Nevzat Laleli
Yuvamız yazı
www.yuvamiz.net nlaleli@mynet.com
Asr-ı Saadette evlenme işleri ve işlemleri kolay bir şekilde yürütülmekte, evlenmek isteyen bir adayın önüne her hangi bir formalite konulmazdı. Evlenme talebi damat tarafından gelebildiği gibi gelin adayı tarafından da gelebilirdi.
Evlenmede damat, geline “mehir-mihir” adında mal veya para verir, bunun bir kısmını hemen bir kısmını ise daha sonra ödeyebilirdi. Kocanın ölmesi veya ayrılması halinde eşin kimseye muhtaç olmadan ve yeniden evleninceye kadar bu maddi varlıkla hayatını sürdürebilirdi.
Evin yiyecek, giyecek ve diğer giderlerini karşılama görevi kocaya aitti. Hanım ev işleri ile meşgul olur, engin merhametiyle çocukları yetiştirerek onları hayatın zorluklarına hazırlardı. Hanımlar, zamanımızda olduğu gibi hem evde kocasına ve çocuklarına hizmet ederek, hem de dışarıda erkek gibi çalışıp para kazanmak ve alış veriş yaparak aynı zamanda kocalık-karılık gibi iki görev birden yüklenmez ve bir takım yabancı erkeklerle de iş maksadıyla da olsa ilişki kurması ve onların bakışlarına muhatap olması istenmezdi.
ASR-I SAADETTE EVLENME
Asr-ı Saadette ele alacağımız ilk evlenme hiç şüphesiz Hazreti Muhammed (s.a.v) ile Hazreti Hatice’nin evlenmesidir. Hz. Muhammed bir dönem Hazreti Hatice’nin ticaret kervanını yönetmiş, bu çalışmasında ahlâkı, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve ağır başlılığı ile büyük takdir toplamıştı. Hz. Hatice, bir yakını hanımla Hz. Muhammed’din evlenme isteğinin olup olmadığını, olursa güzel, zengin ve asil bir ailenin kızıyla evlenip evlenemeyeceğini sordurdu. Hz. Muhammed, “Böyle bir şey mümkün müdür” demesi üzerine, kendisinin buna yardımcı olabileceğini ifade etti. O esnada Hz. Hatice’nin 40 yaşlarında ve dul bir hanım olmasına mukabil Hz. Muhammed 25 yaşında ve bekârdı.
Hz. Hatice validemizin vefatından sonra Peygamberimiz onun için; “Ondan daha hayırlı kadın görmedim. Herkes beni tekzip ederken (yalanlarken) o beni tasdik ediyordu” demiştir.
Sevde validemiz; yatalak olan ilk kocası ile birlikteyken, gördüğü bir rüyayı kocasına anlatması üzerine; “Hanımım. Benden sonra benden daha hayırlı biriyle evleneceksin” demişti. Eski kocanın ölümünden ve belli bir süre “İddet” bekleyen Sevde validemizin Rüyası gerçekleşti v e Peygamberimizin eşi, bizlerin validesi oldu.
Onlar ölümün hak olduğunu biliyorlardı ama kocası ölen bir kadının da hayatının kalanını yalnız geçirmez, yeniden bir erkeğin nikâhı altında girerek hayatını sürdürürdü.
Asr-ı Saadette evlenmede görülen bir kolaylık da; bekâr, boşanmış veya dulların evlenebilmesi için önce kendisi, daha sonra çevresindeki akraba, arkadaş ve dostları elbirliği yaparak onun evlenmesini sağlamaları idi. Kocası ölen veya kocasından boşanarak dul kalan bekar bir hanımın çevresindeki yabancı erkeklerin bakışlarına maruz kalması ve hayatın bütün yükünü yıllarca zayıf omuzlarında taşıması istenmezdi. Asr-ı Saadet toplumu evleneceği insanın bekâr, dul veya boşanmış olduğuna bakmaz, onun insanlığına ve ahlakına bakardı.
İnsanların evlenmeleri ve boşanmaları büyük formaliteler gerektirmez, bunlar kolay ve seri bir şekilde yapılırdı. Bir kadının nikahı kimin üzerineyse boşamaya yetkili şahıs da o olurdu. Şu kadar ki, boşanma toplumun inançları açısından hoş karşılanmazdı. Asr-ı Saadette evlilikler devamlılık arzeder, boşanmalar ise çok az görülürdü. Peygamberimizin, “bir talak (boşanma) olursa arş titrer” buyruğu evlilik hayatı boyunca eşler tarafından devamlı olarak gözetilirdi
KADININ HAKKI
Bir gün bir kadın, Allah Resulünün ve bazı sahabelerin bulunduğu bir topluma geldi ve; “Ya Resulaallah. Ben nefsimi sana hibe ediyor ve mihirsiz olarak eşiniz olmak istiyorum” dedi. Bu sözünden sonra da uzun müddet ayakta bekledi. Peygamberimiz cevap vermeyince, oradaki mü’minlerden biri; “Ya, Resulallah. Bu kadını siz nikâhlamıyorsanız onu benimle evlendirin.” dedi. Peygamberimiz o şahsa, “Yanında mihir olarak verecek bir şeyin var mı” diye sordu. Adam; “Hiçbir şeyim yok. Ya Resulallah” diye cevap verdi. Allah Resulü; “Kur’an dan ezber bildiğin sureler var mı?” Adam da; “ Evet var, ya Resulallah. Şu şu sureleri bilirim” diye cevap verdi. Peygamberimiz de ona; “Ezber bildiğin sureleri ona öğretmen karşılığında bu kadını sana nikâhladım.” dedi. (Buhari 13. baskı 11/292–1803)
Bir hanım düşünün, birçok kişinin bulunduğu bir ortamda, gözüne kestirdiği bir erkeğe bir ciddiyet içerisinde seninle evlenmek istiyorum desin(!) Uzun müddet ayakta cevap beklesin. Kendisine, eşi olmak istediği bir insan değil de maddi hiçbir varlığı bulunmayan bir adam talip olsun. Hem de. Mihir kadının hakkıyken, Kur’an dan sure öğretmek kadının mihri olsun.
Asr-ı Saadette her hangi bir kadının sahip olduğu “kadın hakkı”nı görüyor musunuz? Peygamberimizin de içinde bulunduğu 5–10 kişilik bir guruptan bir kişi çıkarak; “ Dur be kadın. Burası böyle taleplerin yapılacağı yer değil. Çık dışarı.” veya “ Behey kadın. Bu sözleri böyle mümtaz bir toplulukta söylemeye utanmıyor musun? diyerek onu kapı dışarı etmiyor.
Kadındaki medeni cesareti takdir ediyor musunuz? Bugün yeryüzünde kendini medeni sayan hangi ülkede bir kadın bu ciddiyet içerisinde ve bu cesarette, evlenme gibi mahrem bir konuyu birçok kişinin ortasında açıkça isteyebilsin. Ve isteğinin yerine gelebilmesi için uzunca bir zaman ayakta beklesin. Yılışmasın ya da utanıp sıkılmasın. Eşi olmak istediği insan değil de, cebinde beş parası bulunmayan ve mihir olarak hiçbir şey veremeyen gayet fakir bir başka adamın kendine talip olmasına rıza göstersin.
NİKÂHIN ÖNEMİ
Doğumlarda kız çocuklarının erkek çocuklarından daha çok doğmaları ve harplerde erkeklerin daha çok ölmeleriyle tarihin her döneminde ve her ülkede, kadın sayısı erkek sayısından fazladır. Toplumlar kendi bireylerinin mutlu olmalarını sağlayacak yasalar çıkarmış, kurallar koymuşlardır. Tek eşle evlenme esasına göre hareket eden ülkelerde, evlenemeyerek açıkta kalan ve fakat en tabii insan hakkı olan, “Bir erkeğin nikâhı altında olmak, cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak, yabancı erkeklerin şehvet ve zevk aracı olmamak, anne olabilmek ve evlat yetiştirmenin hazzını yaşamak gibi…” hakları kendi kadınlarına nasıl sağlamışlar? Asr-ı Saadette, bu türlü sorunların çözümü, durumları uygun olanların bir den fazla evlenmelerine izin ve ruhsat vererek sağlamıştır. Buna “Taddüdü zevcat” denmektedir.
Asr-ı Saadette yasak olan sadece zina değildi. Hüküm; “zinaya yaklaşmayınız” şeklindeydi ve insanları zinaya götürebilecek bütün yollar (gözle bakmak, kulakla işitmek, burunla koklamak, elle tutmak ve ayakla gitmek gibi) kapatılmış, onlar da yasak kapsamına alınmışlardı. Bunun diğer yanında karşı cinsin tahrik olmasına sebep olabilecek her türlü davranışlar da aynı yasak kapsamında bulunmaktaydı.(Açıklık-saçıklık, karşı cinsi tahrik edecek koku, ellerin tutuşması, kulaklara gelen ve insanları tahrik eden sesler, şarkılar gibi.)
Zina; bir erkek ve kadının nikâh yolunun dışında nikâhsız olarak birlikte olmaları ve cinsel ilişkide bulunmaları şeklinde ifade edilmektedir. Bu yasak yolun sosyal bünyemizde sayılamayacak kadar çok tahribatı bulunduğu ilmen ve hukuken de tespit edilmiştir.
Konumuzu Hz. Ömer’in önemli bir sözüyle bağlamak istiyorum. “Bekâr bir genç gördüğümde doğabilecek şer’den dolayı tüylerim ürperir. Ömrümden üç gün kaldığını bilseydim, o üç gün için yine de evlenmek isterdim.”
Gelecek yazı: EVLİLİKTEKİ HİKMETLER
Asr-ı Saadette evlenme işleri ve işlemleri kolay bir şekilde yürütülmekte, evlenmek isteyen bir adayın önüne her hangi bir formalite konulmazdı. Evlenme talebi damat tarafından gelebildiği gibi gelin adayı tarafından da gelebilirdi.
Evlenmede damat, geline “mehir-mihir” adında mal veya para verir, bunun bir kısmını hemen bir kısmını ise daha sonra ödeyebilirdi. Kocanın ölmesi veya ayrılması halinde eşin kimseye muhtaç olmadan ve yeniden evleninceye kadar bu maddi varlıkla hayatını sürdürebilirdi.
Evin yiyecek, giyecek ve diğer giderlerini karşılama görevi kocaya aitti. Hanım ev işleri ile meşgul olur, engin merhametiyle çocukları yetiştirerek onları hayatın zorluklarına hazırlardı. Hanımlar, zamanımızda olduğu gibi hem evde kocasına ve çocuklarına hizmet ederek, hem de dışarıda erkek gibi çalışıp para kazanmak ve alış veriş yaparak aynı zamanda kocalık-karılık gibi iki görev birden yüklenmez ve bir takım yabancı erkeklerle de iş maksadıyla da olsa ilişki kurması ve onların bakışlarına muhatap olması istenmezdi.
ASR-I SAADETTE EVLENME
Asr-ı Saadette ele alacağımız ilk evlenme hiç şüphesiz Hazreti Muhammed (s.a.v) ile Hazreti Hatice’nin evlenmesidir. Hz. Muhammed bir dönem Hazreti Hatice’nin ticaret kervanını yönetmiş, bu çalışmasında ahlâkı, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve ağır başlılığı ile büyük takdir toplamıştı. Hz. Hatice, bir yakını hanımla Hz. Muhammed’din evlenme isteğinin olup olmadığını, olursa güzel, zengin ve asil bir ailenin kızıyla evlenip evlenemeyeceğini sordurdu. Hz. Muhammed, “Böyle bir şey mümkün müdür” demesi üzerine, kendisinin buna yardımcı olabileceğini ifade etti. O esnada Hz. Hatice’nin 40 yaşlarında ve dul bir hanım olmasına mukabil Hz. Muhammed 25 yaşında ve bekârdı.
Hz. Hatice validemizin vefatından sonra Peygamberimiz onun için; “Ondan daha hayırlı kadın görmedim. Herkes beni tekzip ederken (yalanlarken) o beni tasdik ediyordu” demiştir.
Sevde validemiz; yatalak olan ilk kocası ile birlikteyken, gördüğü bir rüyayı kocasına anlatması üzerine; “Hanımım. Benden sonra benden daha hayırlı biriyle evleneceksin” demişti. Eski kocanın ölümünden ve belli bir süre “İddet” bekleyen Sevde validemizin Rüyası gerçekleşti v e Peygamberimizin eşi, bizlerin validesi oldu.
Onlar ölümün hak olduğunu biliyorlardı ama kocası ölen bir kadının da hayatının kalanını yalnız geçirmez, yeniden bir erkeğin nikâhı altında girerek hayatını sürdürürdü.
Asr-ı Saadette evlenmede görülen bir kolaylık da; bekâr, boşanmış veya dulların evlenebilmesi için önce kendisi, daha sonra çevresindeki akraba, arkadaş ve dostları elbirliği yaparak onun evlenmesini sağlamaları idi. Kocası ölen veya kocasından boşanarak dul kalan bekar bir hanımın çevresindeki yabancı erkeklerin bakışlarına maruz kalması ve hayatın bütün yükünü yıllarca zayıf omuzlarında taşıması istenmezdi. Asr-ı Saadet toplumu evleneceği insanın bekâr, dul veya boşanmış olduğuna bakmaz, onun insanlığına ve ahlakına bakardı.
İnsanların evlenmeleri ve boşanmaları büyük formaliteler gerektirmez, bunlar kolay ve seri bir şekilde yapılırdı. Bir kadının nikahı kimin üzerineyse boşamaya yetkili şahıs da o olurdu. Şu kadar ki, boşanma toplumun inançları açısından hoş karşılanmazdı. Asr-ı Saadette evlilikler devamlılık arzeder, boşanmalar ise çok az görülürdü. Peygamberimizin, “bir talak (boşanma) olursa arş titrer” buyruğu evlilik hayatı boyunca eşler tarafından devamlı olarak gözetilirdi
KADININ HAKKI
Bir gün bir kadın, Allah Resulünün ve bazı sahabelerin bulunduğu bir topluma geldi ve; “Ya Resulaallah. Ben nefsimi sana hibe ediyor ve mihirsiz olarak eşiniz olmak istiyorum” dedi. Bu sözünden sonra da uzun müddet ayakta bekledi. Peygamberimiz cevap vermeyince, oradaki mü’minlerden biri; “Ya, Resulallah. Bu kadını siz nikâhlamıyorsanız onu benimle evlendirin.” dedi. Peygamberimiz o şahsa, “Yanında mihir olarak verecek bir şeyin var mı” diye sordu. Adam; “Hiçbir şeyim yok. Ya Resulallah” diye cevap verdi. Allah Resulü; “Kur’an dan ezber bildiğin sureler var mı?” Adam da; “ Evet var, ya Resulallah. Şu şu sureleri bilirim” diye cevap verdi. Peygamberimiz de ona; “Ezber bildiğin sureleri ona öğretmen karşılığında bu kadını sana nikâhladım.” dedi. (Buhari 13. baskı 11/292–1803)
Bir hanım düşünün, birçok kişinin bulunduğu bir ortamda, gözüne kestirdiği bir erkeğe bir ciddiyet içerisinde seninle evlenmek istiyorum desin(!) Uzun müddet ayakta cevap beklesin. Kendisine, eşi olmak istediği bir insan değil de maddi hiçbir varlığı bulunmayan bir adam talip olsun. Hem de. Mihir kadının hakkıyken, Kur’an dan sure öğretmek kadının mihri olsun.
Asr-ı Saadette her hangi bir kadının sahip olduğu “kadın hakkı”nı görüyor musunuz? Peygamberimizin de içinde bulunduğu 5–10 kişilik bir guruptan bir kişi çıkarak; “ Dur be kadın. Burası böyle taleplerin yapılacağı yer değil. Çık dışarı.” veya “ Behey kadın. Bu sözleri böyle mümtaz bir toplulukta söylemeye utanmıyor musun? diyerek onu kapı dışarı etmiyor.
Kadındaki medeni cesareti takdir ediyor musunuz? Bugün yeryüzünde kendini medeni sayan hangi ülkede bir kadın bu ciddiyet içerisinde ve bu cesarette, evlenme gibi mahrem bir konuyu birçok kişinin ortasında açıkça isteyebilsin. Ve isteğinin yerine gelebilmesi için uzunca bir zaman ayakta beklesin. Yılışmasın ya da utanıp sıkılmasın. Eşi olmak istediği insan değil de, cebinde beş parası bulunmayan ve mihir olarak hiçbir şey veremeyen gayet fakir bir başka adamın kendine talip olmasına rıza göstersin.
NİKÂHIN ÖNEMİ
Doğumlarda kız çocuklarının erkek çocuklarından daha çok doğmaları ve harplerde erkeklerin daha çok ölmeleriyle tarihin her döneminde ve her ülkede, kadın sayısı erkek sayısından fazladır. Toplumlar kendi bireylerinin mutlu olmalarını sağlayacak yasalar çıkarmış, kurallar koymuşlardır. Tek eşle evlenme esasına göre hareket eden ülkelerde, evlenemeyerek açıkta kalan ve fakat en tabii insan hakkı olan, “Bir erkeğin nikâhı altında olmak, cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak, yabancı erkeklerin şehvet ve zevk aracı olmamak, anne olabilmek ve evlat yetiştirmenin hazzını yaşamak gibi…” hakları kendi kadınlarına nasıl sağlamışlar? Asr-ı Saadette, bu türlü sorunların çözümü, durumları uygun olanların bir den fazla evlenmelerine izin ve ruhsat vererek sağlamıştır. Buna “Taddüdü zevcat” denmektedir.
Asr-ı Saadette yasak olan sadece zina değildi. Hüküm; “zinaya yaklaşmayınız” şeklindeydi ve insanları zinaya götürebilecek bütün yollar (gözle bakmak, kulakla işitmek, burunla koklamak, elle tutmak ve ayakla gitmek gibi) kapatılmış, onlar da yasak kapsamına alınmışlardı. Bunun diğer yanında karşı cinsin tahrik olmasına sebep olabilecek her türlü davranışlar da aynı yasak kapsamında bulunmaktaydı.(Açıklık-saçıklık, karşı cinsi tahrik edecek koku, ellerin tutuşması, kulaklara gelen ve insanları tahrik eden sesler, şarkılar gibi.)
Zina; bir erkek ve kadının nikâh yolunun dışında nikâhsız olarak birlikte olmaları ve cinsel ilişkide bulunmaları şeklinde ifade edilmektedir. Bu yasak yolun sosyal bünyemizde sayılamayacak kadar çok tahribatı bulunduğu ilmen ve hukuken de tespit edilmiştir.
Konumuzu Hz. Ömer’in önemli bir sözüyle bağlamak istiyorum. “Bekâr bir genç gördüğümde doğabilecek şer’den dolayı tüylerim ürperir. Ömrümden üç gün kaldığını bilseydim, o üç gün için yine de evlenmek isterdim.”
Gelecek yazı: EVLİLİKTEKİ HİKMETLER
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.