ezici çoğunluğu Müslüman Araplardan oluşan Ortadoğu’da, tek başına işgalci bir güç durumundadır. İsrail’in dört bir yanı, yıllar boyunca savaştığı, barışsa bile dostluk kuramadığı ve ileride yeniden savaşması son derece muhtemel olan halklarla doludur. İsrail’i Müslüman Araplara düşmanlığa iten sebep Siyonizm’dir. Arapların toplam nüfusunun 200 milyonu aştığı düşünülürse, 4,5 milyon Yahudi’nin bu coğrafyada kendisini güvensiz hissetmesinin nedeni daha iyi anlaşılır.
İsrail, kendisine karşı duyulan nefreti, kendi ideolojisi ve eylemleriyle diğer bir deyişle Siyonizmle ortaya çıkarmış ve büyütmüştür. Ortadoğu’ya girdiği günden itibaren Arapların topraklarını gasp etmeyi, onları sürmeyi ve gerekirse öldürmeyi hedef olarak belirlemiş, bu hedefi ısrarla uygulamıştır. Buradan çıkan sonuç Arapların düşmanlık duymasına sebep olan kendisidir. Burada hemen belirtmek gerekir ki, temennimiz İsrail devletinin de Arapların da endişe duymadan bu topraklarda yaşamalarıdır. Ama İsrail’in Siyonizm hedefi bunu mümkün kılması imkansız gibi gözükmektedir. Allah’ın Kuran-ı Kerim’de emrettiği; Ehli Kitaba karşı hoşgörü, sorunların barışçıl yollarla çözülmesi, yeryüzünde bozgunculuğun ve kan dökülmesinin engellenmesi gibi İlahi hükümler gereğince, Ortadoğu’da görmeyi temenni ettiğimiz tablo, İsrail’in Yahudi halkının da Ortadoğu’da Müslüman ve Hıristiyanlar ile birlikte barış içinde yaşamasıdır. İsrail’in Yahudi halkının Filistin’in bir bölümünde, atalarının topraklarında yaşama hakkına sahip oldukları bir gerçektir. Ancak bu hakkın, başka hakların (örneğin Filistinlilerinin haklarının) çiğnenmeden yaşanmasının tek yolu, İsrail’in, işgalci, sömürgeci ve saldırgan Siyonist ideolojinin yerine, Filistinli Araplarında haklarını gözeten bu mümkün olmasa da bir devlet felsefesi edinmesidir. Uzun vadede bölgenin kurtuluşu ise, bir zamanlar Ortadoğu’ya barış ve istikrar getirmiş olan “Osmanlı Modeli” nin yeniden egemen olması, farklı toplumların birbirlerinin inançlarına ve haklarına saygı göstererek, düşmanlıktan uzak biçimde aynı toprakları paylaşmalarıdır. Bu esas üzerine bir “Ortadoğu Birliği” kurulabilir.
1897 yılında BASEL’de toplanan Dünya Birinci Siyonist Kongresi’nde Siyonist lider Thedor HERZL en geç 50 yıl içerisinde Ortadoğu’da İsrail devletinin kurulacağını ilan etmişti. O yıllarda ciddiye alınmayan bu kongrede, ilk defe muharref Tevrat açıklamalarını temel alan dev bir haritanın varlığından bahsedilmişti.
Bu haritanın boyutları nedir diye sorarsak, radikal Yahudilere göre bu sorunun cevabı muharref Tevrat’ta açıklanmıştır. “Yahudilere vaat edilen topraklar”, Eski Ahit’e göre “Nil’den Fırat’a” uzanan ünlü coğrafyayı kapsamaktadır. Tevrat’ın Tekvin kitabının 15 nci bab’ında şöyle yazar: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.
Tevrat açıklamalarıyla tarif edilen bu sınırların, günümüzde hangi devletin topraklarına dahil olduğuna baktığımızda ise oldukça ilginç gerçeklerle karşılaştığımızı görüyoruz. Yahudi dini otoriteleri, söz konusu toprakların tam tarifi konusunda farklı fikirler öne sürmüşlerdir. Ancak en geniş kapsamlı ve en çok kabul gören haritanın hangi bölgeleri kapsadığı Israel SHAHAK tarafından da şöyle açıklanır :
İsrail’in Tevrat’ta günümüzdeki haritalara göre tam sınırları ise : Güneyde tüm Sina Yarımadası ve buna ek olarak Kuzey Mısır’ın KAHİRE’ye kadar uzanan parçası, doğuda ÜRDÜN’ün tamamı ve Suudi Arabistan’ın kuzey bölgesi, KUVEYT’in tümü ve IRAK’ın çok büyük bir bölümü, kuzeyde LÜBNAN’ın ve SURİYE’nin tamamı, buna ek olarak TÜRKİYE’nin Van Gölü’ne kadar uzanan büyük bir parçası ve batıda Kıbrıs. (Israel Shahak, Jewish History, Jewish Religion, s. 9)
Bu sınırlar hakkında yapılmış çok geniş kapsamlı araştırmalar, devlet desteğiyle, atlaslara, kitaplara ve makalelere dökülmekte ve okullarda bu sınırların propagandası yapılmaktadır. Başta Gush EMUNİM olmak üzere kimi etkili radikal gruplar söz konusu coğrafyanın İsrail tarafından fethedilmesini istememekle kalmamakta, bu fethin İlahi bir emir olduğuna inanmaktadırlar.
SHAHAK’a göre İsrail’de “Tevratsal Sınırlar” (Biblical Borders) denildiğinde anlaşılan harita IRAK topraklarını, TÜRKİYE’nin güneydoğusunu ve KIBRIS’ı da içeren söz konusu coğrafyadır. Dikkat edilirse günümüzde Sayın Başbakanın da Eş Başkanlığını yürüttüğü Greater Middle East Project : Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile yukarıda yazdığımız büyük İsrail haritası arasında çok büyük benzerlikler bulunmakta aynı argümanları aşağı yukarı içerdiği görülmektedir.
Ariel ŞARON, MAYIS’te yapılan Likud Kongresi’nde, İsrail’in “Tevratsal Sınırlar”ı resmi politika olarak benimsenmesini önermiştir. Bu teklife karşı ne Likud’un içinden ne de diğer partilerden ciddi bir tepki gelmiştir, gelen tepkiler ise yine “ilkesel” boyutta değil, “pragmatik” boyuttadır. ŞARON’u eleştirenle, İsrail’in bu coğrafyayı ele geçirecek ve elinde tutacak güce henüz sahip olmadığı argümanına dayanmıştır.
Küçük bir nüfusa, küçük bir toprak parçasına sahip olan ve var olup olmama korkusu taşıyan bir devlet nasıl olur da “dünya egemenliği” politikasını izleyebilir?
Evet gerçekten de bu durum ilk bakışta çelişkili gibi gözükmektedir. Ama gerçek de ne yazık ki budur.
Sebebi ise şöyle özetlenebilir: İsrail’in var olup olmama korkusu, onu tüm Ortadoğu’yu etkileyecek bir strateji uygulamaya yöneltmektedir. Ortadoğu’ya egemen olmak, bu hayati coğrafyaya şekil verebilmek içinse, bir “dünya egemenliği” yani dünyaya yön veren karar mekanizmalarına hakimiyet gerektirmektedir. Bu karar mekanizmalarının tamamına yakını ise, Atlantik’in öteki yakasında dünyanın tek süper gücü olan ABD’dir.
İsrail ABD üzerinde güçlü lobisini kullanarak, ABD’nin global siyasetini kendi stratejik çıkarlarına göre yönlendirmek istemektedir. İsrail’in Ortadoğu’da ihtiyaç duyduğu düzenleme ne ise, WASHİNGTON’daki İsrail lobisi bu düzenlemeyi ABD’ye yaptırmaya çalışmaktadır. Geçtiğimiz on yıllar içinde ABD’nin Ortadoğu politikasını hep İsrail lehine gelişmesinin nedeni budur. ABD, IRAK Savaşı ardındaki en büyük etken de yine İsrail’in “Ortadoğu Stratejisi”nin ABD eliyle yürütülmesinden başka bir şey değildir.
İsrail’in “Gizli Dünya Egemenliği” hayata geçirmek için kurulmuş olan birçok strateji kuruluşu ABD’de ciddi bir şekilde lobi faaliyeti yürütmektedirler. Günümüzde ABD’nin izlediği Ortadoğu politikasında ve IRAK Savaşı’nın perde arkasında iki Yahudi Strateji Kuruluşunun büyük etkisi vardır. Jewish Institute For National Security Affairs (JINSA) Güvenlik Meseleleri İçin Yahudi Enstitüsü ve The Center For Security Policy (CSP) Güvenlik Politikaları Merkezi.
The Nation dergisi bu iki örgütün ABD’nin IRAK politikasını yönlendirdiği görüşündedir.
“JINSA-CPS ekibine göre sadece IRAK’ta değil, aynı zamanda İRAN, SURİYE ve SUUDİ ARABİSTAN’da neye malolursa olsun rejimin değiştirilmesi acil bir zorunluluktur. Bu inanca göre, İsrail ve ABD’nin güvenlik ve refahı Ortadoğu’da tesis edilecek bir hegemonya ile sağlanabilir. Bu hegemonya ise hile, zorbalık, kukla rejimler ve gizli operasyonlardan oluşan geleneksel savaş reçetesi ile oluşturulacaktır. (The National, 02 EYLÜL 2002)
Aslında IRAK’ın vurulması ve Saddam HÜSEYİN rejiminin silah zoruyla yıkılması planı, sanıldığı gibi 11 EYLÜL 2001 sonrasındaki “teröre karşı mücadele” ortamında değil, bundan çok daha önce yapılmış ve WASHİNGTON’ın gündemine getirilmişti. Bu yöndeki ilk işaret, 1997 yılında ortaya çıkmıştı. WASHİNGTON’daki bir grup İsrail yanlısı stratejist, kurdukları PNAC adlı “thinktank”le IRAK’ın işgali senaryosunu savunmaya başlamıştı.
PNAC’ın en kayda değer isimleri ise, George W.BUSH yönetiminin en etkin isimleri haline gelecek olan Savunma Bakanı Donald RUMSFELD ve Başkan Yardımcısı Dick CHENEY idi.
Philadelphia Daily News gazetesinde William BUNCH imzasıyla yayınlanan “Invading Iraq Not A New Idea For Bush Clique :4Years Before 9/11, Plan Was Set” (IRAK’ı İşgal Etmek bush Ekibi İçin Yeni Bir Fikir Değil:11 EYLÜL’den 4 Yıl Önce Plan Hazırdı) adlı bir makalede, bu konuda şu gerçeklere yer verilmektedir:
Gerçekte, Donald RUMSFELD, Başkan Yardımcısı Dick CHENEY ve küçük bir grup muhafazakar ideologlar Amerika’nın IRAK’ı işgalini savunmaya henüz 1997 yılında başlamışlardı, yani 11 EYLÜL saldırılarından 4, Başkan BUSCH’un göreve başlamasından 3 yıl önce.
Kendilerine Project fort he New Amerikan Century (PNAC) Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi adı verilen bu garip ve belirsiz siyaset grubu, CHENEY, RUMSFELD, RUMSFELD’in yakın yardımcısı Paul WOLFOWİTZ ve BUCH’un kardeşi Jeb BUSH’u da içeriyordu ve daha o zamanlar bile, OCAK 1998’de, Başkan CLİNTON’ı IRAK’ı işgale ikna etmeye çalışmışlardı. (William BUNCH, Philadelphia Daily News, Jan 27, 2003)
Peki PNAC üyelerinin SADDAM’ı düşürmek konusunda bu kadar ısrarlı olmalarının nedeni neydi? Aynı makalede bu konuda şunlar yazılıdır:
“Petrol, PNAC’in IRAK hakkındaki politika açıklamalarında arka planda bir yer tutsa da, itici güç gibi gözükmüyor. Pennsylvania Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü ve Ortadoğu uzmanı Lan LUSTİCK, BUCH’un politikasını eleştirirken, petrolün savaş taraflarınca asıl olarak savaşın masrafını karşılamaya yönelik bir unsur olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.”
PNAC’tan SCHMİTT ise, “ben Teksas’tanım ve bildiğim petrolcülerin hepsi askeri bir operasyona karşı” diyor, “petrol pazarı istikrarsızlık istemiyor”.
Profesör LUSTİCK’e göre ise, (savaş için) daha güçlü ama gizli bir motivasyon kaynağı, İsrail olabilir. BUSH yönetimindeki şahinlerin, IRAK’taki bir güç gösterisinin, Filistinlileri İsrail için avantajlı olan bir barış planını kabul etmeye ikna edeceğini hesapladıklarını söylüyor.” (William BUNCH, “Invading Iraq not a new idea for BUCH Clique” Philadelphia Daily News, Jan. 27, 2003)
İşte IRAK Savaşı’nın ardındaki en büyük motivasyon, yarım yüzyıldan uzun bir süredir Ortadoğu’da dökülen kanın en büyük sorumlularından olan Siyonizmdir. Siyonist ideolojinin fikri zeminde yok edilmesi, sadece İsrail ve Ortadoğu’ya değil, tüm dünyaya barış ve huzur getirecektir.
Ulusal efendilerin yani Yahudilerin gerçek kimliği bilinmeden ya da çok az kişi tarafından bilindiğinden sömürücü, köleleştirici güç olarak karşımızda ABD gözükmektedir. Oysa efendiler (Yahudiler) ABD’ye hakimdirler. ABD’de adeta iki hükümet var gibidir. Görüneni WASHİNGTON merkezli olanıdır. Görünmeyen ama asıl ABD’yi yöneten ise, NEWYORK başkentli olan efendilerin görünmez hükümetidir. ABD’nin kendisine ait bir Merkez Bankası bile yoktur. “Federal Rezerv” adıyla birkaç efendi bankerin oluşturduğu özel bir kuruluş, Amerikan ekonomisine hakim olup, Merkez Bankası gibi para piyasalarına yön vermekte, istediği gibi ‘enflasyon’ ya da ‘deflasyon’ oluşturabilmektedir. Dış ilişkilerde ise hükümetten daha etkilidir.
Siyonist dürtülerle örtülü Yahudilik, başlangıcından günümüze kadar yüzlerce kitaba sahip olmuştur.
Yahudiler dünya devletine giden yolda ABD’ye yeni bir görev yüklemiştir. IRAK Savaşı adı altında sudan bahaneler dizisiyle başlayan bu görev; Condeleza RİCE’nin “22 ülkenin sınırları değişecek” ki bu 22 ülkenin içerisinde TÜRKİYE’de vardır, tek dünya egemenliği hedefine insafsızca Yahudiler adım adım yürümektedirler.
Yahudilikte dikkate değer en büyük özellik, bir Yahudi misyonerliğin olmayışıdır. Yahudi anneden doğmayan hiç kimse Yahudi olamaz. Yahudiliğe girilmez ve kabul edilmez.
Yahudi anlayışında kitaplar Yahudi anlayışını diğer insanlardan tamamen farklı, üstün kılar. Bu kitaplar hahamların sözlerini, sözde Allah’ın sözleri olduğunu öğretir.
Bu kitaptan birkaç örnek verirsek;
Bir goyime (kendinden olmayan herkese verilen isim) olan borcu ödememenize müsaade etmiştir.
“Bir goyimin malını ve servetini elinden almak bir Yahudi için sevaptır.”
“ Yahudiler Talmud’a riayet ettikçe, goyimler çalışacak ve Yahudiler yiyecektir”,
“Yahudi olmayan, şeytanların organlarıdır.”
“Talmud’a göre Güney Doğu Anadolu ve Kıbrıs İsrail toprağıdır.”
Dünyaya gerek maddi gerekse idari olarak el koyarken, paranın ekonomik gücünü erken fark eden ve bunu amaçları için kullanmakta ustaca davranan bu insanlar, bugün dünya ekonomisinin tartışmasız hakimi olmuşlardır. “Yabancıya faizle ödünç verebilirsin fakat kardeşime faizle ödünç vermeyeceksin (Tensiye 23.20) Bu sözde ayette kardeş diye adlandırılan gene Siyonist bir Yahudidir.
Yahudi dini otoriteleri söz konusu toprakların tam tarifi konusunda farklı fikirler öne sürmüşlerdir. Ancak en geniş kapsamlı ve en çok kabul gören haritanın hangi bölgeleri kapsadığı Israel Shahak tarafından şöyle açıklanmıştır:
Güneyde tüm Sina Yarımadası ve buna ek olarak Kuzey Mısır’ın KAHİRE’ye kadar uzanan bir parçası, doğuda ÜRDÜN’ün tamamı ve SUUDİ ARABİSTAN’ın kuzey bölgesi, KUVEYT’in tümü ve IRAK’ın çok büyük bir bölümü, kuzeyde LÜBNAN’ın ve SURİYE’nin tamamı ve buna ek olarak TÜRKİYE’nin Van Gölü’ne kadar uzanan büyük bir parçası ve batıda Kıbrıs.
02 NİSAN 2003 tarihli İngiliz Financial Times gazetesinde Harvey MORRİS ve Garreth SMİTH imzalı haberde, Kuzey IRAK’taki Kürt yetkililerin, ABD’nin bölgedeki askeri yapılanmasının yavaş ilerlemesi ve Kürt güçlerinin rolü konusundaki rahatsızlıklarını sergiledikleri bildirilmektedir. The Guardian gazetesinde Brian WHİTAKER ve Luke HARDİNG imzalı “ABD, IRAK’ta İşbaşına Gelecek Yeni Rejimle İlgili Gizli Planlar Yapıyor” başlıklı haberde Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra IRAK’ta işbaşına gelecek yönetimle ilgili olarak, Bush yönetimi içinde üst düzeyde görüş ayrılıklarının patlak verdiği ve KUVEYT’te bu konuda gizli planlar yapıldığı aktarılmaktadır. The Daily Telegraph gazetesinin Richard Lloyd PARRY imzalı, “SURİYE Müttefikleri ‘Yasadışı İstila’ İle Suçluyor” başlıklı haberinde, SURİYE’nin, ABD ve İNGİLTERE’nin IRAK’ta “yasadışı bir istila” gerçekleştirdikleri ve “insanlık suçu” işlediklerini bildirdiği ifade edilmektedir. .( Hakan Yılmaz ÇEBİ İsrail’in Şifresi s. 115)
Dünya tarihinde sadece birkaç yüzyıllık bir yeri olmasına karşın ABD, içinde bulunduğumuz yüzyılda dünya siyaseti üzerindeki en önemli karar merkezi durumundadır. ABD, yaklaşık yarım asır boyunca kendisine tek rakip olarak gördüğü ve bütün plan ve stratejilerini üzerine kurduğu Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Yeni Dünya Düzeni’nin ilanının ardından tüm dünyayı kapsayan bir egemenlik, bir “Pax Americana” kurma hayallerine kapılmıştır. Çok tartışılan bu WASHİNGTON merkezli Yeni Dünya Düzeni Projesi, Ortadoğu’yu yakından ilgilendirmektedir. Çünkü ABD kurmayı planladığı Yeni Dünya Düzeni’ni oluşturabilmek için, Ortadoğu’nun zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına muhtaç durumdadır. Kominizim inancının çökmesiyle de, karşısında ideolojik unsur olarak bu bölgede yaygın olan İslam’ın geldiğinin farkındaydı. Şu halde rakip olan Kominizm kalkmış, yerine batılı Hırıstiyan ABD hedef/düşman olarak İslam’ı yerleştirmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Yeni Dünya Düzeni kurmasının yeni adıdır. Bu proje gereği Müslüman ülkelerinin tamamının sınırları değişecek, parçalanacak, federatif yönetimlerle ordusu kaldırılacak böylece bu ülkelerdeki zengin yeraltı madenleri ABD ve onun Siyonist dostu İsrail tarafından işlenecek, tek dünya devletinin kurulmasında harcanacaktır.
İsrail lobisi, ABD’de yabancı lobiler arasında en iyi organize olmuş, finansal bakımdan oldukça iyi durumda olan ve karar alma sürecini ve kamuoyunu etkileme bakımından son derece başarılı lobiler arasında yer almaktadır. İsrail lobisinin bir başka avantajı da, diğer pek çok yabancı lobisinin de İsrail lobisini desteklemeleridir. Yahudi lobisi de denilen İsrail lobisinin temel amacı, ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlamaya dönük politikasını devam ettirmesi ve İsrail’e bu çevrede daha fazla ekonomik ve askeri yardım yapmasıdır. Bunda da çok başarılı oldukları rahatlıkla söylenebilir. İsrail yılda 3 milyar dolar yardım almakla beraber, ABD’deki Yahudiler her sene aralarında 500 milyon dolar toplayıp İsrail’e karşılıksız olarak göndermektedirler. Bu miktar, TÜRKİYE’nin büyük çabalar harcayarak, yılda ABD’den 300 milyon dolarlık geri ödemeli kendi biçiminde aldığı dış yardımlardan daha fazladır. Bunun yanında ABD, Türk ticaretine kota koyarken İsrail ile 1985’den 1995’e kadar iki ülke arasında başta tarife ve kotalar olmak üzere tüm ticari engellerin kaldırılmasını öngören bir serbest ticaret antlaşması imzalamıştır. ABD’de yaşayan Yahudiler, İsrail hükümetinin çıkardığı bono ve tahvilleri alarak İsrail’e destek olmaktadırlar. ABD’deki İsrail lobisi deyince aslında ABD’nin tüm eyalet ve şehirlerindeki mükemmel bir örgütlenme içinde olan bütün Yahudi örgütlerini, Yahudilerin sahip oldukları ve başta basın olmak üzere çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren şirketleri, yürütme ve yasama organlarının çeşitli kademelerinde görev almış olan Yahudileri ve dolayısıyla ABD’de 6 milyon Yahudi’yi birlikte düşünmek gerekir.
ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 2.7’sini oluşturan Yahudilerin, 6 milyonun üzerinde oldukları tahmin edilmektedir. İsrail’e en fazla yaklaşan ülke ise MISIR’dır. MISIR’ın ABD’den 2.4 milyar dolar yardım alması, yine İsrail’in güvenliğini korumaya yönelik politikanın bir sonucudur. ABD, MISIR’ı İsrail ile barış yapan tek ülke olduğu için ödüllendirmektedir. MISIR’ın ve İsrail’in aldığı, yılda ortalama 5 milyar doları geçen dış yardımlar, ABD’nin toplan 15 milyar dolar dolayındaki yıllık dış yardım bütçesinin üçte birini oluşturmaktadır. Bunların dışında, körfez krizi sırasında İsrail’e yapılan askeri ve ekonomik yardımlar 4.1 milyar doları bulurken, bu rakama 400 milyon dolarlık konut kredisi garantörlüğü ve isterse Avrupa’dan da silah alabilmesi için 700 milyon dolarlık savunma teçhizatı alımı için yapılan askeri yardım dahil değildir. MISIR’ın ise, körfez krizi sırasında 6.7 milyar dolarlık dış borcunun üzerine bir çizgi çekilmiştir. ABD halkının binbir sıkıntıyla ödemiş olduğu vergilerin nerelere gittiği, halkına Siyonist İsrail kadar değer vermediği ABD’nin bir kez daha anlaşılmaktadır. Bunun yanında Siyonist ABD Türk ticaretine kota koyarken İsrail ile 1985’den 1995’e kadar iki ülke arasındaki başta tarife ve kotalar olmak üzere, tüm ticari engellerin kaldırılmasını öngören bir serbest ticaret anlaşması imzalamıştır. Ayrıca ABD’de yaşayan Yahudiler, İsrail hükümetinin çıkardığı bono ve tahvilleri alarak İsrail’e destek olmaktadırlar. Diğer hükümetler, ABD’deki lobi faaliyetleri için milyonlarca dolar harcar ve bu konuda özellikle Amerikalı lobi şirketlerinden yararlanmaya çalışırken, İsrail hükümeti tam tersine böyle bir harcama yapmaz. Çünkü İsrail, diğer hükümetler gibi bir lobi şirketi kiralamaya ihtiyaç duymamaktadır. ABD’deki etkili Yahudi örgütlerinin başında AIPAC, Amerikan Yahudi Komitesi gelmektedir. AIPAC, 1946 tarihli Federal Lobi Yasası gereğince kayıtlı lobici olarak gözükür ve Amerikan siyasetinde İsrail ile ilgili her konuda adı sık sık duyulur. Teven GROSMANN’ın başkanlığında yaptığı Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi 1955’de kurulmuş olup, yarlaşık 150 personeliyle Amerika’daki Yahudilerin Kongre ve yönetimdeki en etkili temsilcisidir. 30 milyon dolar bütçeyle finansman sorunu olmayan AIPAC’ın, 55.000 dolayında üyesi bulunmaktadır. AIPAC, ABD-İsrail ilişkilerini ilgilendiren konularda Kongreyi ve yasama sürecini etkilemeye dönük lobi yapan bir örgüt olarak kurulmuştur ve bu amaçla faaliyet göstermektedir. AIPAC aynı zamanda ABD İsrail ilişkilerini ilgilendiren konularda, üyeleriyle birlikte iletişim faaliyetinde de bulunmaktadır. Kongre ile sürekli temas halinde olan AIPAC, ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin gelişmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapan bir kuruluş niteliğindedir. Amerikan Yahudi Komitesi’nde (AJC) gelince; bu örgüt, ABD’de en eski Yahudi örgütlerinden birisidir. Alfred H. MOSES’in ABD’nin ROMANYA Büyükelçiliğine atanması üzerine, yerine gelen Robert S. DİFKİNS’in başında bulunduğu AJC, yaklaşık 25 milyon dolar bütçeye sahip ve 15 dolayında personelle çalışmalarını WASHİNGTON DC’de yürüten, Kongre ve yürütme ile ilişkilerin yanı sıra, halkla ilişkiler faaliyetleri de yapan bir örgüttür. Örgütün 1994 mali yılında, sadece yasama ve yürütme ile ilişkilere harcadığı para 3 milyon dolar olarak gerçekleşirken, dolaylı lobi anlamına gelen diğer faaliyetler de dikkate alındığında, bu amaçla harcadığı toplam para yaklaşık 16 milyon doları bulmaktaydı. 1906’da, küçük bir Yahudi grup (34 kişi) tarafından bütün dünyadaki Yahudilerin haklarını(!) savunmak için kurulmuş olan AJC’nin 50.000 üyesi ve ABD’nin 32 değişik şehirde temsilciliği bulunmaktadır. Lobi örgütü olarak geçmese de Kongre ve yürütme ile çok sıkı ilişki içinde olduğu bilinmektedir. ABD’deki etnik gruplar tarafından kurulmuş bu tür örgütlerin ilkini oluşturan AJC, kurulduğu tarihten beri diğer Yahudi örgütleriyle beraber Yahudilerin güvenliğini garanti altına almak için faaliyet göstermektedir. Bunun yanında örgütün amaçları arasında başta ABD’de olmak üzere tüm dünyadaki Yahudilerin yaşam düzeyini yükseltmek ve Yahudilerin siyasal katılımını artırmak da bulunmaktadır. Ayrıca İsrail’in kurulması konusunda da oldukça aktif rol oynamış bir örgüttür. 1917 Balfour Deklarasyonu’nun, ABD tarafından destelenmesini sağlayan AJC’nin önde gelen liderleri, 1920’li yıllarda Yahudi Ajansı’nın kurulmasında önemli rol oynamışlardır. İsrail ilk kurulduğu yıllarda AJC Başkanı Ajcob BLAUSTEİN ve David Ben GURİON arasındaki görüşmelerle, İsrail ile diasporadaki Yahudiler arasında iletişim kurulması konusunda önemli ilerleme kaydedilmiştir. Örgüt esas olarak ABD İsrail ilişkilerini geliştirmek için, her iki ülkenin yöneticileri arasında diyalogu geliştirmek ve bu amaçla yasama ve yürütme ile sıkı bir işbirliği içinde bulunmaya özen göstermektedirler. Bunun yanında diğer etnik grup liderleri ile de ilişki içinde olan AJC, medya, eğitim ve kamuoyu oluşturma çalışmaları da yapmaktadır. AJC ayrıca “Commentary” adıyla ayda bir yayınlanan bir dergi çıkarmaktadır. Bütün Yahudi örgütlerinin liderleri, en az ayda bir defa toplanarak genel bir durum değerlendirmesi yapmaktadır. Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanlar Konferansı olarak bilinen ve 1948’den beri faaliyet gösteren bu mekanizma, şemsiye örgüt olarak kabul edilmektedir. Örgütün 34 daimi üyesi , altı tane de gözlemci üyesi bulunmaktadır. Başkanı Seymour REİCH’dır. Amerikan İbrani Cemaatleri Birliği Başkanı Rabbi Alexander SCHİNDLER de konferans üyelerindendir. Bu gruba giren örgütlerden Dünya Siyonist Kongresi merkezi KUDÜS’de bulunduğu için doğrudan yabancı lobi kapsamında değerlendirilmekte ve örgüt bu nedenle faaliyetlerine ilişkin kayıtları Adalet Bakanlığı’na vermektedir. Başkanlar Konferansında, Yahudi örgütleri arasındaki görüş ayrılıkları ve varsa çatışmalar giderilmektedir.
AIPAC’ın çeşitli alanlardaki faaliyetlerinden biri de üniversite öğrencilerine yönelik staj eğitimidir. Staj eğitimi 200 üniversitede sürdürülmekte ve yasama süreci, dış politika, siyasi işler ve siyasal liderlik konularında eğitim verilen bu programlara, 1979’dan bu yana 18.000 öğrenci katılmış olup bunların arasından başarılı bulunanlar, AIPAC bünyesinde Amerikan İsrail ilişkileri konusunda uzman olarak çalışmakta, hükümetin değişik kademelerinde görev almakta ya da İsrail’de görevlendirilmektedir. Hemen her üniversitede bu amaçla AIPAC temsilcileri bulunmaktadır.
AIPAC’ın ekonomik konularda uzman bir ekibi sürekli olarak ABD ile İsrail arasında ticaretin ve yatırımın nasıl arttırılabileceği üzerinde çalışmalar yapmaktadır. AIPAC’ın çalışmalarıyla 1978’den itibaren ABD ve İsrail arasında ortak askeri programlar yapılması, istihbarat bilgilerinin paylaşılması, ortak araştırma, geliştirme ve ortak dış politika hedeflerinin belirlenmesi konularını içeren stratejik işbirliği başlatılmıştır. 1985’den 1995’e kadar tüm ticari engellerin ortadan kaldırılmasını öngören Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmıştır. 1995 yılında Senato çoğunluk lideri Bob DOLE ve Temsilciler Meclis Başkanı Newt GİNGRİCH tarafından sunulan ve en geç 1999’a kadar ABD Büyükelçiliğinin TEL AVİV’den KUDÜS’e taşınmasıyla ilgili yasa tasarıları her iki mecliste de kabul edilmiştir. Başkanın imzalamadığı ancak veto da etmediği yasa yürürlüğe girmiştir. 1990’da sunulan ve GİNGRİCH’in o zaman da desteklediği ve KUDÜS’ün İsrail’in başkenti olarak kalmasının isteyen karara, Senatör DOLE şiddetle karşı çıkmıştı. Ancak aradan geçen zaman içinde ilişkiler o denli değişmiştir ki, KUDÜS’ün başkent olmasını, ABD’nin hem hukuken hem de fiilen kabullenmesini öngören yasayı bu defa DOLE’ün kendisi teklif etmişti. AIPAC’ın oluşturduğu araştırma ekibi, her gün beş dilde yayınlanan bültenleri, çeşitli dokümanları ve bilimsel yayınları incelemekte ve bunları gerektiğinde kullanılmak üzere AIPAC kütüphanesinde saklamaktadır. AIPAC ayrıca “Near East Report” adıyla bir haber mektubu çıkarmaktadır. Dört sayfadan ibaret fakat sadece İsrail’i ilgilendiren konulara yer verilen ve on beş günde bir çıkan Near East Report, Kongre üyelerine ve bürokratlara ulaştırılmaktadır. AIPAC’a üye olanlar ayrıca bir para ödemeden bunlara da sahip olmaktadır. Bunların dışında AIPAC, yılda Kongre üyeleriyle 1000’in üzerinde toplantı gerçekleştirmekte, AIPAC görevlileri yılda 50 dolayında komitede, yaklaşık 2.000 saat tutan oturumlara gözlemci olarak katılmakta ve AIPAC bunların yanında en az 100 federal örgütle yakın temas halinde bulunmaktadır. Kongre binasının iki blok yakınında bulunan AIPAC, İsrail ile ilgili bir konu gündeme geldiğinde hazırladığı raporları, çok kısa bir süre de bilgilendirmek amacıyla Senatörlere, Temsilciler Meclisi üyelerine ve ilgili komite üyelerine ulaştırmaktadır. Örgütün Kongre üyelerinin büyük bir çoğunluğuna olan yakınlığı, İsrail’in çıkarlarını ilgilendiren konularda süreci istediği gibi yönlendirmesini kolaylaştırmaktadır. Örgüt bir taraftan doğrudan bu işi yaparken, diğer yandan ABD çapında çeşitli amaçlar çerçevesinde oluşturulmuş Yahudi derneklerini ve üyelerini harekete geçirerek, Kongre üyelerini mektup ve telefonlarla uyarmalarını sağlamaktadır. 1986’da İsrail’le ilgili yasa tasarısı hazırlanırken, bizzat yazılı olarak AIPAC’dan ne tür silahları ve yardım paketi istediklerini bildirmeleri istenmiştir. Dolayısıyla İsrail’le yapılan ekonomik yardımlar 1981’den itibaren, askeri yardımlar ise 1985 mali yılından itibaren karşılıksız hale dönüştürülmüştür. Ayrıca 1985’de kabul edilen bir yasa ile İsrail’e Ekonomik Destek Fonu (ESF) çerçevesinde yapılan yardımın (yaklaşık 1.2 milyar dolar), İsrail’in ABD’ye olan yıllık borç geri ödemelerine eşit miktarda olması kararlaştırılmıştır. İsrail’in bu ayrıcalığı, 1.8 milyar dolar dolayındaki askeri yardımlar içinde geçerlidir. Örneğin 1991’de İsrail’e verilen 1.8 milyar dolarlık askeri yardımın, diğer askeri yardımlarla birlikte tamamen ABD’den silah alımı için kullanılması gerekirken, 475 milyon doların savunma sanayinin modernizasyonu ve 150 milyon dolarının da ABD’de yapacağı araştırma geliştirme faaliyeti için harcanmasına izin verilmiştir. Nitekim Senato, 1995 EYLÜL’ünde İsrail’e 3 milyar dolar askeri ve ekonomik yardım yapılmasını öngören yasayı onaylarken, Filistin’e yapılacak yardımı 1993 EYLÜL’ndeki antlaşmalara bağlı kalması, terörizmi engellemesi, bu konuda gerekli tedbirleri alması gibi bir yığın şarta bağlayan yasayı kabul ederek erteliyordu. Filistinlilerin kendilerini savunması, terörist işgal devletinin saldırılarına direnmesi Hıristiyan ABD’ce terörizm olarak anlaşılıyordu. AIPAC sadece Kongre’de yoğunlaşmamakta, bunun yanında İsrail’i ilgilendiren hemen her yerde etkisini göstermeye çalışmaktadır. Ülke çapında aralıklarla düzenlenmekte olan seminer ve konferanslarla insanlar, ABD İsrail ilişkileri konusunda bilgilendirilmektedir. Ayrıca AIPAC üyeleri, ulusal ve eyalet düzeyinde parti teşkilatları içinde bulunan İsrail karşıtı kişilerle mücadele etmektedir. Bu çerçevede özellikle 1980’li yılların başından itibaren AIPAC üyeleri, parti teşkilatlarında daha aktif görevler almaya başlamışlardır. Bu uygulamanın sonucunda parti kongrelerinin büyük kısmında İsrail lobisi, karşı eğilimi bertaraf etmiş ve parti teşkilatlarında çalışan birçok kişi daha sonra seçilerek Kongre üyesi olmuştur. Örneğin 104 ncü Kongre döneminde 34 Yahudi Kongre üyeliğine seçilmiştir. Bu sayı her yeni dönemde artmaktadır. Yahudiler seçim zamanlarında yaptıkları bağışlarla da diğer etnik grupları çok geride bırakmaktadırlar. 1989-1990 döneminde Yahudi lobisi tarafından oluşturulan PAC’lar tarafından Senato üyelerine 4.7 milyon dolar, Temsilciler Meclisi üyelerine ise 2.9 milyon dolar bağış yapılmıştır. Yahudi lobisi tarafından yapılan bağışların büyük kısmı Kongredeki ulusal güvenlik ve dış politika konularıyla ilgili birkaç önemli komitenin üyelerine gitmektedir. Bu konuda Federal Seçim Komisyonu’nun kayıtları üzerinde yapılan araştırma, 1985-1990 arası dönemde Senato Dış İlişkiler Komitesi üyelerine 1.2 milyon dolar bağış yapıldığını ortaya koymuştur. Bu miktarlar, diğer ideolojik amaçla PAC’ların toplam bağışlarını geçmektedir. Yapılan tetkikler sonunda Senato Tahsisatlar Komitesi’nin 13 üyesine bu dönemde 1 milyon dolar bağış yapıldığı görülmüştür. Aslında bu dönemde komite üyelerine verilen bu ağırlık, İsrail’e verilecek 1 milyar dolarlık fon garantisinin kazaya uğramadan geçmeye sağlamaya yönelikti. (Hakan Yılmaz ÇEBİ İsrail’in Şifresi s. 119-129)
Daha fazla ABD’deki Yahudi örgütlerinin lobileşmesine girmek istemiyorum. Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi mükemmel bir lobileşme faaliyeti Siyonistler tarafından başarıyla yürütülmektedir. ABD üzerinde de oldukça etkili durumda bulunmaktadırlar. Teşkilatlanmaları da anlaşılacağı gibi tam oturmuş durumdadır. Böylece malum örgütler eliyle ABD politikasını Siyonizmin emrine vermiş bulunmaktadırlar.
Kur’an-ı Kerim’de en çok bahsedilen toplumlardan biri de Yahudilerdir. Yahudiler; fesadın, zulmün, çirkinliğin başka bir adıdır. Melek ve şeytan neyi temsil ediyorsa, mümin ve Yahudi de aynı manada diyebiliriz. İnsanlık aleminin Yahudi’yi tanıması, şerrinden emin olması şart ve zaruridir. Yahudiler Peygamberlerini inkar etmekle kalmamışlar, onlardan çoğunu öldürmüşler, Peygamberler üzerindeki zulümlerini artırarak kanlarını akıtmışlardır. Bugün bozuk Yahudilerin altında Siyonist Yahudiler vardır. Yahudiler birçok Peygamberi öldürmüş, kimisini testere ile biçmişlerdir Bu topluma Peygamber olarak gönderilen Aşiya (a.s.)’ı testere ile ikiye biçip şehit etmişler, Allah (c.c.) da bu toplumu ebedi zelil ettiğini bildirmiştir.
Hz. İsa (a.s.) Yahudilere şu bedduayı yapmıştır: “Yüzün yüzün sürünün, dizin dizin gidin, yurdunuz milletiniz olmasın.”
İnsanlık kısa bir zaman daha Siyonizm belasının acılarını çekecektir. Ancak Allah Ayeti Kerimede şöyle müjdelemektedir: İsrail’in mutlaka sonu gelecek, Siyonizm belası arzdan kalkacak, son zafer İslam’ın olacaktır.
Yahudilerin dinlere düşmanlığı bu anlattıklarımızla sınırlı değildir. Yahudiler Peygamberleri öldürmekle kalmamış, açıktan kötülük yapamadıkları dinleri de onlardanmış gibi görünerek bozmak yoluna gitmişler, bunun için çeşitli entrikalara başvurmuşlardır. Yahudi tarihini incelediğimizde entrikalar ve suikastlarla dolu olduğunu göreceğiz.
El-Mecelle dergisinin 290’ncı sayısında belirtildiğine göre, AĞUSTOS 1985’de “İsrail Tarih Araştırmaları Enstitüsü” tarafından açıklanan bir raporda: Yahudilerin 150 yıl önce sistemli bir şekilde bir kısım vatandaşlarını Müslümanlaştırdıklarını, bir kısmını ise Hıristiyanlaştırdıklarını Müslüman olanların, Osmanlı hilafetini yıkmak için çalıştıklarını, Hıristiyan olanların ise Hıristiyanlar arasında ihtilaf çıkartmak vazifesini üstlendiklerini belirterek alınan mesafenin yeterli olmadığını” ileri sürmüşlerdir.
Max FRUMKİN adında bir Yahudi asıllı bir yazar Yahudilere çok kızdığı için Yahudilikten çıkıp Hıristiyan olmuş ve “Yahudilikten Niçin Çıktım” adlı bir de kitap yazmıştır. Bu kitapta niçin din değiştirdiğini şöyle açıklamaktadır:
İsrail’de bulunduğum sırada Beersheba şehrinde idim. Hava çok sıcaktı. Yaz mevsimi idi. Çok susamıştım. Bahçesini sulayan birisinden rica ettim. “Şu hortumu uzat da birkaç yudum su içeyim” dedim. Herif bana dik dik baktı ve “Biz suyu parayla alıyoruz, paran yoksa su da yok” dedi. Bu olaydan da anlıyoruz ki Yahudiler menfatsız hiçbir şey yapmazlar. Daima karşılık beklerler.
Yahudi dini inancında sadece kendilerinin cennete gireceklerine, yüce Allah’ın sevgili evlatları olduğuna inanırlar. Cenneti bile tekellerine almışlardır.
Burada Müslüman dünyası olarak Yahudilere karşı sürekli olan kıyamımızı bozmamalı, birlik ve beraberliğimizden ödün vermemeli, Yahudinin ekmeğine yağ sürecek işbirliğinden kaçınmalıyız.
Selam, saygı ve dualarımla.
Yakup MUSA
28.05.2010
--
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.