Batı ile İran arasında çok farklı bir ilişki modeli vardır. Düşmanlık ve gerginlik üzerine bina edildiği sanılan bu ilişkiler ağı tamda öyle değildir. Hatta İran devriminin ebeliğini batılıların yaptığı söylenebilir. Bilindiği üzere Humeyni Fransa’da palazlanmış ve oradan gelerek İran İhtilalı’nı yapmıştır. Devrim sonrası İran’a karşı uygulanan ambargoyu delen, hem Irak’ı hem İran’ı silahlandıran ve birbiri ile vuruşturan batıdır.
Bugün İran Batı, özellikle ABD tarafından şer bir güç olarak tanımlanmakta, tehdit olarak takdim edilmektedir. İran üzerinden gerilimler oluşturulmakta, ABD’nin veya İsrail’in İran’ı vurabileceklerinden, Irak gibi İran’a da girebileceklerinden bahsedilmektedir.
ABD ve-veya İsrail’in İran’a askeri olarak gireceklerine ihtimal vermiyorum. Ancak İran’ı vurabilirler. Nükleer tesislerine veya stratejik hedeflere saldırabilirler. Ancak Yahudi-Evanjelik ittifakı İran’ı kendi karşılarında zayıflatmak, İslam dünyasında siyaseten güçlendirmek için vuracaklardır. İran’ı vurmak, nükleer birikimini zaafa uğratmak İsrail’e tehdit oluşturan bir gücün bertaraf edilmesi yanında İslam dünyasını kendi içinden çatlatmayı ve vuruşturmayı hedefleyen projeye destek verecektir. Bu projeyle İran devlet olarak zayıflatılırken; ABD’ye batıya kafa tutabilen! Şia’ya İslam dünyasında sempati oluşturulacaktır. Batının uzun vadeli hesapları ve tarihi politikaları İslam dünyasını birleştirebilme ve liderlik etme potansiyeline sahip Sünni anlayışın erozyona uğratılması, potansiyelinin eritilmesi hedefine dayanmaktadır. ABD İsrail ittifakının İran’a yapacağı saldırılar Müslümanlar nezdinde İran’ı parlatacak, Şia’yı öne çıkararak kahraman haline getirecektir. Geçen yıl Lübnan’daki mücadelesi mübalağa edilerek Hizbullah, İsrail’e karşı galibiyet elde etmiş “yenilmez bir güç” olarak sunulmuştu. Batı basını anlaşılmaz bir tavırla Hizbullah’ın başarısını, gözü pekliğini olumlu bir yaklaşımla ekrana ve gazetelere taşımıştı. CNN gibi batının büyük medya kuruluşları sanki İsrail’in yenilgisinden haz almış gibi Hizbullah’ın cesaretini ve savaş sonrası insani hizmetlerini anlattılar. Hizbullah’ın imar ve yardım faaliyetlerine yer verdiler. İslam’ı ve Müslümanları “terörist” olarak sunma fırsatlarını kaçırmayan global medya araçlarının Hizbullah’a hayranlık uyandırıcı yaklaşımı oldukça dikkati çekiciydi.
Batının ve özellikle Yahudilerin 1000 yıldır izledikleri temel politika Şia’nın İslam dünyası içinde muhalif bir güç olarak tutulmasıdır. Çünkü batılılar Şia’nın Müslümanların genelini temsilden uzak olduğunun ve tarihin hiçbir döneminde batılı güçlerle savaşmadığının bilincindedirler. Bilakis Şii devletlerin ve toplulukların en hassas dönemlerde Müslümanların içinde güç kırılmalarına neden olan çıkışları olmuştur. İşte bu nedenlerden dolayı Batı İran’ın nükleer bir güç olmasını, kendisine zarar verebilecek hale gelmesini istemez. Fakat Şia’nın popüler hale gelmesinden, Sünni dünyaya bir alternatif olarak güçlenmesinden ancak memnuniyet duyar. Körfezden Bangladeş’e kadar uzayan coğrafyada Şia’nın güçlenmesinin, Şii-Sünni çatışmalarının çıkarılmasının altında bu tarihi politika vardır. Batı, tehdit olarak gördüğü İslam’ın yayılmasının önüne Müslümanlar arasında oluşturulacak kırılmalarla ve çatışmalarla geçmeye çalışmaktadır. Gelecekte bir tehlike olarak karşısına dikilmesinden korktuğu, en azından kendi insanları için bir cazibe alanı olmasından çekindiği İslam’a karşı korunabilmek için batılı güçler Müslümanlar arasında var olan çatlakları derinleştirme ve yaraları kaşıma gayretindedir. Bu konuda yapılacak en akıllıca şey Şii-Sünni gerginliğinin artırılması ve Şii dünyanın Müslümanları temsil eder pozisyona getirilerek güçlendirilmesidir. Zira tarihçe sabittir ki Şiilik dünyaya hitap edebilecek ve batıya küresel bir aktör olarak rakip olabilecek potansiyele sahip değildir. Ancak Şia’nın İslam coğrafyasında yaygınlaşması ve Şii-Sünni gerginliğinin artırılmasıyla İslam dünyasının ayağa kalkması ve küresel bir güç haline gelmesi engellenebilecektir. Bir taraftan Şia güçlendirilip popüler hale getirilirken diğer taraftan Şii-Sünni çatışmasıyla bir kaos ve kargaşa, huzursuzluk atmosferi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında en karlı çıkan kesim Şiiler olmuştur. Şiiler şu anda merkezi yönetimin kilidi, en etkili gücü konumundadırlar. Bir bölünme olması durumunda Bağdat dâhil en büyük ve en zengin topraklar Şiilerin elinde kalacaktır. En mağdur kesim ise Türkmenleri saymazsak Sünniler olmuştur. Sünniler ABD müdahalesi sonrasında merkezi yönetimdeki etkilerini kaybetmiş; marjinalleştirilmiştir. Ülkenin bölünmesi durumunda denize çıkışı olmayan, petrolden mahrum, değersiz küçük bir alan Sünnilere bırakılacaktır. ABD’nin, %60’ını Şiilerin oluşturduğu Irak’ta böyle bir tablonun çıkacağını öngörmediğini, bu gelişmeleri yönlendirmediğini düşünmek fazlasıyla saflık olacaktır. Irak sonrası oluşan yeni durum Ortadoğu’da, özellikle körfez çevresinde Arapları tehdit eden büyük bir Şii blok oluşturmuştur. Kuzey Afrika’dan Körfez ülkelerine, oradan Pakistan, Hindistan Endenozya’ya kadar pek çok ülkede Şiilerde ciddi bir hareketlenme vardır. Şii nüfusun bulunduğu bu ülkelerde Şii-Sünni çatışmaları tahrik edilmekte, provokatif olaylarla bir ayrışma hedeflenmektedir. Güya düşman ilan edilen İran’ın Müslüman ülkeler ve dünyadaki Şii nüfus üzerinde siyasi gücünün, kredisinin artmasına göz yumulmaktadır. Olaylara bu pencereden bakıldığında batının İran’ı dövüyor gibi yaparak güçlendirdiği daha iyi anlaşılmaktadır.
Ayrıca İran ihtilalında sorgulanacak çok noktalar vardır. Batının onayı olmaksızın böyle bir devrimin gerçekleşmesi imkân dışıdır. Bu devrimin arkasında da farklı hesapların olduğunu düşünüyorum. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen İran’da İslam’ın dünyaya tanıtılmasını kendine hedef seçmiş, hür düşünceli, erdemli, örnek bir nesil yetişmemiştir. Böyle bir nesil yetiştirme çabası da görülmemektedir. İran’daki Müslümanlık tamamen politiktir. Sloganlara ve diğerine düşmanlığa dayalıdır. Bir tezi, hedefi yoktur; antitezdir. Bu gün İran’da camilerde namaz kılan insanlar, gençler göremezsiniz. Tahran gibi 15 milyon nüfuslu metropolde İstanbul’la, hatta Ankara’yla kıyaslanmayacak kadar az cami ve mescit vardır. Cumaların dışında camilere rağbet yoktur. Cumalar da adeta bir siyasi şov ve propaganda aracı haline getirilmiştir. Dünya kamuoyunda bilinenin aksine İran İhtilalı’nın arkasında Batının olduğunu düşünlerin sayısı az değildir. Humeyni’nin batıda muhalif bir güç haline gelmesi, Fransa’dan ihtilalın başına geçmesi, İran-gate skandalı, sıkı ambargolara rağmen (başta silah satmak kaydıyla) ABD ve Fransa gibi devletlerin gizlice ve güçlü bir şekilde bu ambargoları delmeleri bu tezlere destek vermektedir. Batı uzun vadeli büyük bir proje gereği İran’daki ihtilala ve Şia yayılmacılığına destek vermiştir. Yoksa müttefiki olan seküler bir İran’ı ve modern Şahını kolay feda etmezdi.
Yasaklarla ayakta durmaya çalışan “Devrim”in nesillerinde alkol, uyuşturucu kullanımı oldukça yüksektir. Kadınların başlarını örtmesi içten gelerek değil, zorakidir. İran devlet olarak İslam dünyasına liderlik iddiasında bulunurken, kendi toplumu İslam’ın ruhundan uzaklaşmakta, protest, politik bir İslam anlayışını seçmektedir. Erdemli, ahlaklı, “salih insan” yetiştirme projesi yoktur İran’ın. Bu konuda dünyaya sunacağı bir model de yoktur. Düşmanlıklar, sloganlar üzerine bina etmektedir varlığını. Bir tükeniş ve çözülüş yaşayan, geleceğini bina edeceği bir nesil yetiştirmekten aciz düşmüş İran’ın imdadına ABD’nin ve batının sert söylemleri ve tehditleri yetişmektedir. Batının İran’a karşı takındığı katı tutum İranlı yöneticilerin elini kendi vatandaşına karşı güçlendirmekte, devrim aleyhtarı kesimlerin sesinin kısılmasına, devrimin ömrünün uzamasına neden olmaktadır. Müslümanlar genelinde ise İran’a sempatiyi artırmakta, adeta reklam olmaktadır. Hesaplarını ayrıntılı yapan batının bu ayrıntıları es geçtiğini sanmıyorum.
İslam erdem, güzel ahlak, huzur dinidir. İnsanlığa söyleyecek sözü olan, sunacak projeleri olan insani bir dindir. Sulh ve barış dinidir. İslam’ın en güçlü silahı hep örnek hayat ve güzel ahlak olmuştur. Yayılması silahla değil dervişlerle, erenlerle, örnek insanlarla olmuştur. Ancak İran’ın ne böyle bir potansiyeli vardır, ne de hedefi. Batının bu noktada İran’dan korktuğu filan da yoktur. Onların derdi Müslümanlar arasında oluşturulacak çatlaklar, çatışmalar konusunda İran’ı en verimli şekilde kullanabilmektir.
Nitekim ABD’deki bazı araştırma kuruluşları “Müslümanların birbiriyle savaştırılmalarının daha akıllıca ve maliyetsiz” olduğuna dair önerilerde bulunmuşlardır. Irak’ta ve diğer İslam coğrafyalarında Şii-Sünni guruplar arasında vukua gelen çatışmaları, faili meçhul saldırıları bu çerçevede düşünmek gerekir. Batılılar İslam coğrafyasında Şii-Sünni ekseninde bir çatlamayı hedeflemekte ve bunun için bütün argümanları hazırlamakta, imkânlarını ve piyonlarını bu doğrultuda kullanmaktadır. Şu ana kadar batının bu yöndeki çabaları Müslümanların aklıselimini aşamamıştır. Ancak Müslümanları birbiriyle çatıştırmaya yönelik planlarını ve provokasyonlarını artırarak sürdüreceklerdir.
Batılılar İran’ı vursalar bile Şiiliği vurmazlar. Belki de İran’ı vurmakla hem İran’ın nükleer gücünü bertaraf etmeyi, hem de İslam coğrafyasındaki Şii yayılmasını ve radikalizmini ateşlemeyi istiyorlardır. Şia kültüründe radikalizm, tutuculuk, şehadet, fedailik vurguları güçlüdür. Batının ve İsrail’in hedeflerinden birisinin de bu duygunun kabartılması olduğunu düşünüyorum. Şia’nın kutsal mekânlarına Sünni militanlar? tarafından yapılan saldırılarla bu duygu epeyce kabartılmıştır. Aynı şiddette Sünni kutsallarına yapılan saldırılar da, Sünni öfkeyi kabartmıştır. Irak genelinde, Bağdat’ta hatta küçük yerleşim alanlarında insanlar arasında Şii-Sünni hatları oluşturulmuştur. Bu iki Müslüman kesim arasındaki komşuluk, akrabalık ilişkileri bitirilmiş, güven duygusu sarsılmış bir ayrışma ve bloklaşma oluşturulmuştur. ABD Irak’taki toplumsal yapıyı Şii- Sünni- Kürt şeklinde kavramlaştırarak, ta baştan bu gün ortaya çıkan tabloyu hedeflediğinin sinyallerini vermişti. Irak örneğinde başarılı olan bu ayrışma bu gün tüm İslam coğrafyasına yayılmaya çalışılmaktadır.
Körfez ülkelerine batı tarafından “demokratikleşme” baskısı uygulanmaktadır. Bunun gerçekleşmesi durumunda kazanan yine Şia olacaktır. Zira Batının derdi bu ülkelerin demokratikleşmesinden öte istikrar-sız-laş-tırılmasıdır. Pakistan’da nispeten silik olan Şii damarlar yapılan çalışmalarla baskın hale getirilmiştir. Batının istihbarat çalışmaları ile İslam dünyasının her yerinde Şia taraftarları örgütlenmekte; Sünnilerle Şiiler arasındaki çatlak derinleştirilmeye çabalanmaktadır.
Saddam’ın idamı dâhil pek çok olay Şii-Sünni çatışmasını hızlandıracak şekilde tasarlanmıştır. Saddam’ı yargılayan hâkimler heyeti Irak’taki düşmanlıkları körükleyecek kompozisyondadır. Saddam Müslümanlar açısından kutsal bir sevinç gününde, düşmanlıkların unutulup kardeşliğin ve barışın öne çıktığı bir bayram gününde, Şii cellâtlar tarafından ve küfürlerle idam edilmiştir. Daha ilginci bütün bu ayrıntılar, tahrik edici tavırlar medyaya servis edilmiş, Şii-Sünni sürtüşmesi için malzeme olarak kullanılmıştır.
Siyaset Bilimci Dr. Mahmut AKPINAR/Stratejikboyut Özel
Bugün İran Batı, özellikle ABD tarafından şer bir güç olarak tanımlanmakta, tehdit olarak takdim edilmektedir. İran üzerinden gerilimler oluşturulmakta, ABD’nin veya İsrail’in İran’ı vurabileceklerinden, Irak gibi İran’a da girebileceklerinden bahsedilmektedir.
ABD ve-veya İsrail’in İran’a askeri olarak gireceklerine ihtimal vermiyorum. Ancak İran’ı vurabilirler. Nükleer tesislerine veya stratejik hedeflere saldırabilirler. Ancak Yahudi-Evanjelik ittifakı İran’ı kendi karşılarında zayıflatmak, İslam dünyasında siyaseten güçlendirmek için vuracaklardır. İran’ı vurmak, nükleer birikimini zaafa uğratmak İsrail’e tehdit oluşturan bir gücün bertaraf edilmesi yanında İslam dünyasını kendi içinden çatlatmayı ve vuruşturmayı hedefleyen projeye destek verecektir. Bu projeyle İran devlet olarak zayıflatılırken; ABD’ye batıya kafa tutabilen! Şia’ya İslam dünyasında sempati oluşturulacaktır. Batının uzun vadeli hesapları ve tarihi politikaları İslam dünyasını birleştirebilme ve liderlik etme potansiyeline sahip Sünni anlayışın erozyona uğratılması, potansiyelinin eritilmesi hedefine dayanmaktadır. ABD İsrail ittifakının İran’a yapacağı saldırılar Müslümanlar nezdinde İran’ı parlatacak, Şia’yı öne çıkararak kahraman haline getirecektir. Geçen yıl Lübnan’daki mücadelesi mübalağa edilerek Hizbullah, İsrail’e karşı galibiyet elde etmiş “yenilmez bir güç” olarak sunulmuştu. Batı basını anlaşılmaz bir tavırla Hizbullah’ın başarısını, gözü pekliğini olumlu bir yaklaşımla ekrana ve gazetelere taşımıştı. CNN gibi batının büyük medya kuruluşları sanki İsrail’in yenilgisinden haz almış gibi Hizbullah’ın cesaretini ve savaş sonrası insani hizmetlerini anlattılar. Hizbullah’ın imar ve yardım faaliyetlerine yer verdiler. İslam’ı ve Müslümanları “terörist” olarak sunma fırsatlarını kaçırmayan global medya araçlarının Hizbullah’a hayranlık uyandırıcı yaklaşımı oldukça dikkati çekiciydi.
Batının ve özellikle Yahudilerin 1000 yıldır izledikleri temel politika Şia’nın İslam dünyası içinde muhalif bir güç olarak tutulmasıdır. Çünkü batılılar Şia’nın Müslümanların genelini temsilden uzak olduğunun ve tarihin hiçbir döneminde batılı güçlerle savaşmadığının bilincindedirler. Bilakis Şii devletlerin ve toplulukların en hassas dönemlerde Müslümanların içinde güç kırılmalarına neden olan çıkışları olmuştur. İşte bu nedenlerden dolayı Batı İran’ın nükleer bir güç olmasını, kendisine zarar verebilecek hale gelmesini istemez. Fakat Şia’nın popüler hale gelmesinden, Sünni dünyaya bir alternatif olarak güçlenmesinden ancak memnuniyet duyar. Körfezden Bangladeş’e kadar uzayan coğrafyada Şia’nın güçlenmesinin, Şii-Sünni çatışmalarının çıkarılmasının altında bu tarihi politika vardır. Batı, tehdit olarak gördüğü İslam’ın yayılmasının önüne Müslümanlar arasında oluşturulacak kırılmalarla ve çatışmalarla geçmeye çalışmaktadır. Gelecekte bir tehlike olarak karşısına dikilmesinden korktuğu, en azından kendi insanları için bir cazibe alanı olmasından çekindiği İslam’a karşı korunabilmek için batılı güçler Müslümanlar arasında var olan çatlakları derinleştirme ve yaraları kaşıma gayretindedir. Bu konuda yapılacak en akıllıca şey Şii-Sünni gerginliğinin artırılması ve Şii dünyanın Müslümanları temsil eder pozisyona getirilerek güçlendirilmesidir. Zira tarihçe sabittir ki Şiilik dünyaya hitap edebilecek ve batıya küresel bir aktör olarak rakip olabilecek potansiyele sahip değildir. Ancak Şia’nın İslam coğrafyasında yaygınlaşması ve Şii-Sünni gerginliğinin artırılmasıyla İslam dünyasının ayağa kalkması ve küresel bir güç haline gelmesi engellenebilecektir. Bir taraftan Şia güçlendirilip popüler hale getirilirken diğer taraftan Şii-Sünni çatışmasıyla bir kaos ve kargaşa, huzursuzluk atmosferi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında en karlı çıkan kesim Şiiler olmuştur. Şiiler şu anda merkezi yönetimin kilidi, en etkili gücü konumundadırlar. Bir bölünme olması durumunda Bağdat dâhil en büyük ve en zengin topraklar Şiilerin elinde kalacaktır. En mağdur kesim ise Türkmenleri saymazsak Sünniler olmuştur. Sünniler ABD müdahalesi sonrasında merkezi yönetimdeki etkilerini kaybetmiş; marjinalleştirilmiştir. Ülkenin bölünmesi durumunda denize çıkışı olmayan, petrolden mahrum, değersiz küçük bir alan Sünnilere bırakılacaktır. ABD’nin, %60’ını Şiilerin oluşturduğu Irak’ta böyle bir tablonun çıkacağını öngörmediğini, bu gelişmeleri yönlendirmediğini düşünmek fazlasıyla saflık olacaktır. Irak sonrası oluşan yeni durum Ortadoğu’da, özellikle körfez çevresinde Arapları tehdit eden büyük bir Şii blok oluşturmuştur. Kuzey Afrika’dan Körfez ülkelerine, oradan Pakistan, Hindistan Endenozya’ya kadar pek çok ülkede Şiilerde ciddi bir hareketlenme vardır. Şii nüfusun bulunduğu bu ülkelerde Şii-Sünni çatışmaları tahrik edilmekte, provokatif olaylarla bir ayrışma hedeflenmektedir. Güya düşman ilan edilen İran’ın Müslüman ülkeler ve dünyadaki Şii nüfus üzerinde siyasi gücünün, kredisinin artmasına göz yumulmaktadır. Olaylara bu pencereden bakıldığında batının İran’ı dövüyor gibi yaparak güçlendirdiği daha iyi anlaşılmaktadır.
Ayrıca İran ihtilalında sorgulanacak çok noktalar vardır. Batının onayı olmaksızın böyle bir devrimin gerçekleşmesi imkân dışıdır. Bu devrimin arkasında da farklı hesapların olduğunu düşünüyorum. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen İran’da İslam’ın dünyaya tanıtılmasını kendine hedef seçmiş, hür düşünceli, erdemli, örnek bir nesil yetişmemiştir. Böyle bir nesil yetiştirme çabası da görülmemektedir. İran’daki Müslümanlık tamamen politiktir. Sloganlara ve diğerine düşmanlığa dayalıdır. Bir tezi, hedefi yoktur; antitezdir. Bu gün İran’da camilerde namaz kılan insanlar, gençler göremezsiniz. Tahran gibi 15 milyon nüfuslu metropolde İstanbul’la, hatta Ankara’yla kıyaslanmayacak kadar az cami ve mescit vardır. Cumaların dışında camilere rağbet yoktur. Cumalar da adeta bir siyasi şov ve propaganda aracı haline getirilmiştir. Dünya kamuoyunda bilinenin aksine İran İhtilalı’nın arkasında Batının olduğunu düşünlerin sayısı az değildir. Humeyni’nin batıda muhalif bir güç haline gelmesi, Fransa’dan ihtilalın başına geçmesi, İran-gate skandalı, sıkı ambargolara rağmen (başta silah satmak kaydıyla) ABD ve Fransa gibi devletlerin gizlice ve güçlü bir şekilde bu ambargoları delmeleri bu tezlere destek vermektedir. Batı uzun vadeli büyük bir proje gereği İran’daki ihtilala ve Şia yayılmacılığına destek vermiştir. Yoksa müttefiki olan seküler bir İran’ı ve modern Şahını kolay feda etmezdi.
Yasaklarla ayakta durmaya çalışan “Devrim”in nesillerinde alkol, uyuşturucu kullanımı oldukça yüksektir. Kadınların başlarını örtmesi içten gelerek değil, zorakidir. İran devlet olarak İslam dünyasına liderlik iddiasında bulunurken, kendi toplumu İslam’ın ruhundan uzaklaşmakta, protest, politik bir İslam anlayışını seçmektedir. Erdemli, ahlaklı, “salih insan” yetiştirme projesi yoktur İran’ın. Bu konuda dünyaya sunacağı bir model de yoktur. Düşmanlıklar, sloganlar üzerine bina etmektedir varlığını. Bir tükeniş ve çözülüş yaşayan, geleceğini bina edeceği bir nesil yetiştirmekten aciz düşmüş İran’ın imdadına ABD’nin ve batının sert söylemleri ve tehditleri yetişmektedir. Batının İran’a karşı takındığı katı tutum İranlı yöneticilerin elini kendi vatandaşına karşı güçlendirmekte, devrim aleyhtarı kesimlerin sesinin kısılmasına, devrimin ömrünün uzamasına neden olmaktadır. Müslümanlar genelinde ise İran’a sempatiyi artırmakta, adeta reklam olmaktadır. Hesaplarını ayrıntılı yapan batının bu ayrıntıları es geçtiğini sanmıyorum.
İslam erdem, güzel ahlak, huzur dinidir. İnsanlığa söyleyecek sözü olan, sunacak projeleri olan insani bir dindir. Sulh ve barış dinidir. İslam’ın en güçlü silahı hep örnek hayat ve güzel ahlak olmuştur. Yayılması silahla değil dervişlerle, erenlerle, örnek insanlarla olmuştur. Ancak İran’ın ne böyle bir potansiyeli vardır, ne de hedefi. Batının bu noktada İran’dan korktuğu filan da yoktur. Onların derdi Müslümanlar arasında oluşturulacak çatlaklar, çatışmalar konusunda İran’ı en verimli şekilde kullanabilmektir.
Nitekim ABD’deki bazı araştırma kuruluşları “Müslümanların birbiriyle savaştırılmalarının daha akıllıca ve maliyetsiz” olduğuna dair önerilerde bulunmuşlardır. Irak’ta ve diğer İslam coğrafyalarında Şii-Sünni guruplar arasında vukua gelen çatışmaları, faili meçhul saldırıları bu çerçevede düşünmek gerekir. Batılılar İslam coğrafyasında Şii-Sünni ekseninde bir çatlamayı hedeflemekte ve bunun için bütün argümanları hazırlamakta, imkânlarını ve piyonlarını bu doğrultuda kullanmaktadır. Şu ana kadar batının bu yöndeki çabaları Müslümanların aklıselimini aşamamıştır. Ancak Müslümanları birbiriyle çatıştırmaya yönelik planlarını ve provokasyonlarını artırarak sürdüreceklerdir.
Batılılar İran’ı vursalar bile Şiiliği vurmazlar. Belki de İran’ı vurmakla hem İran’ın nükleer gücünü bertaraf etmeyi, hem de İslam coğrafyasındaki Şii yayılmasını ve radikalizmini ateşlemeyi istiyorlardır. Şia kültüründe radikalizm, tutuculuk, şehadet, fedailik vurguları güçlüdür. Batının ve İsrail’in hedeflerinden birisinin de bu duygunun kabartılması olduğunu düşünüyorum. Şia’nın kutsal mekânlarına Sünni militanlar? tarafından yapılan saldırılarla bu duygu epeyce kabartılmıştır. Aynı şiddette Sünni kutsallarına yapılan saldırılar da, Sünni öfkeyi kabartmıştır. Irak genelinde, Bağdat’ta hatta küçük yerleşim alanlarında insanlar arasında Şii-Sünni hatları oluşturulmuştur. Bu iki Müslüman kesim arasındaki komşuluk, akrabalık ilişkileri bitirilmiş, güven duygusu sarsılmış bir ayrışma ve bloklaşma oluşturulmuştur. ABD Irak’taki toplumsal yapıyı Şii- Sünni- Kürt şeklinde kavramlaştırarak, ta baştan bu gün ortaya çıkan tabloyu hedeflediğinin sinyallerini vermişti. Irak örneğinde başarılı olan bu ayrışma bu gün tüm İslam coğrafyasına yayılmaya çalışılmaktadır.
Körfez ülkelerine batı tarafından “demokratikleşme” baskısı uygulanmaktadır. Bunun gerçekleşmesi durumunda kazanan yine Şia olacaktır. Zira Batının derdi bu ülkelerin demokratikleşmesinden öte istikrar-sız-laş-tırılmasıdır. Pakistan’da nispeten silik olan Şii damarlar yapılan çalışmalarla baskın hale getirilmiştir. Batının istihbarat çalışmaları ile İslam dünyasının her yerinde Şia taraftarları örgütlenmekte; Sünnilerle Şiiler arasındaki çatlak derinleştirilmeye çabalanmaktadır.
Saddam’ın idamı dâhil pek çok olay Şii-Sünni çatışmasını hızlandıracak şekilde tasarlanmıştır. Saddam’ı yargılayan hâkimler heyeti Irak’taki düşmanlıkları körükleyecek kompozisyondadır. Saddam Müslümanlar açısından kutsal bir sevinç gününde, düşmanlıkların unutulup kardeşliğin ve barışın öne çıktığı bir bayram gününde, Şii cellâtlar tarafından ve küfürlerle idam edilmiştir. Daha ilginci bütün bu ayrıntılar, tahrik edici tavırlar medyaya servis edilmiş, Şii-Sünni sürtüşmesi için malzeme olarak kullanılmıştır.
Siyaset Bilimci Dr. Mahmut AKPINAR/Stratejikboyut Özel
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.