(anadoluhaber) AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ'NDE BÜYÜK KIYIM ! KADROLAŞMA HIZ KESMİYOR

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ’NDE BÜYÜK KIYIM ! KADROLAŞMA HIZ KESMİYOR

 

MÜDAFAA-İ HUKUK DERGİSİNDE BU AY GÜL’ÜN AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

 

YENİDEN ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK DERGİSİ

PROF.DR. ÇETİN YETKİN YÖNETİMİNDE YAYINLARINA DEVAM EDİYOR

 

OCAK 2009  123. SAYIDA ÖNE ÇIKANLAR

 

TÜRKİYE'DE NELER OLUYOR, GERÇEKTEN BİLİYOR MUSUNUZ?     TÜRKİYE ÜZERİNE OYNANAN OYUNLARI ÖĞRENMEYE HAZIR OLUN...       YENİDEN ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK'A ABONE OLUN, ÖZGÜR KALIN!..       UNUTMAYIN OKUMAK ÖZGÜRLÜKTÜR!..      E-POSTA ADRESLERİMİZ ŞUBAT 2008 İTABİYLE DEĞİŞECEKTİR !!      YENİ E-POSTA ADRESLERİMİZ: mudafaaihukuk@mudafaaihukuk.com - haydarcakmak@mudafaaihukuk.com            Yayınlanmasını       istediğiniz yazılarınızın e-posta veya bilgisayar disketi ile gönderilmesi gerekmektedir.            ABONELERİN       AÇIK AD VE ADRESİNİ, NE KADAR SÜREYLE ABONE OLDUKLARINI FAKS VEYA POSTA İLE BİLDİRMELERİ GEREKMEKTEDİR!            

Yeniden

Anadolu Ve Rumeli

Müdafaa-i Hukuk

Aylık Kemalist (siyasi) dergi

 

Sahibi ve

Genel Yayın Yönetmeni:

Prof.Dr.Çetin YETKİN

mudafaaihukuk@superonline.com

 

Sorumlu Yazıişleri Müdürü:

Haydar ÇAKMAK

haydarcakmak@mudafaaihukuk.com

 

Yayın Kurulu:

Mehmet BAŞARAN

Dr.Alev COŞKUN

Prof.Dr.Anıl ÇEÇEN

Prof.Dr.Cihan DURA

Vural SAVAŞ

Prof.Dr.Mehmet YALÇIN

Prof.Dr.Tahsin YÜCEL

 

Hukuk danışmanı:

Av.Ayşe EREN

 

Dizgi ve baskı

İpek Matbaası

 (332) 342 63 67

 

Abone ve dağıtım:

Haydar ÇAKMAK

0.532.224 44 59

haydarcakmak@mudafaaihukuk.com

 

Büro - Merkez:

Fevzi Çakmak Cad..

4.Mahmut Çil Ap., 79/2

ANTALYA

Tel.: (242) 244 22 65 - 244 47 43

Faks: (242) 244 46 65

 

Posta Kutusu

PK 28 PİM ANTALYA

 

E-posta:

mudafaaihukuk@superonline.com  

mudafaaihukuk1@superonline.com  

bilgi@mudafaaihukuk.com

 

 

ABONE KOŞULLARI:

3 Aylık :  18 -YTL.

6 Aylık :  36 YTL.

12 Aylık :  72  YTL

 

 Kamu kuruluşlarına ve askeri  birliklere

%25 indirim yapılır

Yurtdışı aboneler için posta ücreti ayrıca eklenir.  

 

Posta çeki:

İbrahim Çetin Yetkin –1119234  

 

Veya havale yapabileceğiniz 

Banka hesap numarası:

Türkiye İş Bankası, 6200 ANTALYA ŞUBESİ, Haydar Çakmak 3047921 No’lu hesap.


Lütfen havalenin açıklama kısmına ADINIZI VE SOYADINIZI kesinlikle belirtiniz. (Havalenizi İŞ BANKASI şubelerinden, isbank.com.tr’den veya 444 02 02 TELEFON BANKACILIĞI’ndan ücretsiz yapabilirsiniz.)

Abonelerin açık ad ve adreslerini ve ne kadar süreyle abone olduklarını faks ve posta ile bildirmeleri gerekmektedir.

 

BU GİDİŞLE CHP, AKP’DEN DAHA TEHLİKELİ OLUR

Artık iyice anlaşılıyor ki, Deniz Baykal ve yakın çevresinin amacı, seçim kazanarak iktidara gelmek değil. Tümüyle tersine, olup bitenlere bakarsanız, CHP seçimleri kazanmamak için özel bir çaba gösteriyor. Bu, önümüzdeki yerel seçimler için de böyle.

Seçmenlerin oylarını alabilmek için öncelikle, var olan seçmen kitlesini korumak, ikincisi de o güne değin CHP’ne oy vermemiş olanların oylarını kazanmak gerekir. CHP’nin sadık bir seçmen kitlesi var. CHP yönetimi ne denli yanlışlıklar içinde olsa da yine bu partiye oy veriyor. Ama çoğu seçmen partisine kızarak, eleştirerek yapıyor bunu. Bu tutumlarının temel nedeni de, CHP’nin Atatürk’ün kurduğu parti olması ve Cumhuriyet’in kurum ve değerlerini savunduğunun varsayılması. Ama bunun da bir sınırı var. CHP’li seçmenlerin bir bölümünün, partilerinin Kemalist çizgiyi savunmakta yeterli bir biçimde davranmadığını görerek, daha doğrusu zaman zaman bu çizgiden ödünler verilmesi yüzünden ona oy vermekten kaçındıklarını biliyoruz. Yerel seçimlerde ise adayların kişiliklerinin genel seçimlerdekinden çok daha önem taşıdığı bilinen bir gerçek olmasına karşın geçen seçimde Baykal’ın uygun gördüğü kimi adayların seçmenin hiç de tutmadığı kişiler olmaları nedeniyle bunların seçilemedikleri tartışmasız bulunuyor. Baykal’ın kendi seçim çevresinden göstermiş olduğu adayın bu yüzden seçilemediği kesin bir gerçek.

Bugüne değin CHP’ne oy vermemiş olanların oylarını kazanmaya gelince; bunun yolu bu gibi seçmenlerin istemlerini karşılayacak bir programla karşılarına çıkmaktan geçer. Ayrıca, bu programın içeriğinin somut ve uygulanabilirliği konusunda inandırıcı olmak gerekir. İktidar partisinin seçmenin durumunu iyileştirmek için yapamadıklarını CHP’nin yapacağına halkı inandırmak başlıca amaç olmalıdır.

Ne var ki, seçmenlerin büyük çoğunluğunun içler acısı durumu da ortada. Karşımızda kömür, yiyecek torbası, para çeki karşılığında oyunu kullananlar olduğu gibi, dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğinden habersiz olanlar var. Dahası, AKP’nin dini siyasete âlet etmesi de işin cabası. İşte, iktidara gelmek için CHP’nin oylarını almak durumunda olduğu ve bugüne değin başka partilere oy vermiş olan seçmenler bunlar. (Yazının devamı için tıklayınız)

NOKTALAMA

Ülkemizde noktalama imlerini ilk kez 1860 yılında, Şair evlenmesi adlı oyununda Şinasi kullanmış, bunları nerelerde ve neden kullandığını da açıklamış. O gün bu gün, yani tam yüz kırk sekiz yıldır, eline kalemi alan herkes kullanmakta bu imleri. Noktanın, virgülün, ünlemin, soru iminin ve tüm ötekilerin nerelerde kullanılacağı da daha ilkokulda öğretilmekte. Ama nasıl? Kimi çok ünlü ve çok saygın yazarlarımız bile yazdıklarını doğru dürüst noktalayamadıklarına göre, iyi öğretilmediği kesin. Bu da, çoğu durumlarda, noktalamanın yazılı tümcelerin anlamıyla mı, yoksa seslendirilmesiyle mi ilgili olduğunun açıklığa kavuşturulmamış olması, daha doğrusu, öncelikle seslendirilmesiyle ilgiliymiş, yani noktalama özünde bir “notalama”ymış gibi bir yanılgının sürdürülmesinden kaynaklanmakta. İlkokul yıllarımdaki uygulamalardan biliyorum: nerdeyse tüm öğretmenlerimiz, herhangi bir yazıyı okurken, virgülü görünce çok az bir süre, noktalı virgülü görünce azıcık daha fazla durmamızı, noktadaysa, şöyle rahat bir soluk almamızı söyler, zaman zaman bize bunun uygulamasını da yaptırtırlardı.

Oysa örneğin “ünlem” ya da “soru imi”, okumada belirli bir vurgulama biçimi gerektirmekle birlikte, temel işlevleri tümcelerimizin anlamına açıklık kazandırmaktır. Örneğin yazar “Ayşe kulağıma şunları fısıldadı”, diye yazdıktan sonra, üst üste iki nokta koyup da bir “tırnak” açtıysa, tırnak içindeki sözcükleri sesimizi incelterek okumamız gerekmez. Tırnak içindeki tümcenin sonunda üç nokta gördüğümüzde de “Yazar tam üç nokta koymuş, burada epey bir süre durmak zorundayız”, diye düşünmek de yanlış olur.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Tahsin YÜCEL

VARSAYIMLAR

KARA ÇARŞAFA DÖNÜŞ:

Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara gelmesini önleme ve Türkiye Cumhuriyeti’nin “ılımlı İslam” düzenine dönüştürülmesine göz yumma konusunda Baykal’dan her şeyi beklerdim, ama kara çarşafa sarılmasına gerçekten çok şaşırdım. Beni daha da şaşırtan, Atatürk devrimlerine bağlılıklarından hiç kuşku duyulmayan kimi gazeteci / yazar ve politikacının ihanet benzeri bu olayı  “yararlı bir açılım” olarak desteklemesidir. Nasıl olur da kara’yı ak, kapanım’ı da açılım olarak gösterebilirler? “Geleneğimizdir” diye, kadını köle durumunda tutan kap kara bir şeriat giyiminden medet umulursa, devrimciliğin bir anlamı kalır mı? Yıllardır devrim karşıtlığının en belirgin göstergesi olarak karşı çıkılan tesettür uygulaması bir çırpıda aklanmış olmuyor mu? “Atatürk yaşasaydı bizim partimize üye olurdu” diyen Erbakan’a hak vermiş olmuyorlar mı böylece? Boşuna mı “türban yasası”nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türbana ret kararlarına sığınmalar boşuna mıydı?

CHP’den, karalara bürünmüş kadınlara rozet takma gösterisi yerine, bunun tam tersi bir eylem beklenirdi: Bir alana toplanmış binlerce kadının hep birden, türbanlarını ve kara giysilerini atarak, “Atatürk’ün kızları”na yaraşan kılıkta görünüm sunabilirlerdi. Bu eylem türü her gün artarak yinelenebilirdi. Ancak o zaman Cumhuriyet devrimlerine bağlılıklarını kanıtlayabilirlerdi. AKP’ye dönüşmüş bir CHP iktidara gelse ne olacak! Kaldı ki böyle bir olasılık da yok.

Acaba diyorum:

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.DrMehmet YALÇIN

myalcin@akdeniz.edu.tr - mehmet.yalcin@deu.edu.tr

ÇARŞAFA DOLANMAK

AKP İktidarına karşı, kendisinden çok şeyler umduğumuz CHP Genel Başkanı Deniz Baykal İzmir’de kara çarşaflı kadınlara CHP’nin ve kurucusu Mustafa Kemal’in göğsünde iftiharla taşıdığı  “altı oku”, kara çarşaflı kadınlara taktı ve amiyane tabirle kendisini çarşafa doladı… Bu çarşafı siyasete âlet etmek “şov”unun fotoğraf kareleri, bundan sonraki siyaset hayatını karartacaktır ve muhakkak, CHP' ye oy getirmeyecek, aksine, CHP’ye umut bağlayan Atatürkçüler’in oylarını kaybettirecektir. Ve maalesef, Baykal hakkında ortada dolaşan iddiaları —ona güvenilemeyeceği iddialarını—  haklı çıkardı!

Anlaşılıyor ki, ne yaptığını, ne yapacağını bilen ve yaptıklarını da el hak, beceriyle yapan  AKP karşısında güveneceğimiz bir muhalefet yoktur! Ne CHP, ne, MHP, ne de DSP! Eskilerin deyimiyle “kaht-ı rical” (devlet adamı kıtlığı) dönemi. Hem de ülkenin dışardan ve içeriden en fazla tehdit altında olduğu bu dönemde! 

Kısacası; Erdoğan ve adamları “politikacılıklarını” maharetle yapıyorlar. Öteki taraf —ilkel devlet adamlığı bir tarafa— “politikacılığı” de pek beceremiyorlar! Durum kelime oyunlarına müsait,  Baykal “çarşafa dolandı”, Bahçeli de “ipe un serdi”!

NERESİNDEN BAKSANIZ…

Baykal’ın şimdi yaptıkları, neresinden bakarsanız bakın, yanlış! Bu, önce hasımlarının sevinmelerinden ve/veya onunla dalga geçmelerinden, “bakın CHP’yi teslim aldık”, “hizamıza getirdik” demelerinden belli.

Sayın Baykal, “çarşaflıları kazanmalı” diyor. Acaba kazandı mı? Yoksa daha önce Erdoğan’ın  türbanı “siyasi simge" yapmasını kınarken, şimdi daha beterini kara çarşafı siyasete âlet etmekle türbanı ve çarşafı kurumsallaştırmak için AKP ile rekabete mi girdi!

Aynı mantıkla “kara çarşaf” kabul edilirse, bundan biraz daha açık ”türban” neden kabul edilmesin! Ve “kara çarşaflı kızlarımız” da neden üniversitelere kabul edilmesinler? Sonra da kamuda görev almasınlar?

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Altemur KILIÇ

“ÇARŞAF”IN ALTINDAKİ GERÇEK…

Yolda yürürken, hiç tanımadığınız biri önünüze çıkıp sizden 750 YTL istese, bu parayı o kişiye verir misiniz? Ya da bu adam size, “senin bana 750 YTL borcun vardı, öde bakalım şimdi?” derse, ne yaparsınız?

Eminim ki çoğu kişi, “kardeşim ben seni tanımıyorum bile, ne borcum olacak ki sana?” diye tepki gösterir. Ama o kadar acele etmeyin. Çünkü belki haberiniz bile yok, ama bu parayı o tanımadığınız kişiye çoktan verdiniz! Ne adamı tanıyorsunuz, ne de aslında parayı verdiğinizi biliyorsunuz, ama cebinizden -hem de 750 YTL değil - 767 YTL çıktı ve bu tanımadığınız adamın cebine çoktan girdi!

Nasıl mı?

2007 yılı sonunda Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir haberde 2008 yılı içinde Türkiye’nin 56 milyar YTL borç faizi ödeyeceği söylenmekteydi. (Cumhuriyet, 3.12.2007) Dikkatinizi çekerim, bu 56 milyar YTL’lik meblağ, sadece faiz ödemeleridir ve anaparalar bu rakama dâhil değildir! Bu çerçevede 2008 yılında dakikada 106 bin 544 YTL faiz ödeyecekti Türkiye… Saniyede ise 1775 YTL! Daha somut bir şekilde anlatmak gerekirse sadece bir saniyede asgari ücretin 4 katını aşan miktarda borç faizi ödenecekti! Bu durumda fert başına 767 YTL borç faizi ödemesi düşerken; bu rakamın 4 kişilik bir aile için 3 bin 68 YTL olacağı tahmin edilmekteydi.

2008’i geride bıraktık! Dahası, 2008 boyunca ekonomik kriz nedeniyle bu hedeflenen borç ödemesinin muhtemelen çok daha fazlası gerçekleştirildi. İşte bu nedenle, belki haberiniz yok, ama o tanımadığınız adama sadece kendi adınıza 767 YTL parayı çoktan verdiniz! Eğer dört kişilik bir aileyseniz, bu miktar 3 bin 68 YTL…

Peki, şimdi ben sizden bu parayı istesem, bana da verir misiniz? Denilebilir ki, “canım söylediğin laf mı şimdi, zamanında borcu almışsın, şimdi de geri ödüyorsun. Gariplik bunun neresinde?”

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Serdar ANT

NE ADINA ÖZGÜRLÜK?

Batı’da sosyal bilimler kullanılarak, bir takım kavramların içinin boşaltılması ve bu yönüyle egemen güç konumlarının pekiştirilmesi alışılmış bir özelliktir. Bilgi ve bilgiye ulaşmak günümüz teknolojik ortamında yasaklanamayacağına göre, ancak insanların bilişsel dünyalarında oluşmuş kavramlar yeni sürümleriyle yer değiştirilerek egemenliğin devamlılığı sağlanmaktadır. Bu durum tam da Batı’nın uydurduğu “postmodernizm” denilen kavramla da örtüşmektedir. Düşünmenin ve gerçekliği anlamanın araçları olması gereken kavramlar, her insanın zihninde çok farklı çağrışımlar uyandırabilecek tarzda kullanılmaktadır. Kim, neyi, nasıl algılamış ve kafasında ne şekilde yapılandırmışsa o doğrudur yaklaşımı, bu durumu çarpıcı şekilde somutlar. Böylece günümüz insanının ne bir kavram üzerinde uzlaşıya varması ve ne de bir çözüm üretmesi olanaklı hale gelmektedir.

Kuşkusuz bu kavramların başında insanlık tarihi kadar eski olan “özgürlük” kavramı gelmektedir. Özgürlük, toplumsal süreçlerle yakından ilgili bir kavram olarak, toplumdaki birey ve gurupların, yine toplumsal bir gerçeklik olan iktidar ve toplumsal sınıflar karşısında sahip olduğu haklar toplamı olarak tanımlanabilir.  İnsanların sahip oldukları hakları kullanma durumunu ortaya koyan özgürlüğün önemli bir yanı da bireylerin iradi özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün kullanımı, dinsel ve totaliter baskıların bulunmamasıyla yakından ilgilidir. Nitekim bu tarz bir özgürlük, aydınlanma düşüncesi ve bu düşünce temelinde yükselen yurttaşlığa dayalı çoğulcu laik-demokratik bir düzenle mümkün olabilmiştir.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Gazanfer KAYA / Sinop Üniversitesi Öğretim Görevlisi

gazanferky@gmail.com

KOMŞU  DEĞİL, MİLLET AÇ!

"Komşusu açken tok yatanlar bizden değildir" diyen bir dini sömüre sömüre semirenler, nereden nereye geldiklerine, ülkeyi ne hale getirdiklerine ve vatandaşın perişan haline bakıp acaba hiç utanmıyorlar mı? Emperyalizmin desteği, sağ ve sol partilerin ahmaklığı, şaibeli seçim sonuçları gibi etkenlerle hayal bile edemeyecekleri bir iktidar nimetine kavuştuktan sonra, inanılmaz bir açgözlülük ve görgüsüzlükle talan ettikleri ülkemizde, onlar villalar, cipler, milyon dolarlardan konuşurken, milyonlarca işsiz ve yoksul, akşam ne yiyeceğini, kirayı nasıl ödeyeceğini kara kara düşünüyor, okula giden çocuğuna harçlık veremiyor.

Her çocuk, iktidar kodamanlarının tosunları gibi şanslı değil tabi ki! Onların komşuları da, kurtarılmış tesettür sitelerinde "yağma hasanın böreği"ni ziftlendikleri için aç değil! Dolayısıyla "komşusu açken tok yatan yok! Ayrıca, karılarının tek teli gözükmüyor, kadın eli sıkılmıyor, göstermelik ibadetler yapılıyor, zinadan talana, zulümden yalana kadar her türlü günahın affı için de umreye gidiliyor. Daha ne olsun?

Diğer taraftan, bu hırsız güruh hak edilmemiş zenginlikleriyle öylesine kudurmuş bir haldeler ki, on beş yaşındakilerle bile tatmin olmayıp, etlerini satın alacakları çocukların yaşlarını yasayla on dörde düşürmek istiyorlar. Yüce Meclis'in açları mı düşünecek? Elbette böyle hayati(!) sorunları çözmeye çalışıyor.

Bunlar toplumda din kutsalımızı böylesine ayağa düşürmekle kalmayıp  başka ne kötülükler de yaptılar ve yapıyorlar! Başbakan ikide bir "en az üç çocuk" diye buyuruyor ya! Mine Kırıkkanat Dünya Bankası'nın 2003'den beri Güneydoğu'da doğumu teşvik için "sosyal yardım" projesi adı altında gebelik yardımı yaptığını ve yardımları bizzat denetlediğini yazdı. Kimse de oralı olmadı ne yazık ki!

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Reşit ÇAĞIN / E.Dz.Kur.Alb.

GÜL’ÜN AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

İSRAFİL KURTCEPHE

Akdeniz Üniversitesi Rektörü ve Üniversiteler Arası Kurul Başkanı Prof.Dr.Mustafa Akaydın, üniversitede yapılan rektör seçimlerinde en çok oyu aldı, YÖK tarafından da Gül’e gönderilen listede Akaydın birinci sırada gösterildi. Buna rağmen Gül, Akaydın'ı değil ama Kurtcephe’yi rektör olarak atadı. Üstelik, Akaydın, sekiz yıl rektör yardımcılığı, dört yıl de rektörlük yapmıştı, başka bir deyişle yönetimsel deneyimi vardı. Oysa, Kurtcephe’nin böyle bir deneyimi de hiç yoktu. Gül’ün Kurtcephe’yi atamasının bir nedeni olmalıydı. Bunu anlayabilmek için yeni rektörü yakından tanımamız gerekiyor.

 

BÖLÜM I

 Önce bir belge ile başlayalım işe.

Dinsel yayın ve tanıtım yapan ve www.eskieserler.com adresinde bulunan sitede 13 Haziran 2008 tarihine kadar İsrafil Kurtcephe sitenin yazarları arasında iki ayrı yerde gösterilmekteydi. Bunlardan birinde Fethullah Gülen’in de fotoğrafı bulunmaktaydı ve şöyleydi:

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.Dr.Çetin YETKİN

GÜL’ÜN AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

İSRAFİL KURTCEPHE

BÖLÜM II

 

Akdeniz Üniversitesi’nde rektörlük seçiminde 2. gelmesine ve YÖK’ün Cumhurbaşkanına verdiği listede de 2.sırada yer almasına karşın Gül’ün rektör olarak atadığı Prof.Dr.İsrafil Kurtcephe’yi dergimizin geçen sayısında tanıtmaya başlamıştık. Bu sayımızda da Antalya’da yayınlanan Antalya’da Bugün gazetesinden alıntıladığımız üç yazıdan bölümlerle tanıtımımızı sürdürüyoruz.

Şunu belirtelim ki, Kurtcephe rektörlük görevini sürdürdüğü sürece kendisini izleyeceğiz ve uygulamalarını okurlarımıza duyuracağız.

Okuyacağınız yazılarda adı geçen Resanet Vakfı ve Birlik Vakfı’nın Fethullah Gülen’e yakınlığı ile tanınan vakıflar olduğunu bir önbilgi olarak belirtmek gerekiyor. Yine adı geçen Aydınlar Ocağı Antalya Şubesi ise, Genel Merkezi’nden oldukça farklı bir çizgidedir. O kadar ki, yayınladığı bir bildiri ile Yeni Çağ gazetesi yazarlarından da olan Genel Başkanları Prof.Dr.Mustafa Erkal’ın “siyonizme hizmet ettiğini” bile bir ara öne sürmüş bulunmaktadır.

Kurtcephe’nin rektörlük görevine başlar başlamaz fakülte dekanlarını, yüksekokul, enstitü ve araştırma merkezi müdürleri, idarî kadroda çalışan devlet görevlilerini istifaya zorlaması, değiştirmesi, uzmanlıkları ile ilgisiz yerlere atamaya koyulması, öteki uygulamaları insana ister istemez “ismiyle müsemmâ” (adıyla belli) sözünü anımsatıyor. Çünkü, bilindiği gibi İsrafil, kıyametin geleceğini borusunu öttürerek bildiren dört büyük melekten birinin adıdır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.Dr.Çetin YETKİN

TERÖRÜN KARA ÖRTÜSÜ…

Doğu ve Güneydoğu’daki güçlü maden yataklarımızın ortaya çıkartılması, yaratılan terör çıkmazıyla gizlenmeye çalışılıyor. Oysa ülkemizin her karış toprağı çok zengin maden yataklarıyla örülmüş konumda.

Sadece Zonguldak’taki taş kömürü rezervimiz kimi uzmanların verdiği rakamlara göre 1 milyar ton, linyit yataklarının ise 11 milyar ton olduğu açıklanıyor. Bu durum Şırnak, Elbistan, Soma ve diğer bölgelerimiz de dikkate alındığı takdirde ülke üzerinde, emperyalizmin elinin neden sürekli eksik olmadığı ortaya çıkıyor. Bir yerde linyit varsa burada petrolün olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek. Türkiye yalnızca madenlerini değerlendirse; kömür gücünü ortaya koysa fırlayıp yükselecek. İşte terör belası bu nedenle ülkenin üzerine kara bir çarşaf gibi örtülmektedir. Sadece linyit kaynaklarını harekete geçirse; sıvılaştırılmış linyiti hem ulaşım araçlarında ve hem de sanayi işletmelerinde yakıt olarak kullansa yine yıllık milyarlarca dolarlık ithalat avantajı sağlar ve yerli iç kaynaklara dayalı ekonomiyi güçlendirir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kömürden petrol imal ettiği bilinen bir gerçek…

Terörün en yoğun olduğu Hakkâri ve Çukurca’da çinko damarı İran’ın içlerine kadar gidiyor. Dünyanın en büyük çinko yatakları bizde olduğu halde işletilmiyor. Şirnak’ta toprağın yüzeyine çıkmış asfaltit, halk tarafından yakıt maddesi olarak kullanmak üzere parçalar halinde kesilerek taşınıyor. Asfaltit maddesini de dışardan ithal ediyoruz. Bu durum o bölgede petrolün dışa fışkırdığının göstergesi. Tunceli’deki Munzur suyu binlerce yıl bitmeyecek bir kaynak. Topraklar ise her türlü madene gebe, karnı burnunda sipsivri şişmiş dağlarla, doğurdu doğuracak kadar hazır…

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Orhan ÖZKAYA -  Hüseyin G.ÖKLEM (Y.Kim.Müh. Sanayici)

İSVİÇRE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ZÜRİH

VİCDAN SAHİPLERİNE ÇAĞRI

 Dr.Hüseyin PEKIN

Kamu Hukukçusu / İsviçre

 

 Konu: ADD Genel Başkanı Em. Orgeneral Şener ERUYGUR’un tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevinde merdivenden yuvarlanarak çok ağır surette sakatlanmasına yetkili heyetçe aydınlatılması hk.

 

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla tutuklanarak Kandıra Cezaevine konulan emekli Orgeneral Şener ERUYGUR’un merdivenlerden düşmesi üzerine çıkan yuvarlanma sesini işiten, eski askerlik şimdide cezaevi arkadaşı olan emekli Orgeneral Hurşit TOLON’un zamanında görevlilere haber vermesiyle yaşamda kalabildiğini öğrendiğimizde her vicdan sahibi gibi ben de bir yandan sayın TOLON’a, “Iyi ki siz vardınız Paşam!” diyerek şükranlarımızı arz ederken, öte yandan da aşağıdaki sezgi ve sorularımızın doyurucu yanıtlarla aydınlığa kavuşturulmasını istemekten de kendimizi alıkoyamıyoruz:

(1) Sayın ERUYGUR’un merdivenden düşmesini işiten-gören bir Cezaevi görevlisi ortalıkta yok mu imiş? Hurşit Paşa da imdadına yetişmeseydi ne olacaktı acaba?

(2) Sayın ERUYGUR’un yüksek tansiyon ve şeker hastası olduğunu, buna bağlı denge bozuklukları oluşabileceğini Cezaevi görevlilerinin bilmeleri ve buna göre gereken önlemleri almaları gerekmez mi idi? Ihmalleri görülenlere ne yapılmıştır?

(3)Basınımızda yer alan merdiven basamaklarında yapım hatası olup olmadığına, korkuluk bulunup bulunmadığına, bakım-temizlik işlerinin ne zaman, nasıl yapıldığına dair bir bilgiye rastlamış değiliz. Şayet merdivenler kayma riski olan bir madde ile

(örneğin sabun, petrol türevi gibi) yıkanıp, temizlenmiş ise “Dikkat, kayma tehlikesi vardır!” gibi uyarı plakaları ile kullanıcıların dikkatlerinin çekilmesi gerekmez miydi? Böyle durum olmuş ise, sorumluları kimlerdir?

(4) Merdiven basamaklarının yükseklikleri çok önemlidir. Eğer birisi bir sonrakinden bir kaç milimetre ( en fazla bir santimetre) farklı ise, özellikle denge bozukluğu sorunu olan kullanıcılarda düşme rizki doğurur. Düşme olayını inceleyen bir “Bilirkişi Heyeti” acaba bu teknik özellikleri de teker teker inceleyip tutanağa geçirmiş midir?

(5) Acaba, Cezaevi Yönetimi, kamuoyunca ne ile suçlandıkları bilinmeyen tutuklu emekli generallerimizin sağlık durumları ile, İmralı’daki hükümlü APO’ya gösterilen özene benzer bir özen (diyet, masaj, denge egzersizleri, sabah-akşam hekim kontrolü gibi) göstermiş midir?

 

BÜTÜN BU SORULARIN DOYURUCU BİÇİMDE AYDINLIĞA KAVUŞTURULMALARI İSTEMİYLE ÜLKEMİZDEKİ TÜM VİCDAN SAHİPLERİNE SESLENİYORUZ.

Saygılarımızla

 

Dr. Hüseyin PEKIN (Kamu Hukukçusu ve Elekt.Y.Mühendisi I.T.Ü

Adresim: Beckenhofstr. 10

                CH-8006 Zürich - İSVİÇRE    

ALEVİLER AZINLIK DEĞİL,

GENİŞ TOPLUMUN TA KENDİSİDİR

Türkiye, cumhuriyetçi kurucu ruh ve değerler açısından seksen altı yıllık cumhuriyet tarihinin  belki de en tehlikeli dönemine girmiş bulunuyor.  Ayrılıkçı bölücülükten kaynaklanan bu durum  öylesine ağır ki, etnik ve mezhep eksenli problemlerde, olağanüstü hassas olmak mecburiyetindeyiz. Bu konularda kalem oynatır veya yazarken  yaklaşımlarımızın muhtemel etkilerini ve sonuçlarını çok iyi tartmamız hem ahlaki, hem de vicdani bir yükümlülük. Eşit vatandaşlık statüsünü ve bu statünün içerdiği  her türlü manevi kazanımı, Cumhuriyet’in üstünde yükseldiği değerlere ve kurumlara borçlu olduğunu çok iyi bilenler ve her zaman bu bilginin sorumluluğuyla hareket etmeyi ilke edinmiş olanlar  için bu gereklilik, mutlak bir zorunluluğu ifade etmektedir. Aleviler, bu tür bir zorunluluğu en iyi takdir edecek kesimlerin başında gelmektedirler. Onlar Atatürk'e  ve Cumhuriyete  neler  borçlu olduklarını çok iyi bilmektedir. Aynı zamanda bu borcun  olağanüstü değerini  kültürleri gereği  layıkıyla takdir edecek ve borçlarının sorumluluğunu tam bir ahde vefayla yerine getirecek durumdadırlar. Geride bıraktığımız seksen altı yılın kazanımları değerlendirildiğinde bu  onlar için vicdani bir yükümlülüktür.  İnsaniliği, sevgiyi ve barışı hayata geçirmelerine yardımcı olan, onlara bunun için hayatta kılavuzluk yapan kadim düsturlarının bir gereğidir. Ve  en önemlisi, Türk toplumunun çok geniş bir kesiminin, Aleviliğin kendisinin  organik bir asli unsuru olduğunu iyice ve kesin bir şekilde içselleştirmesinin; doğal dinamiklerle bunun gereklerinin adeta kendiliğinden, yani zorlamasız bir biçimde hayata geçmesini sağlayacak sürecin başlayabilmesinin zorunlu bir koşuludur.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

H. Ufuk SÖYLEMEZ

ATATÜRKÇÜNÜN EL KİTABI: AHLÂK İLKESİ

-Atatürkçülüğün dokuz ilkesi Bilim, Ahlâk, Bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik’tir.

-Bir Atatürkçü ahlâk ilkesi için, hayatında hangi ortam ve koşulda olursa olsun, burada verilen öğütleri uygular. Atatürkçüler bir araya geldikleri zaman birbirlerini bu öğütler bakımından bilgilendirir, aralarında bu öğütleri konuşur, bu öğütleri tartışır ve işler.

-Bir Atatürkçü ancak bu öğütleri uyguladığı derecede Atatürkçü’dür.

 

-I-

1- Çalışkan ol. Çalışmayı hem hak hem görev bil. Çalışmaktan zevk al. Bil ki zenginlik, refah ve mutluluk çalışkanın hakkıdır.

2-Ey Atatürkçü, sana ancak yüksek ve soylu hedefler yaraşır. Kendini milletine ve insanlığa ada. Bencillikten uzak dur.

3 -Yurtta barış dünyada barış! Bu ilkeyi kuvvetle benimse ve uygula.  

4-Kadınlar! Her şeyden önce iyi bir anne olun, Milletin Anası olun! Omuz omuza yürüyün erkekle hayatta. Mutlaka bilgili ve erdemli olun.

5 -Ey Türk Genci, daima Yüksek İdeal’e doğru yürü. Vatanın umudu, ışığı, güvencesi ol. Çalışkan ve cesur, yüksek karakterli ol.

6 -Kendine güven. Verdiğin sözü tut. Başkalarının haklarına, inanç ve fikirlerine saygılı ol. Hep iyiliğe koş. Serveti yalnızca bir özgürlük aracı olarak iste.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof. Dr. Cihan DURA

www.cihandura.com

MUSTAFA FİLMİNİN PSİKOLOJİK SAVAŞ BOYUTU

Atatürk’ün devrim ve ilkelerini kendi çıkarcı amaçlarına ters gören,  resimlerinden bile rahatsız olan emperyalist güçlerin sınırımıza dek yanaştığı, terörün azgınlaşıp bölücülüğün ve gericiliğin yarış içinde olduğu bir ortamda, 29 Ekim 2008 günü “Mustafa” adını taşıyan film gösterime girmiştir.

Filim ile ilgili olarak yapılan toplantılarda ve yazılarda oldukça çok eleştiriler ve yorumlar yapıldı. Bu yorum ve eleştirileri yinelemek yerine bu filmin Psikolojik Savaş boyutuna değinerek, film yapımcısının gerçek amacını ortaya koymayı yurttaşlık görevi olarak görüyorum.

PSİKOLOJİK SAVAŞIN YÖNTEMİ VE AMACI

Normal savaştan farklı olarak psikolojik savaş, örtülü bir şekilde yürütülmekte, gerçekler farklı kılıflara büründürülerek sunulmakta,  hedef kitlenin düşüncesi kontrol altına alınarak, yönlendirilmesi amaçlanmaktadır. Psikolojik Savaş yönteminde, saptırılmış bilgi anlamına gelen propaganda eylemine ayrı bir işlev yüklenmekte, halkın ve aydınların kızgın, kırgın, karamsar, ümitsiz, kendi değer ve sistemlerine karşı inançsız ve güvensiz duruma getirilmesi hedeflenmektedir.

Tek yönlü bir iletişim sürecini içeren, insanların  bir konu ya da olaya yönelik ilgilerini, görüşlerini değiştirmeyi amaçlayan propagandanın çeşitli yöntemleri bulunmaktadır.

Beyaz propaganda; yıpratılmak istenilen değerlerin bilinen özellikleri halk tarafından hoş karşılanmayan alışkanlıkları abartılarak öne çıkartılmak için kullanılmakta,   

Gri propaganda; doğru bir olay ele alınarak yanlışlar yumağına sarılarak, yıpratılmak istenen kişi ya da değerin aşındırılıp gözden düşürülmesine,  olumlu düşüncelerin yıpratılarak değiştirilmesine çalışılmakta,

Siyah propaganda; sahte kanıtlarla, sinsi bir çaba içinde halkın belleğinde olan doğru bilgilerin, bulanıklaştırılıp, değerlerin ve saygınlığın yok edilmesi amaçlanmaktadır.

Günümüz koşullarında, teknolojik olanaklar kullanılarak oldukça yaygınlaşan ve kullandığı malzeme çeşitleşen psikolojik savaş yöntemi yeni olmayıp, tarih kadar eskidir. Örneğin, Türkler ile sürekli uğraş içinde olan Çinli General Sun–tzu’un, aşağıda belirtilen 2500 yıl önceki psikolojik savaş önerileri şaşırtıcı bir şekilde günceliliğini korumaktadır:

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

Hüsnü MERDANOĞLU

MUSTAFA MISTIK!

Can Dündar’ın Mustafa filmini görenlerin sayısı bir milyonu aşmış. Olumlu, olumsuz  yazılar, eleştiriler, övgüler, sövgüler sürüyor.

Dündar filmi yerenlere hemen  ”Filmi gördün mü?” sorusunu yöneltiyor. O nedenle ben de hemen belirteyim. Ben filmi izledim. Üstelik yıllarca İsveç Devlet Televizyonu’nda ve İsveç Devlet Radyosu’nda (Dündar’ın ustası Mehmet Ali Birand da bizim Brüksel muhabirimizdi) belgeseller yapmış, halkla ilişkiler, gazetecilik ve film eğitimi almış bir belgeselci ve gazeteciyim. O nedenle kendimde bu filmin eleştirisini yapma hakkını fazlasıyla görüyorum.

Yine baştan söylemeliyim: Yetişkinlere filmi görün ya da görmeyin demek istemiyorum. Ancak çocukların izlemesini uygun bulmuyorum. İsveç’te bu filmi 15 yaşından küçük çocukların görmesi yasaklanır. Türkiye’de de çocukların görmesini sakıncalı buluyorum. Nedenini açıklayacağım. Elden geldiğince de üzerinde durulmamış olan noktalara değinmeye çalışacağım.

Filmi izledikten sonra Can Dündar’ın kalemini çok ustaca kullandığı ve film zanaatını da iyi öğrenmiş olduğu konusunda kuşkum kalmadı. Filmde sözcükler seçilerek ve eksik bırakılarak kullanılmış. Sözün gerisini düş gücünüzü kullanarak kafanızdan tamamlayacaksınız. Film görüntü sanatı olduğuna göre ”bir resim bin sözcüğe bedeldir” diyerek olayı kafanızda şekillendireceksiniz. Dündar amaca uygun mükemmel bir ticari film yapmış. ”Efendim iyi niyetinden kuşkumuz yok AMA şu hataları yapmış” gibi bir yaklaşımı ben  ne yazık ki paylaşmıyorum. Can Dündar attığı her adımı bilerek profesyonelce atmış.

Filmin adına belgesel deniyor. Bana göre belgesel değil, kurgu. Gerçeklerden yararlanılarak yapılan bir kurgu film. Can Dündar fılmde hem belgesel hem de kurgu filminin öğelerinden yararlanmış Canlandırmalar yaparak filmi etkili hale getirmiş.  Şekil olarak belgesel kurgu film diyebiliriz. Belgesellerin de aynı zamanda bir kurgu olduğunu, öznellik taşıdığını unutmayalım. Örneğin bir kişiyi pencerenin önüne oturtup  konuşturuyorsunuz, yüzü karanlıkta görünmez. O zaman adam devlet sırrı açıklıyor gibi bir etki yapacaktır. Bir de adamı güllük gülistanlık yerde konuşturuyorsunuz. O da neşeli mutlu bir hava verecektir. Burada açıkça yönetmenin öznelliği belirleyici olmaktadır. Adam aynı şeyleri söylese bile etkisi değişecektir. Ya da adamı aşağıdan yukarı çekerseniz devleşir yukardan çekerseniz cüceleşir. Can Dündar bunları iyi bilen deneyimli biri.

Diğer bir örnek olarak da  kendi sesini kullanmasını verelim. Can Dündar’ın sesi amacına uygun bir ses. Ağlıyor mu gülüyor mu, ciddi mi değil mi anlaşılmıyor. İzleyiciyi uyuşturan bir ton kullanıyor. Yeri geldiğinde alay ediyor ama ciddi sanıyorsunuz. Ya da tersi. Şimdi siz bu filmde söz gelimi tok sesli tiyatrocu Mazlum Kiper’i kullansanız izleyici coşar. Müşfik Kenter’in yumuşak, müşfik sesini kullansanız Mustafa Kemal’e büyük sevgi duyar. Can Dündar kendi amacına uygun ses oynaklıklarıyla okuyor. Sonuçta büyük bir başarıyla  güvenilmez bir film kahramanı yaratıyor.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

Abdullah GÜRGÜN

KEMALİZM VE KORPORATİZM

Kemalizm ve Korporatizm akımlarının beraberce ele alınması, Türkiye’nin bugününün anlaşılması açısından son derece önem taşımaktadır. Birbiri ile ilgisiz görünen ve ayrı ülkelerde gündeme gelen bu iki siyasal akım arasında ne gibi benzerlikler ve ortaklıklar olabileceği konusu son yıllarda Türkiye’de belirli çevreler tarafından tartışma alanına getirilmektedir. Özellikle küreselleşme sürecinde emperyalizmin Truva Atı olarak yıkıcı görev yapan neoliberal gayrimüslim entel takımı, sürekli olarak Kemalizm tartışmasını canlı tutmaktalar ve bu doğrultuda, Portekiz’ de İkinci Dünya Savaşı sonrasında Faşizmin bir başka türü olarak uygulanmış olan Korporatizm gündeme getirilerek Kemalizm, sanki korporatizmmiş gibi suçlamalar ve eleştiriler yapılarak, dolaylı yollardan Kemalizm faşizm olarak ilân edilmeğe çalışılmakta ve bu iddianın kanıtlanabilmesi için de Kemalizm ve Korporatizm arasında benzerlikler abartılarak bir aynılık kanıtlaması yapılmağa çalışılmaktadır. Küresel emperyalizmin Türkiye’yi teslim almağa çalıştığı bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş düşüncesi olan Kemalizm’in ciddi bir saldırıyla yıkılmağa çalışıldığı ve özellikle batılı emperyalist ülkeler tarafından bu doğrultuda psikolojik savaş senaryoları ile beraber, ciddi saldırı projelerinin geliştirildiği görülmekte, neoliberal gayrimüslim enteller ile dinci ve şeriatçı akım ve cemaat temsilcisi kesimlerin temsilcileri yoğun bir biçimde Kemalizm’ e saldırmakta ve bu doğrultuda korporatizm akımı dayanak noktası yapılarak, Kemalizm’in de bir tür korporatizm olduğu, bu yönü ile faşizme benzediği öne sürülerek, Türk ulusunun tarih sahnesine çıkış düşüncesi olan Kemalizm’in faşizm olduğu gösterilmek istenmekte ve bu yoldan gidilerek Atatürk ile onun Türk ulusuna armağan olarak bıraktığı var oluş düşüncesi olan Kemalizm’in, Türkiye kamuoyunda gözden düşürülmeğe çalışıldığı gözlemlenmektedir. Küresel sermayenin Türkiye’yi ele geçirme planları çerçevesinde gündeme gelen bu tip senaryoların yanlışlığının ortaya konabilmesi için, öncelikle korporatizmin ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Korporatizm anlaşıldıktan sonra Kemalizm ile karşılaştırılması daha gerçekçi ve bilimsel olarak yapılabilecektir. Böylesine bir ciddi karşılaştırmanın yapılmasıyla, emperyalizmin düşünce ajanlarının psikolojik savaş ve siyasal yönlendirme oyunları ortaya çıkabilecektir.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ATATÜRK VE KOOPERATİFÇİLİK

Atatürk, aramızdan 70 yıl önce ayrıldı. Geçen süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’nde O’nun ilkeleri doğrultusunda önemli ilerlemeler sağlandı. Öncelikle devletçiliğin ağır bastığı planlı karma ekonomi uygulamalarıyla dünyanın ilk yirminci ülkesi durumuna geldi. Bu sonuç, 1980’li yıllardan itibaren özelleştirmeler ile neredeyse elimizde kalmamış olan kamu iktisadi kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirildi.

Günümüzde ise Cumhuriyetimiz güç günler yaşıyor. Atatürk ilkelerine saldırışlar dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından sürdürülüyor. Son olarak, ilkeler ve kurduğu Cumhuriyet, O’nun özel hayatı saptırılarak zedelenmek isteniyor.

Atatürk ve ilkelerinin Türk milleti, Türk milletinin en önemli katmanlarından birisi olan köylülerimiz açısından yaşamsal önemi var. Ancak O’nun ulusal olduğu kadar evrensel yanını da görmek durumundayız.

ATATÜRK’ÜN EVRENSELLİĞİ

Dünya, Atatürk’ü

Olağanüstü bir devrimci,          

Sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri,

Bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına inanan,

Eylemi her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak tanıdı. (Doğumunun 100. yılında Unesco’nun 1981 yılını dünyada Atatürk Yılı olarak ilan edilmesiyle ilgili yayınlanan bildirge’den)

Bu bağlamda Atatürk, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarının başarıyla sonuçlandırılabileceğini kanıtladığı gibi, uluslararası istikrarın eşitlikçilik temeline dayalı bir işbirliğinden geçebileceğini de gösterdi.

EKONOMİDE ATATÜRK

Bilindiği üzere, ekonomide genellikle üç sektörün varlığı kabul edilebilir. Devlet sektörü, özel sektör ve kooperatif sektörü.

Atatürk’ün ekonomi görüşünde, özel sektörün varlığı yadsınmamakla birlikte, ekonomide devlet sektörüne daha fazla ağırlık verdiği gözlemlenmektedir. Burada, Atatürk ilkelerinde öne çıkan konu, devletçilik olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası, özellikle 1929 dünya ekonomik krizinden sonra ülkenin ekonomik yönden çok zayıf düştüğünü gören Atatürk, sanayileşme için devlet sektörünün devreye sokulmasını öngörmüştür. Bu doğrultuda, kamu iktisadi kuruluşları oluşturulmuş, planlı ekonomiyle sanayi ve tarımda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmelerle, ülkenin öncelikle üç beyaz (bez, şeker ve un) gereksinmesi karşılanmaya çalışılmıştır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI

mustafa.kaymakci@ege.edu.tr

EĞİTİMDE KRİZ ve KRİZ EĞİTİMİ

SORUN: Dünyamızı sarsan on şiddetindeki ekonomik deprem, kimleri yerinden yurdundan edecek, kimleri aç susuz bırakacak belli değil. Hemen her ülkenin Menkul Kıymetler Borsaları dibe vurmuş, küresel piyasaları alt-üst olmuş. Bu büyük çöküşün nereye kadar gideceği, nerede ve nasıl duracağı da belli değil.

Kimi ekonomistler, ABD’nin hapşırmasıyla dünyanın ateşinin yükseldiğini söylüyorlar. Kimileri de azgın kapitalizmin foyasının açığa çıktığını; dünya ekonomisinin biricik ve her şeyi kapsayan güvenilir bir dizge olmadığının anlaşıldığını vurgulamaktadırlar. Daha da ileri gidip, bu dizginleri boşalmış küresel gücün Afganistan, Pakistan, Irak ve benzeri mazlum ülkelere ettiklerinin karşılığını bulmaya başladıklarını ileri sürenler bile var.

Kim ne derse desin, herkesin üzerinde birleştiği tek payda, hizmet sektörünün, üretim sektörünün önüne geçmesi ve eldeki mal değerleri üzerinden hayali para kazanılmasıdır.

ABD’lerindeki dev özel kuruluşların birbiri ardından kâğıt yapılar gibi çöküp gitmesi, devleti ekonomiye el koymaya zorlamıştır. Ekonomik bunalımın önüne geçebilmek için, kapitalizm, bugüne dek savunduğu tüm değerleri (Pazar ekonomisi, özel teşebbüs ruhu, liberal açılımlar) askıya almış ve bugüne dek yerden yere çaldığı devletçiliğe sığınmaya çalışmaktadır.

 AÇILIM: Küresel sermaye, merdiveni olmayan böylesi bir kör kuyuya nasıl düştü pekiyi? Dünyamızın, özellikle de ülkemizin başına gelenler, küresel anamalın payandası yapmayı başardığı yanlış eğitimden mi kaynaklandı; yoksa yanlış ekonomik uygulamalar eğitimi kendisine mi benzetti? Başka bir deyişle, bunalımı körükleyen yanlış eğitim uygulamaları mı oldu; yoksa yanlış ekonomik yatırımlar eğitimi mi sarmalına aldı? Hangisi olursa olsun, bu kısır döngünün, birbirine olan olumsuz etkisiyle bunalım gittikçe derinleşmiş, dünyamızı açlık ve yoksunluğun eşiğine getirip bırakmış bulunmaktadır.

Devamı Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk dergisinde

(Yazının devamı için tıklayınız)

Bekir ÖZGEN

Müdafaa-i hukuk Vakfı dergisiyle ve Yeniden Müdafaa-i Hukuk derneği'yle

doğrudan veya  dolaylı hiçbir bağlantımız yoktur.

Taklitlerinden sakınınız!  

©  Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk dergisi. Tüm hakları saklıdır.

AYRINTILI BİLGİ www.mudafaaihukuk.com ADRESİNDE


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum ,parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır...
        Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş ,Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."

            *Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
-----------------------------------------------------------------....
"ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ" Haber Bilgi Paylaşım  grubu.
 Bu gruba posta göndermek için , mail atın : anadoluhaber@googlegroups.com
 Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
 Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.