T a r a f s ı z D e ğ i l i z

KISA ÖYKÜ

KISA ÖYKÜ

CESUR BABA

Bir şirkette 25 yıldır muhasebe müdürlüğü yapan 50'li yaşlardaki Aydın Bey, İstanbul'un Sarıyer semtinde yaşıyordu. Denize elli metre uzaklıkta, belki biraz bakımsız ama kıskananı çok olan üç katlı, büyük bahçeli, deden kalma evlerinde yaşlı annesi, babası, karısı ve ailenin tek çocuğu Yıldız'la yaşıyorlardı.Aydın Bey kendisini Atatürkçü bir sosyal demokrat olarak tanımlıyor, her sabah Cumhuriyet gazetesi okuyordu. Hoşgörülü ve uzlaşmacı tavırlarıyla işyerinde sevilen bir kişi olan Aydın Bey'in tek tutkusu, üzerine titrediği biricik güzel kızı Yıldız'la akşamları sahil boyunca yürüyüş yapıp sohbet etmek ve hafta sonları da birlikte Belgrad ormanlarında koşu yapmaktı.Yıldız, upuzun simsiyah saçları, Akdeniz mavisi gözleri, esmer teni ve servi boyuyla Tanrı'nın özene bezene yarattığı ender güzellerden biriydi. Üniversitede Uluslararası İlişkiler Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Yıldız, hem çok güzel hem de çok zeki olduğunun bilincinde, şımarık değilse bile gururlu, havalı bir kızdı. Babasını taparcasına seviyordu. Mayıs ayının ılık bir Pazar günü baba-kız, koşu giyisilerini giydiler, evlerine çok yakın olan Belgrad Ormanının yolunu tuttular. Ormanın içindeki koşu yoluna vardıktan sonra, büyük atletlerin ciddiyetiyle, temposu giderek artan koşularına başladılar. Onların birlikeki bu koşuları çoğunlukla bir saati pek geçmezdi. Ancak o gün, havanın güzelliğinden mi yoksa kendilerini fazla dinç hissettiklerinden mi bilinmez, ölçüyü kaçırdılar. İyice yorulduklarının farkına vardıklarında, zaten hava da kararmaya başlamıştı. Daha fazla oyalanmadan Ormandan dışarıya çıkan yola yönelmişlerdi ki, birden önlerine üç kişi çıkıverdi! Yirmili yaşlarda, saçları sakallarına karışmış, göğüs kılları önü açık gömleklerinden dışarı fırlamış, çam yarması gibi üç erkek! Baba-kızın o güne kadar oralarda hiç görmedikleri türden kişilerdi bunlar. Niyetlerinin hiç te iyi olmadığı, gözlerindeki vahşi pırıltıdan, Yıldız'a bakarken yarı açılmış ıslak dudaklarından belli oluyordu. Aydın Bey, içgüdüyle kızını arkasına çekip biradım öne çıkarak sertçe sordu.- Ne istiyorsunuz, çekilin yolumuzdan! Çetenin reisi olduğu belli olanı, kaşla göz arasında cebinden çıkardığı susutalı bıçağı Aydın Bey'in yüzüne doğru doğrultup, kalın ama yılışık bir sesle.- Bak babalık, sana çok kısa konuşacağım! Eğer hemen burada seni doğramamızı istemiyorsan, yanındaki yavruyu bize bırak, bak şurada oturacak yer yapmışlar, orada uslu uslu otur, biz bu güzel yavruyla iki saatliğine kaybolacağız, sonra gelip kendisini sağ salim sana teslim edeceğiz! Aydın Bey paniğe kapılmamaya çalışıyor, ne yapacağını düşünüyordu. Hava artık iyicene kararmıştı. Etrafta kimse kalmamıştı. Ne kadar bağırsalar seslerini işittirmeleri çok zordu. Ne pahasına olursa olsun kızını bu üç azılı saldırgana karşı koruyacaktı. Ölecek, ama kızını teslim etmeyecekti. Etrafa bakındı, yerde bir tek taş bile yoktu. Elini koşu giyisisinin cebine soktu, cep telefonu eline geldi. Tek silahı buydu. Arkasına sakladığı kızına başını hafifçe çevirdi, alçak bir sesle:- Arakana bakmadan koşacaksın! Hem koşacaksın, hem yardım isteyeceksin! Düzlüğe çıktığında hemen polisi ara! Sakın beni düşünme, sakın geri dönme! Haydi şimdi koş! Her zaman babasının bir dediğini iki etmeyen Yıldız, korkudan buz gibi donmuş beklerken, babasının bu sözleri üzerine, bir ok gibi ileri fırladı!Saldırganlar işte bunu hiç beklemiyorlardı.Aydın Bey, bir avucunda cep telefonunu sıkarken, iki kolunu iki yana açarak haykırdı:- Haydi gelin bakalım alçaklar! Gelin bakalım, kızımı elimden almak o kadar kolay mı, size göstereyim! Birisinin elinde sustalı bıçak, azgın üç saldırgan Aydın Bey'in üzerine yürüdü. Aydın Bey, avucunun içindeki cep telefonunu bir silah gibi kullanarak yumrukalarını sallıyor, yaşından beklenmeyen bir çeviklikle atlayıp sıçrayarak kendisini bıçak darbelerinden korumaya çalışıyordu. Savurduğu yumrukların saldırganların yüzünde patlaması onu daha da cesaretlendirmişti. Saldırganlardan ikisinin yüzünden kanlar akıyordu. Geçen üç dört dakika, Aydın Bey'e sanki saatlermiş gibi geliyordu. Aklı kızındaydı. Onu bu vahşi saldırganların elinden kurtarmıştı ya, artık ölse de gam değildi. Birden sol baldırında acı bir sıcaklık hissetti ve yere yıkıldı. Saldırganların üçü birden başına çöktü. Yumruklar kafasına balyoz gibi inip kalkerken kendinden geçti… Aydın Bey gözlerini hastanede açar.Azgın saldırganlar yakalanıp hapse atılır.Olay, çok satan gazetelere büyük başlıklarla haber olur: "Kızı için ölümü göze alan baba!", "Cesur Baba!", "Gözünü kırpmadan eli bıçaklı saldırganların üzerine yürüdü, kızını teslim etmedi!".Birkaç ay içinde Aydın Bey'in yaraları iyileşir. Hem o, hem kızı ruhsal sağlıklarına da yeniden kavuşur, normal yaşamlarına dönerler. Bir süre sonra da baba-kız, yine Sarıyer'de deniz kıyısında akşamları el ele yürümekte tatlı tatlı sohbet etmektedirler… Hatırlamak bile istemedikleri alçakça saldırıdan altı ay kadar sonra, baba-kız Belgrad ormanında hafta sonu koşularına da başlarlar.Kasım ayının serin bir Pazar günü baba-kız, koşu giyisilerini giydiler, ele ele Belgrad ormanına yollandılar. Koşu yoluna varıp, önce yavaş ama sonra giderek artan bir hızla koşmaya başladılar… Bir saate yakın koştuktan sonra durdular, koşu yolundan yürüyerek çıkmak üzereydiler ki birden, yirmi metre kadar önlerinde, yolun kenarında siyah bir Limuzin araba durdu. Onlar da durdular. Siyah takım elbiseli ve kravatlı, siyah saçlı esmer şoför kapıyı açıp inerken, şoförün yanında oturmakta olan, aynı biçimde giyinmiş olan sarışın bir kişi de elinde bir paket dışarıya çıktı. 25 yaşlarında, uzun boylu, sağlıklı ve yakışıklı bu iki kişinin yüzlerinde, yapay bir sevecenlik vardı. Şoför arabanın yanında dikilirken, sarışın olanı baba-kıza doğru yürümeye başladı, üç-dört metre kala Aydın Bey'e dönerek yumuşak bir sesle:- "Beyefendi, sevgilerini iletiyor."dedi ve sağ eliyle de Limuzinin arka tarafını işaret etti.Tam bu sırada, Limuzinin sağ arka camı yavaş yavaş indi, ellili yaşları çoktan geride bırakmış, ülkede çok iyi tanınan, sevilip sayılan çok ünlü kişinin gülümseyen yüzü görüldü.Baba-kız, şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Bu çok ünlü ve saygın kişi burada ne arıyordu, hem nasıl oluyor da kendilerini tanıyordu? Sarışın genç adam tüm sevecenliğini kullanarak Aydın Bey'e biraz daha yaklaştı ve:- "Kızınızın dillere destan güzelliği, Beyefendi'nin kulağına kadar geldi. Bugün uzaktan bir süre sizleri izledi…"Aydın Bey ne diyeceğini bilemiyordu! Gurur duymakla şaşkınlık arasında adeta kekeleyerek:- "Teşekkürlerimi sunuyorum…Beyefendi'ye hürmetlerimi arz ediyorum…"Sarışın genç adam, mavi gözleriyle Yıldız'ı işaret ederek Aydın Bey'e:- "Beyefendi'nin sizden bir ricaları var… Bu dünya güzeli kızınızla iki saat kadar birlikte olmak istiyor…Biz şimdi kızınızı sizden ödünç alacağız, iki saat kadar sonra yine burada size teslim edeceğiz…Siz şuradaki piknik masasına oturun, bizi bekleyin…Beyefendi'nin size yolladığı şu piknik paketindeki yiyecekleri afiyetle yiyin…"Sarışın genç adam bu sözleri söyler söylemez, bir eliyle paketi Aydın Bey'in eline tutuştururken, Yıldız'a uzattığı bir eliyle de Limuzin'i işaret etti.Baba-kız, Limuzine doğru baktılar. Çok ünlü ve saygın kişi, yüzünde tatlı bir gülümseme, sağ elini arka pencereden dışarı çıkardı, gel gel der gibi salladı.Sarışın genç adam, Yıldız'ın elini hafifçe çekti. Yıldız, babasına dönü, baktı. Hiçbir tepki görmeyince, elini tutan sarışın adamla Limuzine doğru, acemi adımlarla yürümeye başladı.Aydın Bey durduğu yerde, bir taş gibi donup kalmıştı. Sanki fısıldar gibi söyleniyordu:- "Ama o çok ünlü bir kişi…ama o çok saygın bir kişi…ama o çok güçlü bir kişi…ama…"Yıldız, sanki sürüklenir gibi yürürken arada bir duruyor, başını çevirip babasına bakıyor, babasının kıpırdayan dudaklarından ise hiç ses çıkmıyordu. Limuzinin sağ arka kapısı yavaşça açıldı, çok ünlü ve saygın kişi elini uzatıp Yıldız'ın elini yakaladı, arabanın içine çekerken kız son bir kez daha dönüp babasına baktı.Aydın Bey, elinde piknik paketi, taş gibi donmuş, dudakları kıpır kıpır öyle duruyordu… ****** Öykümüz bu kadar…Çoğunlukla öykülerde bir 'kıssadan hisse' aranır.Bu öyküden çıkarılacak bir 'kıssadan hisse' yok!Ama kıssadan bir soru var:Siz, Aydın Bey'in yerinde olsaydınız ne yapardınız?..YILMAZ DİKBAŞ

--
Söz bitmedi, Umut Yaşıyor!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR..

Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.
-----------------------------------------------------------------
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" grubu.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.