Hamza Uçan: Müslümanların Özgürlüğü Meselesi

Batı şekli otoritesi üzerinden kendisine bir özgürlük alanı inşa etti. Kendi özgürlüğünün başlangıç noktasını Müslümanların özgürlüğünü ihlal ettiği noktaya taşımayı başardı. Bu başarılarının temelinde Müslümanların zafiyetleri ve korkuları yatıyor maalesef.

Bir anne ile çocuğu arasında soy bağı ilişkisini kuran doğum hadisesi, bir fikrin insan hayatı üzerindeki tesirini gösteren özgürlük kavgasına eştir. Özgürlük sevdasının çektirdiği doğum sancısına fikrin anaç tarafı olmadan nasıl dayanılır? Nedir özgürlük ve bir insan neden onu kazanmak yahut kaybetmemek için ailesinden, eşinden, dostundan, malından, makamından ve cümle dünyevi ömründen vazgeçme noktasında tereddüt dahi etmez? Ölülerin hukukçusuna sorarsanız, bir başkasının özgürlük alanını ihlal etmeden serbestçe yaşama hakkı, der. En temel normlarını sergilediği anayasasına, “seyahat özgürlüğü” isimli birde pencere ekler. Pencere için anayasayı açın, verdiği özgürlük hissiyatını ruhunuza işleyin. Açın pencereyi ve o özgür ruh ile evinizin dışındaki dünyayı seyredin. İslâm coğrafyasından yükselen kara duman seyir zevkinizi bozuyorsa, dumanın rahmindeki ateş ürkütüyorsa, ateşi harlayan zulüm korkutuyorsa, yangın iyi ki evimde değil diyerek kaçın. Pencerenizi kapatın, oturun ama sorun, “hakikaten özgür müyüm?” diye. Bu sorunun ruhunuzda uyandırdığı en küçük rahatsızlığı insanlığınıza emare sayın. Toparlanın, ayaklanın ve pencereyi tekrar açın. Cesaretiniz varsa dışarı çıkın. Yüreğiniz yetiyorsa seyahat özgürlüğünü İslam coğrafyası üzerinde yaşayın. Bombalanmış şehirler, yakılan camiler, ırzına geçilen kadınlar, katledilen çocuklar, çalınan petrol, gasp edilen adalet ve pervasızca çiğnenen insanlık onuru… Tarihin gördüğü en kanlı katliama ve hırsızlığa şahit olduktan sonra evinize dönmek üzere yola çıkın. Yol boyunca bir kulağınızda o topraklarda Allah’ın dini hüküm sürsün diye canından geçen şehitlerin ahı, diğerinde kâfirin tecavüzüne direnen kadının feryadı çınlasın. Girin evinize kapatın pencerenizi. Oturun ama durun bu defa siz değil biz soralım; Hâlâ özgür müsünüz!?

Evet, belki de hâlâ özgür! Müslüman kardeşinin üzerine bomba yağdırılmış ama kendisi özgür! Müslüman kardeşinin namaz kıldığı camii bombalanmış ama kendisi özgür! Müslüman kardeşine tecavüz edilmiş ama kendisi özgür! Müslüman kardeşi katledilmiş ama kendisi özgür! Müslüman kardeşinin malı yağmalanmış ama kendisi özgür! Hayır, “hâlâ özgürüm” diyenin sahip olduğu şey özgürlük değil Batı’ya köleliktir. Bir şeye malik olma duygusundan yoksun bir sahiplik. Acziyet, his iptali, onursuzluk en basit dille kafasızlık! Neymiş özgürlük parolaları; “Yurtta Sulh Cihanda Sulh!” Sadece Müslümanların kanının döküldüğü bir barış! Sadece kafirlerin rahatça hayat sürdüğü bir dünya!

Dünyanın hemen her coğrafyasında Müslüman kanı akıtılırken, “Ne Mutlu Türk’üm diyene” düşüncesi butlana tâbidir. Ölü doğmuştur, başlangıcından itibaren geçersizdir. Kardeşinin kanı dökülürken sessiz kalması gereken bir Türklük anlayışı kimi mutlu eder? Buradaki mutsuzluk Türklerin özgür olmadığının ispatı değil midir? Batı’nın sınırlarını çizip, muhtevasını belirlediği bir alanda meydana gelen özgürlük çatışması! Kendini aydın zümresinden sayan Kürt kimlikli bir kişi, “Verdiğim mücadele Kürtlerin özgürlüğü mücadelesidir” diyor. “Nedir özgürlük, Kürtler nasıl özgür olacak?” diye sorduğunuzda, “Anayasada Kürt ismi yer aldığında” diye absürd bir cevap veriyor. Biri anayasada Kürt ismi yer alınca özgür olacağını zannediyor, diğeri Anayasada Türk ismi var diye kendini özgür zannediyor. Al birini vur ötekine! Zira ikisi de dolar 7 TL olduğunda panikliyor. Anayasada yer alan Türk ismi ya da yer almasını istediği Kürt ismi panik yapmalarını engelleyemiyor. Malını kaybedeceğini, çaldıracağını düşünüyor. Doğal olarak korkuyor. Korkuyor çünkü ne özgürlüğün nidüğünü, ne de nasıl özgür olunacağını biliyor. “Bir Müslüman için özgürlük nedir?” suâline şu cevabı vermiş Üstad Necip Fazıl; “Hürriyet Hakka esaretle başlar.”

Batı’nın İslam coğrafyasında kurduğu oyun, Üstad’ın özgürlük tanımını esas ve şekil olarak yıkmaya çalışmaktan ibaret.

Esasla kastettiğimiz otorite. Yani özgürlüğün kaynağı. Günümüz dünyasında her devletin başta anayasa olmak üzere yazılı metinlerinden oluşan ve mevzuat ismi verilen hukuki metinleri özgürlüğün kaynağı olarak gösterilmekte. Temel hak ve hürriyetlerin nelerden ibaret olduğu, nasıl kullanılacağı ve hangi hallerde nasıl sınırlandırılacağı belirlenmiş. Adına demokrasi denilen bu sistem için fiili bir problem var; Birleşmiş Milletler Güvenlik Teşkilatı! Veto hakkına sahip beş daimi üye. Kendi politik menfaatleri için Müslüman ülkelerinin iç işlerine pervasızca karışabiliyorlar. Gerekçeleri ise “bozulan kamu düzenini sağlama” ya da artan insan hakları ihlallerini engelleme! Beş üyenin her biri dünyanın bir yanında dökülen Müslüman kanının akıtıcısı ve bunu yaparken de demokrasinin gereğini yerine getiriyorlar! Yani kan akıtmıyorlar akıtılan kanı temizliyorlar! Akan kanlar üzerinden verdikleri mesaj açık, “Özgürlüğünüzün Teminatı Biziz!..


Şekille kastettiğimiz “Yapısal Özgürlük”. Yani özgürlükten faydalanma biçimi. Kimin ne kadar, ne oranda özgür olduğu ve bu hakkın nasıl kullanılacağı. Özgürlüğün kaynağı Yaradan olduğu için bu haktan her Müslüman eşit oranda faydalanır. Coğrafya farkı bulunmamaktadır. Dünyanın bir ucundaki Müslüman ile diğer ucundaki Müslüman aynı derecede özgürdür. Bu yüzden özgürlük; bölünemez, fiyatlandırılamaz, üzerinden kâr amacı güdülemez. Bu hakkı içe ya da dışa karşı devretmek mümkün değildir. Bu hakkın kullanımından feragat etmek mümkün değildir. Bu hakkın kullanımına dair denetim mekanizması denildiğinde Halifelik makamı geliyor akla doğal olarak ve neden kaldırıldığı! Merkezi yönetimi engelleyip parçalanmış bir coğrafya oluşturmak. Her toprak parçasının kendine has etnik, kültürel, ekonomik ve sınıf farklılığına dayalı yaralarını kaşımak. Bu alanda doğan özgürlük ihlallerini denetimin uzağında tutmak!

Batı şekli otoritesi üzerinden kendisine bir özgürlük alanı inşa etti. Kendi özgürlüğünün başlangıç noktasını Müslümanların özgürlüğünü ihlal ettiği noktaya taşımayı başardı. Bu başarılarının temelinde Müslümanların zafiyetleri ve  korkuları yatıyor maalesef. 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması üzerine İsrail’in ilk kadın Başbakanı olan Golda Meir, “O gece korkudan sabaha kadar uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir yandan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz istediğimizi yapabiliriz zira Müslüman Ümmeti uyuyan bir Ümmettir”. Siyonist bir Başbakan sahip olduğu siyasi, ekonomik ve askeri güce dayanarak değil, Müslümanların acziyetine dayanarak istediği zulmü icra edebileceğini söylüyor.

Golda Meir o sabah uyandığında korktuğu olmadı belki; ama hamdolsun Anadolu Düşmanı pek çok liderin 16 Temmuz 2016 sabahı korktuğu oldu. Çünkü hemen hepsi 15 Temmuz gecesi Anadolu’nun, taşeronları Fetö tarafından düşürüleceğine inanıyorlardı. Anadolu insanının zihninden korkuyu defetmesi halinde Rabbin neleri nasip edeceğini dünya âlem gördü. Bugün ABD ile yaşanan siyasi gerilim korkutuyor birilerini. 17 ve 25 Aralık sonrası Recep Tayip Erdoğan Fetöcülerle mücadele adına korku duyan parti mensuplarına “Bir insan bir kere ölür” dediğinde Fetöcülerin başta Yargı-Emniyet-Askeriye üçgenindeki örgütlenmesinden korkanlar inanmadı Fetö’ye karşı verilecek mücadelenin başarılı olacağına. Fetöcülerin 15 Temmuz gecesi milleti hakir gören beyanları, zaferlerinden (!) emin söylemleri, milletin evinden dışarıya adımını dahi atamayacağı şeklinde ifade ettikleri kibirlerini 16 Temmuz sabahı ve sonrasında geçen günler ile kıyaslayın. İnanılması durumunda uğrayacakları nice bozgunları... O gece Anadolu düşmesin diye tüm İslam coğrafyasında edilen duaları... Ellerde yükselen bayrakları...

Özgürlük zihinlerde Allah korkusu dışında hiçbir korkuya yer vermemektir. Hayata mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun penceresinden bakabilmeye çalışmaktır. Eğer o pencereden bakmayı başarabilirsek gördüğümüz şey; ABD’nin sahip olduğu askeri, siyasi, ekonomik güç değil, yıkılmaya yüz tutmuş bir leş coğrafyası olacaktır. Doğum ne denli sancılı olursa olsun…

O pencereden ABD’nin gerçekleştirdiği Dolar operasyonuna bakmaya çalışalım. Adam sana savaş açmış, malını çalmak istiyor. Korkarak kazanamayacağın aşikâr. Öyleyse korkacağına dik durarak karşılık ver, sen de savaş. Savaşı kazanman durumunda elde edeceğin ganimet onun senden çalmak istediğinden az değil. Bırak o korksun!


Aylık Dergisi 169. Sayı/ Av. Hamza Uçan 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.