Çıkmaz Sokak, bugüne dair meselelerimizin; düşünce, tarih, iktisat, sinema, kültür, reklamcılık gibi geniş alanlar üzerinden, modern dünyada ‘büyük resmi görmenin’ tahlilini içeriyor. Büyük Doğu-İBDA külliyatının izinde Necip Fazıl’ın “Destan” şiiri ile okuru selamlayan yazar Bilgehan Eren, Çıkmaz Sokak kitabı ile âdeta bu şiirin şerhini yapıyor.
Bilgehan Eren Genç dergisi yazarı, Aylık dergisi yayın kurulu üyesi, Akademya dergisi yayın danışmanı, Baran dergisi yazarı… Kendisini özellikle Genç dergisi’nde Necip Fazıl çizgisinde yazdığı yazılardan tanıyoruz. Özellikle iktisat tarihini merkeze alan kitap, Magna Carta’dan günümüze kapitalist sistemin inşasının ve nasıl gelişim gösterdiğinin hal-i pür melalini, genel bir değerlendirmesini içeriyor.
FARK EDEREK YAŞAMAK
Yaşadığımız dünyada farkında olmamak insanı öldürüyor. Muhammed Ali’nin deyimiyle “Boksörü yere seren en sert yumruk değil, gelişini göremediği yumruktur.” Gelişini gördüğümüz yumrukları (gardımızı alarak) yiyoruz ya da onlardan kaçabiliyoruz, belki de gelişini gördüğümüz yumruklara karşı bu yüzden dayanıklıyız. Ya gelişini fark edemediğimiz, önceden hesap edemediğimiz yumrukları ne yapacağız? İşte bu yumruklar bizi her an tuş edebilir.
Müslümanlar olarak yaşadığımız dünyaya dair bakış açımız, “gelişini göremediğimiz yumruklar” mesabesinde. Yaşadığımız dünyanın dilini, kültürünü, üretim-tüketim kalıplarını, kabaca iktisadi hayatın hayatımıza yayılan tüm alanlarını fark ederek yaşayamayışımız… Fark ederek yaşayabilme durumumuz olmadığı için de buna karşı bir refleks geliştirme gereksinimi hissetmeyişimiz… Oysa insanlar gereksinim duydukları şeyi görme eğilimindedirler. Öncelikle böyle bir duygu ve düşünce oluşmalı içimizde. İşte böyle bir gereksinime bizi hazırlayan bir kitap, Çıkmaz Sokak. Müslümanın yaşadığı dünyaya dair farkındalık getiren, onu anlamlandıran, yaşadığını anlamaya çağıran bir çalışma. Bunu anlatırken de iliklerimize kadar yaşadığımız kapitalizm gerçeğini bize akıcı ve anlaşılır bir üslupla anlatıyor. Popüler tarih kitapları gibi boşa konuşmadığı gibi iktisadi hesaplamalar içine girerek de okuyucuyu sıkmıyor.
YAŞADIĞI DÜNYAYA MERAKLI HERKESİN OKUMASI GEREKEN BİR KİTAP
Bilgehan Eren, kitapta sömürgecilik ile beslenen devrimleri, beynelmilel Yahudiliği, ölüm saçan kiliseyive keşifleri, global sömürüyü, kravatlı tetikçileri, modern çağın kılavuzları olan moda, marka ve borsayı, yeni dünya düzeninin insanlığın yüreğine ve zihnine geçirmiş olduğu zincirleri, bunun üretim, tüketim ve piyasa düzeni ile kurmuş olduğu sömürüyü ince bir titizlikle işliyor. Bu mânada kitabın en değerli yanının okuyucuya, madalyonun öteki yüzünü gösterme çabası olduğunu söyleyebiliriz.
Başka bir şekilde tarif edecek olursak, ‘Çıkmaz Sokak’, Batı’da düşüncenin hangi değirmende öğütüldüğünü, öğütülen unun hangi tarlada ve kim tarafından yetiştirildiğini, bu unun sahibinin kim olduğunu ve insanlara bu unu nasıl yedirdiğini bir bir cevaplandırıyor. Cevaplara giden yolda yazarın geniş bir kaynak havuzundan beslendiğini, alıntılarla örülü yorumlarla bugüne ait dertlerimizin peşinden bizleri “gerçeklerle yüzleşmeye” götürdüğünü hemen fark ediyorsunuz. Bu anlamda yaşadığı dünyaya meraklı herkesin, kitapta mutlaka kendisinden bir şeyler bulabileceğini, kendisine ait yeni sorular keşfedebileceğini, bunların cevapları için kendisine yeni yollar bulabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Global İktisadi Krizin Sıradışı Kültürel Tahlili” alt başlığını taşıyan kitap, yalnızca dünyada son yaşanan iktisadi krizin neden ve sonuçlarını anlatmıyor. Son krize değinmekle birlikte, meselenin iktisadi olduğu kadar tarihi ve fikri yönünü irdeleyerek dertlerimizin ana kaynağını sorguluyor. Ayrıca, piyasadaki iktisat tarihi, teorisi veya teknik analizlerinden öte tarihsel bağlantıları kurarak, kapitalist ekonomik sistemin izini sürüyor. Bu yönüyle meseleyi mercek altına almaya çalışması, onu diğer akademik ve popüler kitaplardan farklı kılıyor.
DÜNYADA ‘PARANIN GÜCÜ’ SÖZ SAHİBİ
‘Modern çağ’ı anlatmak, ‘paranın gücü’nü anlamaktan geçiyor. Bu gücü anlayabilmek amacıyla yazar, bizi Batı’da çekilen filmin başına götürüyor. Magna Carta ile dünyada ‘paranın gücü’nün söz sahibi olduğunu ve bugün “anayasa”, “hukukun üstünlüğü” diye bağırarak ifade edilen Batı menşeli düşüncelerin siyasi hâkimiyet için -halka değil- lordlara verilen bir ayrıcalık olarak kullanıldığını vurguluyor. Yani bir anlamda demokrasinin ve kapitalizmin anasının Magna Carta olduğunu söylüyor. Tıpkı bugün kapitalist devletlerde finans baronlarının, holdinglerin hükümetlere karşı çeşitli araçlar kullanarak tesir etmesi, yönlendirmeye çalışması gibi…
Kitabın devamında, Batı’nın Ortaçağ ve sonrasında sömürgecilik ile Avrupa’da yaşanan Rönesans, Reform ve Aydınlanma devrimleri irdeleniyor. Bu devrimler sonrasında aklın tek kılavuz kabul edilmesi ile artık insanlardan düşünen, eleştiren, soran, yargılayan ve kendi fikirlerini özgürce ortaya koyan varlıklar olması gerektiği fikrinin nasıl yerleştirilmeye çalışıldığı açıklanıyor. Batı medeniyetinin ana yakıtının “bireysellik üzerine yükselen refah” anlayışı olduğu vurgulanıyor.
KAPİTALİZMDE SUYUN AKTIĞI YOL HEP YAHUDİLERE ÇIKIYOR
Kitapta aynı zamanda Halkın büyük bir kesiminin yoksul olduğu Rönesans döneminde, sanatı ve bilimi finanse eden dönme Yahudi ‘Medici’ ailesinin, birçok sanatçıyı destekleyerek Avrupa’nın fikir ve sanat merkezi haline gelmesini nasıl sağladığı; günümüzün “medya-banka-siyaset” şeytan üçgenini daha o yıllarda bu aileler tarafından nasıl kurgulandığı ve uygulamaya koyulduğu ve yüzyıllar içinde bunun kendince nasıl bir model teşkil ettiğinin altı çiziliyor.
Ortaçağ’daki Medici’ler gibi Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan ve II. Dünya Savaşı’na kadar tüm savaşlarda hep kazanan taraf olan Yahudi Rothschild ailesinin de bugün dünya siyasetini etkileyen en büyük güç olduğu para-Yahudi bağlantısı üzerinden anlatılıyor. Yahudilerin ‘para’ ilişkisi üzerinden “yeni dünya düzeni”ni nasıl kurduklarına kitabın birçok yerinde değinen yazar, tefecilikten bankacılığa, borsadan faizle borç vermeye bugün dünyada iktisatla ilişkilendirebileceğimiz bütün kapitalist finans kaynağını Yahudilerin üretip, geliştirip, yönlendirdiğini vurguluyor. Kapitalizmde suyun aktığı yol, nedense hep Yahudilere çıkıyor.
DÜNYA BİR İNKILAP BEKLİYOR
‘Çıkmaz Sokak’tan çıkışımız peki nasıl olacak? Yazar, kitabın başından sonuna meselenin ‘nasıl’ını ve ‘niçin’ini bize izah etmeye çalışırken Büyük Doğu-İbda külliyatının izinde “ruhçu iktisat”la bu sistem karşısında “Ne yapmalıyız?” sorusuna cevap arıyor.
Kendi medeniyet sisteminden beslenen “ruhçu iktisat”la; Batı’nın yakaladığı ışığı, aşkı, şevki, kendi tarih ve değerlerimiz içinde yakalayabileceğimizi, dünyada bugünkü ruhi, fikri, siyasi çöküşü bütün sebep ve sonuçlarıyla tartarak, tarayarak, anlayarak kendimizi bulabileceğimizi, kendi nefis muhasebemizi dibine kadar yapmış, bütün zaaf ve kuvvetlerimizi tespit etmiş olarak, yepyeni bir ruh ve nizam yekpareliği içinde yeniden doğabileceğimizi söylüyor. Yazar, aydınların temel alması gereken zeminin bunlar olduğunu, bunun da ideolocya sistemi temelinde gerçekleştirilebilecek bir şey olduğunu ifade ediyor.
RUHÇU İKTİSADIN ESASLARI
Çıkmaz sokaktan çıkışın ana durakları belirtilerek sona eren kitap, “Kurtuluşumuz nerede?” diyenlere, manifesto niteliğinde “ruhçu iktisadın esasları” ile cevap veriyor. Daha okunabilir olması amacıyla maddeler halinde şöyle sıralamaya çalıştım:
- Ruhçu iktisat anlayışı, insanı, iktisadi faaliyet gayesine göre değil, iktisadi gayeyi insana göre açıklar. Yani merkezde her daim insan vardır. Zira insan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir ve “Biz insanı eşya ve hâdisleri zapt ve teshir etmesi için yarattık.” düsturunun aslî ve asil muhatabıdır.
- İş ve cemiyet şuuru, ruhçu iktisadın baş davasıdır.
- Dünyayı imar, hakikatte dünyayı gaye sananların değil, vasıta kabul edenlerin, ruhçu iktisadın hak ve vazifesidir. Dengelerin dengesi olan “hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahirete memur olma” mükellefiyeti, bize bu noktada kılavuzluk eder.
- Ruhçu iktisatta, dünya odur ki mümin onu zabt edecek, ona hâkim olacak fakat onun esaretine düşmeyecektir; biz her şeye mâlik olduktan sonra hiçbir şeyin bize mâlik olmaması davası, ruhçu iktisadın aslî şiarıdır.
- Ruhçu iktisat davası, “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” gibi bir safsatayı kabul etmez. ‘Kutsal’ kelimesi uhrevi bir mânâya işaret eder ki seküler telakkide uhrevi kavramlara zaten yer yoktur. O hâlde helâl ve haram sınırının, bir daha birbirine karışmamak üzere, operatör neşteriyle çizilmesi zaruridir.
- Cemiyet hakkını fertten tahsil eden zekâtın farz oluşu, çağımızın iktisadî buhranının biricik ilâcıdır.
- Yerli yerine oturtulduktan sonra “vakıf”, ruhçu iktisadın aksiyon uzuvlarından birisidir.
- Bitişiğindeki evde aç varken sofrasına kurulabilmiş insanı kendinden saymayan, cömertlik ve yardım lehvalarıyla dolu ruhçu iktisat, fertlerin harcayabildiği kadar değil, “yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” hikmeti dâhilinde, ihtiyacı kadar tüketmesini ikaz eder. Tutumlu olmanın bereket, israfın da milli felaket olduğu asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
- Mefkûreci ahlâkına sahib olunmadan, ruhçu iktisat davasının ocaklaşması mümkün değildir. Zira, mefkureci ahlâkında hiçbir nefs kaygısına yer yoktur!
- Ve asıl ihtiyacımız, belli sahalarda dinin hikmetlerini en doğru anlayışla topluma verecek ve insanlara yaşanmaya değer hayatı bildirecek fikirlere ihtiyaç vardır. Bu da mihraksız çocuk uçurtması fikirler gevelemekle olacak iş değil, bir “ruh-anlayış-sistem”le, böyle bir sisteme nisbetle yapılması gereken bir iş…
Kaynak: Dünyabizim
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.