Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükumeti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakatı Yunanistan başta olmak üzere çok sayıda ülkeyi ayağa kaldırdı. Peki bu mutabakat neden bu kadar önemli? İşte detaylar...
Türkiye-Libya Akdeniz Antlaşması diplomatik anlamda önemli bir kazanım olarak değerlendirdiğimiz bir mutabakat. Uluslararası hukuk anlamında ülkemizin elini güçlendirecek bu antlaşmanın orijinal ismi “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükumeti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat”tır. Peki bu metin neden bu kadar kıymetli? Bunu anlamak için uluslararası hukuka dair bazı kavramları bilmek gerekiyor. Teknik ve hukuki yönü ağır basan bu metnin anlaşılması ve konuşulması için bu gerekli.
Bu mutabakatın gerekçesi
Kıta sahanlığı, bir devletin, kara sularının aşan fakat kıyıya bitişik sualtı alanlarının kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen haklara sahip olduğu alandır. Akdeniz’de bu konuda Yunanistan ile sorunlar yaşamamızın sebebi de burada yatıyor. İki ülkenin kıta sahanlığı mesafesi içiçe girecek kadar yakın. Ülkemiz, Doğu Akdeniz’de ilk kez 2004 yılında BM’ye kıta sahanlığına dair pozisyon bildirdi. Kıta sahanlığımızın buradaki adaların karasularına kadar uzandığı belirtildi.
Peki karasuları ne demektir? Kara suları ise bir devletin dış sınırından itibaren açık denize doğru, kendi milli mevzuatına dayanarak ve milletlerarası hukukun kabul ettiği genişlikteki deniz alanıdır. Bu alanların özelliği şudur ki bu alanlar ülkelerin sınırı içinde kabul edilir.
Yunanistan ile yaşanan bu sorun devam ederken, Akdeniz’in doğusunda bulunan Libya ile denizden bir hat oluşturmak ve Türkiye’nin deniz sınırlarının netleşmesi adına tarihi bir durumdur. Bu mutabakat ile Türkiye, Doğu Akdeniz’de “yetki alanları ile ilgili hukuki ve siyasi pozisyonunu güçlendirmiştir”.Libya açısından da durum aynıdır. Zira Yunanistan’ın sadece ülkemizin değil, Girit adasının güneyinde verdiği arama ruhsatları ile Libya’nın da deniz egemenliğine tecavüz etmektedir. Her iki devlet de Yunanistan ve GKRY’nin mütecaviz tavrı karşısında böyle bir hukuki zemine yönelmiş oldular.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)
Kıyı devletinin kara sularından başlayarak 200 mil genişlikteki deniz alanına MEB denmektedir. Bu bölge, münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan bir deniz alanıdır ve ülkelere bu alanda ticari faaliyet ve yer altı kaynakları için arama yapma yetkisi tanınır. MEB özel hukuki rejimdir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde şartları düzenlenen bu durum (bkz.m55-60) kıyı devletinin hak ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestliklerini ele almaktadır. Son dönemde basına yansıyan doğal gaz ve petrol aramalarının yapıldığı, arama gemilerinin çalıştığı, ruhsatların verildiği, uluslararası firmaların tarama yaptığı yerler bu alanlardır.
Mutabakatın maddeleri
Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’na bağlılıklarını vurgulamışlardır. Kıta sahanlıklarını ve MEB alanlarını belirlemişlerdir. Mutabakat, birçok denizcilik kavramı içermektedir. Toplam 7 maddeden müteşekkil mutabakattan doğan uyuşmazlıkların Birleşmiş Milletler Şartının 33 maddesi uyarınca çözüleceğini kayıtlamaktadır. Taraflardan birinin MEB alanında başlayıp, diğerinin MEB alanına uzanan bir doğal kaynağın olması halinde, bu kaynağım işletilmesi için (çözümleyici) “işbirliği/ortaklık” yapılacağı düzenlenmiştir. Bu madde, iki ülkenin kaynakları kullanım noktasında önemli bir mesafe alacağının göstergesidir. Yine tarafların bir başka devlet ile de MEB alanı belirlemek için görüşmelere başlaması halinde, birbirlerine bilgi verip, müzakerelerde bulunması sağlanacaktır. Bu da siyasi olarak da birlikte hareket edilmesinin hukuki zemini olarak ifade edilebilir. Sözleşmenin ekinde konuya ilişkin koordinat ve haritalar bulunmakta ve alanlar net biçimde belirtilmektedir.
Türkiye-Libya Akdeniz Antlaşması diplomatik anlamda önemli bir kazanım olarak değerlendirdiğimiz bir mutabakat. Uluslararası hukuk anlamında ülkemizin elini güçlendirecek bu antlaşmanın orijinal ismi “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükumeti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat”tır. Peki bu metin neden bu kadar kıymetli? Bunu anlamak için uluslararası hukuka dair bazı kavramları bilmek gerekiyor. Teknik ve hukuki yönü ağır basan bu metnin anlaşılması ve konuşulması için bu gerekli.
Bu mutabakatın gerekçesi
Kıta sahanlığı, bir devletin, kara sularının aşan fakat kıyıya bitişik sualtı alanlarının kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen haklara sahip olduğu alandır. Akdeniz’de bu konuda Yunanistan ile sorunlar yaşamamızın sebebi de burada yatıyor. İki ülkenin kıta sahanlığı mesafesi içiçe girecek kadar yakın. Ülkemiz, Doğu Akdeniz’de ilk kez 2004 yılında BM’ye kıta sahanlığına dair pozisyon bildirdi. Kıta sahanlığımızın buradaki adaların karasularına kadar uzandığı belirtildi.
Peki karasuları ne demektir? Kara suları ise bir devletin dış sınırından itibaren açık denize doğru, kendi milli mevzuatına dayanarak ve milletlerarası hukukun kabul ettiği genişlikteki deniz alanıdır. Bu alanların özelliği şudur ki bu alanlar ülkelerin sınırı içinde kabul edilir.
Yunanistan ile yaşanan bu sorun devam ederken, Akdeniz’in doğusunda bulunan Libya ile denizden bir hat oluşturmak ve Türkiye’nin deniz sınırlarının netleşmesi adına tarihi bir durumdur. Bu mutabakat ile Türkiye, Doğu Akdeniz’de “yetki alanları ile ilgili hukuki ve siyasi pozisyonunu güçlendirmiştir”.Libya açısından da durum aynıdır. Zira Yunanistan’ın sadece ülkemizin değil, Girit adasının güneyinde verdiği arama ruhsatları ile Libya’nın da deniz egemenliğine tecavüz etmektedir. Her iki devlet de Yunanistan ve GKRY’nin mütecaviz tavrı karşısında böyle bir hukuki zemine yönelmiş oldular.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)
Kıyı devletinin kara sularından başlayarak 200 mil genişlikteki deniz alanına MEB denmektedir. Bu bölge, münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan bir deniz alanıdır ve ülkelere bu alanda ticari faaliyet ve yer altı kaynakları için arama yapma yetkisi tanınır. MEB özel hukuki rejimdir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde şartları düzenlenen bu durum (bkz.m55-60) kıyı devletinin hak ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestliklerini ele almaktadır. Son dönemde basına yansıyan doğal gaz ve petrol aramalarının yapıldığı, arama gemilerinin çalıştığı, ruhsatların verildiği, uluslararası firmaların tarama yaptığı yerler bu alanlardır.
Mutabakatın maddeleri
Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’na bağlılıklarını vurgulamışlardır. Kıta sahanlıklarını ve MEB alanlarını belirlemişlerdir. Mutabakat, birçok denizcilik kavramı içermektedir. Toplam 7 maddeden müteşekkil mutabakattan doğan uyuşmazlıkların Birleşmiş Milletler Şartının 33 maddesi uyarınca çözüleceğini kayıtlamaktadır. Taraflardan birinin MEB alanında başlayıp, diğerinin MEB alanına uzanan bir doğal kaynağın olması halinde, bu kaynağım işletilmesi için (çözümleyici) “işbirliği/ortaklık” yapılacağı düzenlenmiştir. Bu madde, iki ülkenin kaynakları kullanım noktasında önemli bir mesafe alacağının göstergesidir. Yine tarafların bir başka devlet ile de MEB alanı belirlemek için görüşmelere başlaması halinde, birbirlerine bilgi verip, müzakerelerde bulunması sağlanacaktır. Bu da siyasi olarak da birlikte hareket edilmesinin hukuki zemini olarak ifade edilebilir. Sözleşmenin ekinde konuya ilişkin koordinat ve haritalar bulunmakta ve alanlar net biçimde belirtilmektedir.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.