Türkiye’ye meydan okuyan Hristofyas, hakkımız olan petrolü gasbedecek diye cami duvarına işiyor (1)
Sabahattin İsmail
Volkan gazetesi Başyazarı
Rum yönetimi adına çalışan ve Baf açıklarında 13 Kasım 2008’de Türk savaş gemileri tarafından engellenen Norveç’e ait petrol araştırma gemisi çalışmalarına ara verdi. Tahriklerini sürdüren Hristofyas yönetimi bu kez Panama bandıralı bir araştırma gemisini Gazimağusa-Paralimni açıklarına göndermiştir. Söz konusu gemi de 23 Kasım 2008’de Türk savaş gemileri ve uçakları tarafından engellenmiştir…
Provokasyonlarını tırmandırmaya kararlı görünen Hristofyas yönetimi bunun üzerine 12 no’lu parselde sondaj çalışmalarına başlaması için bir ABD petrol şirketine izin vermiştir…
Yayılmacı ve hegemonyacı Hristofyas yönetimi, bu tahrikleriyle sadece KKTC’nin toprak-hava-deniz egemenliğine değil, tüm adanın hava ve deniz egemenliğine ve yer altı kaynaklarına göz diktiğini, bu amaçla tahriklerini tırmandıracağını bir kez daha kanıtlamıştır...
Bu ırkçı yönetime göre, kendileri tüm Kıbrıs’ın, AB ve BM üyesi tek meşru-egemen otoritesi oldukları için, KKTC dahil, tüm adanın toprakları, hava sahası ve denizlerinde kontrol ve söz hakkı kendilerinde olmalıdır. Türkiye buna saygı göstermelidir…KKTC ise onlara göre zaten meşru olmadığı için hiçbir söz hakkına sahip değildir…
Bu çerçevede, ilgili konularda başka ülkelerle ve uluslar arası şirketlerle ikili anlaşmalar imzalama hak ve yetkisi sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin egemenlik yetkileri içindedir, bu konuda kimseye hesap vermek zorunda değildirler ve bunu kimseyle müzakere etmeyeceklerdir..Hristofyas 13 Kasım’dan beri bütün Dünya’ya bu mesajı vererek yardım ve Türkiye’ye baskı talebinde bulunmaktadır..
NELER YAPTILAR?
Nitekim önce, 12 mil kıta sahanlığı olan Rum yönetimi, Türkiye ve KKTC’nin de hakkı olan, 165 km’lik deniz sahasında, “Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesi”ni ilan etmiştir...
Ardından bir Norveç şirketi ile denizde petrol ve doğal gaz arama anlaşması imzalamış ve deniz yataklarında bulunan petrol rezervlerini belirlemiştir...
Bu araştırmalar sonucu Kıbrıs deniz yataklarında 400 milyar dolar değerinde 8 milyar varillik petrol rezervi olduğu belirlenmiştir...
Bu çalışmalar yapılırken, Türkiye ve KKTC biri 1983’de, diğeri 1996’da ve sonuncusu da 2007 Ocak ayı içinde olmak üzere üç kez Rum yönetimini uyararak bu girişimlerinden vaz geçmesini istemiş, söz konusu münhasır ekonomik bölgede Türkiye ve KKTC’nin de hak ve çıkarları olduğunu vurgulamıştır...
Bu uyarıları dikkate almayan Rum yönetimi, petrol ve doğal gazı birlikte çıkarmayı amaçlayan bir anlaşmayı Mısır’la imzalamıştır...
Mısır, Türkiye’nin yaptığı uyarıları dikkate almamıştır
Rum yönetimi ardından Suriye ile benzer bir anlaşma imzalamak istemiş, ancak Türkiye’nin baskısı altında kalan Suriye, son anda bundan vazgeçmiştir...
Ve son olarak Türkiye’nin baskılarını dikkate almayan Lübnan’la benzer bir anlaşma imzalamıştır...
Türkiye bu durum üzerine sert bir uyarı yaparken, Talat da Mısır ve Lübnan’a “ petrol ve doğal gazda Kıbrıs Türklerinin de hakları bulunduğunu ve konunun ileri götürülmesi halinde bölgede sıcak durumların doğacağını” vurgulayan birer mektup göndermiştir...
Rum yönetimine göre, şimdi sırada İsrail ve yine girişimlerin sürdüğü Suriye bulunmaktadır...
Rum yönetimi, 25 Ocak 2007’de sondaj yapılacak 13 deniz parselasyonunu ve çıkılacak ihalelerdeki koşulları belirleyen bir çerçeve yasayı oy birliği ile çıkarmıştır...
Ardından uluslararası şirketlerden teklif kabul etmeye başlamışlardır...
Bu arada Güney’deki tüm yabancı Büyükelçileri toplayarak petrol ve doğal gaz çıkarma hazırlıkları, belirlenen alanlar, çıkarılan yasalar ve ihale şartları konusunda bilgiler vermişlerdir...Çin, ABD, İngiliz ve AB şirketleri olaya büyük bir ilgi göstermişler ve Norveç şirketinin bulgularını talep etmişlerdir...
Rum yönetimi açtığı uluslar arası ihaleyi ise 16 Ağustos 2007’de sonuçlandırmıştır
TÜRKİYE VE KKTC’NİN TEPKİSİ
Türkiye ve KKTC’nin ilk tepkileri bile Güneyde kıyametin kopmasına yetmiştir....Rum yönetimi ve Rum basını Türk tarafının “savaş tehdidi” yaptığını iddia ederek, “kimseye hesap vermeyeceklerini, Türkiye’nin konuşmaya hak ve yetkisi olmadığını, Talat’ın ise sahte bir devletin başkanı olduğu için dikkate alınmasının söz konusu olmadığını, kendi egemenlik konularında Türkiye ile pazarlık yapmayacaklarını, kaynaklarını Türklerle paylaşma ihtimalinin dahi olmadığını açıklamıştır...
Rum yönetiminin, uyarılara aldırmayarak emrivakilerini sürdürmesi karşısında Anavatan Türkiye Ulusumuzun ve Halkımızın meşru hak ve çıkarlarını koruma kararlılığını fiilen göstererek Ağustos 2007’de Doğu Akdeniz’deki Türk savaş gemilerinin görev alanını genişletmiştir...
Buna paralel olarak Rum yönetiminin, anlaşma imzaladığı Mısır ve Lübnan ile yabancı petrol şirketleri uyarılarak, petrol ve doğal gazı çıkarmak için başlatılacak çalışmaların, savaş gemileri vasıtası ile önleneceği duyurulmuştur...
Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri, Güney Kıbrıs’ın 12 millik kara suları dışında bulunan ve Rum yönetiminin tek yanlı münhasır ekonomik bölge ilan ederek sahiplenmek istediği uluslararası sularda tatbikat yapmış ve bayrak göstermiştir...
Buna paralel olarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ( TPAO ) da, bir araştırma gemisini bölgeye göndererek, Rum egemenlik iddialarının tanınmadığını fiilen göstermiştir...
Ardından TPAO tarafından, Rum yönetiminin gasbetmeye çalıştığı deniz alanları için uluslararası petrol ve doğal gaz ihalesi açılmıştır...Bu ihale de Rum yönetiminin kendi ihalesini sonuçlandıracağı 16 Ağustos’da, yani aynı gün sonuçlandırılmıştır…
Böylece Rum yönetimine ve destekçisi emperyalist güçlere gerekli mesajlar sadece sözlü açıklamalarla değil, fiili olarak da verilmiştir...Türkiye’nin ve KKTC’nin milli çıkarlarının söz konusu olduğu bölgelerde Rum yönetiminin egemenlik iddialarının tanınmadığı anladıkları dilden anlatılmıştır...
Aynı bölgede meşru hak ve çıkarları bulunan Türkiye’nin emrivakileri tanımayacağını bu şekilde kararlılıkla ortaya koyması karşısında paniğe kapılan Rum yönetimi, Ağustos 2007’de, BM’ye bir şikayet mektubu göndermiştir...
Bu mektupta, “ bölgenin denizlerindeki faaliyetlerinin egemenlik hakları olduğunu ve kimseye hesap vermek zorunda olmadıklarını” belirtmişlerdir...
Benzer açıklamaları Mısır Büyükelçisine ve daha önce de AB Komisyonu ile Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD’ye de yaptırmışlardır..Bu ülkeler de yaptıkları açıklamalarda, Rum yönetiminin egemenlik sahası içinde petrol araştırması yapma ve ihale açma hakkı bulunduğunu, bunun egemenlik hakkı olduğunu iddia etmişlerdir…Şimdi Hristofyas da her gün aynı açıklamaları yapmaktadır…
ECELİNE SUSAYAN KÖPEK CAMİ DUVARINA İŞER
Bu durum, cüce Rum devletinin dev Türkiye’ye kafa tutan cüretinin arkasında, denizlerimizin doğal kaynaklarını pazarladığı bu emperyalist güçlerle emperyalist petrol kartellerinin olduğunu, bunlara güvenerek tahriklerini ve gasp girişimlerini sürdüreceğini kanıtlamıştır...
Böylece “eceline susayan köpek cami duvarına işer” deyişine uygun olarak, petrol kuyuları ile birlikte kendi kuyusunu da kazmaya başlamıştır...
Nitekim Gasp çalışmalarını sürdüren Rum yönetimi, 13 Kasım 2008’de Norveç’e ait bir araştırma gemisini Limasol-Baf açıklarında yeni petrol araştırmaları yapmakla görevlendirmiştir.
Bu girişim 2 Türk savaş gemisi tarafından önlenmiştir…
14 Kasım’da BM ve AB’a Türkiye’yi şikayet eden Hristofyas, aldığı destekle 23 Kasım’da bu kez Gazimağusa-Paralimni açıklarına Panama bandıralı bir araştırma gemisini göndermiştir…Türk savaş gemileri ve uçakları bu gemiyi de bölgeyi terk etmeye zorlamıştır…Hristofyas ise, Dünya’yı ayağa kaldırarak Türkiye’nin AB sürecini bloke edecekleri tehdidini savurmuş ve “egemenlik haklarından asla taviz vermeyeceklerini” söyleyerek Türkiye’ye meydan okumuştur…
Konuyu değerlendirmeye yarın da devam edeceğim
Türkiye’ye meydan okuyan Hristofyas, hakkımız olan petrolü gasbedecek diye cami duvarına işiyor (2)
Sabahattin İsmail
Volkan gazetesi Başyazarı
Yazımın dünkü birinci bölümünde, Rum yönetiminin Kıbrıs denizlerinde bulunan ve Türkiye ile Türk halkının da hakkı olan 400 milyar dolarlık petrol rezervine el koymaya çalıştığını ve bu amaçla yaptıklarını özetlemiştim…Bugün bizim yapmamız gerekenleri değerlendirerek devam ediyorum...
ROLANDİS NE DEMİŞTİ?
Türkiye’nin meşru hak ve çıkarlarımızı korumak için savaşı dahi göze aldığını 13 ve 23 Kasım tarihlerinde Rum araştırma gemisine yaptığı fiili müdahale ile kanıtlaması ile, Güney’de konu gündemin birinci maddesi olmuştur…Hristofyas, aklı selimle hareket edeceğine Türkiye’ye meydan okumaya başlamıştır…
Belli ki amacı görüşme sürecini darbelemek, Türkiye ile üyesi olduğu AB ve BM’yi karşı karşıya getirmek, bu olayı bahane ederek Türkiye’nin AB sürecini bloke etmektir…Bir başka deyişle, Türkiye’yi baskı altına alarak saldırgan ve yayılmacı bir ülke olarak göstermek ve bu ortamda kendi milli hedeflerini empoze ederek taviz koparmak için kriz politikası uygulamaya başlamıştır…
Bu noktada geçmişte en akılcı yaklaşımı yapan Rum eski Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis’in açıklamalarını bir kez daha kendisine anımsatmak gerekmektedir…
Rolandis, 2007 yılı başında yaptığı açıklamada, konu ile ilgili olarak 3 yıl kadar önce yazdığı bir başka yazıyı anımsatarak, Rum tarafının adanın doğal kaynaklarını tek başına gasbetme hakkı bulunmadığını, mantık ve hukuk açısından Türk Halkının da bu zenginliklerde hakkı olduğunu, dolayısı ile konunun Türk tarafı ile müzakere edilmesi gerektiğini, çözümden sonra kullanılmak üzere bir fon oluşturularak Türk Halkının payının bu fona yatırılması gerektiğini, eğer tutulan yanlış yolda gidilirse Türkiye’nin savaş gemilerini gönderip çalışmaları engelleyeceğini söylemişti...
Ne ki, Rum yönetimi Rolandis’in uyarılarını dikkate almak yerine tepki göstermiş ve Türklerle hiçbirşeyi paylaşmayacaklarını daha o günlerde açıklamıştı...
TÜRKİYE VE KKTC YASAL HAZIRLIĞINI YAPTI
KKTC Meclisi, 2006 yılında “Rum yönetiminin, deniz yetki alanlarına ilişkin yürürlüğe koyduğu yasalardan dolayı, KKTC de uluslararası hukuka uygun olarak, deniz yetki alanlarının belirlenmesi için” hazırlanan yasayı geçirdi...
Yasa ile, “ KKTC’ye deniz egemenlik sahasında, gümrük, maliye, sağlık ve muhaceret konularında denetleme yetkisi veren, deniz yetki alanlarını oluşturan ‘Bitişik Bölgesi’ ile karasuları dışında kalan ve su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında kıyı devletine münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan deniz yetki alanını oluşturan ‘münhasır ekonomik bölge’nin ve tehlikeli ve zararlı maddeler taşıyan yabancı bayraklı gemilerin KKTC karasularına geçişleri sırasında uymaları gereken koşulların belirlenmesi” sağlandı...
Daha önce Türkiye ile imzalanan benzer başka işbirliği anlaşmaları ile birlikte bu yasanın önemi, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin deniz egemenliğinin pekiştirilmesiydi...
Devamla, iki devletin bilgi ve onayı dışında, Doğu Akdeniz’de kuş uçurtulmayacağı, Rum’un ve AB’nin, Kıbrıs etrafını çevreleyen denizde, tek başlarına hareket edecek veya ikili anlaşma imzalayacak hiçbir egemenlik ve kontrol yetkisinin bulunmadığıydı...
HAK VE ÇIKARLARIMIZ ADANIN TÜM ÇEVRESİNDEDİR
Bu çerçevede, Kıbrıs Türk halkının sadece Türkiye ile KKTC arasındaki denizde değil, 1960 ortaklık anlaşmasına göre, Kıbrıs ile Mısır, Suriye, İsrail ve Lübnan arasındaki denizde de meşru hak ve çıkarları vardır...
Bizim şimdi asıl üzerinde durduğumuz konu budur...
Türkiye ve KKTC hükümeti, ortaklık haklarımıza ve bu yasaya dayanarak, Rum yayılmacılığını ve gasbını önlemek için BM, AB ve ilgili ülkeler nezdinde derhal çok etkili girişimler yapmak ve Rum tarafının aynı kafa ile gitmesi halinde olacak olanları Dünyaya duyurmak zorundadır...
Rum araştırma gemilerinin ve petrolü çıkaracak uluslar arası şirketlerin savaş gemileri ile engelleneceği ve sondajlara başlanmasının CASUS BELLİ (savaş nedeni) sayılacağı ilan edilmelidir…
Rum Yönetimi, Kıbrıs adasının iki sahibinden biri olan Türk Halkının, hakkı olan payından vazgeçeceğini sanıyorsa aldanmaktadır...400 milyar dolar değerindeki bir zenginliğin Rum yönetimine terk edilmesi asla söz konusu değildir...
Papadopulos politikalarını aynen sürdüren ve derhal Yunanistan’a giderek destek isteyen Hristofyas, eğer BM ve AB’a güvenerek hakkımızın üzerine oturacağını düşünüyorsa, büyük bir yanılgı içindedir...
Petrol için Irak’ta, Orta-Doğu’da akan kandan, Körfez savaşından ve yüz yıldır devam eden Orta-Doğu savaşlarından ders almamışlarsa, petrol zengini olacaklar diye belalarını bulacaklardır...
Akıllarını başlarına almazlar ve açgözlülükle hareket etmekte ısrar ederlerse, Petrol onlara mutluluk ve zenginlik değil, felaket getirecektir...
Kimse cüce Hristofyas yönetimine, uğruna oluk oluk kan akıtılan, uğruna ülkelerin işgal edildiği böylesine stratejik bir maddenin kontrolünü bırakacak ve 400 milyar dolarlık bir zenginliği yedirecek kadar ahmak değildir...
AMAÇ TÜRK ORDUSUNU ADADAN ÇIKARIP TÜRKİYE’Yİ SAF DIŞI ETMEK
Bu bağlamda şimdi, 2002’de Annan Planının niye sunulduğu, KKTC’nin niye tasfiye edilmek istendiği, Türk ordusunun adadan niye çıkarılmak istendiği, AB’ın bir emrivaki ile tüm adayı niye AB toprağı yaptığı, “ iki vilayetli birleşik Kıbrıs” hedefinin niye konduğu çok net olarak anlaşılmaktadır...
Amaç, Türk ordusunu adadan çıkararak Türkiye’yi bu paylaşımda saf dışı bırakmak, böylece Kıbrıs Türklerini de hak talebinde etkisiz kılmak, Türk Halkını, petrol parasıyla zenginleşecek ve çekim merkezi yapılacak Rum devletinin egemenliğine girmeye ikna etmek ve Rumlar içinde erimesini sağlamak, 400 milyar dolarlık zenginliğin üstüne oturarak AB’ın enerji ihtiyacını karşılamak ve enerji kaynağını kontrol etmektir...
Böylece, Kıbrıs denizlerindeki 400 milyar dolarlık petrol ve doğal gaz rezervi olduğunun kesinleşmesi ile birlikte artık, Kıbrıs sorununun çehresi de değişmiştir...Olay artık, Kıbrıs Rum’u ve Kıbrıs Türkü’nün boyutlarını çoktan aşmıştır...Çok daha büyük güçler, çok daha büyük paylaşım hesapları ile Kıbrıs’a da istedikleri şekli vermek için ne gerekirse yapacaklardır...Nitekim Çin, Rusya, ABD, İngiliz şirketleri petrolü çıkarmaya talip olurken, İngiltere ise kendi egemen üslerinin de kıta sahanlığı olduğunu iddia etmeye başlamıştır...AB ise zaten, denizleri ile birlikte tüm Kıbrıs’ı kendi malı kabul etmektedir...
TEK ŞANSIMIZ ANAVATANA VE KKTC’YE DÖRT ELLE SARILMAK
Bu ortamda bizim ezilmemek için yapmamız gereken, 75 milyonluk güçlü Anavatan Türkiye’ye sımsıkı sarılmak, her ne pahasına olursa olsun KKTC’ye ve Türk ordusuna sahip çıkmak, Garanti ve İttifak Anlaşmalarının sulandırılmasına asla onay vermemek, adanın, denizleri ve hava sahası ile birlikte tümü üzerindeki ortaklık haklarımızdan asla vaz geçmemektir….
Türkiye ve KKTC, şimdiye kadar gösterdikleri kararlılığı aynen devam ettirmeli ve BM ile AB’ın baskıları karşısında asla gerilememelidir…Bu aşamadan sonra gerilenmesi, cüce Rum devleti karşısında sadece meşru hak ve çıkarlarımızı kaybetmemize neden olmayacak, milli onurumuza da büyük bir darbe vuracak, şerefimiz iki paralık olacaktır…
Rum yönetimi, denizlerdeki petrolü istiyorsa, bu petrol üzerinde hakkı olan KKTC ile anlaşmalı ve Türkiye’nin de meşru hak ve çıkarlarına saygılı olmayı öğrenmelidir…
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.