[anadoluhaber:37221] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

[anadoluhaber:37203] http://www.gomanweb.com/2008_gomanweb/YAZARLAR-(YENI)/burak_canli.htm

Posted: 07 Jan 2010 06:17 AM PST

[anadoluhaber:37207] http://yazaristan.net/burak-canli/2230/07012010-ozel-gunlugumde-ki-emekli-is-hak-ve-siyasi-iktidar-.html hakkızlığa uğramaya göresin

Posted: 07 Jan 2010 06:16 AM PST

[anadoluhaber:37196] 07.01.2010 Özel Günlüğümde ki Emekli, İş, Hak ve Siyasi İktidar yazan: Mersinden Burak CANLI

Posted: 07 Jan 2010 05:42 AM PST

07.01.2010 ÖZEL GÜNLÜĞÜMDE Kİ EMEKLİ, İŞ, HAK VE SİYASİ İKTİDAR MERSİNDEN BURAK CANLI

 

Bir günde insanoğlu çokça şeyle karşılaşıyor. Bu yaşananlar üzerine toparlanmak çok zor oluyor. 06.01.2010 tarihinde benim için her zamanki gibi bir gündü. Evet, işimde edindiğim bilgilerimi kendim ve yardımcı olmaya çalıştığım kişiler için kullanmaktaydım. Zaman akıp gitmeden zamanı yakalamaya çalışıyordum. Çünkü o gün yapmam gereken bir yığın işle mücadelenin de ötesinde onlara çözümler üretmem gerekiyordu. İşte ben de bunun için Sevgili Mali Müşavirimin yanına gittim. Ve onunla işlerimizi yapmaya çalışırken onun diğer ortağı han fendi almış gazeteyi eline orda bulunanlara azizim şu emeklilere zam mam yok hepsi koca bir yalanmış dedi.

 

Ben kendim emekli değilim. Eskilerde insanlar ölüm yaş oranı da göz önünde bulundurularak galiba erken emekli olabiliyorlarmış. Yanlış politikalar sonucunda mı değil mi bilmiyorum ama artık emeklilik yaşında artışlar yapıldı. Bu halde ben sen olayı bir yana bizlerin emekli sıfatını taşıyabilmek uğruna kendimizi paralamamız ve hatta bitirmemiz gerekecektir. İş böyle olunca da hep hayalini kurduğum emekli maaşı, az veya çok, ona ulaşmak gerçekten de bir hayal oldu. Bu sıfata sahip olabilmek de gittikçe zorlaşıyor. Neyse emekliye zam doğru dürüst yapılamamış. Vay benim emeklimin haline. Bir taraftan da işçinin durumu da hiç iç açıcı değildir. Ortada işçi bulunmamaktadır. Etraf işsizler tarafından sarılmışken iş bulmak ne zordur. İş ve aş yoktur. Etrafımıza şöyle bir göz geçirelim ve gerçek manzarayı bir görelim. İçim yanarak beyan ediyorum ki Serbest Meslek Mensubu bizlerinde durumu içler acısıdır. Ayakta durabilmek artık mucizenin diğer adıdır.

 

Dur durabiliyorsan. Yap yapabiliyorsan. Bu mantıkla hareket tüm olanaklarımızı olanaksızlaştırmıştır. Seslenmenin bir anlamı bulunmamaktadır. Duyacak kişi ve kuruluşlar artık bulunmamaktadır. Bir Tanrı kalmıştır. Allah’ım duy sesimizi. Duy bizleri. Ve bizleri refaha kavuşturabilmek adına mucizelerini bizlere bir kere daha ihsan et.

 

Durum en öz şekilde böyle özetlenebilir bir hal almışken koltuklarında oturan siz sevgili kardeşlerim cinnet noktasına gelmiş bu insanların çığlıklarına kulaklarımızı tıkayacak olursak zannetmeyelim ki yataklarımızda rahat uyuyabileceğiz. İşte ister zannet ister zannetme malı götüren götürdü. Ve durum ortada! Meydan ırkçılık, renk, dil, din ayrımı yapanlara kalmış. Yapın ayırımınızı. Yapın. Devam edin yapmaya. Elektrik faturalarını ödeyemeyenler ışığa hasret kalsınlar. Önemli değil. İlaç parası bulamayanlar sürünsünler önemli değil. İş yerini kapatmak zorunda kalanlar. Memleketi terk etsinler önemli değil. Parayı bulanlar da Dubai’ye, Miami’ye gitsinler. Oraların vatandaşlıklarını alsınlar.

 

Hep aynı hikâye! Hep aynı bilmece! Hep aynı kurgu! Ben neye ve neden kızıyorum biliyor musunuz? Ben tokken aç yatanların varlığına kızıyorum. Ben açken tok yatanların varlığına kızıyorum. Sürün baba sürün. De baba sürün.

 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Siyasi Niteliğim yüzünden bu söz konusu tarihte ayrımcılığa maruz kaldım. Evet, beni adam yerine almadılar. Belki adam değilim. Ama ben İNSANIM. Beni adam yerine almalarını hiçbir kimseden istemedim. Bana insan muamelesi yapmaları yeterliydi. Ama yapmadılar. Yapmayacaklar. Bunu bana yapanlar Millete nelerini yaparlar. Bugün beni ezmeye, korkutmaya, sindirmeye çalıştılar. Bugün insani değerleri hiçe sayarak üstüme geldiler. Ben mağdur edildim. Ne için? Ne diye? İnsanı sevdiğim için mi? İktidarı eleştirdiğim için mi? Yasaların üstünlüğüne inandığım için mi? Ne için? Ne diye?

 

Ey sevgili dünya verecek bir canım var. Al oda senin olsun. Bu can bana fazla. Aynı diğer yürekleri memleket, millet, hak, hukuk, insan sevgisiyle dolu olan nice şehit ve gazilerimiz gibi.

 

                                                                                                  MERSİNDEN BURAK CANLI

 

[anadoluhaber:37198] KIŞ HASTALIKLARINDAN KARADUT PEKMEZİ İLE KORUNUN!!!

Posted: 06 Jan 2010 11:58 PM PST

karadut resimleri

Karadut meyvesi çok güçlü bir antioksidan içer.Bu güçlü antioksidanlar serbest radikalleri etkisiz hale getirerek bağışıklık sistemini güçlendiriyor.İçerdiği flavonoidler sayesinde kalbi koruyucu , yaşlanmayı geciktirici etkisi bulunuyor.

Karadut bitkisi böceklenmeyen tek organik bitkidir.Betakaroten ihtiva eder.Yalnız zamanı çok çabuk geçtiği için en bol olan zamanlarında kaynatarak şurubunu yapabilir ve bu karadut’un pekmezini yapabilirsiniz .Sağlık ve gençlik kaynağı olan bu karadut pekmezini mutlaka tüketmelisiniz.

Karadut Pekmezi  nelere iyi geliyor?

* Halsizliği, aşırı yorgunluğu giderir.

* Ağız ve boğaz enfeksiyonlarına tavsiye edilir.

* Kanı temizler anemi hastalarına tavsiye edilir.

* Kan basıncını düşürür.

* Sindirim sistemi kronik hastalığına faydalıdır.

* Mide salgılarını arttırır.

* Sindirim sistemini düzenler.

*Saçların ve dişlerin güçlenmesini sağlar.

* Kronik gastrit ve hepatit tedavisinde kullanılabilir.
* Uykusuzluğa iyi gelir.

 

%100 doğal ve katkısız karadut pekmezimizi ve karadut reçelimizi tüketmenizi tavsiye ederken sağlıklı ve mutlu günler dileriz.

www.zilepekmezi.com

doğal ürünler online fabrika satış sitesi



[anadoluhaber:37205] Pandora’s Kozmik

Posted: 06 Jan 2010 03:29 PM PST

http://www.eminimsi.com/wp-content/uploads/2009/12/pandoras-kozmik.jpg



--
Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.
Türkiye, eğer Türkiye'nin omurgasını çökerten, elini kolunu bağlayan, tarihî yürüyüşünü sona erdiren ve sadece laik küresel sistemin çıkarlarını korumaktan başka hiçbir iş yapmayan bu hastalıklı, marazî, şirret, ilkel çetelenme yapılanmasını çökertemezse, tasfiye edemezse, Türkiye tasfiye edilmiş olacak. Leş kargaları kapıda bekliyor...
-------------------------------------
http://dava-vatan.blogspot.com/

[anadoluhaber:37209] Arafta bir paşa

Posted: 06 Jan 2010 12:51 PM PST

Şamil Tayyar

06 Ocak 2010, 22:00

Şamil Tayyar   | 

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana sivil-asker ilişkilerinin arzu edilen seviyede olduğunu söylemek elbette mümkün değildir. Belki kimileri için bu tablo, ürkütücü gelebilir ama Türkiye’nin hayrınadır. Aksi olsaydı, Türkiye daha geriye giderdi.

Nedeni gayet açık; hem kimi asker hem aynı zihniyeti taşıyan siviller bakımından sağlıklı ilişkinin tarifi, biat etmiş bir hükümet tanımından geçmektedir.

Şimdi korku duvarı aşılıyor. Sivil ve askeri bürokrasi anayasal sınırlarına çekilmeye zorlanıyor, milli iradenin sesi daha güçlü çıkıyor. Bu süreç, her kutsal doğum gibi sancılı ama umutlu bir geleceğin işaretleriyle parıldıyor.

Unutulmasın; bu gelecek projeksiyonunda pozisyonu iyi belirleyemeyenler, değişim çarkında öğütülür ve yeniden konuşlandırılır.

Özel Harp Dairesi’ne girilmesi ve kozmik odadaki aramalar, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Genelkurmay’ın talebini reddederken ortaya koyduğu mülahaza, bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Dünya dönmeye devam ediyor, herkesin haberi olsun.

Balayı kısa sürdü

Kabul etmek gerekir, demokratik açılımla birlikte sivil-asker ilişkilerinin, geçmişe oranla daha samimi ve evrensel bir perspektife büründürülmek istendiği, bu yönde güçlü bir arzunun ortaya konduğu doğrudur. Lakin, Bülent Arınç’a suikast ve sonrasında darbe tezgahlandığı iddiasının, zirvedeki balayı süresini azalttığını söyleyebiliriz.

Zirvede işlerin rast gitmediği çok açıktır.

Cumhurbaşkanı Gül, “Darbe düşüncesi TSK’ya saygısızlıktır” gibi açıklamalarla ortamı yumuşatmaya çalışsa ve destek verse bile, inandırıcılıktan uzaktır. Sorun, cumhurbaşkanının samimiyeti değil, ifadenin gerçekle örtüşmemesidir. Bu ifadenin içinin doldurulmasında TSK’ya büyük görev düşmektedir. Hükümetin de kaygıları var. TSK içinde kümelenmiş cuntanın veya başka bir ifadeyle Ergenekon uzantılarının hala faal olduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nın ise bu konuda yeterli önlem alamadığı kanaati oldukça güçlü.

[anadoluhaber:37204] Ekmeğimle oynama!

Posted: 06 Jan 2010 12:37 PM PST

Ahmet Kekeç

06 Ocak 2010, 22:03

Ahmet Kekeç   |  

Memleketin sözlüğü, haber portalı, internet sitesi, nihayet müşerref olduğum Twitter alemi, sözbirliği etmiş gibi, Ertuğrul Özkök’ten sonra yazacak konu bulamayacağımı, dolayısıyla “işsiz” kalacağımı müjdeliyor...

Haksız da sayılmazlar...

Hayır, Twitter denilen mecrada yokum...

Sadece “nedir bu?” merakıyla girdim; bir iki mesaja baktım, bir iki özel hayat bilgisi okudum, bir iki fotoğraf gözledim... Bana göre olmadığına hükmettim. Teşhirciler teşhir ediyor, röntgenciler izliyor. Bu işe yarıyormuş...

Ertuğrul meselesine dönelim...

Evet, “velut” bir konuydu; söyledikleri, yazdıkları ve eylemleriyle bir zihniyete istinat ettiği, daha doğrusu o zihniyeti ele verdiği için vazgeçilmez bir tartışma öznesiydi.

Hadi daha açık konuşalım; “günü nasıl kurtaracağım?” telaşına düşmüş munkabızlar için ekmek kapısıydı.

Bu kadar dayanıklısını, bu kadar renklisini bulmak zor...

Resmen ekmeğimle oynadılar...

Bir süre, “entelektüel” kontenjanından Hürriyet gazetesine sokulan Özdemir İnce’yle idare etmiştim... Fena da gitmiyordu... İşi, “İslamcı ajanlar yüzme havuzlarını zehirleyecek, yazlıkçılar aman dikkat” boyutuna vardırınca bıraktım...

Bir de, entelektüel geçinir, entelektüalizmin ne olduğunu bilmez.

Şiir yazar, şiirin ne olduğunu bilmez.

Eğitim-öğretim işlerine sardırır, “tevhid-i tedrisat”ın ne olduğunu bilmez.

Siyaset yazar, siyasetin ne olduğunu bilmez.

Sabetaycılık üzerine yazar, Sabetay Sevi’nin kim olduğunu bilmez.

Sevi’yi Levi’yle karıştırır, minareyi “kule” diye çevirir, ezanı “şarkı” yapar, İsmet Paşa’yı

“Milli Görüşçü” ilan eder...

Hilmi Yavuz’un kulakları çınlasın; daha “Tabula Rasa” meselesinin hesabını verebilmiş değil.

Neresiyle tartışacaksın?  DEVAMI >>>

[anadoluhaber:37177] Mason olan Osmanlı padişahı kimdi?

Posted: 06 Jan 2010 11:58 AM PST

Mustafa Armağan

03 Ocak 2010, 22:56

Mustafa Armağan   |

Sultan II. Abdülhamid üzerinde neden ısrar ettiğimi soranlara şu cevabı veriyorum: Eğer Abdülhamid modernleşmeye yeni bir yön belirlemese, Frenkleşme aynı hızda sürseydi, bugün başörtüsü başta olmak üzere pek çok güncel sorunu tartışmıyor olurduk.

Dinî pek çok simge gibi başörtüsü de folklorik bir mahiyete bürünmüş olurdu da ondan.

Abdülhamid'in yaptıklarını hakkıyla değerlendirebilmek için 'O olmasaydı ne olurdu?' sorusunu da sormamız şart. Tahttan indirilişinin 100. yılında Masonların bayram etmesinden tutun da, Guantanamo'da Müslüman esirlerin sinirlerini bozmak için, haham kılıklı birilerinin 'İstanbul'a girip türbesini yakacaklarını' söylemelerine kadar uzanan bir 'nefret çemberi', onun hangi oyunları bozduğunu yeterince göstermekte değil midir?

Bu 'sinsi', 'içten pazarlıklı', 'cimri' diye yaftaladıkları Şehzade, planları buruşturup bir kenara atmış ve Osmanlı'nın tasfiyesini Cihan Harbi'nin kanlı paylaşımına kadar ertelemeyi başarmıştı. Onlar kızmasın da kim kızsın?

Bundan 138 yıl önce bir Osmanlı veliahdının Masonluğa girdiğini, hem de 18. dereceye kadar yükseltildiğini biliyor musunuz? Üstelik tahta da çıkmıştı bu hanedan üyesi. Fakat...DEVAMI>>>

[anadoluhaber:37192] Kozmik odalara sadece iki subay girebiliyormuş

Posted: 06 Jan 2010 11:50 AM PST

Kozmik odalara sadece iki subay girebiliyormuş HABER ONAY

' Devlet sırrı ' belgeler, 11 ve 16 numaralı kozmik büroda, bu odalara ise sadece gözaltına alınan albay ile binbaşı girebiliyor.

Genelkurmay'ın 'arama durdurulsun' talebini reddeden mahkeme kararında, kozmik odaya ilişkin çarpıcı bilgiler yer aldı.

Zaman gazetesinin haberine göre, 'Devlet sırrı' belgelerin 11 ve 16 numaralı kozmik büroda saklandığı belirtilen kararda, söz konusu odalara, gözaltına alınan Albay Erkan Y.B. ve Binbaşı İbrahim G. olmaksızın generallerin dahi giremediğine dikkat çekiliyor. Aramanın da delillerin karartılması şüphesiyle yapıldığı aktarılıyor.

Genelkurmay Başkanlığı Ankara Seferberlik Daire Başkanlığı'ndaki aramayla ilgili mahkeme kararı, soruşturma ve aramanın seyrine ilişkin ilginç ayrıntıları gün yüzüne çıkardı. Alınan bilgilere göre, 'devlete suikast' soruşturması çerçevesinde gözaltına alınan Albay Erkan Y.B. ile Binbaşı İbrahim G.'nin teslim edildikleri Merkez Komutanlığı'ndan serbest bırakılması üzerine yargı harekete geçti. İki subayın 'devlet sırrı' belgelerin saklandığı kozmik odaya giriş yetkilerinin olduğu tespit edilince, delillerin ortadan kaldırılması şüphesiyle hâkim araması gündeme geldi. Söz konusu personel olmadan generallerin bile giremediği kozmik odada inceleme yapılması için acilen mahkeme kararı çıkartıldı.

Genelkurmay'ın 'aramanın durdurulması ve tutanakların imha edilmesi' talebini önceki gün reddeden mahkeme kararı, kozmik büro tabir edilen odaların sayısının iki olduğunu ortaya çıkardı. Kararda, 11 ve 16 numaralı kozmik odalara şüpheli subaylar olmadan üst rütbeli subay ya da generallerin dahi giremediği bilgisi veriliyor.

Zanlıların çalıştığı yerin arandığına dikkat çeken mahkeme, incelemenin devamına şu ifadelerle onay verdi: "Olayın vahameti ve delillerin karartılması ihtimali nazara alındığında, devlet sırlarının saklandığı yer bile olsa arama yapılır." Devamı>>>

[anadoluhaber:37189] Reytinglerde Mossad parmağı

Posted: 06 Jan 2010 11:37 AM PST

TİAK nedir

Herşeyden önce, TİAK nedir bilmeyenler için kısaca açıklayalım istiyoruz.

TİAK, Televizyon İzleme Araştırma Kurulu IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği şemsiyesi altında 1992 yılında oluşturulmuş Reklam verenler, Reklamcılık ve TV yayın kuruluşları katılımıyla oluşturulmuş bir Birleşik Endüstri Komitesidir.

Bu komitenin ana amacı tüm ülkedeki binlerce işverenin milyarla ifade edilen reklam bütçeleri en etkin biçimde kullanması, pazarlama politikalarına yön verebilmesi, reklam ve medya ajanslarının doğru hedef kitlelerine ulaşabilmesi, ülke ekonomisinin yaşam kanallarından reklam ve pazarlama endüstrisinin gelişmesine hizmet etmektir. Komite, sistemin işleyişini ve verileri kontrol eden denetçiyi de atamaktadır. AGB`nin tepki alması üzerine, açtığı son ihale ile atadığı denetçi TNS Piar dır.

TRT Genel Müdürü`nden Türkücü İbrahim Tatlıses`e hatta sokaktaki simitçiye kadar herkesin hışımla üstüne gittiği AGB, artık reyting ölçümünde söz sahibi değil... Reyting ölçümlemesi için yaklaşık 20 yıl aradan sonra Televizyon İzlemeAraştırma Komitesi(TİAK) tarafından düzenlenen ilk ihaleyi kazanan TNS Piar, böylece AGB`nin 20 yıllık tartışmalarla ve `şaibe` söylentileriyle yıpranan iktidarına da son verdi... Peki ama 3,3 milyar dolarlık reklam sektöründe yaklaşık 1.8 milyar doların paylaşılmasındaki tek ölçüt olan reyting ölçümleri bu yeni dönemde nasıl yapılacak? İhale süreci nasıl gerçekleşti? TNS Piar, 20 yıllık AGB`nin elinden ihaleyi nasıl söküp aldı?

Ya da gerçekten aldı mı? Bizler bir oyunun parçası mıyız? İşte tüm bu soruların cevabını tümgazeler.com olarak araştırdık ve ortaya gerçekten de düşünülmesi gereken bir tablo çıktı. Şimdi bu tabloyu sizler için sunuyoruz.

Şimdi biraz geçmişe dönelim

Önce bu ihale sürecini kısaca hatırlayalım isterseniz.

Pazarlama sektörünü yakından takip edenlerin hatırlayacağı üzere, TİAK uzun zamandır yerden yere vuruluyor.

İbrahim Tatlıses ölçümlerin manipüle edildiğini haykırdı.Devamı>>>>

[anadoluhaber:37182] Ergenekon Operasyonunu Destekliyoruz Çünkü Demokrasiden Yanayız

Posted: 06 Jan 2010 11:20 AM PST

http://www.facebook.com/group.php?gid=25283414096

--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37183] Savcıyı Destekliyorum,Ergenekon Çetesi Çökertilsin!!

Posted: 06 Jan 2010 11:19 AM PST



--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37181] BAYKAL VE BAHÇELİ TÜRKİYE' MİZİN BAŞINA GELEN EN BÜYÜK FELAKETTİR!!!

Posted: 06 Jan 2010 11:18 AM PST

http://www.facebook.com/pages/BAYKAL-VE-BAHCELI-TURKIYE-MIZIN-BASINA-GELEN-EN-BUYUK-FELAKETTIR/236310395772?ref=ss

--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37184] Sigaradan Bile Daha Zararlı Baykalsız HAVA SAHASI İçin tam% 100 DESTEK !!!!

Posted: 06 Jan 2010 11:16 AM PST

http://www.facebook.com/group.php?gid=115861752319&v=wall

--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37190] Baykal'ı GÖrÜnCe HaLiNe ŞüKrEdEnLeR

Posted: 06 Jan 2010 11:15 AM PST

http://www.facebook.com/search/?q=Adil+G%C3%BClmez&init=quick#/BGHSLER

--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37186] 'Devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor' - Cengiz Çandar - Referans

Posted: 06 Jan 2010 11:07 AM PST

'Devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor'

‘Devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor.’
Ankara’da geçen 24 saat içinde duyduğum en çarpıcı cümleydi bu. Zihnime kazındı. ‘Unutulmazlar’ arasına girdi. 4 Ocak 2010 gecesi, ‘Türkiye’deki durum’ böyle açıklanmıştı diye hatırlayacağım.
4 Ocak 2010’u unutmam mümkün değil. O gün, daha yeni yılın, 2010’un ilk günleri bir elin parmakları kadar olamadan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘2010’da ne askeri darbenin, ne askeri muhtıraların söz konusu olamayacağını’ ilan etmişti..
O günün gecesinde, devlet bürokrasisinin en tepe noktası sayılan makamdaki insan, yani devleti ‘içinden tanıyan’ ve ‘içinden izleyen’, bu anlamda devlet hakkında söz söylemeye en yetkin konumda bulunan bir yetkili bize öyle dedi: “Devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor!”
Son gelişmeler olmasa bile çökecekti ona göre, ‘Çünkü devletin birçok kurumu zaman içinde içten içe çürümüştü. Çöküş mukadderdi.’
Peki, bu ‘devletin çöküşü’ mü?
Hayır. ‘Devletin içindeki Sovyetler Birliği’nin çöküşü.’ Miyadını doldurmuş olanın çöküşü. Çökmesi gerekenin çöküşü.
Tabii, olan-biteni herkes böyle görmüyor. Özellikle ‘zamanın ruhu’nu kaçırmış olanlar, ilikleri ‘statüko’nun pasıyla okside olmuş olanlar, bir yandan ‘kozmik oda’da ikamet ederken bir yandan karşımıza siyaset adamı, köşe yazarı, gazete yöneticisi olarak çıkıp ‘ikili kişilik’lerini sözümona saygın sıfatların ardında gizleyenler, Ankara’da ‘devletin içindeki Sovyetler Birliği’nin çöküşü’nden ziyade, ‘devlet kurumları arasında çatışma’ görüyorlar ve dehşetengiz rahatsızlar.
***
Bu kesimin en dilli sözcülerinden biri, bir temel özelliği kendisini tanımlayışı ile ‘Ergenekon avukatı’ olan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, arkada bıraktığımız yılı şöyle niteliyordu:
“Ülkenin dürüst namuslu vatandaşlarına yönelik şükranımızı derinden sarsan ve milletimizi kendi kendisine sorgulamaya yönelten acı bir dönemin başlangıcı oldu. Bir yandan Ergenekon davası, öte yandan ekonomik kriz, Türkiye’yi çok büyük acılarla karşı karşıya bıraktı.”
Bakış açısı farkı dedik ya. Benim açımdan 2009 yılı darbe planlarının ortalığa saçıldığı, darbecilerin teşhis edildiği, Türkiye’nin tarihini kirleten binlerce fail-i meçhul cinayet dosyalarının kapağının kaldırıldığı, hukukun her yere askerin en hassas bölgelerine ulaşabileceğinin görüldüğü fevkalade bir yıl oldu.
‘Ergenekon sanıkları’ ve ‘darbe girişimcileri’nin ana muhalefet liderinin ‘derin şükran duyguları’nın muhatabı olan ‘ülkenin dürüst ve namuslu vatandaşları’ olarak görülmesi, Türkiye’deki ‘derin yarılma’yı yansıtıyor aslında.
Türkiye Cumhuriyeti, toplumuyla ve ‘hukuk devleti’ arayışıyla bir yerde, devletin içinde yer alan ve çoktan içinden çürümüş olan ‘Sovyetler Birliği’, yandaşlarıyla birlikte diğer yanda.
Bir eski genel yayın yönetmeni-yeni köşe yazarı arkadaşımıza göre “Türkiye, yeni yıla en kritik devlet organlarının birbirleriyle ilişkilerinde ciddi bir güvensizliğin yerleştiği, bunun sonucunda devlet mekanizmasının işleyişi bakımından tam bir toz bulutunun ortalığı kapladığı bir görüntüyle girmiş bulunuyor.”
Acaba?
Bu, Türkiye’deki yarılmanın belirli bir kesimde ‘optik yanılma’ şeklindeki yansıması olmasın. Çünkü bir yandan da ‘Devletin en tepesi’ Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Devlet kurumları arasında bir çatışma yok. Normalleşme var. Büyük bir değişim dönemine adaptasyonda sıkıntı çekenler var” diyor.
Türkiye’de bunca yıldır ‘askeri vesayet rejimi’ varken, hiç ‘kurumlar arası çatışma’ kaygısı çekmeyenler ve hükümetleri ‘askerin şamar oğlanı’ olarak görmeye kendilerini alıştırmış olanlar, ya da Yıldıray Oğur’un satırlarıyla ‘Kurumlar arası çatışma var, nereye gidiyoruz’ derken hükümet ile ordu arasında zaten kurumlar arası bir ilişki olamayacağını, ordunun hükümet kurumunun altında bir şube müdürlüğü olduğunu kabul etmemekte ısrarcı olanlar, ‘normalleşme’den tedirginlik duyuyorlar.
Türkiye’nin ‘hukuk devleti’ olabilmesi için yollarının açılması için zorlanması, kimilerinin ışığa tutulmuş tavşan gibi ortada kala kalmalarına yol açtı. Bunlar hiçbir şeyi göremez hale geldikleri için Türkiye’nin ‘tarihinin en karanlık dönemini’ yaşadığını yana yakıla haykırıyorlar.
Zor durumdalar.
***
Pazartesi günkü Yeni Şafak’ta Murat Aksoy’un uzun yıllar terörle mücadelede çalışmış,
eski bir emniyetçi olan akademisyen Dr. Emre Uslu ile son derece ilginç bir söyleşisi vardı.
Şu satırları birlikte okuyalım:
“Kozmik odadan herkes çıkabilir, buna hazırlıklı olmalıyız. Medya mensupları da çıkabilir, siyasiler de, işadamları da. Zira orada ortaya çıkanların dışarı sızıp sızmayacağını bilmiyoruz. Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı mahkeme nezdinde girişimde bulunarak oradaki evrakları gizlemeye çalışıyor. Hem Genelkurmay’daki panik hem de birtakım medyadaki panik birlikte okunduğunda en azından işbirliği düzeyinde birtakım evrakların hakim, iki katip ve savcı tarafından bilinmesi özelliği var. Muhtemelen bu da bazı çevrelerde panik yaratıyor. Hatta o odalardan çıkabilecek kozmik evrakların şimdiden ‘kozmik medya’yı titrettiğini görebiliyoruz. Belli ki bunların sızmaması için yoğun çaba harcanıyor... Bu medyanın özellikle 1990’lı yıllarda psikolojik harekat unsuru olarak kullanıldığını biliyorum.”
Ankara’da son 24 saatlik temas trafiğinden edindiğim izlenim:

1) Muhtemelen ‘kozmik oda’nın ‘sırları’ gerçek olmadıkları için değil, ‘astarı yüzünden pahalı geleceği’ için ortalığa saçılmayacak.

2) Olan-bitenin ‘caydırıcılık’ özelliği ise tartışılmaz. Bundan sonra, kolay kolay kimse ‘kozmik oda’da mesken tutmak istemeyecek.

3) Ve, Ergenekon soruşturmasına ve sürece verilen önem sayesinde ‘devletin içindeki Sovyetler Birliği’nin çöküşü’ önlenemeyecek.
2010, Türkiye için iyi başlıyor diyebiliriz...


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37193] Bu kaç kişilik sır - Rauf Tamer - Posta

Posted: 06 Jan 2010 11:06 AM PST

Bu kaç kişilik sır

Devlet sırrı nedir?

Ciddiyetsiz bir ülkede sır diye bir şey olur mu?

Olur.

Vermek istemediğin bilgiye devlet sırrı denir.

Peki sır nedir?

O kolay.

Kol kırıldığı zaman yen içinde kalan kısma sır denir.

Peki kaç kişi bilir bu sırrı?

- Bir kişi.

İki kişi olmaz mı?

Olmaz.

O zaman sır olmaktan çıkar.

***

Öyleyse kozmik odadaki devlet sırlarını koskoca karargahta yıllardır acaba kaç kişi biliyor?

Üç kişi mi, beş kişi mi, on kişi mi?

- Yahu onlar zaten emekli olup gitmedi mi? Yerlerine yeni elemanlar gelmedi mi? Onlar da gidip başkaları gelmedi mi?

Ne biçim sır bu?

100 kişi biliyor.

Şimdi bir de sivil hakim

öğrendi durumu, etti 101 kişi.

***

Hakim’in yaptığı nedir? Arama.

Hayır. İnceleme.

Tamam da neyi inceliyor?

- Bir suikastın anatomisini.

Olamaz.

Suikastler bodoslama bir iştir. Sözlü olarak ısmarlanır. Yani bilimsel bir yanı yoktur. Kozmik oda’da neyi inceleyeceksiniz?

Aklımıza takılan budur, değil mi?

Evet budur. Belli ki başka bir şey incelenmektedir.

***

İşte burada durun.

Asker, kendi içindeki çürük elmaları, kendi temizlemeliydi...

Ya da temizlemeli...

Belki demode kalmış kozmik bölümleri, kendi tasfiye etmeli.

Devlet sırrı’nın tarifini bile

baştan yapmalı...

Ama yapmadı.

Şimdi dışardan gelen bir sivil, racon kesecek. Ve Asker buna incinecek.

İnşallah tertemiz çıkar ama ben bu kozmik odaları bilirim. Yanı başımdaki odaya maliye memurları tam 3 yıl kapandılar ve ille de bir kabahat bulmaya kararlı oldukları için Aydın Doğan’a bir elbise biçtiler... Eh, 3 yıl uğraştık, bir halt bulamadık diyecek

halleri yoktu.

***

Şimdi Askeri karargahta inceleme yapan hakimi düşünüyorum. Bütün yükü o tek hakim’e yıktık.

Askeri dışarda tutarak da konsültasyonu eksik bıraktık.

Haa... Asker şimdi uyandı devlet sırrı diyor.

Olmaz.

Devlet sırrı nedir??Geldik yine yazının başına. Vermek istemediğim bilgiye devlet

sırrı denir.

Hoppala.

Halbuki Asker diyecekti ki:

- Siz durun, ben yaparım.

Zaten yapmalıydı bunu.

20 yıldır, 40 yıldır yapmalıydı.

Hâlâ da yapabilir.

Ve Asker’e o yakışır.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37185] TÜSİAD veMÜSİAD arasındaki fark

Posted: 06 Jan 2010 11:05 AM PST

. İki işadamları derneği arasında ne fark var?

TÜSİAD, Ankara’nın kararlarıyla para kazanmaya alışmış. Teşvikler, kotalar, yüksek gümrük duvarları, IMF’den alınan borçları kullanarak zenginleşmiş. Ahlaki bir zafiyet oluşturmuş. Rekabet etmek ve zorlu yarışa girmekten kaçıyor.

MÜSİAD ise küresel rekabet içinde üretim yapıyor. Ankara’dan bir şey istemiyor. Sadece gölge etme diyor. IMF parasına ihtiyaç duymuyor. Yaptığı işin tüm risklerini kendi başına yükleniyor. İşte bu ekonomik talepler Türkiye’de devlet yapısını zorluyor. Siyaseti geren de bu tartışma herhalde.

SÜLEYMAN YAŞAR-TARAF


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37188] Kozmik Oda'nın aranmasına karşı olanlara dikkat edin.

Posted: 06 Jan 2010 11:01 AM PST

Bayık'ın sır oda rahatsızlığı - İzle

Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki aramalar terör örgütü PKK'nın şehir yapılanmasını da rahatsız etti.



Asrın soruşturmasının en önemli ayaklardan biri de iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün, diğer terör örgütleriyle ilişkisinin deşifre edilmesiydi. PKK da Ergenekon'un el attığı örgütlerin başındaydı. Öyle ki Ergenekon sanığı Veli Küçük ve Ümit Oğuztan'dan ele geçen "Panzehir" isimli döküman bunu açıkça gösteriyordu.

Bu belgede PKK'nın tamamen tasfiye edilmek yerine Öcalan ile işbirliği yapılarak kontrol altında tutulması gerektiği anlatılıyordu. Nitekim bugün Ergenekon sanığı olan bazı isimlerin sözde PKK yöneticileriyle sıkı ilişki içinde olduğu gün yüzüne çıktı. İddialara göre, PKK terör örgütünün KCK yapılanması, Ergenekon'un PKK'yı ele geçirme operasyonuydu.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37176] Erbakan'ı tutuklamayan askerî hakimin eşi neden intihar etti? - Nusret Çiçek - Vakit

Posted: 06 Jan 2010 10:57 AM PST

 
Nusret Çiçek - Vakit
nusretcicek@yahoo.com
2010-01-06

Erbakan’ı tutuklamayan askerî hakimin eşi neden intihar etti?
 
Acaba intihar mı etti?
Yoksa!..
O günleri çok iyi bilen birisi sayılırım.
Darbe oluncaya kadar Altındağ Adliyesi ile Ankara Adliyesi’nde savcı olarak görev yapınca çokça olaya yakından şahit oldum. POLDER devri idi o günler...
POLDER militanları tarafından evim tarandı, bir başka gün sokakta Filistin usulü dövülen gençlere müdahale edince aynı ekol tarafından evim sarılarak yaka paça karakola kadar götürüldüm.
Eşim vurularak ağır yaralandı...
Adeta devlet yoktu, ama devlet yerine işler çeviren Ergenekoncular gibi güçler vardı.
Yapıyordular, oluyordu...
İşte bir sabah karayolunda zincirleme kaza olunca olay yerine gittiğimde askerî hakim Hamdi ile karşılaştım. Arabası bir başka Almancının arabası ile kazaya karışmıştı.
Sabahın erken saati, yoğun sis ve de hava oldukça soğuktu.
O soğukta iki hanım tarlanın ortasında sabah namazını kılmışlar, birisi de albayın hanımı idi. Soğuktan titriyorlardı. Her iki tarafı alarak evime götürdüm.
Sonra da aile dostu olmuştuk.
Hamdi, 1980 darbesinde Erbakan Hoca’yı tutuklamayan Hakim Albay.
Ordudaki lâkabı, “Bizim Hamdi”, Solcu Hamdi...
Darbenin en güvendiği adam, Erbakan’ı nasıl tutuklamazdı?
Netekim, Albay’ı makama çağırarak sormuş:
“Bizim Hamdi, bu gericiyi nasıl tutuklamazsın?”
“Komutanım delil yoktu.”
“Ya başka bir hakim tutuklarsa!”
“Onu bilmem, benim gibi tecrübeli bir hakimin tutuklayacağını sanmam.”
Erbakan Hoca’yı genç bir hakim tutuklayınca Albay’a yer beğenmek düşmüş.
O da bu nedenle emekli olmuştu...
Eşine gelince, saygın bir hanım.
Suna hanım...
CHP kadın gençlik kollarında başkanlık yapmış, Mevhibe İnönü ile doğrudan görüşürlermiş. Ne var ki kader bu hanıma bir tarikata mensubiyeti nasip edince işler değişmiş.
O kadar güzel üslûp, konuşma sanatı ve iman noktasında örnek bir insan.
Merhum Suna hanım: “Eşim Erbakan hocayı tutuklamayınca onu kapıda saatlerce bekledim, geldiğinde boynuna sarılarak tebrik ettim.”
İman abidesi bir insan...
Hamdi bey, “Bana ille de birisine tapacaksın deseler, eşime taparım” demişti...
Yaşamına karışmadığı gibi çok saygılı davranıyordu.
Çevresi tabii ki sosyal demokrat askeri kesim, Hamdi de sosyal demokrat...
Rahmetli Suna hanım hafta sonları beraberinde getirdiği üst düzey kişilerin hanımları ile evimize gelip sohbetler ediyordu. O gerçekten bizim manevi ablamızdı...
Dinlenmeden, İslam’ı çevresine yaymaya çalışıyordu.
Bir ara ziyaret uzayınca evden telefonla aradım. Karşıma çıkan Hakim Albay’ın sesi titrekti.
Kötü haberi vermeye cesaret edemiyordu. Mimiklerinden sıkıntıda olduğunu anlıyordum.
Israr edince bir cümle söyleyebildi:
“Ablan maalesef intihar etti...”
Nasıl sarsıldığımı anlatamam. Bir çığlık attığımı hatırlıyorum...
“Albayım, benim tanıdığım o imanlı insan intihar etmez, bir yanlışlık olmasın?”
Olayı kısaca şöyle anlatmıştı.
İstanbul’da her hafta katıldığı sohbetlerin birisinde, sabah namazına kalktıklarında güya üçüncü katın penceresinden atlayarak intihar etmiş. Gören eden yoktu...
Sadece bir mermer sesi duymuşlar...
Tek izahı, sûfilerde öyle olaylar vecd halinde olurmuş!
Hemen konuyu kavradım., öyle olsa ülkede bir tane sûfi kalmazdı...
Öylesi bir insan hem o çevrelerde yetiş, hem de onları İslam’a davet etmeye kalkış, hem de bizim Hamdi’nin eşi ol, Erbakan’ı da tutuklama...
Hazmedilecek bir olay değildi.
O da diğerleri gibi oldu, resmi kayıtlara intihar olarak geçti...
Allah rızası için ruhuna Fatiha...


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37191] Arafta bir paşa - Şamil Tayyar - Star

Posted: 06 Jan 2010 10:56 AM PST

 
Şamil Tayyar - Star
2010-01-06

Arafta bir paşa
 
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana sivil-asker ilişkilerinin arzu edilen seviyede olduğunu söylemek elbette mümkün değildir. Belki kimileri için bu tablo, ürkütücü gelebilir ama Türkiye’nin hayrınadır. Aksi olsaydı, Türkiye daha geriye giderdi.
Nedeni gayet açık; hem kimi asker hem aynı zihniyeti taşıyan siviller bakımından sağlıklı ilişkinin tarifi, biat etmiş bir hükümet tanımından geçmektedir.

Şimdi korku duvarı aşılıyor. Sivil ve askeri bürokrasi anayasal sınırlarına çekilmeye zorlanıyor, milli iradenin sesi daha güçlü çıkıyor. Bu süreç, her kutsal doğum gibi sancılı ama umutlu bir geleceğin işaretleriyle parıldıyor.

Unutulmasın; bu gelecek projeksiyonunda pozisyonu iyi belirleyemeyenler, değişim çarkında öğütülür ve yeniden konuşlandırılır.
Özel Harp Dairesi’ne girilmesi ve kozmik odadaki aramalar, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Genelkurmay’ın talebini reddederken ortaya koyduğu mülahaza, bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Dünya dönmeye devam ediyor, herkesin haberi olsun.

Balayı kısa sürdü

Kabul etmek gerekir, demokratik açılımla birlikte sivil-asker ilişkilerinin, geçmişe oranla daha samimi ve evrensel bir perspektife büründürülmek istendiği, bu yönde güçlü bir arzunun ortaya konduğu doğrudur. Lakin, Bülent Arınç’a suikast ve sonrasında darbe tezgahlandığı iddiasının, zirvedeki balayı süresini azalttığını söyleyebiliriz.

Zirvede işlerin rast gitmediği çok açıktır.

Cumhurbaşkanı Gül, “Darbe düşüncesi TSK’ya saygısızlıktır” gibi açıklamalarla ortamı yumuşatmaya çalışsa ve destek verse bile, inandırıcılıktan uzaktır. Sorun, cumhurbaşkanının samimiyeti değil, ifadenin gerçekle örtüşmemesidir. Bu ifadenin içinin doldurulmasında TSK’ya büyük görev düşmektedir. Hükümetin de kaygıları var. TSK içinde kümelenmiş cuntanın veya başka bir ifadeyle Ergenekon uzantılarının hala faal olduğu, Genelkurmay Başkanlığı’nın ise bu konuda yeterli önlem alamadığı kanaati oldukça güçlü.
Bu kanaatin içindeki gizli mesaj ise cuntanın İlker Başbuğ’u hükümete karşı saldırıya zorladığı ve bulanık havadan yarar ummaya çalıştığı yönündedir.

Genelkurmay Başkanı’nın da zirve temasları sırasında bu kaygıyı doğrulayacak türden mesajlar verdiği, hukuksuzluğa karşı yürütülen mücadelenin başarıya ulaşması için kendilerine sahip çıkılması önerisini dile getirdiği konuşuluyor.

Bu sahiplenme talebi, oldukça kapsamlı. En başta, TSK’ya yönelik eleştiriler karşısında Çankaya’nın ve hükümetin kendini siper etmesini istiyorlar. Cumhurbaşkanının son açıklamaları, kafes planı sonrası yapılan başbakanlık açıklaması, bu talebe karşılık olarak da değerlendirilebilir.

Arafta defans kurdu

Başkent kulislerinde gözlemleyebildiğim kadarıyla, hükümet ile asker ilişkilerindeki güvensizliğin bir önemli nedeni ise İlker Başbuğ’un tutumudur. Göreve geldiği ilk günden bu yana çizdiği “demokrat, hukuka inanan” görüntü ile çelişen açıklamalar ve fırkateyn pozisyonudur.

Bu arafta hal, ne İsa’ya ne Musa’ya yarıyor. Hem demokratlar rahatsız hem Ergenekon...

Cunta, hükümetin etkisizleştirilmesi ve nihai aşamada defterinin dürülmesi için İlker Paşa’dan darbeye kadar varan bir eylem planı yürütmesini istiyor. Bazı gazetelerde yürütülen darbe kampanyası, tesadüfi değildir.
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın itibarsızlaştırılması yönündeki kimi açıklama ve uygulamalar da İlker Paşa’ya mesaj niteliğindedir.

Mesaj çok açık: Ya bizimlesin ya hiçsin...

Hükümet de sahiplenmeye hazır ancak Genelkurmay’dan cuntaya karşı daha etkin rol üstlenmesini istiyor.

İlker Paşa’nın zorluğu ise tepkileri arafta göğüslemeye çalışmak istemesidir. En azından kişisel kanaatim bu yöndedir.

Malum; araf, esas itibariyle “orta yer” anlamındadır, ancak tefsirlerde cennet ile cehennem arasındaki sur olarak tarif edilmektedir. Araf ehli, hem cennet hem cehennem ehliyle ilişki içindedir.

İlker Paşa, orta yerde konuşlanmak yerine demokrasi ehlini seçerse, inanıyorum ki, Hilmi Özkök gibi bu ülkeye daha çok hizmet etmiş olur, tarih yazar.

Devir, “aydınlık” ve “karanlık” arasında taraf devridir


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37178] Kim paranoyak, kim salak, kim dangalak?!. - İsmail Kapan - Türkiye

Posted: 06 Jan 2010 10:56 AM PST

 
İsmail Kapan - Türkiye
2010-01-06

Kim paranoyak, kim salak, kim dangalak?!.
 
Ah Canan Hanım ah! Şimdiye kadar neredeydin sen? Tababet alanındaki bu müthiş birikim ve hazakatinle (Sakın o da ne demek diye sormayasın!) ülkemize kesinkes bir Nobel Ödülü getirmek varken, ne diye doktorluğu ikinci plana itip siyasette boşuna nefes tüketiyorsun?
Siyasetçi olarak ülkeyi feraha çıkaracak vizyon ve projelerden daha ziyade, evinde beslediğin ve komşularını ürküten Pitbull köpeğinle, “Bütün kadınlara silah taşıma ruhsatı verilmeli...” gibi; akla ziyan önerilerinle ve Meclis’deki ultra sivri çıkışlarınla, gündemi hayli sık işgal ediyorsun gerçi ama, bu son demarşın gerçekten muhteşem!..
Demişsin ki, “Bir tıp doktoru olarak, bütün psikiyatrlara çağrıda bulunuyorum. AKP ve yandaşlarını tedaviye ikna etsinler...” Devamla demişsin ki; “Zira toplumun ruh sağlığını bozuyorlar...” Çareyi de söylemişsin: “En kesin çare, kendilerine karşı darbe-suikast psikozuna giren AKP iktidarının görevden uzaklaştırılması, bunun için seçimlerin bir an evvel yapılmasıdır...” Emrin olur! Yapmayanda kabahat zaten. Sen ki, bir tıp doktoru olarak toplumun ruh sağlığını bu kadar ciddiye alıyorsun, sana kulak vermeyenin alnını karışlamak lazım valla!..
Hem sana sadece bir Nobel Tıp Ödülü de az gelir. Hatta diyorum ki, sonra başka ödüller de arayalım, bulunca onları da verelim.
Verelim de yalnız bir problem var Canan Hanım. O nedir dersen, malum Genelkurmay’ın; Hakim Kadir Kayan’ın takip edildiği şüphesinden hareketle yakalanan iki askerî araç sonrasında yapılan açıklama var. Hani “Son gelişmelerin toplumu ne hale getirdiği görülüyor” diye bitiyor. Zaten galiba sen de o açıklamadan yola çıkarak bu genel halk sağlığı seferberliğini ilan ediverdin değil mi? Hah tamam! İşte püf noktası da burada.
İlk önce bir albay ile bir binbaşı yakalandığında, senin gibi düşünenler; “Albay ve binbaşıdan suikastçı mı olurmuş...”, “Hem bir evin adresini ezberinde tutamayacak kadar salak suikastçı mı olurmuş ki?” diye hayretlerini bildirdiler. Fakat savcılar böyle dalga geçmek yerine işi ciddiye aldılar. Askerî cenahın bütün itirazlarına karşı, hukukun gösterdiği yolu takip ederek, şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde arama yapıyorlar.
Gel gör ki, birileri bu aramalardan fazlasıyla rahatsız olmuş ve galiba taciz yollu takip işlerine girişmiş... Hakim de kendisini izleyen arabaları yakalatmış. Ne ki, arabaların içinden aşçı ve marangoz olduğu söylenen askerler çıkmış. Meğer alışveriş için çıkmışlar!.. Genelkurmay öyle diyor... Senin gibi işi gırgıra alanlar, bu defa da; “Aşçı ve marangozdan da takipçi mi olurmuş canım?” türünden kendilerince kafa buluyorlar. Lakin kazın ayağı öyle değil, savcı ve yargıçlar gene işi ciddiye almışlar ve bu alışveriş hikâyesini mercek altına almayı düşünüyorlarmış işin tuhafı!
Sen “Toplumun ruh sağlığı hızla bozuluyor” diyorsun ama, toplumun bir şey yaptığı yok. Tam aksine keyifle olanları seyrediyor. Bence bu paranoyak vb. nitelemeler yapmakla asıl sen, basbayağı baltayı taşa vuruyorsun Canan Hanım! Bu savcı ve yargıçların şakası filan yok inan ki...
Ha bir de şu mesele var: Kahvelerde kimin salak kimin paranoyak, hatta kimin dangalak olduğu çok farklı bir şekilde anlatılıyor. İnanmıyorsan rastgele bir kahvehaneye dalıver ve konuşulanlara kulak kabart, derhal meseleyi anlarsın. Ne de olsa halkımız için çabalıyorsun, halka kulak vermen daha iyi olmaz mı?..




--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37180] Çerkes Edhem Bey "hain" değildi - Yavuz Bahadıroğlu - Vakit

Posted: 06 Jan 2010 10:55 AM PST

 
Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
ybahadiroglu@vakit.com.tr
2010-01-06

Çerkes Edhem Bey “hain” değildi
 
Bu milletin çocukları, ezanı, bayrağı ve ata yadigârı toprağı savunmak için, kimi zaman karlı dağlarda, (Sarıkamış Harekâtı gibi), kimi zaman çöllerde (Medine Müdafaası gibi), kimi zaman Trablusgarp’ta, kimi zaman Balkanlar’da, kimi zaman Çanakkale ve Sakarya’da el ele, gönül gönüle savaştı yıllar boyu...
Kimi Türk, kimi Kürt, kimi Laz, Çerkes, Abaza, Arnavut, Arap kökenliydi, ama kimse kökenine bakmıyor, herkes ortak bir “ümmet” bilinci içinde savaşıyordu...
Biliyorlardı ki, “Osmanlılık” kavramı çökerse devlet de çökecek, herkes enkaz altında kalacaktı.
Bu bakış açısıyla bu topraklar savunuldu ve altıyüz sene bir büyük devlet ayakta tutuldu.
Bu devlette ne Türk’ün Kürd’e, ne Kürd’ün Türk’e bir üstünlüğü vardı... Hangi etnik kökene mensup bulunursa bulunsun, herkes onurlu bir “vatandaş”tı.
O kadar ki, Mustafa Kemal, Çerkes Edhem’in ağabeyi Reşid Bey’e 07 Ocak 1920 tarihinde Ankara’dan çektiği telgrafta, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olmanın erdemini vurguluyor:
“Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkes kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baş tacımızdır... Bugün düşmanlarla çevrili Türk, Çerkes ve diğer din kardeşlerimizin el ele vermeleri, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...”
Ne var ki, İstiklâl Savaşı şekillenip zaferin ucu gözükmeye başlayınca, durumlar değişiyor...
İşgali kırmak için canını ve malını ortaya koyanlar çevreden uzaklaştırılıyor. Boşluklar, işin başında Milli Mücadele’ye sıcak bakmayanlarla dolduruluyor.
Bu arada iç isyanları bastıran Çerkes Edhem’le ağabeylerine de “farklı” gözle bakılmaya başlanıyor.
Başta İsmet Paşa olmak üzere, “icra”nın başında bulunan “Ankara Ekibi”, Çerkes Edhem’in BMM Genel Kurulu’nda coşkuyla karşılanmasını ve dakikalarca alkışlanmasını içlerine pek sindiremiyorlar...
Çerkes Edhem ise sürekli alkışlar karşısında çok sıkıldığını, hatta terlediğini yazıyor hatıralarında...
İlk kez karşılaştığı İsmet Paşa hakkında ise şu tespitleri yapıyor:
“İlk defa karşılaşıyorduk. Daha sonra hayatımdaki menfilik ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını, çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim.
“Fakat konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, onu birçok meziyetleri bulunan erkân-i harp hususiyetleri taşımakla birlikte hiçbir zaman zaferi temsil edecek kumandanlık vasfına sahip bulamadım.”
Belli ki, İsmet Paşa da ondan hoşlanmamıştı.
Zira, herkesin “Edhem Bey” olarak bilip alkışladığı kahramana İsmet Paşa ısrarla “Çerkes” diyor. Araları açıldıktan sonra, Mustafa Kemal de Edhem Bey’i bu lâkapla anıyor ve “Nutuk”una geçiriyor.
Ancak Edhem Bey etnik kökeniyle anılmaktan rahatsızdır:
“Hepimiz Osmanlı’ydık... Eğer milliyet ve ırk tefriki (ayırımı) yapılmaya kalkışılsaydı, bu vatanda şeceresi karışmamış kim kalırdı?” diye soruyor.
Aznavur Ahmed isyanıyla Yozgat İsyanı gibi iç isyanları maharetle ve hızla bastıran Edhem Bey git gide yıldızlaşmış, ancak hased okları da üzerine çevrilmiştir.
Meclis’in ve halkın son derece sevip sayarak güvendiği bu adam, “Ankara Ekibi” tarafından nedense hep “kuşkuyla” izleniyor.
Nihayet “defteri dürülmeye” karar veriliyor.
Ama önce Edhem Bey’in ve ağabeylerinin son derece güvendikleri Ali Fuat Paşa Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan alınıyor. Yerine İsmet Paşa getiriliyor.
Edhem Bey ise bu değişikliği, kendisinin bertaraf edilmesine karar verildiği şeklinde yorumluyor: “İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeleri ve yolda vaziyeti müsait bulmalarıdır” diyor.
Haklıdır: Zira gerçekten de Ankara, Edhem Bey’in tasfiyesine karar vermiş, bu iş İsmet Paşa’ya ısmarlanmıştır.
Edhem Bey son anda oyunu bozmaya çalışıyor...
Maiyetiyle birlikte İsmet Paşa’nın Eskişehir’deki karargâhını basıp aniden İsmet Paşa’nın yanına giriyor...
Fakat İsmet Paşa yalnızca bir asker değildir. Aynı zamanda kafasında, kuyrukları bir birine değmeyen kırk tilki dolaştırdığı söylenen bir siyasetçidir...
Edhem Bey’le karşılaşır karşılaşmaz hissettiği derin endişeyi anında yeniyor ve gülümseyerek yanına gidiyor...
Gerisini yarın Edhem Bey’in anılarından okuyalım.


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37179] Arınç yanılıyor, 70 milyon Baykal'a gülmez.

Posted: 06 Jan 2010 10:53 AM PST

 
 

 
Arınç'tan Baykal'ı bitiren sözler!
 
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan flaş açıklamalar geldi.
 
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığındaki arama ve soruşturmayı sürdüren hakim ve cumhuriyet savcısına kargoyla mermi gönderilmesine ilişkin, ''Bunu vahim buluyorum, araştırılması gerektiğini düşünüyorum'' dedi.

Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın dünkü grup toplantısında olayı değerlendirirken "kozmik odadan, kozmik patates çıktı" sözlerini Arınç, ''Sayın Baykal'ı hemen bulun, kendisine sorun... Eminim size 'bunlar da aslında mermi falan değildir, bunlar aslında çikolatadır mermi şekline sokulmuştur, yeni yıl hediyesi olarak savcı ve hakime gönderilmiştir' bunu söylemesi gerekir'' diyerek eleştirdi. 

Bülent Arınç ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ''Kemik Transplantasyon Ünitesi''nin açılışını yaptı.

Arınç, hastane çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtlarken, ''Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki aramalarla ilgili olarak mahkemenin verdiği sınırlama kararını nasıl değerlendirdiğinin'' sorulması üzerine, yargı sürecinin devam ettiğini ve sonucunun beklenmesi gerektiğini ifade etti.

Bülent Arınç, şunları kaydetti: ''Türkiye bir hukuk devleti. Bu hukuk devleti içerisinde savcıların hakimlerin verdiği kararlar, elbette hepimizin kabul etmesi gereken kararlardır. Bunları basının önünde basın ağzıyla, diliyle yorumlamak çok da doğru değildir. Yani bir hukuki kararın ne anlama geldiğini bizim burada oturup da bir hastahane bahçesinde değerlendirmemiz ne kadar doğru olabilir? 

Benim hoşuma gider veya gitmez ama yargı süreci devam ettiriyor. Bu süreç içerisinde de hep hukuki olaylar yaşıyoruz. Bundan daha tabii hiçbir şey olamaz. Benim söylemek istediğim; böyle adli konuların, yargılama konusu olacak birtakım olayların enine boyuna yargı tarafından incelenmesi ve araştırılmasıdır. Çıkacak sonuca da hepimizin razı olması gerekir. Saygı duymak mecburiyetinde olduğumuz bir kararı beklerken günlük spekülasyonlar yapmanın, olayı karikatürize etmenin, başka mecralara çekmenin alemi yok.''

"70 MİLYON BAYKAL'A GÜLÜYOR" Arınç yanılıyor, Baykal'ı ciddiye alan hatırı sayılır derecede saf vatandaşımız var
Bir gazetecinin, ''Şahsınıza yönelik suikast iddialarını soruşturan hakime ve savcıya tehdit içerikli paket yollandı. Paketlerin içinde de sekiz adet kurşun çıktı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusu üzerine, ''Böyle güzel bir soruyu bulmuşken benim tüm basın mensuplarından bir isteğim var'' diyerek, şöyle konuştu: 
''Kendi düşüncemi söyledim. Bunu vahim buluyorum, araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Olayla ilgili tüm belgeler, bilgiler, bulgular en ince şekilde araştırılmalı ve sonucu ulaştırılmalıdır diyorum.

Tüm basın mensuplarından ricam şu dur, bana sorduğunuz bu soruyu Sayın Baykal'a da sorun. Sayın Kılıçdaroğlu'na da, Sayın Şahin Mengü ve arkadaşlarına da sorun. Çünkü bu olayı başından beri, 'komik' bulduklarını, 'safsata' olarak gördüklerini söyleyenler bu şahıslardır. Sayın Baykal, dünkü grup toplantısında hepimizin yüzünü kızartacak biçimde, 70 milyonun önünde, 'kozmik odadan, kozmik patates çıktı' şeklinde olayı karikatürize etmeye çalışıyor. Bir deneyimli siyasetçinin yapabileceği en büyük hatayı yapıyor. Mesela, Sayın Baykal'ı hemen bulun, kendisine sorun deyin ki, '8 tane kaleşnikof mermisi gönderilmiş, şu kadarı savcıya, şu kadarı hakime, Sayın Baykal, bu konuda ne düşünüyorsunuz?' Eminim size çizgisi düzgün bir siyasetçi ise yanlış olduğunu bile bile söylemesi lazım; kozmik odadan kozmik patates çıkıyorsa 'bunlar da aslında mermi falan değildir, bunlar aslında çikolatadır mermi şekline sokulmuştur, yeni yıl hediyesi olarak savcı ve hakime gönderilmiştir' bunu söylemesi gerekir. O da olayı vahim görüyorsa bizim çizgimize gelmiş demektir.''

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'na da aynı sorunun yöneltilmesini isteyen Arınç, şöyle devam etti:
  ''Sayın Kılıçdaroğlu'na bunun bir mizah konusu olup olmadığını sorun. Bir kargo vasıtasıyla savcı ve hakime gönderildiği iddia edilen ve gerçek mermi olarak çıkan bunun ne anlama geldiğini herhalde söyleyecektir. Utanıyorum ve üzülüyorum. Böyle bir konuda Ergenekon iddiasıyla açılmış bir dava için iki senedir işi sulandırmak, boyutlarını küçültmek için çaba sarfeden bu siyasetçiler, şimdi şahsımla ilgili olduğu söylenen ama bağlantıları itibariyle belki başka olayların habercisi olacak konu üzerinde yine aynı görevi yapmaya çalışıyorlar. Bir siyasetçi kozmik odadan kozmik patates çıktı der mi? Milleti güldürdüğünü zannediyor. Emin olun 70 milyon Sayın Baykal'a gülüyor. Böyle bir olayın enine boyuna tartışılması gerekirken, yargı olaya el koymuşken, savcı ve hakime mermi gönderildiği iddiası gündemde iken, nasıl olur da Türkiye'de siyaset yapan bir insan bunlardan uzak kalabilir, herkesi gözleri kör, görmeyen insan zannedebilir? Lütfen beni buldunuz ben her zaman içinizdeyim ama Sayın Baykal'a 3-4 gün geçmeden bu soruyu sorun lütfen.''

ERKEN SEÇİM İDDİALARI
''Devlet Bahçeli, dün grup toplantısında erken seçimin olabileceğini söyledi 2010 yılında. AK Parti'nin gündeminde var mı?'' sorusuna, ''Hayır öyle söylemedi. 'Sayın Bahçeli, milletin iradesine müracaat etmenin zamanı geliyor' şeklinde bir cümle söyledi'' yanıtını verdi. 

Bahçeli'yi her zaman dikkatle takip ettiğini ve çok saygı duyduğu bir siyasetçi olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti: ''(Açıkça erken seçim olmalıdır ve tarihi de şu) dese ona bir cevap veririm. Çünkü 2002 seçimlerinde Temmuz ayında Sayın Bahçeli, 'Kasım ayında seçim olmalıdır' demiş ve ortaklarını ikna etmişti. Şimdi biraz kısık ve hafif sesle artık, 'millet iradesine müracaat etmenin zamanı geliyor' şeklinde çok zarif bir cümle kullandı. Seçim, dün Sayın Başbakan grup konuşmasında bu konuda fevkalade açıklayıcı bir bilgiler verdi. Sayın Bahçeli'nin de Sayın Baykal'ın da bu konuşmayı takip ettiğini düşünüyorum.''

HABERVAKTİM.COM-AA
 
2010-01-06 16:42:07
 


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

[anadoluhaber:37187] HSYK'nın kirli '33' planı - Ali Karahasanoğlu - Vakit

Posted: 06 Jan 2010 10:51 AM PST

 
Ali Karahasanoğlu - Vakit
akarahasanoglu@vakit.com.tr
2010-01-06

HSYK’nın planı, kafadengi üye seçmek!
 
Kartel gazeteleri, derinlerden uçurulduğu belli olan bir haberi, utana sıkıla sayfalarına yerleştirmiş.
Konu ne imiş?
HSYK ile Adalet Bakanlığı arasındaki anlaşmazlık yüzünden, hem hakim ve savcıların güz kararnamesi açıklanamamış, hem de Yargıtay’daki 33 boş üye kadrosu doldurulamamış!
Haberlerin altına, büyük bir itina ile, şu ifade de eklenmiş: “HSYK’daki kriz, hem üye sayısı azlığından dolayı heyet kurmakta zorlanan Yargıtay’ı, hem de atama bekleyen yüzlerce hâkim ve savcının dosyaları beklemeye almasından dolayı adli yargıyı çalışamaz hale getirdi.”
Sevsinler sizin haber ahlakınızı!
Niye mi böyle söylüyorum..
Anlatayım.
Bu haberin yayınlanma tarihi: 5.1.2010..
İnsanın gazeteci olmasına gerek yok.. Mahkemelerle ufacık bir işi olanlar bile bilir ki, adliyelerde yılbaşından sonra, hemen hemen ilk iki hafta pek duruşma olmaz.
Mahkemeler şöyle bir geçmiş yıl hesabı yaparlar..
Kaç dosya gelmiş, kaç dosyada karar çıkmış, kaç dosya devretmiş.
Yeni sistemde, UYAP sayesinde tüm bunlar, birkaç tuşa basmakla çözümleniyor ama..
UYAP’ın tam anlamıyla kullanılamaması sebebi ile, yine eski klasik usulle yapıyor, birçok mahkeme bu işi..
Öyle ise?
Öyle ise, güz kararnamesi açıklansa da, açıklanmasa da, bu hafta mahkemelerde yapılacak bir duruşma zaten yoktu..
Öyle ise, ne olmuş ki, “adli yargı çalışamaz hale geldi” yorumu yapılıyor?
Adliyede işleyişin aksadığını gösterecek elinizde hangi gösterge var ki, karteldeki birden fazla gazetemiz, aynı ifadelerle, bu yöndeki haberi aynı kelimelerle haber yapmışlar?
Eee, HSYK’daki abilerine yaranacaklar.
HSYK’daki abilerinin de bütün hesapları, HSYK ile ilgili mevzuat değişmeden, Yargıtay’a, kafadengi birkaç adam daha göndermek..
Ama sadece eleştirmeyelim.. Çözüm de sunalım...
Madem Yargıtay’da, üye eksikliği sebebi ile işlerin yavaşladığından şikayetçisiniz..
O zaman size bir çağrıda bulunalım..
Sadece HSYK’nın, yüksek mahkemelerden gelen üyelerine değil.
AdaletBakanı ve müsteşarına da çağrıda bulunalım.
İhtilafı uzatmanıza gerek yok.. Aranızda tartışmanıza gerek yok.
Ne yapın?
Yargıtay’a seçilmenin objektif şartlarını taşıyan herkesin isimlerini yazın kağıtlara, atın bir torbaya.. Kur’a ile belirleyin “Yargıtay üyeleri”ni..
Ne o?
“Olur mu öyle şey” diye itiraz mı ediyorsunuz?
Niye itiraz ediyorsunuz ki? Biz sizin, kendi ideolojik kafanızdaki şablona göre belirleyeceğiniz Yargıtay üyelerine mahkûm muyuz?
Yoksa sizin listeniz hazır, toplantı, görüşme falan hepsi hikaye.. Sadece oylamayı mı bekliyorsunuz?
Çekmecenizdeki listede, YARSAVBaşkanı Emine Ülker hanımın ismi mi geçiyor, yeni Yargıtay üyeleri arasında? Yoksa, Osman Kaçmaz’ı Yargıtay üyesi yapıp, arkasından “Biz artık onu ihraç edemeyiz. Dosyasının Yargıtay’a gönderilmesine” mi diyeceksiniz?
Kimbilir belki de, YARSAVeski Başkanı Faruk Eminağaoğlu’nu Yargıtay üyeliğine terfi ettirmek istiyorsunuzdur..
Belki de, bunların hepsini birden, tek seçimde Yargıtay üyesi yapacaksınızdır..
Fazla niyet okuyuculuğu mu yaptım?.
Hayır..
Birebir bu isimler olmasa da, seçileceklerin, bunlar kadar ideolojik yaklaşım sahibi üyeler olacağından benim hiç kuşkum yok..
“Hayır, haksızlık ediyorsunuz” diyen varsa, buyursun cevap versin, “Niçin HSYK’daki 7 kişi, hiçbir gerekçe göstermeden, mantıklı izahat yapmadan, sadece takdir hakkı diyerek, yüzlerce adayın içinden, 33 kişiyi seçip, o 33 kişiye, bugünkü konumlarından çok daha fazla imkânları bahşedecekler?”
HSYK; bu yetkiyi, kanundan alıyor olabilir.
Ama izah etsinler, “vicdanî açıdan, böyle bir yetkiye nasıl sahip olabilirler?”
Kendileri 7 kişi ile (hatta malûm 5 kişi ile) “takdir hakkını kullanarak Yargıtay üyesi seçiyorlar” da, aynı takdir hakkını, 550 kişilik TBMM’ye niye tanımıyorlar?


--
Dr. Tarık Ziya

Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon

Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.