29 Eylül 2009

[anadoluhaber:/] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

El Kaide'den Türkiye'ye tehdit

Posted: 29 Sep 2009 02:39 AM PDT


El Kaide'nin iki numaralı ismi Ayman El Zevahiri, Türkiye'yi tehdit etti.

Zevahiri, yeni yayınlanan ses kaydında, Türkiye'nin, Afganistan'da konuşlu Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü "ISAF'ın komutasını gelecek ay devralmasıyla savaş ilan etmiş olacağını" ileri sürdü.

Türk hükümetinin, Afganistan'da NATO güçlerine verdiği desteği eleştirdi. Zevahiri, Türk güçlerinin Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü ISAF'ın komutasını alarak, İslam ve Müslümanlara yönelik haçlı seferini yönetme görevini devralacağını iddia etti.

"Türk askerleri Afganistan'da, Yahudilerin Filistin'de yaptıklarının aynısını gerçekleştirecekler" diye konuşan Zevahiri, "Türk halkının, hükümetin bu politikasına karşı çıkmasını" istedi

Anadolu: Acil Eylem Planı!

Posted: 29 Sep 2009 01:38 AM PDT


İnsanı hesaba kat, toprağı hesaba kat, göğü hesaba kat, suyu hesaba kat!
Köy yok, köylü yok. On binden azsa yerleşim yok! Elini koymalı taşın altına, Anadolu.
Şehirde yaşamalı herkes; şehre güç katmalı, her nefes.
Anadolu kıtası hacmindeki şu uçsuz bucaksız toprak, yeni sahiplerini beklemeli. Tarım işçiliği revaç bulmalı.
Bir milyon yeni iş gücü, can katmalı Edirne'den Ardahan'a… Toprağın üretim hakkını elinde bulundurmalı, devlet.
Tarım işçiliği sektörü oluşmalı. Ekmeli, sürmeli, biçmeli, kaldırmalı. Bir milyon tarım işçisi, kavuşmalı sağlık karnesine.
Her sabah kamyonlarla, römorklerle tarlaya gelmeli işçiler. Maaşını almalı, asgari geçim endeksinden. Motive olmalı, tarlaya düşen paydan.
Üçte biri devletin olmalı, çıkan mahsulün. Üçte biri tarla sahibinin, üçte biri işçinin.
Yetmiş beş milyon insan, sekiz yüz on dört bin beş yüz yetmiş sekiz km toprak, bir o kadar gök yüzü, hesapsız akan su…!
Ekilmiyorsa toprak, çıkmıyorsa petrol; kötü giden bir şeyler var demektir. Buğdayını ithal ediyorsa ülke, pirincine milyar dolar veriyorsa…! Kavgasını vermeli Anadolu'nun.
Deniz ses vermeli! Hopa'dan İskenderun'a… "Yelkenler fora!" demeli. Deniz, sahibine kavuşmalı. Akıp giden suya ağ atmalı, iş kapısı olmalı milyonlara, Ege, Akdeniz, Marmara, Karadeniz.
……………………..
Madenler, can damarı Anadolu'nun. "Buradayım!" çığlığı duyulur, gün yüzüne çıkmaktır, muradı. Elinde varken ele güne muhtaç olan hovardaya hayretle bakar; bor, krom, alüminyum.
Mazereti kalmadı Anadolu'nun. 'Dış güçler istemiyor, iç güçler mani oluyor. Derinlerde tuzak kuruluyor.' bahane değil artık.
Muhafazakar ya baştaki! Sığınacak limanı kalmadı, 'cin şişeden çıktı.'
…………………….
"Benden sana zarar gelmez!" diyor, İran. "Boşuna saçıp savurma!"
Pentagon'un ölüm makinalarına niçin veriyorsun, sekiz buçuk milyar doları?
Hadi, Vaşington'a açmayacaksın savaş. NATO'nun 'Benden!' dediğine de kullanmayacaksın.
Peki, kime karşı bu silahlar?
Kasr-ı Şirin'den bu yana esenlik sınırı, komşu Tahran'a mı?
Acının başkenti Bağdat'a mı?
Evimiz Şam'a mı?
Sınırın öte yakası Atina'ya, Sofya'ya mı?
Tiflis'e mi, Erivan'a mı?
Yoksa Van'a, Tatvan'a mı(?)
Soruyor, cümle halk: Neyin bedeli silah?
Tezekle ısınan taşraya ver paranı. Dağıt, borcu gırtlağında esnafa. Memura ver, işçiye ver. Dolaşsın para, çarşı pazar.
İş olsun, aş olsun. Üretim olsun, kaynak olsun. Yüzü gülsün Anadolu'nun. Geleceği ipotek altına girmesin, doğan her çocuğun.
…………………….
Şefkat bir grubun üstünlük aracı ise, zulümdür onun adı.
'Acıdım sana, konuş ana dilini. Kıyamam sana, giy istediğini(!)' Aşikar bir şirktir, insanın insana ettiği. Erdemli insanlar buluşması, yok saymalı insanlık dışı yasağı.
Yaradan'ın emri 'baş üstüne'. Yoksa gazabından kurtulamaz bütün bir halk. Tepetaklak indirir, sandığı üstüne.
Unuttu sanma, haklarını. Sağcının takiyyesi, mazluma mı?
Sesi çok çıkan görüyorsa itibar, öteleniyorsa 'Bin Dört Yüz Elli Yıllık İhtar!', reel politiğe kurban ediliyorsa Hakk'ın Sadası!
Yakındır, göz yumanın belası!
……………………
"Yaptıklarımı görmüyorsun. Burun kıvırıyorsun, duble yollara. Yüz bin derslik kazandırdım, bir uçtan bir uca!
Turizme açtım, Akdamar'ı. Asfalt döktüm Efes'e, Bergama'ya. Kanallar binlerce. Seyret keyfince."
"Seni seçmişler, köle diye. Müfredata dokunmadın, sürece bıraktın Yüce Vahiy'i. Seni içten vuran bir bakana teslim ettin, koca sahili.
Gök Medrese, Çifte Minare… on yıldır harabe. Bir anda yapılır, çatılır; Akdamar'da kilise!
Kanallar, servet kaçkını Müdür'e teslim. Koltuğu ver, teslim al ruhunu, Amerikalı gezginin."

"Acı konuştun!"
"İnsanı tanımaktır, medeniyet. Tanımlamak değil. Ona rol seçmek değil, kefen biçene mani olmaktır. İnsan bir değerdir ve insan bir imkandır.
Başına iş gelirse eski dostların ağlar. Güler geçer, topladığın ithal kabine(!)
Lakin niyetin bozuldu, kükremen meğer masalmış. Siyon protokolü, İncirlik'e haber salmış."

Tarık Sezai KARATEPE

Sakarya Başörtüsü Platformu 5. Yılında

Posted: 29 Sep 2009 01:27 AM PDT


Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 211. basın açıklamasıyla direnişin 5. yılına girmiş oldu.

Kent merkezinde geniş katılımlı olarak yapılan kitlesel basın açıklamasına Akyazı Başörtüsü Platformu adına İrfan Alemdar'ın yaptığı selamlama konuşmasıyla başlandı ,açıklamada sürecin değerlendirilmesi yapılırken , Başörtüsü platformunun ilk günden beri sadık kaldığı ;"bağımsız bir islami kimlik, yöntem olarak Direniş, ve iktidarı değil Halkı muhatap meşruiyet" ilkeleri hatırlatıldı ve ahid tazelendi.

Tüm zorluklara ,küçümsemelere ,ihanetlere rağmen Başörtüsü Direnişi ilk günkü kararlılığıyla ve çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam etmektedir mesajı verilerek devam eden açıklama atılan sloganlarla sona erdi.

SAGBP adına İlim ve Hikmet Vakfı sözcüsü Abdülkadir Dinç'in okuduğu basın açıklamasının tam metni aşağıdadır:

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü platformu 211. basın açıklaması

İnadına DİRENİŞ inadına ADALET

28 şubat askeri darbesi ile başlatılan islami kimliğe yönelik saldırının simgesi haline gelen "Başörtüsü Yasağı" tüm İslami taleplerin ,islam'ın gündelik hayatta görünür hale gelmesinin önünü kesmek ve Müslümanlara Kemalist egemenlik önünde diz çöktürmek amacını güdüyordu.

Bu yönüyle "Başörtüsü" bir varolma , ve onur mücadelesi olarak İslami Kimliği temsil eden , baş eğmemenin, diz çökmemenin bir sembolü olarak darbecilere ve zorbalara karşı bir direniş imkanı olarak önümüzde durmaktaydı.

İşte böyle bir atmosferde "Sakarya Başörtüsü Platformu" 17 eylül 2005 tarihinde Sakarya Dayanışma Derneği'nin öncülüğünde oluşturuldu.

Sakarya Başörtüsü platformu ilkeler üzerinde kuruldu ve bu ilkelerin hayatla sağlamasını yaparak , kendisini geliştirdi ve olgunlaştırdı.

Üzerine inşa edildiği Üç temel ilkeden ilki; hiçbir çıkar gurubu ve ya siyasal partiyle dirsek teması yapmaksızın, Kur'an'ı ve nebevi mücadeleyi esas alan "Bağımsız bir İslami Kimliği" şiar edinmek idi.

kim olursa olsun zalimin karşısında durmak, kimliği ne olursa olsun ezilen karşısında adil olmak , hak bildiğini "kınayıcının kınamasından çekinmeksizin" söylemek ve söylediğinin arkasında durmak SBP'nin vazgeçmezlerinden ilki oldu.

İkinci ilkesi "Direniş" i esas alan teslimiyetçiliği mahkum eden bir yöntemi savunmasıydı.

SBP direnişi Kur'ani anlamda "sabr"etmenin bir tezahürü olarak kabul eder ,ilkelere ve inanılan değerlere sahip çıkmanın güçle sayısal büyüklükle ilgili bir şey olmadığını savunur.

Tarih nice inanmış azınlığın nice azgın kalabalıklara galip geldiklerini gösterirken , yine nice iradesiz kalabalıkların azgın azınlıklar karşısında sessiz kalarak haklarıyla beraber nasıl onurlarını da kaybettiklerini göstermiştir.

SBP aslolanın kararlılık ve irade sağlamlığı olduğunu bunun ise kağıt üzerinde değil ancak hayatın içinde dik durarak ve asla zulme rıza göstermeyerek mümkün olabileceğini savunur.

Direniş teorisini ancak ve ancak kendi pratiği içinde oluşturur,Direniş kendi kendini inşa eden bir mücadele sürecidir ve bu yüzden SBP "Direniş bir mekteptir" sloganını ilk günden beri hayatın içine taşıma çabasını gütmektedir.

SBP ismindeki "Platform" terkibinden hareketle üçüncü ilkesini savunur.ki bu da gücünü egemenlerden değil ezilenlerden almak, meşruiyetini iktidar değil muhaliflerden üzerinden oluşturmak çabasına tekabül eder.

SBP kararlı mücadelesinde 4. yılıda geride bırakırken hatalarını tecrübeye çevirebilme yeteneği , dosta düşmana ispat ettiği kararlılığı ile bu gün ilk günden daha güçlü ,kendinden daha emin ve gelecekten daha ümitli yoluna devam etmektedir.

Uzun yürüyüşü sırasında kardeşçe dayanışmanın, müslümanca ahidleşmenin sahici kazanımları ile yoluna devam etmektedir. Başlangıçta oluşturulan irade bugün Sakarya Adalet Girişimi'nin ürettiği inisiyatif ile Sakarya'da Tevhid Ve Adaletin şahitliğini yapmaya çalışmaktadır.

Sakarya'da oluşturulan irade bu gün Akyazı,İzmit ,Ankara, Konya, Antalya ve Van'da daha güçlü bir iradenin bir parçası olarak kendi tarihini yazıyor.

www.platformhaber.net

[anadoluhaber:35442] Fwd: GÜNÜN E-KARTLARI (5 Adet)

Posted: 28 Sep 2009 03:57 PM PDT

GÜNÜN E-KARTLARI (5 Adet)


[anadoluhaber:35439] Ebulfez Elçibey sesli slayti

Posted: 28 Sep 2009 03:56 PM PDT

Ebulfez Elçibey sesli slayti


[anadoluhaber:35436] “ÇAĞCILLIK” YAMAN HEDEF.. // Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu

Posted: 28 Sep 2009 06:30 AM PDT

 
 

22 Eylül 2009 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.

     

                         "ÇAĞCILLIK" YAMAN HEDEF..

  

 Uygarlığın ana teması bilimdir. Çağcıllık ise bilimsel düşünce ve eyleme dayalı yaşamsallığı, toplumca esas tutmaktır.

                                                                                  

 Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu

    

    Sivas "Madımak" faciasından bir süre sonraydı. Aziz Nesin'i yerel yönetim adına onur konuğu olarak İzmit'e çağırdım. Değerli yazar, olağanüstü güvenlik önlemleri arasında Belediyece düzenlenen kitap günleri haftasında yer aldı. Ayrıca kent otellerinin anahtarları kendisine özel törenle sunuldu. Madımak oteli baskınına karşı tavır yansıtmak için bu anlamda bir gösteri düzenlenmişti.

    Basın, ziyarete büyük ilgi gösterdi. Bir gazetecinin; "Çağdaşlık sizce nedir?" sorusuna önce sözcüğü irdeleyerek yanıt verdi : "Çağdaş sözcüğü, zamandaşlığı kapsar. Örneğin biz, Afrika'daki Hotanto'larla yaşamsal çağdaşız. Atatürk'ün belirttiği ve aslı;'Muasır medeniyet seviyesi' olan tümcedeki muasır sözcüğü; asri demektir. Çağdaşlık karşılığını vermez, çağcıl demek gerekir" dedi. Sonra da Atatürk'ün söylediği ve yine esası; "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" olan deyişine göndermede bulundu: "Çağcıllık, bilimi yol gösterici almaktır".

     Aziz Nesin'in irdelemesinden sonra 'çağcıl' sözcüğünü özenle dile getirenlerden biri de ben oldum."Çağdaş" sözcüğü kullanımına tanık oldukça da Aziz Nesin'in yaklaşımını anlatarak, doğrusunu önerdim.

      Niçin?

      Uygarlık kompozisyonunun ana teması bilimdir. İnsanlık tarihi; bilimin getirdiği uygarlıktan yana olanlarla, karşıtlarının kıyasıya çatışmalarıyla doludur. Bilim karşıtlarının en güçlü silahları da dünyanın her yanında dogmalara sarılmaktır. Ama cehaletleri her alanda egemendir.

     "Bilimi arayınız" özdeyişi, İslam terminolojisine daha çıkışta damgasını vurmuş yaklaşımlardandır. Bilim ise uygarlığı gerçekleştirecek yöntemdir. Ama yüzyıllar sonra bağnaz saptırmalarla "itikat" yani "inanç gereği" savıyla, kaynağı bilim olan çağcıl uygarlık, karşıt hedef gösterilmektedir. Dinsel terminolojiye de isabetle yer eden bilim kavramından türeyen uygarlık, kimilerince inanç adına yadsınmaktadır. Yaman bir hedef sayılarak bazılarınca, "saçma" olarak nitelendirilmektedir."Çağcıl uygarlık düzeyine ulaşmayı" ilke edinen Atatürk'e de dolaylı saldırılar yapılmaktadır.

        Bilim sadece teknik bir terim değildir. Aynı zamanda sosyolojik boyutu da vardır. Akıl ve mantık öğeleri üzerinde insani kıstaslar göz önüne alınarak geliştirilmiş üst bir tanımlamadır. Çağcıllık, böylesine tanıma uygun, uygar yaşam biçimidir.

       21.yy. dünyasında, birtakım bağnazlarca çağcıllaşmanın yerilmesi akıllara durgunluk vericidir. Anadolu'daki antiemperyalist kalkışmadan sonra gerçekleşen tam bağımsız Türkiye ideal ve eylemselliği, Cumhuriyet ve devrim sürecini çağcıl uygarlık düzeyi üzerine inşa etmiştir. "Hurafe ve safsatalardan" arınmış bir toplum yapısını kurmak amaç edinilmiştir. Ama ödünsel fırsatlardan yararlanarak akıl ve bilim esaslarını yadsıyan bir bölük zihniyet, ülke ve ulus geleceğini karartmanın sürekli peşindedir.

     Kemalist Aydınlanma Devrimi, halk egemenliğini esas tutan ve uluslararası anlamda kabul gören uygar ölçekli atılımını, halkıyla birlikte gerçekleştirmiştir. Çağcıl gelişmeleri ülkesine yaşatmak isteyen, kamu yararına uygun ilerici ve toplumcu bir sistem kurmuştur. "Müspet" bilime dayalı; eğitilmiş, sağlıklı, özgür, insan hak ve hukukuna saygılı, sosyal devletten yana, kültürlü, ulusal onura dayalı uygar bir ülke öngörülmüştür. O halde niçin Kemalist çağcıllaşma, saldırı hedefidir?

   

 

     Amaç nedir?

     Toplumsal düzeni çağcıl uygarlık ölçütlerinden uzak kılarak belli direnç kalıplarında tutmak çabası, tarihin değersiz sayfalarındadır. Feodal, saltanatçı ve tutucu eğilimler, çağcıl uygarlıklara doğaları gereği ters düşmüşlerdir. Despotizme oturan, bireyciliğe biat eden ve nihayet evrensel uygarlığın akışına set çeken tutum sergilemişlerdir. Amaç, dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye'de de karşıdevrimciliği gerçekleştirmeye yöneliktir.

     Sonuç:

     Bilinmektedir ki, bu ülkede kötücül zihniyet için çağcıllık yaman bir hedeftir. Amaç, çağcıl uygarlıktan yana kişi ve kurumları tasfiye etmektir. Yine bilinmelidir ki, bu ülkede insanlık onurunu yükseltmek için, çağcıl uygarlığı ilerleme hedefi sayan milyonlarca kişi yaşamaktadır.

   

   

  

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35441] FW: BEYAZ ELBİSELİ GENÇ - Hikaye

Posted: 28 Sep 2009 05:28 AM PDT





BEYAZ ELBİSELİ GENÇ - Hikaye

Gençti. Üniversiteyi yeni bitirmişti. Hırslıydı. Hayattaki beklentilerine sınır tanımıyordu. Önce büyük bir firmaya girmek sonrada kendi işini kurmak ve daha sonra da beğendiği bir eşle evlenmek istiyordu. Kırkına gelmeden zengin ve tanınmış bir iş adamı olmak ise, başka bir hayaliydi. Belki daha ilerde siyasete soyunmak ve meclise girmek…


İlerleyen yıllar içinde plânlarını bir bir gerçekleştirmeyi başardı. İyi bir işi ve güzel bir eşi oldu. Çocukları da. Çok geçmeden kendi şirketini kurdu. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, kendisi bile inanamıyordu hayallerinin bu kadar kolay hayata geçmesine. Piyasanın neredeyse en büyüğü haline gelmişti. Kısacası, işler beklediği gibi yürüyordu. Ve kırk yaşına yeni girmişti. Bir sabah tıraş olurken aynada saçlarının arasında beyaz birkaç kıl dikkatini çekti.

"Yaşlanıyor muyum ne?" diye güldü kendi kendisine.

Ama sonraki günlerde, kendisini kaç defa yaşlılığı ve ölümü düşünürken buldu.

"Acaba bir psikiyatriste mi gitsem?" düşüncesi geçti aklından. Ancak daha fazla çalışarak ve partilere katılarak bu tür düşüncelere fırsat bırakmamaya çalıştı. Hem gerçekleştirmesi gereken o kadar çok projesi vardı ki ölüm için erkendi.

Ancak oğlunun sünnet düğününden başına gelen bir olay hayatının akışını hiç ummadığı biçimde değiştirecekti. Tarihi bir sarayda yapıyorlardı bu mutlu düğünü. Yüzlerce kalburüstü kişiyi ağırlıyorlardı. Eşi de kendisi de çok mutluydu. Aslında, bu mutluluğun daha çok kazanmış oldukları itibardan ileri geldiği söylenebilirdi.

Eşiyle birlikte bir gruba uğruyor, hallerini hatırlarını soruyor, karşılıklı iltifatlaşıyor; sonra da aynı şeyleri yapmak için diğer bir gruba yöneliyorlardı.

Bir ara gözüne, masalardan birinde hiçbir şey yiyip içmeden tek başına oturan bir genç ilişti. İlginç görünümlüydü. Baştan aşağıya beyazlar giyinmişti. Ayakkabıları bile beyazdı. Parlak yüzünde değişik bir anlam vardı. Ve muzip bir gülümseme. Orada olup bitenle ilgilenmiyor gibiydi.

Ona baktığında gencin gözlerinin de kendisine çevrilmiş olduğunu fark etti. Bir iki bakıştılar. Gözünü ilk kaçıran kendisi oldu, çünkü rahatsız olmuştu. Belki gencin bakışlarındaki farklılıktı bunun nedeni. Kendisine, ruhunu okurcasına bakıyordu ve bir şeyler söylemek istediği halde kendisinin gidip ona sormasını bekler gibiydi.

O an üzerinde fazla durmadı. Diğer misafirlerle ilgilenmeye devam etti. Sünnet yapıldı. Ama saatler ilerledikçe, üzerinde hep bir çift gözün dayanılmaz ağırlığını hissetmeye başladı. Her başını çevirdiğinde o gencin gözleriyle karşılaşıyordu. Beyazlar içindeki genç, oturduğu yerde başka hiçbir şey yapmadan gözleriyle kendisini takip ediyordu.

Salonu terk edip balkona çıktığında içini bir ürperti kapladı, çünkü o genç içerde oturduğu halde, sanki kendisine hâlâ bakıyormuş gibiydi.

Tanımadığı bu gencin başka bir misafirin, beklide hatırlı bir dostunun arkadaşı olabileceğini, gidip niye böyle yaptığını sorduğu takdirde tatsızlık çıkabileceğini düşünerek herhangi bir şey yapmadı. Ama en güzel geçmesi gereken gecenin tadı kaçmıştı bir defa…

Daha sonraları işinin yoğunluğundan unuttu o genci. Tâ ki, hem iş görüşmek hem de yorgunluğunu atmak için gittiği barda onunla tekrar onunla tekrar karşılaşıncaya dek. Bara girdikten kısa bir süre sonra yine gözlendiğini, hem de aynı gözler tarafından izlendiğini hissetti.

Aynı gencin aynı beyaz elbiseler içinde barın uzak bir köşesinde oturduğunu gördü. Yalnızdı. Masasında da yine hiçbir şey yoktu. Ayak ayak üstüne atmış, sadece kendisine bakıyordu. İçindeki soğuk ürperti yerini birden korkuya bıraktı. Bu bir tesadüf olamazdı. Ne istiyordu bu adam kendisinden? Niye takip ediyordu onu? Arkadaşlarından özür dileyip, başının ağrıdığını söyleyerek hemen bardan ayrıldı ve eve gitti.

Daha sonraki günler ve aylar tam bir kâbusa dönüştü. O gençle sık sık karşılaşmaya başlamıştı çünkü. Hiç ummadığı yerde; bir partide, sinemada, yolda, gittiği spor salonunda onun bakışlarını üzerinde buluyordu. Karşı konulmaz bir gücü içinde saklayan bakışlardı bunlar. Sanki ruhunu deliyorlar, benliğini kavrıyorlardı. Onlar karşısında kendisini bir çocuk gibi güçsüz ve aciz hissediyordu. İşin kötüsü, evinde, bürosunda, kilitli kapılar ardında bile aynı izlenme ve gözlenme duygusu peşini bırakmıyordu.

Şüpheler, ihtimaller köşe kapmaca oynuyordu artık beyninde. Bu işin içinde, çelme taktığı rakiplerinden birisi olmalıydı. Öyle ya, kendisini çekemiyorlardı ve belli ki niyetleri onu saf dışı bırakmaktı. Bunun için önce korkutmak ve belki de sonra onu ortadan kaldırmak istiyorlardı.

Hayatını böyle sürdüremeyeceğine göre bir şeyler yapması gerekliydi. Polisin bu işte çok yavaş ve etkisiz kalacağını düşünerek özel bir dedektife gitti ve gencin tarifini verdi. Onu takip etmesini, hakkında bilgi toplamamasını, bu işin ardında neyin yattığını öğrenmesini istedi. Ardından, hem evinin, hem de işyerinin güvenlik sistemlerini arttırdı ve son model teknolojilerle donattı. Büyük bir bahçenin içindeki evini korumaları için görevliler işe aldı. Bahçe duvarlarına güçlü aydınlatma ve alârm aletleri yerleştirildi.

İşyerinde, özel elektronik kartı olmadan artık kimse bir kattan diğerine geçemeyecekti; dışarıdan birisinin kapıdaki korumaları, özel sistemli kapıları aşıp kendi odasına ulaşması neredeyse imkânsızdı. Bununla da kalmayıp, kendisini adım adım takip eden son derece uzman korumalar görevlendirdi. En küçük bir tehlikeye karşı kendisini savunmak için hep tetikte olacaklardı.

Birkaç haftalık çalışmadan sonra kendisini ziyarete gelen dedektif, tam bir yılgınlık içindeydi. Bahsettiği genç hakkında, en küçük bir bilgi kırıntısı bile edinememişti. Dedektif, lâf arasında, öyle birisinin var olduğundan şüpheli olduğunu dahi ima etti. Ama o etrafındaki koruma duvarını sürdürmeye kararlıydı. Birilerinin kendisini öldürtmek istediğinden yavaş yavaş emin olmaya başlamıştı. Hele de o geceden sonra…

Yoğun bir çalışma temposuyla geç vakitlere kadar çalışmıştı. Kendi arabası önde, korumalarının arabası arkada, eve doğru giderken birden karşı yönden bir arabanın hızla üzerine geldiğini gördü. Ne kadar çaba harcadıysa da çarpışmayı önleyemedi. Arabası büyük bir gürültüyle birkaç takla atarak savruldu. Kendisinden geçmişti. Birkaç saniye sonra göğsünde müthiş bir acıyla uyanır gibi oldu. Hâlâ arabasının içindeydi. Gözlerini araladığında aynı genci, yolun hemen kenarında, karanlıklar içinden kendisine doğru bakarken gördü. Tekrar bayıldı.

Gözlerini açtığında bu defa hastanedeydi. Ailesi, dostları etrafındaydı. Kazayı, birkaç kaburga kırığı ile atlatmıştı. Polis, kazaya karşı yönden gelen arabanın freninin boşalmasının neden olduğunu bildiriyordu. Tanınmış bir işadamı olduğundan her şeyi dikkatle incelemişler, olağanüstü bir şeye rastlamamışlardı.

Ama hiç de öyle düşünmüyordu. Kaza sırasında o gencin orada olması, olayın bir suikast olduğunun deliliydi. Polise gençten sözettiyse de, polis kayıtlarında öyle bir kişinin bahsi geçmiyordu.

Birkaç hafta içinde iyileşip, hasta yatağında cep telefonu ve küçük bilgisayarla yönettiği işinin başına bilfiil tekrar geçti. Bedeni iyileşmişti, ama ruhu ölüm korkusunun altında ezildikçe eziliyordu. En küçük gürültüden korkmaya, tanımadığı insanlarla görüşmemeye başladı. Eşi, onu artık tanımadığını, bu kadar genç olduğu halde ölümü saplantı haline getirmesinin yersiz olduğunu söylüyordu. Olur olmaz yerde, beyaz elbiseli bir genç gördüğünü, onun kendisini takip ettiğini ve dahası öldürmek istediğini söylemesi ise, ortaklarını hayli rahatsız ediyordu.

Ondan başka kimsenin görmediği bu gençten bahsedip durmasını, sinirlerinin bozulmasına bağlıyorlardı. Ama o çok kesin konuşuyordu:

"Var ve beni takip ediyor, gözlüyor. Görün bakın, ölümüm onun elinden olacak."

Ve bir gün neredeyse öyle olacaktı. Bahçeden gelen bir sesi merak edip perdeyi açtığında, pencerenin diğer tarafında yine onunla ve kılıç gibi keskin bakışlarıyla karşılaştı. Neye uğradığını şaşırdı. Bocaladı. Birden sırtına bir ağrı saplandı. Olduğu yere yığılıverdi. Onu yerde gören eşi hemen görevlileri çağırdı ve onu derhal hastaneye kaldırdılar.

Doktorların söylediğine göre kalp krizi geçirmişti. Kendisine geldiğinde pencerenin önünde gencin nasıl durup kendisine ölecekmiş gibi baktığından söz etti. Ancak, bütün bahçeyi her saniye kontrol ettiklerini söyleyen koruma görevlilerine kalırsa, birisinin duvardaki alârm sistemini aşıp bahçeye girmiş olması, hele hele sürekli gözetim altında olan evin ön penceresine yaklaşması mümkün değildi. O ise bu açıklamalara son derece sinirlendi. Görevlerini iyi yapmadıkları gerekçesiyle bu korumaları kovup, yerlerine daha pahalı ve daha yeteneklilerini aldı.

Ölüm korkusu artık her dem zihnindeydi. Beyazlı gencin kendisini öldürmeye çalıştığından emindi, ama nedenini bilmiyordu. Bu işin arkasında kimin ya da kimlerin olduğunu da hâlâ çözememişti.

Bilmediği bir şey daha vardı. Eline o kadar fırsat geçtiği halde, o genç neden canını almamıştı. Neyi bekliyordu? Herhalde, asıl patronu kimse, ondan kesin öldürme emrini almamıştı.

"Bu işi acaba mafyaya mı havale etsem?" diyerek araya koyduğu habercilerle gizli örgütlerden yardım istedi.

"Başımız gözümüz üstüne. Bu işi olmuş bilsin" şeklindeydi cevap. "kimse o parlak çocuk, öldü saysın."

Ne var ki, kendisi için ölümün simgesi haline gelen beyaz elbiselinin ölüm haberi kendisine asla ulaşmadı. Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Bütün bu günler ve aylar, aynı endişe ve korkuyla doluydu:

"Bu genç yaşımda ölmek, yok olmak istemiyorum. Ölüme henüz hazır değilim. Dünyada yapmak istediğim bu kadar çok şey varken, toprak altında çürümek istemiyorum."

Ne var ki, içinde garip bir his, aylardır kendisine görünmeyen o gençle tekrar karşılaşacağını söylüyordu.

Yılın son günüydü. Dışarıda kar yağarken, o, bürosunda, şirketin yıllık hesaplarını gözden geçiriyordu. O yıl kadar çok badirelere ve piyasadaki sıkıntılara rağmen, oldukça iyi kâr etmiş görünüyorlardı.

Bir ara elindeki raporları masaya bırakıp arkasına yaslandı ve kendisini düşündü.

"Ya dedikleri gibi ölümden sonra hesaba çekilme varsa?" dedi kendi kendine. "Benim kâr-zarar hesabım orada nasıl çıkardı acaba?"

Ama daha fazla devam edemedi bu düşüncelere ve hemen şirket hesaplarına daldı yeniden. Başını kaldırdığında, bürosunu çevreleyen cam duvarın önünde bekleyen iki silahlı görevlinin sırtını gördü. Kendisini biraz daha rahat hissetti. Dışarıda telefon görüşmeleri yapıyordu çalışanları. Rakamlar, pazarlıklar, iltifatlaşmalar yansıyordu kulaklarına. İnsanlar oradan oraya koşuşturuyor, işleri yetiştirmeye çalışıyordu. Her şey normal seyrinde gidiyordu. Raporları akşamdan önce bitirmek için hesaplara tekrar daldı.

Birkaç dakika sonra, o tanıdık duygu sardı bütün benliğini. Titredi.

Başını kaldırdığında, masanın önünde dikilen onu gördü. Bu defa, hiç olmadığı kadar yakından bakıyordu kendisine. Boyunun bu denli uzun olduğunu yeni fark ediyordu. Dışarıdaki görevlilerin sırtı hâlâ kapıya dönüktü. Bağırmak istedi, ama yapamadı. Korktuğundan kalkıp kaçmak istedi. Yapabildiği tek şey, arkasındaki duvara yaslanmak oldu.

Dizlerinin bağı çözülmüştü:

"Sen, sen" diyebildi. "buraya nasıl girebildin?"

Genç hiçbir şey söylemeden kendisine doğru birkaç adım attı.

O kadar yaklaştı ki, nefesini üzerinde hissedebiliyordu. Dayanamadı.

Sırtı duvara yapışık halde, yere doğru kaymaya başladı. Dizleri onu taşımıyorlardı artık.

"Lütfen, lütfen!" dedi kısık ve cılız bir sesle. "Ne istersen vereyim sana. Yeter ki, öldürme beni."

Genç başını iki yana doğru salladı.

Sırtına yine aynı ağrı saplandı. Nefessiz kaldı. Tam boş bir çuval gibi yere yığılacakken gencin kendisini kucaklayarak düşmekten kurtardığını hissetti. Şimdi, en çok korktuğu kişinin kolları arasındaydı. Onun sözleri sisler arsından kulaklarında yankılanıyordu:

"Benden neden kaçtın? Her yerde etrafında gezip, bana, senden ne istediğimi sormanı bekledim. Önce senin sorman gerekiyordu. Emir böyleydi. Sorsaydın, seni değil, senin için ölümü öldürebileceğimi anlayacaktın. Görevim seni öldürmek değil, sana en çok istediğin sonsuz hayatı sunmaktı."

O ise, son cümleyi ya duydu, ya da duymadı.

Cam büro duvarlarının önünden geçen bir çalışan, onu yere yığılmış halde görünce herkes içeriye koşuştu. İş merkezinin doktoru çağrıldı hemen. Doktor kısa sürede geldi, ama artık çok geçti…

(Kaynak: Murat Çiftkaya, Düşünen öyküler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003)



Teker teker mi, yoksa hepsi birden mi? Arkadaşlarınızla ilgili güncel bilgileri tek bir yerden edinin.


Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35432] FW:

Posted: 28 Sep 2009 05:25 AM PDT



Kabir Suali- Hikaye




İPİN HESABI

Bir şehrin en zengini öldüğünde, tellallar sokaklara dökülüp;
- Ey ahali, diye bağırmışlar. Biliyorsunuz Veli efendi öldü. Bir vasiyeti var.
Âhiret hayatına alışabilmek için, kendisine bir günlük yardımcı arıyor. Kim ki,
mezardaki ilk gecesini onunla beraber geçirirse,Veli Efendiye ait servetin yarısı
kendisine verilecektir. Ey ahali,duyduk duymadık demeyin....

Tellalların bütün çabasına rağmen kimse bu parlak, fakat korkulu vasiyete kulak

vermemiş. Ama sonunda, şehrin en fakir hamallarından birisi çıkmış ortaya.

Adamcağız bakmış ki, hayatta zaten sırtındaki küfesinden ve ipinden başka bir şey

yok. O halde "hamal olarak yatıp, ertesi sabah zengin olarak kalkarım" diyerek razı

olmuş... Genişçe bir mezara,iyice kefenlenen zengini ve yanına hamalı yatırmışlar. Az

sonra sual melekleri gelmiş.

"İkisi de bize emanet" diye konuşmuşlar.

"Zengin nasıl olsa kalacak, su hamaldan başlayalım." Sormuşlar:

- Dünyada malin mülkün var miydi?

- Alay etmeyin demiş, hamal. Sırtımdaki küfeden ve ipten başka hiçbir şeyim

olmadığını siz de bilirsiniz.

- Peki diye eklemiş melekler, o ipi ne karşılığında aldın. Sonra küfeyi ne iş

gördün de nasıl elde ettin?

- Anlatmış hamalcağız. Beş kişinin malini 10 kurusa taşıdım. İkisini yedim,

sekizini sakladım. Ertesi gün de ayni isleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım

ve bunları aldım.

Melekler:

- Çık demişler, çık... Olmadı... Hasan Efendiden aldığın para, hak ettiğinden çok

düşük. Biz ondan bunun hesabini soracağız. Mehmet Efendiyle de ucuza anlaşmış

ve ucuza taşımışsın...

- İyi ama, diye cevaplamış hamal, hak ettiğim parayı isteseydim, bana

taşıttırmazdı. Taşıttırmayınca da aç kalırdım...

- O bizim isimiz demiş melekler, nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına

ona sorarız.

Melekler, hamalı sıkıştırmaya devam etmiş.

Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?

- On kuruş aldı isem, yarısını sakladım. İki kuruş aldı isem, bir kurusunu

biriktirdim...

- Çık demiş melekler... Yine olmadı, hem ucuza taşımışsın, hem de gıdandan

kesmişsin... Yani sen, kendi nefsine zulmetmişsin... Nefsine zulmetmek de günahtır.Ayrıca çocuklarının nafakasından da kesmişsin demişler

Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünüp ecel terleri dökerken, sabah olmuş.

Açılan mezardan yukarıya bir bakmış ki, bütün millet orada... Kadı Efendi ve şehrin

mehter takımı da kendisini bekliyor. Bir kıyamet ki sormayın.

"Kutlu olsun" demişler... "Bu gece kimsenin yapamayacağı bir isi başardın ama,

bak artık zengin oldun."
Hamal mezardan çıkar çıkmaz kaçmaya başlamış güç bela durdurmuşlar gel ödülünü al demişler
- Yooo, diye bağırmış hamal. İstemem , sizin olsun... Ben , bir iple küfenin

hesabini sabaha kadar veremedim, Ya o kadar servetim olsaydı, ne yapardım?

alıntıdır


Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası

Windows Live tüm arkadaşlarınızla tek bir yerden iletişim kurmanıza yardımcı olur.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

26 Eylül Dil Bayramı & Türkiye'yi Yerin Dibine Soktu

Posted: 28 Sep 2009 03:45 AM PDT

Kimden: İsmihan İsmihanlı

Türkiye'yi yerin dibine soktu!

‘Yurt dışında karalama’ bir AKP geleneği oldu
AKP’nin ‘yurt dışında Türkiye’yi karalama’ geleneğine, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış da en üst perdeden katıldı. ABD’deki Harvard Üniversitesi John F. Kennedy Yönetim Okulunda konferans veren Bağış, önce uzun uzun Avrupa Birliği’ni (AB) övdü, ardından da kendi ülkesi Türkiye’yi inanılmaz ifadelerle kötüledi.

Demokratik sorun yaşıyorlarmış!
İŞTE Bağış’tan inciler: AB, tarihin en önemli siyasi barış projelerinden biri... Avrupa’yı Avrupa yapan çeşitliliktir. Türkiye’de demokratik sorun yaşayan grup ve bireyler var. Çocuklarına istedikleri isimleri koyamadılar, istedikleri dili konuşamadılar, istedikleri kitapları okuyamadılar. ‘Eşit vatandaş’ hissettirecek yasal düzenlemelere gitmek gerekiyor.

AKP’LİLER BUNU HEP YAPIYOR
İktidarın etkili isimleri, özellikle yurt dışında Türkiye aleyhinde konuşmadan duramıyor...

Babacan tarihe geçmişti
Ülkesini Avrupa’ya şikayet eden ilk Dışişleri Bakanı olarak tarihe geçen Ali Babacan, AP’de ülkesini karalamış, Türkiye’de Müslüman çoğunluğun da ’dini özgürlük sorunu’yaşadığını iddia etmişti.

Fırat’ın Atatürk alerjisi!
Dengir Mir Mehmet Fırat, New York Times’a verdiği demeçte Atatürk devrimlerine dil uzatmıştı: Topluma travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri söylendi.

AB’ye övgü yağdırırken Türkiye’yi yerdi
Devlet Bakanı Egemen Bağış, Türkiye’de bazı grupların dillerini kullanamadığını, istediği kitapları okuyamadığını iddia etti

AKP’liler yurt dışında Türkiye’yi şikayet etme geleneğini devam ettiyor. Başbakan Yandımcısı Ali Babacan ve AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat‘ın ardından, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış da benzer söylemlere imza attı. ABD’deki Harvard Üniversitesi John F. Kennedy Yönetim Okulunda konferans veren Bağış, önce Avrupa birliğini övdü, ardından da Türkiye’yi yerin dibine soktu.
AB’nin, tarihin en önemli barış projelerinden biri olduğunu iddia eden Bağış “Ancak henüz tamamlanmayan bu sürec Türkiye’nin üyeliğiyle tamamlanacak” dedi. Ankara’nın AB üyeliğinin 1,5 milyarlık Müslüman dünyası tarafından yakından takip edildiğini öne süren Bağış şöyle devam etti:  AB başından beri siyasi barış projesi olarak tasarlandı. “Muhafazakar bir birlik” ya da “Hristiyan kulübü” olarak ortaya çıkmadı. Avrupa’yı bugünkü Avrupa yapan çeşitliliktir.

Vazgeçmeyiz kararlıyız
Konuşmasının ardından katılımcıların sorularını yanıtlayan Bağış,  Fransa’nın başını çektiği bazı ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğine olumsuz bakışına dair bir soru üzerine, müzakerelerin, aralarında Fransa ve Almanya’nın da yer aldığı AB ülkelerinin oy birliğiyle aldığı kararla başladığını anımsatarak şöyle devam etti:  “Bu demektir ki katılım müzakerelerine devam etmek Türkiye’nin yasal hakkı. Evet, bazen problemler çıkarıp, bazı fasılları bloke etmeye çalışabilirler ama Türkiye’yi pes ettiremezler. Sizi temin ederim ki Türkiye’yi AB arzusundan vazgeçirmeye yönelik hem iç hem dışta önümüze konulan zorluklara rağmen pes etmeyeceğiz. Kararlıyız, arzuluyuz ve sabırlıyız”

Memnuniyetle açarız
Kıbrıs’a dair bir soru üzerine Bağış, “Eğer herhangi bir Avrupa ülkesi ya da ABD, Kıbrıslı Türklerle doğrudan ticarete başlarsa, biz de limanlarımızı ve havaalanlarımızı Rum gemi ve uçaklarına memnuniyetle açarız” dedi.
Demokratik açılım konusundaki bir soru üzerine de “Türkiye’de biliyoruz ki demokratik haklardan kaynaklanan sorunlar yaşayan bazı grup ya da bireyler var. Türkiye’de geçmişte maalesef çocuklarına istedikleri ismi koyamayan, kendi ailelerinde istedikleri dili konuşamayan, istedikleri kitapları okuyamayan insanlar oldu” diyen Bağış, ülkedeki herkesin, etnisitelerine, dinlerine ya da siyasi görüşlerine bakılmadan, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit birer vatandaşı olarak hissetmeleri ve Türkiye Cumhuriyetini kendi vatanları olarak görmelerini sağlayacak yasal düzenlemelere gitmeleri gerektiğini belirtti.

Dışarıda şikayet gelenek oldu

Müslümanların da sorunları var
Ali Babacan da Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğü dönemde Türkiye’yi AB’ye şikayet etmişti. Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komitesi üyelerine hitaben yaptığı konuşmada “Türkiye’de Müslüman çoğunluğun sorunlar yaşadığını” iddia etmişti. Babacan şunları kaydetmişti: “Türkiye’de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor. Türkiye’de son dönemde laiklik eksenli bir tartışma yaşanıyor. Bizim laiklik tanımımız çok açık: Din ve devlet işlerinin açık şekilde birbirinden ayrılması. Devletin de bireylerin dininin gereğini yerine getirmesine müdahale etmemesi. Burada farklı inançtakiler de dinsizler de bu özgürlük ortamından faydalanabilmeliler”

Devrimleri hedef aldı
AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise New York Times gazetesinden  Sabrine Travernise‘e yaptığı açıklamalarla tartışma yaratmıştı. Büyük Önder Atatürk‘ü ve devrimlerini eleştiren Fırat, devrimleri bir travma olarak nitelendirdi. Fırat özetle şunları kaydetmişti: “Her devrim gibi Atatürk devrimleri de toplumda bir travma yaratmıştır. Çünkü bir gece önce eski Türkçe yazı TBMM’de lağvedilerek Latin alfabesi getirilmiştir. Bu devrimdir. Toplumda okuma-yazma oranı sıfıra düşmüştür. Latin alfabesi, bilmeyenler için öyledir. Bu bir sosyal, tarihsel tespittir. Bunu değerlendirirken devrimin iyi veya kötü oluşu konusunda herhangi bir söylem yoktur orada... Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri söylendi. Dinsel yolları dağıtıldı”.





Devlet parasıyla umre caiz midir?

Devlet parasıyla umre caiz mi?
Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelttiği soru önergesinde, Erdoğan’ın ABD, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de Suudi Arabistan gezilerini Meclis gündemine taşıdı. Genç, “Abdullah Gül ve Bülent Arınç Suudi Arabistan’da umre de yapmışlardır. Devletin parasıyla umre yapmak etik midir, İslami kurallara uyar mı?” diye sordu. Genç, Meclis Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, Başbakan Erdoğan’ın Türk Hava Yolları’ndan aldığı büyük uçak ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de yine THY’den sağlanan bir uçakla Suudi Arabistan’a gittiğini kaydetti. Genç, soru önergesinde Başbakan Erdoğan’a şu soruları yöneltti:

Paralar hangi fasıldan?
“Bu uçakların gidiş-dönüş tüm giderleri kaç liradır ve THY’na kaç lira ödenmektedir? Bu paralar nereden ve hangi ödenek faslından ödenmektedir? Her iki seyahate kimler katılmıştır? Sizin ve Abdullah Bey’in aile efratları var mıdır? Varsa kimlerdir? Gazetelerin yazdığına göre Abdullah Gül ile Bülent Arınç umre de yapmışlardır. Devletin parasıyla umre yapmak etik midir, İslami kurallara uyar mı?“



[anadoluhaber:35443] Re: [Egemen Türkiye] Fwd: [ciddiyiz biz] İRAN İLE ARMAGEDDON SAVAŞINA ( Ahmet Kılıçaslan Aytar )

Posted: 28 Sep 2009 02:29 AM PDT

İRAN ABD İŞBİRLİĞİ VİDEO!

[videoiran.png]
İran ve Amerika arasında süren nükleer enerji krizi ve diğer sorunlar Dünya Gündeminde artarak önemini korurken geçtiğimiz dönemde BBC'nin yayınladığı bir video İRAN VE AMERİKA arasında ki ilişkilerin seyrini de gözler önüne seriyor.
Aslında bölgesel olarak jeostratejik bir bakış açısı ile İRAN 'ın dış'a yönelik politikalarını inceleyenler bölgede ki en iyi dostunun ABD olduğu sonucuna varabilir.Amerika Irak ve Afganistan işgalleri ile sadece ve sadece İRAN'a yarayacak şekilde bölgede ki İran mualifi güçleri tasfiye etmiş ve İran tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar bölgesinde güçlenmiştir.Bunu ona sağlayan merkez ABD'den başka bir yer değildir.

Afganistan'da Taleban'ın ve Irak'ta en büyük düşman Saddam Hüseyin'in yokedilmesi İran'a derin bir nefes aldırmıştır.Velhasıl iki Sünni güç İran'a yarayacak şekilde ABD tarafından bölgede şimdilik etkisizleştirilmiştir.
Ancak İRAN'ın bu süreçte ABD'ye karşı takındığı tavır hep bize yansıtılan şekli ile iki düşman kutup olarak enfermasyon edilmiş ama aşağıda ki videoda da izleyeceğiniz şeyler nedense es geçilerek Irak ve Afganistan'ın işgalinde İRAN devletinin ABD ye sağladığı yardımlar gösterilmemiştir.

İran kapalı kapılar ardında gizli bir şekilde taa ABD'nin Pentagonuna giderek Hem Afganistan hem de Irak ta kendi düşmanı gördüğü rejimlerin devrilmesinde bakın ABD'ye nasıl yardımcı olmuş!
İran'ın İngiliz ve Amerikalı yetkililerle kapalı kapılar ardındaki görüşmelerinin sadece bununla sınırlı kalmadığı anlaşılıyor. İranlı ve Amerikalı yetkililerle yapılan mülakatlarda, 11 Eylül saldırılarının ardından Tahran yönetiminin Afganistan'da Taliban yönetiminin devrilmesine yardımcı olmak ve El Kaide'yi bölgeden silmek için Amerikalılara bombalanacak yerleri harfiyen gösteren istihbarat bilgileri sağladığı anlaşılıyor.

VE İŞTE TÜM DÜNYA'YA İRAN -ABD SAVAŞI GİBİ YANSITILAN SAHTE GÜNDEMİ ALAŞAĞI EDEN VİDEO

video

Video için tıklayınız!



28 Eylül 2009 12:02 tarihinde Akkartal <akkartal29@gmail.com> yazdı:


---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: muharip <husrev1@gmail.com>
Tarih: 28 Eylül 2009 11:55
Konu: [Egemen Türkiye] Fwd: [ciddiyiz biz] İRAN İLE ARMAGEDDON SAVAŞINA ( Ahmet Kılıçaslan Aytar )
Kime: Egemen Turkiye <Egemen-Turkiye@googlegroups.com>



Doğrusu, hayli kompleksif bir durum... Olaya önce, insanların, dolayısı ile de, devletlerin eşitliği ilkesinden bakınca, nasıl ki sair silahların kullanım ve üretimi herkese serbesttir, o halde nükleer silahların da böyle olmalıdır... diyorum. Çünkü böylece, tıpkı, herkesin bildiği şey sır, (yani bilgi) olmayacağı gibi, herkeste olan silah da silah mesabesinde sayılmaya bilinecektir... Onun için de, bence bunun kullanılmasından korunmanın en iyi yolu, bütün devletlerin nükleer silahlara da sahip olmasıdır. Zira ancak bu duruma gelinince bu çok tehlikeli (dünya ve insanlığın bekasını top yekün tehdit eden) silahların külliyen ortadan kaldırılarak, sadece konvansiyonel silahlarla yetinilmesi hususunda uluslar arası bir anlaşma sağlanabilir, diye umuyorum. Bu mantıktan yola çıkınca, sadece Iran'ın değil, bizim ve sair ülkelerin de bir an önce bu silaha sahip olması fikrini savunmak yanlış bir tutum olmasa gerek...? Yoksa, Atom silahlarına sahip olan ülke ve halkların diğer uluslardan üstün olduklarını (insaniyet ve güvenirlik bakımından mesela) bir gerekçeye dayandırılması icap edecek. Ki bu durumda Atoma ilk başvuran olarak, ABD'nin bu silahlardan ilk arındırılması gereken ülke statüsünde sayılmamasını dünya kendine izah edemez. Hal böyle iken, nasıl olur da şimdi, ABD, Israil, Fransa, Kanada, Rusya, Çin, K.Kore, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerin bu silaha sahip iken, Iranlılar bundan mahrum bırakılmalı savını haklı göstereceğiz; Türkler ve sair düna ülkeleri olarak...? Öyle ya, bu silaha sahip olan ülkeler, biz ve sair atom silahına sahip olmayan ülkelerin halklarından daha mı insancıl, daha mı akil ve güvenilirler ki, onlarda olsun ama bizlerde olmasın? Bu durum bizim gibi ülkeler bakımından ulusal güvensizlik sebebi ve zül sayılmaz mı? Neden biz onların her anki büyük tehditleri altında yaşamak zorunda olalım? Bu sorulara cevap veremeyen ülkelerin bağımsız ve kendi hayat haklarını korumakta oldukları iddia edilebilir mi? Meselenin tabii diyalektiği bu soruların olumlu cevaplandırılmasını gerektirdiği halde, bunu yok sayıp, anılan kötü durumdan tecahül ettiğimiz için değil mi bu gün yaşadığımız kimi sıkıntılar; ablukaya alınmışlık hissimiz, Amerika'dan korkmamız... iç işlerimize Batı'nın karışması ve bizi kendi ülkemizde bir birimize düşürmeleri...? Bunları bir arada düşününce, sayın Aytar'ın kerhan kabul ettiği Iran'a karşı olmamız, ki bu aynı zamanda AB-D karşıtı, onları bizi parçalamak isteyen büyük tehdit olarak görmemiz konularında bir çelişkidir, fikrini nasıl savunabiliriz? Kaldı ki bunu dahi kendi başımıza değil, eloğluna ödenecek büyük paralarla (Patriot füze sistemleri satın alarak) yapacakmışız... Reel tehlike baş gösterdiği an, bunların ne kadar sağlam, güvenilir şekilde işleyecekleri de ayrı bir soru hem... Netice olarak, bence, herkese karşı en sağlam güvencemiz, herkeste olan ve hatta olmayan silahlara bizim de bizzat sahip olmamızdır... vesselam...  

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: Tevfik Kaymaz <tkaymaz@gmail.com>
Tarih: 27 Eylül 2009 23:18
Konu: [ciddiyiz biz] İRAN İLE ARMAGEDDON SAVAŞINA ( Ahmet Kılıçaslan Aytar )
Kime:


İRAN İLE ARMAGEDDON SAVAŞINA
Tevrat, Yeşaya 66;
"Bedenleriniz körpe ot gibi tazelenecek. Herkes Rab' bin koruyucu elinin kullarının, gazabının ise düşmanlarının üzerinde olacağını bilecek. Çünkü O bütün insanlığı ateş ve ......

1 yorum yapıldı

Yazının devamı >>>>
http://ciddiyizbiz.biz/ciddi-buldugumuz-kose-yazilari/iran-ile-armageddon-savasina-(-ahmet-kilicaslan-aytar-)/



--
www.ciddiyizbiz.net








--
En iddiasız İDDİACI: Husrev Özel






--

 ---------------------------------------------------------
"HAKİKATİN HATIRI ,DOSTUN HATIRINDAN ÜSTÜNDÜR"
(HZ ALİ ra.)

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35440] DEMİREL'İN AÇILIM YORUMU

Posted: 28 Sep 2009 01:47 AM PDT

Demirel Açılımlar konusunda sorulan sorulara cevap vermeyerek, zamanı
gelince bir iki laf ederiz demiş....

http://www.habername.com/yazi/ahmet-turkan-demirelin-acilim-yorumu-2890.htm

Ahmet TÜRKAN

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.."
Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35437]

Posted: 28 Sep 2009 01:32 AM PDT



İSRAİL İN EN BÜYÜK KORKUSU, TÜRKİYE NİN BATI DAN (AB, ABD VE NATO DAN) KOPMASIDIR
 
ABD'de Demokrat Partili üye Siyonist Yahudi Jim Moran: Türkiye AB`ye tam üye olmalıdır
ABD Temsilciler Meclisi`nin Demokrat Partili üyesi ve Yahudi Lobilerinin önde gelen ismi, Siyonist Jim Moran,
"Türkiye`nin AB`ye tam üye olarak girmesi gerektiğini" açıklamıştı. Washington`da Fetullahçıların hazırladığı Rumi Forum`da
konuşan Virginia eyaleti milletvekili Moran, "Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin, bazılarının önerdiği gibi imtiyazlı
ortaklık değil, tam üyelik şeklinde olması gerektiğini" vurgulamıştı. "ABD Başkanı Barack Obama`nın ilk ziyaret ettiği
ülkelerin başında Türkiye`nin gelmesinin tesadüf olmadığını" anlatan Moran, medeniyetler boyunca Türkiye`nin,
jeopolitik yönden merkezi bir rol oynadığını hatırlatmıştı.
ABD`nin Irak savaşında, korkunç hatalar yaptığını dile getiren Siyonist Yahudi Moran, "Türk halkının yüzde 80`inin bu
savaşta ABD`nin Türk topraklarını kullanmasına karşı çıktığını" kaydederek, "Burada Türk halkı haklı, bizim o zamanki
yönetimimiz haksızdı" deyip şeytanlık yaparak, Türkiye dostu rolü oynamıştı.
Bu sırada, AB'nin, "Hırvatlara ve Sırplara serbest dolaşım hakkı tanınması, ama Boşnaklara ve Kosovalılara vize uygulaması"
kararı, Batının Müslümanlara bakış açısını ve çifte standardını yansıtmaktadır. Bu tavır, aynı zamanda, savaşın saldırgan ve azgınlarını ödüllendirip, mağdurlarını
ve mazlumlarını cezalandırma mantığıdır. Bütün bunlara rağmen Türkiye'nin hala AB umuduyla avutulması, İsrail'in bir planıdır.

Çünkü AB tezgâhından ve ABD tuzağından kurtulan, Doğu'yla ve İslam Dünyasıyla kucaklaşan bir Türkiye, artık İsrail'in
payandası olmayacaktır. Türkiyesiz bir İsrail'in ise, ayakta kalması ve işgal ettiği Filistin topraklarında barınması
imkânsızdır. Bu nedenle bizi, AB kapısında ve ABD kampında tutmaya, kof vaatler ve beklentilerle umutlandırmaya çalışanların
başında İsrail ve Siyonist Yahudiler olduğu, asla unutulmamalıdır. Türkiye'nin en büyük talihsizliği ise, sadece hükümet
olan AKP'nin değil, muhalefetteki CHP ve MHP'nin de, beyin olarak Batı bağımlısı ve AB yanlısı olmalarıdır.
·   MHP Lideri Devlet Bahçeli, kendisi Başbakan Yardımcısı iken mağduriyetlerine göz yumduğu Uygur Türklerine yönelik Çin
vahşeti karşısında, AKP'nin cılız tepkilerini tenkit ederken: "Filistin'e, Gazze'ye sahip çıkıyor, İsrail'e dikleniyordunuz?"
Sözleriyle hala İslam kardeşliğine olan gizli kinlerini ve ırkçılık-kavmiyetçilik güttüklerini, bunda da samimi olmayıp
istismar ettiklerini ortaya koymuşlardır.
·   CHP lideri Baykal ise, bizim de yanlış bulup karşı çıktığımız askeri yargıyla ilgili "tereddütlü" kanunu onaylayan
Sn. Cumhurbaşkanını eleştirirken:
"Çekirdeğinden yetiştiği bir siyasi anlayışın uzantısı ve temsilcisi gibi davranmaktan kurtulamıyor" diyerek, hiçbir
ilgisi kalmadığı halde, Milli Görüş'ü suçlamaya ve karalamaya kalkmıştır. Oysa AKP'nin Milli Görüş zihniyetinin değil,
AB, ABD ve İsrail'in hizmetinde olduğunu hala anlamamak, ya akıl noksanlığıdır veya iftira ustalığıdır.
Kaldı ki, İsmet İnönü gibi, CHP'nin temsilcisi değil, bizzat kendisi Cumhurbaşkanı olduğunda, tarafsız kalındığına ve yine
Süleyman Demirel gibi tescilli Masonlar Cumhurbaşkanı yapıldığında, tarafsız davrandıklarına inanılıyor da, Abdullah Gül'e
niye farklı yaklaşılıyor? diye sormak lazımdır.. Ve zaten bu kafa yapısı ve İslam takıntısı yüzündendir ki, CHP bir türlü
20'den yukarı çıkamamaktadır.
YÖK'ün katsayı haksızlığıyla ilgili yeni düzenleme girişimini:
"Türkiye, İmam-Hatipliler eliyle, dini prensiplere ve hurafelere dayalı bir döneme doğru sürükleniyor" şeklinde, talihsiz
ve terbiyesiz benzetmelerle yorumlayan CHP saymanı Mustafa Özyürek gibi küflenmiş kafalardan kurtulmadıkça da, böyle
azınlıkta kalacaktır. Çünkü Yüce İslam Dini, hurafe değil; hak ve hakikattir. Hurafe, Mustafa Özyürek gibilerin kof
kuruntuları, saplantıları ve sapıklıklarıdır. Üstelik Amerikalı Yahudi dönmesi Siyonist Hıristiyan Christopher R. Robert'in
16 Eylül 1863'te kurduğu misyoner mektebi Robert Kolej mezunu bir avuç sabataistin, yıllarca Türkiye'nin en kilit
noktalarında ve yönetici makamında görev almaları ve Mason Localarına bağlı çalışmaları bunlara dokunmuyor da,
İmam-Hatipli vatan evlatlarının beyninin ve bileğinin hakkıyla ve bin türlü engeli aşarak önemli görevler üstlenmesi,
niye bazılarına batmaktadır?

Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşma tehsi varmış...
"Türkiye`yi gayet iyi izleyen bir Fransız strateji uzmanı –onu da gayet yakından tanırız- ve şu sırada Harvard`da ders
veren Dominique Moisi`nin "Türkiye`yi Kim Kaybetti?" yazısındaki şu satırlar da, İsrail ile ilişkilerin yara almasından
ötürü "Batı`dan kopuyoruz" diye dehşete kapılanlara uyarı niteliği taşımaktadır:
"İsrail de Türkiye`yi yitirmek gibi bir büyük tehyle yüz yüze kalmıştır. Lübnan`da ve şimdi Gazze`de giriştiği son iki
askeri macerası İsrail`in güvenliğini güçlendirmekten ziyade kendisinin suçlu görünmesine ve dünyadaki sempatisini kaybetmesine
 yol açmıştır. İsrail'in, söz konusu askeri çılgınlıkları, Türkiye ile arasındaki stratejik ittifakı neredeyse çökme
noktasına taşımıştır."
Anahtar konumdaki bir NATO üyesi olan Türkiye`ye eğer İsrail'in sorumsuz politikaları yüzünden Batıdan uzaklaşırsa,
İsrail'de bölgede sahipsiz kalacaktır.
Cengiz Çandar: Kısacası, Türkiye`nin Batı`dan uzaklaşmasının anahtarını İsrail`e karşı "siyasi pozisyonu" belirlemiyor.
Bu noktadaki asıl tehlike iç bünyemizdeki "Ergenekoncu-ulusalcı hastalığın" vücudu sarmasında" derken, İsrail'e uşaklığa
devam için, Ergenekon dalgalarının kılıf olarak kullanıldığını açığa vurmaktaydı.
 
Türkiye'de İsrail'in nüfuzu devam ediyorsa, sabataistler niye paniğe kapılmış?

Türkiye`nin İsrail`e ve ABD`ye bağımlılığı devam ediyor mu? Devam ediyor... Türkiye AB`ye girmek için çırpınıyor mu?
Çırpınıyor, elinden gelen bütün gayreti sarf ediyor. Türkiye Avrupa Birliği`ne girerse parçalanır mı? Evet, o noktaya doğru
gidiliyor.
Dünyanın iki en zengin ve düzgün ülkesi, İsviçre ve Norveç AB üyesi değildi. Bu konuda oylama yaptılar, halk istemedi.
Türkiye`de AB üyeliği için halk oylaması yapılır mı? Hayır yapılamıyor Türkiye AB üyesi olursa bağımsızlığından çok şeyler
kaybeder mi? Edecektir. Zaten şu anda yüzde yüz bağımsız değiliz, AB üyesi olabilirsek bağımsızlığımızın daha da azalacağı
kesin gözüküyor. Türkiye, AB üyesi olmadan da güçlü, zengin, temiz, örnek, kendi ayakları üzerinde duran bir ülke olabilir mi?
Elbette olabilir, ama Milli, haysiyetli ve cesaretli bir politika gerekiyor.

Büyük Ortadoğu Projesi nedir?
 
Bu projenin her şeyden önce bir ABD-İsrail projesi olduğunu herkes biliyor. İslâm dünyasındaki büyük devletleri parçalamak,
ortaya bir sürü yetersiz küçük ve orta devlet çıkartmak amaçlanıyor. Bu devletler ABD`ye ve İsrail`e bağımlı olsunlar,
onlara asla kafa tutamasınlar, orduları hiçbir zaman ABD ve İsrail için bir tehdit ve tehlike oluşturmayacak şekilde
yapılandırsınlar isteniyor.
Türkiye ile İsrail arasındaki gizli askerî anlaşmalar helen ve fiilen yürüyor mu? Evet yürüyor. İsrail ile Türkiye arasında
sıkı iktisadî işbirliği devam ediyor mu? Ediyor. 1985`te Yahudi devleti ile ticaretimiz sadece 50 milyon dolardı, bu rakam
2 milyar dolara yaklaşmış bulunuyor. Türkiye`de ne kadar Yahudi yaşıyor? Resmi makam 25 bin söyleniyor. Kimlik kartlarının
bir hanesinde Musevî yazan vatandaşlarımızın gerçek sayısı 16 bine düşmüş görünüyor. Lakin ötede bir milyondan fazla
Kripto Yahudi bulunuyor. Bunlar: Selanik Dönmeleri, yani Sabataylar...
Pogromlardan sonra Osmanlı devletine sığınan ve bilahare Alevî veya Bektaşî olanlar... "Müslümanlaşan" Kürt Yahudileri ve
Barzanlar...
Kafkasya Yahudileri ve Karaylar...
ve Pakradunlar.
Yani Yahudilikten Ermeniliğe geçenler, sonra sözde müslümanlaşanlar.. Türkiye'yi gizli ve zehirli ahtapot gibi sarmış
sömürüyor. Türkiye`de Yahudi nüfuzu devam ediyor mu?
Elbette ediyor.
Türkiye`nin derin ve büyük sorunları, Batı güdümlü demokrasi ile çözülür mü? Çözülmez. Çünkü demokrasi sadece bir kemiyet
(kelle sayısı çokluğu) rejimi değildir. Demokrasi öncelikle bir keyfiyet, vasıf üstünlüğü sistemidir. Bir ülkenin milli
irade sahibi ve haysiyetli yöneticileri yoksa demokrasi ile hiçbir şeyi çözemezsiniz. Çözüleceğe de benzemiyor.
Bugünkü demokrasi sadece ülkenin birliğini çözüyor, çöküntüye sürüklüyor.
Türkiye`nin önünde kolay bir çare ve çözüm var mıdır? Ülkemizin sıkıntı ve krizleri çok karmaşıktır. Bunlar hiçbir kolay,
basit, ucuz, işporta çare ve çözümlerle halledilemez, halledilemiyor." " diyenler haklıydı.
Bu nedenle Milli ve tarihi bir dönüşüm bekleniyordu.

Sabetaycılar: "İsrail`e geri dönmek istiyoruz" diyorlarmış…
İsrail`de yayınlanan Makor Rishon gazetesi, Sabetay cemiyetinin Türkiye lideriyle görüşmüş ve çarpıcı iddialar ortaya
atmıştı. İsrail`de ve Fransa`da yayımlanan gazeteleri de kaynak göstererek yayınladığı haberde; Sabetaycıların lideri olduğu
belirtilen ancak adı açıklanmayan kişinin, "Türkiye`de 30 bin Türk vatandaşı Yahudi`nin yaşadığını, ancak kendisini
gizleyen Sabetaycıları sayısının 60 bine yaklaştığını" söylediğini yazmıştı. Haberde söz konusu liderin çok tartışılacak şu
sözlerine de aktarılmıştı:
"17. yüzyılda Türkiye`ye yerleşen ve İslam`la Musevilik arasında bir inanışı benimseyen Sabetaycılar, artık İsrail`e göç
etmek istiyor. Bunun için İsrail devleti göç yasasını değiştirip bizi kabul etmesi gerekiyor. Ancak kendi isteğiyle
Yahudilikten çıkanlara, dönüş hakkı tanınmıyor.
 `
Nüfus konusu karışıktı..

İsrailli bir gazetecinin Sabetaycıların lideriyle görüştüğü yönündeki haber, Türkiye`de de yankılanmıştı. Sabah`ın görüştüğü
kaynaklar, "Sabetaycıların üç ayrı kolunun varlığını ve tek bir liderden söz etmenin mümkün olmadığını" vurgulamıştı.
Konuyla ilgili bilgi veren araştırmacılar, nüfus konusunda da net bir şey söylemenin yanlışlığını hatırlatmıştı.
Sabetaycıların daha önce 1917, 1991 ve 1996 da Yahudi dinine geçiş yönünde yaptıkları bireysel ya da toplu taleplerin
reddedildiği öğrenilirken, Türkiye Hahambaşılığı`nın Sabetaycıları Yahudi olarak kabul etmediğini de vurgulamıştı.
Sosyolog Müfit Yüksel'in: "Sayı ve rakam spekülatiftir. O sülalelerden gelen çok kimse var. Yarım milyona yakın nüfus
diyebiliriz.
5 vakit namaz kılan, Sabetaycılığının ve kökenlerinin farkında olmayan çok kimse var. Yekpare bir topluluktan bahsetmek
mümkün değil. İsrail içinde Yahudi nüfusu artırmaya yönelik bir istek var. Ortodoks Museviler bunları sapkın olarak kabul
ediyor" şeklindeki açıklamaları önemli ve anlamlıydı.

Sabetaycılık nedir ve niye "gizlilik"e sığınmış?
Sabetaycılık, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabetay Sevi tarafından kurulan Onun Mesih olduğuna inanan,
Yahudi mistisizmine ve Kabbala`ya dayanan Batıl ve bozuk bir inanç sistemidir. Bir dönem sapkın ilan edildiklerinden,
gerçekte Yahudi kalmak üzere, görünüşte İslamiyet`e geçmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Sabetaycılığı bir İslam
mezhebi ya da tarikatı olarak saymazken, kendilerini Yahudiliğe bağlı bir fraksiyon olarak nitelendirseler de, Yahudiler
tarafından resmi olarak bu dine bağlı kabul edilmemektedir. Bunlar; Sabetayistler, Sabetaycı, Avdedî, Dönme veya Selanikli
gibi farklı isimlerle de bilinir. Kutsal şehirleri Selanik`tir. Türkiye`de İzmirli olarak bilinen Kapaniler, Karakaşiler ve
Yakubiler olarak üç gruba ayrıldıkları tespit edilmiştir.
Önemli bir hatırlatma:
Erbakan Hoca'nın MSP döneminde, önce Ecevit CHP'siyle, sonra Demirel ve Türkeş'le yaptığı koalisyon hükümetlerinde, devrim
niteliğindeki hizmetlerinden ürken bazı sabataist ve masonik kesimler, 1977 genel seçimleri öncesi de; yine böyle bir
tedirginlikle Amerika'ya gidip, ya tedbir alınmasını veya gemilerle Türkiye'den taşınmalarını istemişlerdi.
Şimdi:
1- Aradan yüz yıllar geçmesine ve her haliyle Müslüman geçinmesine rağmen hala kendilerini Yahudi hissetmeleri ve İsrail'e
göç istekleri, sabataizmin ne denli etkili ve disiplinli bir öğreti ve ne denli sinsi ve tehli bir mezhep olduğunu
göstermektedir.
2- Bunların son derece özel metot ve vasıflarla ne denli organizeli ve ilişkili olmaları ve hala tanışma ve dayanışma içinde
bulunmaları da hayret vericidir.
3- Gazetede 60 bin olarak açıklanan, ama sosyolog Müfit Yüksel gibilerce yarım milyona ulaştıkları varsayılan bu sabataist
(gizli Yahudi)lerin; siyasi partilerde, sivil örgüt ve derneklerde, serbest mesleklerde, ticaret ve şirketlerle ve
özellikle medya ve gazetecilikte, hatta İslami vakıf ve hizmetlerde ne denli etkili ve yetkili oldukları da öteden beri
bilinmektedir.
4- Peki bu sabataistler neden Türkiye'den kaçıp İsrail'e yerleşmek isteyebilir?
a)   Ya Türkiye'de köklü ve milli bir değişim sürecinin çok yakın olduğunu fark etmişler ve yaptıkları hıyanetlerin
hesabını verme endişesine düşmüşlerdir.
b) Veya; kabbalist ve Siyonist öğretilerin şeytani etkileriyle İsrail'e güç kazandırmak ve Arzı Mev'ud hayaline katkıda
bulunmak niyetiyle bu gayretlere girişilmektedir. Biz Müslümanların, hiç kimsenin geçmişi ve kökeniyle ve bugünkü hayat
tarzıyla hiçbir sıkıntımız ve rahatsızlığımız söz konusu değildir. Bizim bütün eleştirilerimiz Devletimize ve Dinimize karşı
kasıtlı ve kışkırtıcı hıyanetleredir.
c)   Belki de bu gibi girişimler, "Türkiye'yi ve milletimizi, azınlıklara ve farklılıklara karşı hazımsız göstermeye"
yöneliktir.
5-   Bize göre ise, bu tür girişimlerin çok rahatlıkla gizlilik içinde yürütülmesi gerekli ve mümkün iken, bu şekilde
deşifre edilmesi:
Aradan geçen yüz yıllar içerisinde haliyle İslamlaşan ve Türkleşen; ülkesine ve devletine sadakat gösteren kimseleri ve
kesimleri tedirgin edip endişe ve telaşa sürüklemeye yöneliktir.
Oysa, AKP'li Hüseyin Çelik, okul müdürlerine "İsrail mallarını boykot ettirmeyin" genelgesi bile göndermişti
AKP'lilere göre, İsrail aleyhtarlığı yanlış ve yakışıksızmış?
Eski, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik`in Başbakan Erdoğan`ın Davos`ta ortaya koyduğu kof kabadayılık tavrıyla tamamen
çelişen bir genelge yayınladığı ortaya çıkmıştı. Türkiye`deki bütün okul müdürlüklerine bir genelge göndererek, `
İsrail mallarını boykot ettirmeyin` uyarısı yapmıştı.
"Doç. Dr. Hüseyin Çelik" imzasıyla yayınlanan genelgeyle okul müdürleri "boykotların önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin
alınması" konusunda uyarılmıştı. Genelgenin zamanlaması da anlamlıydı.
Bütün toplum kesimlerinde İsrailli firmaların ürünlerine karşı oluşan duyarlılığın hat safhaya çıktığı bir dönemde bu
genelgenin yayınlanması, AKP'nin gerçek amacını ve Siyonist uşaklığını ortaya koymaktaydı.
Başbakan Erdoğan`ın Davos`taki çıkışı ile tamamen çelişen 13 Şubat 2009 tarihli genelgede Hüseyin Çelik, öğrencilerin
İsrailli ürünlere karşı boykota katılmamasının gerekçesi olarak da, "yaşanan ekonomik krizi" göstermekten sakınmamıştı.
 Çelik`in ortaya koyduğu gerekçeler kadar, genelgenin içeriği de dikkatlerden kaçmamıştı. Türkiye`de bütün halk kesimlerinin
İsrailli ürünlere karşı tamamen kendi iradesiyle başlattığı boykot eyleminin, Gazze`deki sözde barış görüşmeleri ile de
ilişkilendirilmesi manidardı. Çelik, boykota katılmama gerekçelerinden birisini de `Gazze`deki barış sürecini olumsuz
etkilememek için...olduğunu vurgulayarak halkı aldatacağını sanmıştı.

İsrail'in Siyonist cumhurbaşkanı, Azerbaycan'da ne aramaktaymış
Ülkemizde darbe palavraları, asker-sivil tartışmaları ve Ergenekon dalgaları yaşanırken, dışarıda olup bitenlere karşı
gereken ilgi gösterilmiyordu. Çevremizde, özelikle de Kafkasya`da taşlar yerinden oynuyordu. Enerji temelli politikalar,
yeni ittifakları şekillendiriyordu. Birçok ülke, bölgede yeni güç dengeleri kurmaya çalışıyordu. İsrail Cumhurbaşkanı`nın
Azerbaycan`a yaptığı ziyaret, İran`daki seçim tartışmalarının gölgesinde kalmıştır. Oysa savunma bakanlığı müsteşarının
yanı sıra İsrail savunma sanayinin üst düzey yöneticileri ile önde gelen 60 firmanın genel müdürleriyle birlikte gelen
Peres`in Bakû temasları sonrası varılan anlaşmalar gözlerden kaçmaması gereken anlaşmalardır.
Aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Medvedev`in Bakû de imzaladığı Azerbaycan`ın Hazar`daki Şahdeniz 2 yataklarından
çıkartacağı gazın tümünü Rus Gazprom şirketine veren anlaşma da çok önemli bir aşamadır.
Türk kamuoyunda hemen hiç gündem olmayan kaybedilen bir hafta içerisinde bakın hangi önemli gelişmeler yaşanıyor:
Rusya ve Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa`nın yıllardır üzerinde çalıştığı Nabucco boru hattı projesini anlamsız hale getirecek
doğalgaz alım anlaşması gerçekleşti.
İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres, bir dizi anlaşma yapmak üzere Azerbaycan`a gitti.
Peres`in ziyaretine tepki gösteren İran, Bakû Büyükelçisini geri çekti.
Bakû ile Tahran arasında gerginlik baş gösterdi.
Azerbaycan`ın İsrail`de büyükelçilik açma yönünde adımlar attığı öne sürülmekteydi. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres,
Bakû`de Azerbaycan ile petrol, gaz ve silah anlaşmaları imzalaması, mevcut dengeleri değiştirecek, önemdeydi.
·   İsrail satın aldığı petrolün Türkiye üzerinden geçecek boru hatlarıyla kendisine iletilmesini istedi.
·   Mavi Akım 2 kapsamında Rusya Federasyonu - Türkiye - İsrail görüşmeleri yapılıverdi.
·   Peres, 2 günlük Azerbaycan temaslarının ardından Kazakistan`a geçti. Bu sırada Kazakistan`dan İran`a "1 gram bile
uranyum vermeyeceğiz" şeklinde şaşırtıcı bir açıklama geldi.
·   Rusya, Kafkasya`da dev bir tatbikata girişmişti.
·   Aynı zamanda İran'ın da kara tatbikatı yaptığı haberleri geldi.
·   Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus
ile Ankara`da görüşmüşlerdi. Bu ziyaretle Irak`tan çekilme planları yapan ABD`nin üs ve limanlar için nabız yokladığı
belirtildi.
·   Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski, Bakû ile enerji alanında işbirliğini artırmak amacıyla Azerbaycan`da temaslarda
bulunduğu bildirildi.
·   ABD Başkanı Barak Obama, askeri konular başta olmak üzere bazı anlaşmalar yapmak üzere Rusya`ya gitti.
Türk medyasında bazı kalemler, Peresin Azerbaycan ziyareti ve yaşanan gelişmelere alkış tutarak, "Yıllık 3.5 milyar dolarlık
petrol alımıyla Azerbaycan`ı en büyük enerji kaynağı ve ticaret ortaklarından biri yapan İsrail`in Cumhurbaşkanının Bakû`de
verdiği en net mesaj, ülkesinin Azerbaycan`ın toprak bütünlüğünü sonuna kadar desteklediğiydi. Peres, bu yolla Ermeni
işgali altındaki Karabağ`ı bir Azeri toprağı olarak bir kez daha tescillerken kulaklara bir de strateji fısıldadı:
Azerbaycan derhal, Amerika`daki Yahudi lobisi ile temas kursun, bizim desteğimiz tamdır..." ifadelerini övmüşlerdi.
Ve böylece Türkiye`den sonra, Azerbaycan`ın da, Amerikan Kongresindeki güçlü Ermeni lobisine karşı, daha da güçlü bir
müttefik olan Yahudi lobisini kazanma yolunda adım atmış olacağını büyük bir memnuniyetle dile getirmişlerdi.
Onlara göre, artık Azeri kardeşlerimiz de mutlu olmalıydı. Zira Yahudi lobisi, bugüne kadar Türkiye`nin yanında olduğu gibi
onların da yanında olacaktı. Böylece Bakû de ABD nezdinde Ermenilere karşı başarıdan başarıya koşacaktı?[1]
Şimon Peres'ten sonra Suriye Lideri Beşşar Esad'ın Azerbaycan'a sürpriz ziyareti sonunda, daha önce AKP yönetiminin
heveslendiği; Suriye-İsrail barış görüşmelerine arabuluculuk görevini, şimdi Azerbaycan'ın üstlenebileceği bile konuşulmaktaydı.
AKP tutarsız ve duyarsız tavırları sonucu Filistin Lideri Mahmut Abbas'ı da Rumların kucağına atmıştı.
Antisemitizm (Yahudi düşmanlığı), Siyonistlerin bir planı ve propaganda aracıydı
"Antisemitizm, bizim isteklerimize şahane bir yardımcı olacaktır. Siyonizm, yahudileri rahatsız etmek ve göçe ikna etmek
için antisemitlerle işbirliği yapmalıdır." Theodor Herzl
Recep T. Erdoğan'ın İsrail`e ve zulme dair söylediği kuru sıkı sözlerden sonra, "aman antisemitizm suçlamasına muhatap
olmayalım" diye bin türlü özür dilenmeye başlamıştı. Şu antisemitizm denen ve tepemizde Demokles`in kılıcı gibi sallanan
fenomenin kökenine inmek, içinde bulunduğumuz günlerde çok iyi olacaktı. Özellikle Alman antisemitizminin silah gibi
kullanılmasının arkasında o karanlık Yahudi suratları sırıtmaktaydı.

Ahmet AKGÜL (Milli Çözüm Dergisi AĞUSTOS 2009)
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hüseyin Altınalan / Milli Gazete

 
 

 





Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

İşgalciler tabut yetiştiremiyor!

Posted: 28 Sep 2009 12:21 AM PDT


Bir avuç Taliban direnişçisi, işgal altındaki ülkeleri Afganistan'ı kurtarmak için dünyanın en güçlü ordularından oluşan NATOgüçlerine darbe üstüne darbe vuruyor.

Önceki gün 7 İtalyan askerini öldüren Taliban direnişçileri, dün de 3'ü Fransız, 3'ü de ABD'li olmak üzere 6 işgalci öldürdü. Son saldırıların, NATO'ya asker veren ülkelerde panik oluşturduğu bildirildi.

Afganistan'ı işgal ederek, Taliban yönetimini deviren ABD ve NATO zor durumda. Bir avuç direnişçi, dünayın en güçlü silahlı ordusunu bünyesinde barındıran ABDönderliğindeki NATO güçlerine darbe üstüne darbe vuruyor. Dün de 3'ü ABD'li, 3'ü de Fransız askeri, Taliban direnişçileri tarafından öldürüldü. Önceki gün de 7 italyan askeri öldürülmüştü. Ülkenin büyük bir bölümünü elinde bulunduran Taliban'ın başkenti Kabil'de her gün gerçekleştirdiği ölümcül saldırıların, NATO'ya asker veren ülkelerde büyük bir paniğe yol açtığı bildirildi.

FRANSA'YA 3 TABUT
3 Fransız askerinin Afganistan'da öldürülmesi, bu ülkede büyük yankı buldu. Fransa Cumhurbaşkanlığı Sarayından yapılan açıklamada, ülkenin doğusundaki Kapisa bölgesinde düzenlenen gece operasyonu sırasında 3 Fransız askerinin "kazara" öldüğü belirtildi. Açıklamaya göre Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ölen askerlerin yakınlarına başsağlığı diledi. Genelkurmay Başkanı Christophe Prazuck da askerlerden birine yıldırım çarptığını, diğerlerinin ise nehir sularına kapılarak boğulduğunu açıkladı. Bu ölümlerle Fransa'nın Afganistan'daki asker kaybı 33'e çıktı.

ABD'YE DE 3 TABUT
NATO'dan yapılan açıklamada da, dün düzenlenen saldırılarda 3 Amerikan askerinin daha hayatını kaybettiği kaydedildi.Öte yandan Afganistan'ın batısındaki Ferah vilayetinde yol kenarına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu 3 sivil hayatını kaybetti. Afganistan Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada da ülkenin Güneydoğusundaki Zabul vilayetindeki üsse gitmekte olan bir Afgan askerinin Taliban direnişçileri tarafından öldürüldüğü bildirildi. İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada ise Kunduz vilayetinde polisle çatışan 7 Taliban militanının öldürüldüğü kaydedildi.

PAKISTAN'DA BOMBALI SALDIRI: 27 ÖLÜ
Öte yandan Pakistan'ın kuzeybatısında düzenlenen iki bombalı saldırıda ölü sayısının 27'ye çıktığı bildirildi. Bannu bölgesinde bomba yüklü araçla düzenlenen ve bir polis karakolunu hedef alan ilk saldırıda 6 olarak açıklanan ölü sayısının, enkazdan çıkarılan cesetler ve bazı yaralıların da ölmesiyle 17'ye çıktığı açıklandı. Saldırıdan birkaç saat sonra Peşaver kentinde bir bankaya düzenlenen bombalı saldırıda 10 kişinin öldüğü açıklanmıştı. Saldırılarda çok sayıda kişi de yaralanmıştı. Her iki saldırının da sorumluluğunu Taliban üstlenmiş ve başka saldırılar düzenleme tehdidinde bulunmuştu. Saldırıların ardından açıklama yapan Taliban Sözcüsü Zebiullah Mücahid, saldırının Taliban direnişcilerince düzenlendiğini belirtti.

[anadoluhaber:35435] Re: AKP'nin Yapmış ve Yapmakda Oldukları Yanlış İcraatlar!

Posted: 27 Sep 2009 10:29 PM PDT

Başörtüsü konusu elbette şu yada bu partinin değil bütün milletimizin namusudur.
Milletimizin namusuna saldıran namussuzlar elbetde eninde sonunda yasak adı altında milletimize karşı giriştikleri bu alçaklığın ve edepsizliğin cezasını günü geldiğinde ve bu işi kimin adına yaptıkları açıklandığında utanç içinde kimsenin yüzüne bakamaz hale gelerek çekeceklerdir.
Halkımızı bu duruma getirenler bir günde getirmediler  ki onlar arkalarındaki dış desteğe rağmen bir günde diskalifiye edilebilsinler. Bu uzun vadeli bir milli kültürel dini bir kurtuluş savaşıdır ve Siyonist destekli Haçlıların iç ve dıştaki kuvvetlerine karşı verilmektedir. Henüz bu güçlerin truva atı durumunda bulunan Masonluk bile kontrol altına alınabilmiş değildir.
Hükümet mayınlı bir arazi hazırlandıktan sonra seçime girip kazanmasına izin verilmiş ve işini bitirmek içinde mayınlardan bazılarına basması beklenmiştir.
MHP nin kullanıldığı mayınlı anayasa değişikliği tuzağına basmış ve hayatını çok zor kurtarmıştır.
Marifet hemen yürüyüp düşmanın istediği gibi öldürülmek değil sonuç almaktır. Sonuç almak içinde yaşamak lazımdır. Bilindiği gibi Refahyol mertçe ortaya çıkıp savaşmış ve savaşı kayıp edip arkasında dahada beter şartlara sebep olarak öldürülmüştür. MHP li Aczimendiler refahçı gibi RP.ni bitirmekte kullanılmıştır. Bu MHP nin milletimize üçünçü ihanetidir.
Refah yol düşürülürken sessiz kalmakla çıkarcı davranmıştır, Başörtülü MV.adayı ile seçime girip mecliste Merve Kavakçıyı yalnız bırakıp kendi MV kadının başını açtırarak seçmenine ve dolayısı ile milli iradeye de ihanet etmiştir. Enson kendi teklifi olan Anayasa değişikliğini yaptırdıktan sonra arkasında durmak yerine AKP nin kapatılmasının yolunu açarak kalleşçe ve haince hem tuzak kurup hemde yasal yolları temelli tıkayarak Milletimizede ihanet etmiştir. CHP nin dümencisi gibi davranmanın faturasınıda daha öncede ödemiştir şimdide ödemeye devam edecektir.
Etrafını kuşatan ABD ihtillecilerinin kurduğu mayınlı tuzaklar ile dolu anayasal düzende köşe başlarıda ihtilalcilerin adamlarınca tutulmuştur. Elleri kolları bağlanmış hükümetin verdiği milli kurtuluş savaşını bir günde kazanılabilecek birsavaş zannı bizleri yanılgıya götürmektedir. Bu yanılgıise Refah partisini MHP nin dolayısı ile CHP nin safına düşürmek tehlikesi ile gelecekte dahi başarılı olma şansı elinden alınmış bir pozisyona doğru itmektedir.
Kavgayı yanlış hedefe yönlendirerek doğru sonuç almak mümkün değildir. Bu durumun suçluları olan CHPve MHP ye karşı yönelmelidir. Aksi halde siyasette yanlış strateji onyıllarcadüzeltilemez.
Selamlar
A.D.Şimşek
27 Eylül 2009 17:43 tarihinde Yakup MUSA <yakupmusa@gmail.com> yazdı:
 
AKP’NİN YAPMIŞ VE YAPMAKDA OLDUKLARI YANLIŞ İCRAATLARI !  

 

 

AKP Hükümeti, Müslümanları biraz daha rahatlatmak,  başörtüsü sorununu çözmek, Müslümanların sıkıntı duyduğu konuları (Örneğin, YÖK) ve ekonomik yönden de halkın sorunlarını çözeceğim diye halkımızdan oy istedi ve oy verildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Raporu’nun bir yerinde diyor ki; “TÜRKİYE’deki başörtüsü yasağı kamusal alanın da dışına taşınarak 2006 yılında yaygınlaştı.” Herhalde bunda AKP’nin rolü yoktur! bundan o mesul değildir diyemeyiz. İktidara geldikten sonra bizler “Milli Görüş Gömleğini çıkarttık” dediler. Neden bunu seçim yapılmadan önce söylemediler? Biliyorlardı ki böyle söyleseler asla Saadet Partisi’nin oylarını alamayacaklardı. Üstelik oy aldığı kesim de hemen hemen Müslüman kesimdi. Milli Görüş mecrasından gelip, fakat Milli Görüş’ten vazgeçmekle övünen, hatta kendisini iktidara getiren gücün Milli Görüş olduğu gerçeğini reddeden bir zihniyetin iş başında bulunması TÜRKİYE’nin esas sorunudur. Millet hala AKP’yi takiyye yaptığını zannederek gerekli tedbirleri almakta fırsat kolladığını zannediyorlar. Artık halkımız hala onlardan TÜRKİYE’nin sorunlarını çözecek icraatlar bekliyor, onların hala Milli Görüş sahibi olduklarını(!) bir takım şer odaklarından çekindikleri için tedbirli gitmeleri zannına kapılıyorlar. Sayın Bülent ARINÇ seçim öncesi konuşmasında “Başörtüsü namusumuzdur mutlaka bu sorunu çözeceğiz” demedi mi? AKP, İnsan Hakları Beyannamesi’nde başörtüsünün yasak olmasını istediğini bizzat söylemiştir. Kimseyi kast etmeden genelde söylüyorum, yalan söyleyenlerden, vermiş oldukları sözleri tutmayanlardan, emanete hıyanet edenlerden, haram yiyen, ribacılardan, nerden edinildiği belli olmayan servet sahiplerinden ülkemize, dinimize ve bu Müslüman Türk halkına hayır gelmez.

 

Kendilerine İslami gazeteler olarak bildiğimiz (Vakit, Zaman, Yeni Şafak şimdilerde ne olduğu tam anlaşılamayan Taraf Gazetesi) gazeteler bir zamanlar ısrarla savundukları  başta başörtüsü, YÖK ve diğer Müslümanları rencide eden konularda hükümete yüklenecek onu eleştirmek yerine, konuyu çözmesi için elinde kanuni yetki bulunan ve tek başına iktidara gelmiş olup ve şimdiye kadar hiçbir hükümete verilmemiş imkanların bu hükümete üstelik kendisini muhafazakar olarak nitelendiren halk tarafından bizzat verilmesine rağmen bu hükümeti uyarmak yerine, bu sorunları çıkartan kurum veya kişiler aleyhinde yazıyor, hükümeti bu konuda sorumlu hissetmiyorlar. Kendilerinin de bildiği gibi hükümet istese hemen kanunlar ve anayasayı değiştirmek suretiyle bu konuları en kısa zamanda çözebilirdi. Oy veren seçmenlere de  seçim öncesi vermiş olduğu sözleri yerine getirerek verdiği sözleri tutan bir parti olduğunu ispatlardı. TBMM’nde üçte iki oranında gibi büyük bir sandalyeye sahip bir partinin başörtü meselesinden korkması, tabu gibi görmesi inanılacak bir şey değildir. AKP; “KIBRIS ve yurt güvenliği” ile ilgili konularda TSK.’ni dinlemiyor da başörtüsü konusunda toplumsal mutabakat diye ortaya çıkıyor. 22 TEMMUZ 2007 tarih ve 25883 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6 adet Yönetmelik farklı alanları kapsıyor.  Bu Yönetmeliklerin isimleri ise ; Özel Dershaneler Yönetmeliği, Özel Kurslar Yönetmeliği, Özel Okullar Çerçeve Yönetmeliği, Özel Öğrenci Etüt Eğitim Merkezi Yönetmeliği, Özel Eğitim Kursları Yönetmeliği ve Özel Eğitim Okulları Çerçeve Yönetmeliği. Bu yönetmeliklerdeki kılık kıyafet  şeklini belirleyen hükümlerde, bundan 24  yıl öncesinde konular yasak kararına atıfta bulunuluyor. Bakanlar Kurulu’nun 22 TEMMUZ 1981 tarihinde aldığı bir kararda, resmi ve özel okullarda  kılık kıyafetlerin nasıl olması gerektiği belirtilirken, okul için başı açık olunması zorunluluğu getiriliyor. Ancak bu karar, Bakanlık tarafından yeni bir Yönetmelik çıkarılmadığı için Özel Eğitim Kurumlarında yıllardır uygulanmıyordu.  AKP Hükümeti, 24 yıl önceki bu kararı çıkardığı Yönetmelik ile resmileştirmiş oldu.  Sayın ERDOĞAN bu sorun ancak bütün siyasi partilerin ve bütün sivil toplum kuruluşlarının katılımlarıyla çözülebilir diyor. Ama bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçilmesine gelince böyle bir konsensüse hacet olmadığını söyleyebiliyor. Demek ki başörtüsü sorununu çözmek, AKP indinde bir AKP’linin Cumhurbaşkanı seçiminden çok daha zor bir işmiş. Hatırlarsanız, MSP-CHP koalisyonunda 48 kişilik bir gruba sahip iken bu meseleyi MSP nasıl çözmüştü? Şöyle ki CHP’li M.E.B.’nın üniversite ve orta dereceli okullara bir tamim göndererek koyduğu baş örtüsü yasağı karşısında başta Sayın ERBAKAN olmak üzere tüm MSP grubu galeyana gelmiş, bu ciddi tavır karşısında kanuni maksadı olmayan yasaklamadan vazgeçilmiş, ta ki Turgut ÖZAL iktidara gelinceye kadar yani 10 seneden fazla bir süre içerisinde bu konudan söz bile edilememişti. Bu geçmiş tarihi olayın AKP’ye ve Sayın ERDOĞAN’a örnek olmasını dilerim. Bilindiği gibi başörtüsü yasağının hiçbir kanuni dayanağı yoktur. Anayasa’nın sarih ve amir hükümlerine göre, yasaklar ve güvenlik tedbirleri ancak kanun ile konulabilir. Bu yasağa neden olabilecek, bazı mahkemelerin, TBMM’nin yasama hakkına tecavüz ederek verdiği, kaynağını Anayasa’dan almayan biz yaptık oldu yorumları bulunmaktadır. Dünyadaki bütün hukuk sistemlerinde kabul edileni sarih ve amir kanun hükümleri dışında asla herhangi bir kurum ya da kurumların içtihadına sapılamaz. Böyle bir sapma olursa düzenlemeler kanuna dayanmadığı için geçersizdir/hükümsüzdür. AKP ise hiçbir kanuni mesnedi olmayan bu yasağı sürdürmeye bir yerlerden korkarak mesnetsiz ve defakto  karardan çekiniyoruz, bunun için baş örtüsü yasağına biz boyun eğiyoruz diye bir geçersiz mazerete sığınıyorlar. Halende bu mazeretlerini devam ettiriyorlar. AKP iktidarı çoğunluk olarak Anayasa’yı değiştirebilecek bir sandalye oy yapısına sahipken ve Anayasa’nın 38’nci ve 153’ncü maddelerine bir satırlık hüküm ilave edilerek “yargı erkinin, yasama erkinin hudutlarına tecavüz etmesini bile önleyebilirsiniz” Çok üzülerek ilave etmek isterim ki hiçbir siyasi partinin eline geçmeyecek olan bu tarihi fırsat değerlendirilememiş, sadece başörtüsü sorununda değil, 1982 Anayasası’nın demokratik kriterlere göre düzeltilemeyerek, Cumhurbaşkanı yetkilerinin olması gerekene kavuşturulması gibi büyük bir görev daha başarılmamış/başarılamamıştır.   Buna çifte standart derler.  Eğer bunu diğer bir başka hükümet yapmış olsaydı; mesela DSP, CHP, MHP veya diğer herhangi bir parti, malum iktidar yanlısı basın/medya demediğini yapmadığını bırakmaz, tüm güçleriyle bu hükümetler aleyhinde yazarlardı ki yazmışlardırlar da. Bu sorunları çözecek olan tek başına şimdiye kadar en büyük oy kitlesi ve milletvekili çoğunluğu ile iktidara gelen AKP’dir. Fakat bu konuda uyarıcı bir tutum iktidar yanlısı basın/medyadan ne yazık ki şimdiye kadar gelmemiştir. Onlarda aynen kartel gazeteleri gibi şu anda bir nevi partizanlık yapmaktadırlar. Malum medya AKP’nin İslam’a, halka, TÜRKİYE’ye hizmet yerine başta;  İMF, ABD, AB,  israil’e ve avrupa’nın işine yarayan politikalar izlediğini pek ala görüyor ve biliyorlar. Bakmayalım bugün ABD’nin yanı başımızda durduğuna, yarın bir döner bakarsınız yanınızda kimseler yok. ABD; bunu tarih incelendiğinde de görüleceği gibi hep yapmıştır. Yani kullan ve at politikası. Mesela Saddam HÜSEYİN’de olduğu gibi. Emperyalizmi destekleyen Müslümanlık/İslam olamaz. AKP İslam’la emperyalizmi birleştirmiştir. BOP projesini destekleyen kendini bu  projenin Eş Başkanı yapan AKP’yi İslamlıkla/Müslümanlıkla bağdaştırmak imkansızdır. ABD’nin istediği ılımlı İslamcılığı AKP bizzat oluşturmuştur. İşin üzücü tarafı BOP’un Eş Başkanlığını üstlenmesidir. Büyük israil’in kurulması demek olan bu şer projeyi AKP ve Sayın ERDOĞAN’ın tasvip ettiği anlaşılmaktadır. Bu proje gereği güzel ülkemizden büyük israil’in kurulabilmesi için siyonistlere toprak verileceğini acaba Sayın ERDOĞAN ve AKP biliyorlar mı? Eş Başkanlığını yürütmekte bu projenin Türklüğe/Müslümanlığa/İslamiyet’e faydasının ne olduğunu Sayın başbakanın açıklaması gerekir. “Küresel emperyalizmin büyüsüne kapılanlar Milli İstiklalimizi koruyamazlar.” AKP’nin iktidar olduğu sürece yaptığı iktisadi bağımlılık Milli İstiklalin kaybına yol açmıştır. Milli istiklaline sahip çıkamayan toplumlarda tarih sahnesinden silinirler.

AKP hükümeti misyonerliği iktidarları boyunca desteklemişlerdir. Zamanlarında açılan apartman kiliselerin, onarılan kiliselerin sayısı şimdiye kadar iktidar olan hiçbir hükümete nasip olmamıştır. Hiç hıristiyan nüfusu bulunmayan yerlere dahi apartman kilise açılmıştır. İSTANBUL’daki Fener Rum Patrikliği’ne ekümenlik sıfatının tanınması, ruhban okulunun açılması icraatlarının arasındadır. Buna mukabil gelen papaların tümünün İslam/Türk düşmanı olduklarıdır. Onların hıristiyan ülkelerinde aynını Müslümanların yürüteceği misyonerlik faaliyetlerine nasıl tavır verebileceklerini, müsaade edeceklerini hiç zannetmiyorum. Zalimlerden medet uman mazlumların iki yakası bir araya gelmez. Müslümanlara hiçbir fayda sağlamayan, yaklaşık 1000 yıldan fazla Müslüman, Türk düşmanlığı yapan hıristiyan ve yahudi’lerden AKP dostluk ummaktadır. Onları memnun etmek için Hakkın Ali hatırını kırmakta bir beis görmemektedirler. ÇANAKKALE Törenlerinde gözyaşı döken Sayın Başbakan, 1 MART Teskeresi keşke geçseydi demiş, amerikan askerleri sağ salim dönmesi için dua da etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda boğazımıza sarılanlar şimdi birden dost mu oldular? Bugün ufuklarımızda kara bulutlar dolaşmaktadır. Kanlı siyonist israil’in mimarı olduğu BOP’da bugünkü haliyle büyük ve bütün TÜRKİYE’ye yer yoktur. İsrail’in halen mevcut gücüyle BOP Projesi’ni gerçekleştirmeye gücü yetmediğinden kendisine her konuda müttefik ABD’yi bu projenin uygulamaya konulmasında maşa olarak kullanmaktadırlar. Dost ve kardeş IRAK’ı üçe ayırdılar. İRAN’ı da parçalamak projenin bir gereğidir. Gene aynı proje; MISIR’da bağımsız bir Kıpti devleti kurulmasını tasavvur etmekdedir. LÜBNAN küçük bir ülke olmasına rağmen onu da birkaç parçaya ayırmak istenmektedir. SURİYE’nin bir parçasında da Dürzi devleti kurulacaktır. TÜRKİYE’yi de üç parçaya ayırmak, ülkemizin bir kısmında sözde bağımsız kürdistan kurmak istiyorlar! SAMSUN ile RİZE arasında da pontus Rum devleti, batı’da kalan parçasını da sabataycıların idaresinde bir AB üyesi yapabilirler. Anılan uygulamalar; Sayın Başbakanın Eş Başkanlığını yürüttüğü sahiplendiği/desteklediği “Pob Projesi” ne aittir. Tarih tekerrürden ibarettir. Onda günümüzü ve geleceğimizi görebilirsiniz. Buradan anlaşılan, TÜRKİYE’yi parçalamak ve Sevr’i hortlatmak istiyorlar. Tehlike umduğumuzdan da büyüktür. Halen AKP bunları bilmesine rağmen bir hıristiyan kulübü olan  ve adına Avrupa Birliği denen hıristiyan birliğine girmeye çalışmakta, bunun için halkımızın ne dini nede milli duygu düşünce ve yaşantılarına hiç uygun olmayan kanunları dayatmakta böylece ne kadar yanlış yolda olduklarının belki farkına bile varmamaktadırlar. Malum mütareke ve destekçi sözde İslami medya/basın da olup bitenleri müşahede etmelerine rağmen görmemezlikten gelmekte “doğruları bilip de söylemeyen dilsiz şeytanı” oynamaktadırlar. ABD’nin istediği; sadece ibadetlerini yerine getiren fazla bir şeye karışmayan, ABD’nin, siyonistlerin  oyunlarını bozmayacak ALLAH (c.c.)’ın emri olan cihadı terk edecek Müslümanlar oluşturmayı dileyen ABD’nin ortaya attığı, asıl mimarının ise siyonistler olduğu “Ilımlı İslam Projesi” de AKP hükümeti zamanında ortaya çıkmış, kendini göstermiştir. Hiçbir şekilde dinimizce ehli kitap ile dini yönden bir araya gelemeyeceğimiz, (Dinler arası diyalogun baş şartı olan önce, benim peygamberim son peygamberdir inancından vazgeçilmesi haşa ki biz böyle düşünürsek/inanırsak ki dinden çıkarız, mürted oluruz) Kur’an-ı Kerim’de Kafirun Suresi’nde de belirtildiği gibi herkesin dini kendisine emrine rağmen; “Dinler Arası Diyalog” yanlışına destek veren AKP hükümeti ve Fethullah GÜLEN cemaatine malum işbirlikçi İslami basında yine her zaman olduğu gibi tek bir yazı çıkmamaktadır. Tavırlarıyla böylece dinler arası diyaloğa/aldatmacaya onay verdikleri, destekledikleri artık anlaşılmaktadır. Malum sözde İslami basının ise AKP iktidar olduktan sonra anlayışı değişmiş, yüce İslam, hıristiyanlık ve musevilik arasında bir fark olmadığı, hepsinin de ehli necat olduğu anlayışı hakim olmuş, din konusunda cahil olan halkımızına böyle olduğuna inanmasını istemişler, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da bu diyaloğun yüce İslam’da yeri olmadığına dair kesin bir  yazı/fetva yazılmamış, verilmemiş bulunmamaktadır.

Ehli kitap kafirlerin durumu; Kur’anı Kerim’de anlatıldığı, onlardan uzak durmak gerektiği, İslam’ın azılı düşmanlarının olduğu belirtilen benim bulabildiğim Ayeti Kerimeleri size de sunuyorum.

 

Maide             :  3/5/13/14/15/16/17/18/41/42/43/51/55/56/57/58/62/63/

               64/65/66/68/70/72/73/75/78/79/80/81/82

Al-i  İmran      : 12/13/14/19/20/21/23/31/64/67/70/ 71/78/81/82/85/93/100/106/

                          108/119/199

Beyyine          : 4/6 

Tevbe             : 28/29/30/31/34

Nisa                : 39/44/47/139/154/156/160/161

Bakara           : 75/79/84/85/88/89/91/120/94/95/97/98/105/109/136/137/146/285

Enam              : 91

Araf                : 157

Nur                 : 63

İsra                 : 8

Fetih               : 28/48

Mümtehine    : 8/9

Mücadele       : 22

 

                   İsa, ALLAH, Ruh-ul Kudüs diye üçüzlü inanç; Papa’ya yanılmazlık, papaza günah affetmek gibi yetkiler veren bir Peygamber inancı, İslam’a terstir. Mevcut İncil ve Tevrat ise ne zaman ne de sıhhat bakımından Kur’anı Kerim’le asla kıyaslanamaz. Bu kadar ayrılığa, Tevhid inancına ters düşen hıristiyanlık ve museviliği “Dinler Arası Diyalog” ve “misyonerlik” faaliyetlerine verdikleri destekle herhalde AKP’de birleştirmiş, aralarında bağ kurabilmiştir. Üstelik Sayın Başbakan siyonist yahudi örgütü ADL’den cesaret madalyası almış, aynı zamanda bu yahudi örgütü Fethullah GÜLEN’in “Dinler Arası Diyalog” kitaplarını bedava bastırıp dağıtmasıyla da bilinmektedir.

  

Sayın ERDOĞAN AKP kurulmadan Saadet Partisi içindeyken ABD, israil, AB ve avrupa’ya muhalifken şimdi bu muhaliflikleri kalmamıştır. Malum İslami medyada her zaman olduğu gibi daha önce ABD, AB’ci partileri eleştirirken AKP iktidar olduktan sonra eleştirileri son bulmuştur. AKP’ce yürütülen bu aşırı dostluk akla şöyle bir soru getiriyor; Acaba TÜRKİYE Tel Aviv’den ve Washington’dan mı idare ediliyor(!) diye.

 

AKP ile Barzani’nin istediği aynıdır. Ben ABD’nin adamıyım, BOP’un Eş Başkanıyım demiştir Sayın Başbakan. Çeşitli toplantılarda ve geçmiş ABD başkanı Bush’a girip çıkarken açıkça BOP’un adamı olduğunu söylemişlerdir. Durum gösteriyor ki Barzani ile AKP arasında büyük bir ticari anlaşma olduğu şüphesini uyandırmaktadır.

 

Milli dava olan KIBRIS’a gelince; AKP’nin ne gibi yanlış/tutarsız politikalar izlediğini biliyor musunuz? Yıllardır MARAŞ boş tutuluyor. AKP’nin söylediği tavize hazırız diyorlar. Bunu da izolasyonları kaldırmak için yaptıklarını söylüyorlar. Demek ki  parça parça KIBRIS’dan toprakları çıkarmayı göze aldıkları belli olmuştur. AKP hükümetinin KIBRIS sorunun çözümü hakkında en fazla tekrarladığı laf, “KIBRIS’da tek yanlı adımlar atmamızı bizden kimse beklemesin” idi. Ama hatırlanırsa o zamanlarda hepimizin radyo ve televizyonlarından öğrendiği haberler hiç de öyle demiyordu. Gün içinde ve hatta o günden bugüne kadar ne Dışişleri Bakanı ne Sayın Başbakan nede başka bir üst düzey yönetici tarafından sahiplenilmeyen, ayrıntıları halka dahi anlatılmayan, ama FİNLANDİYA ve yabancı basın tarafından elde edilen bilgiler, önerilerin nelerden oluştuğunu ortaya koymaktadır. Hükümet yaptığı teklifte TÜRKİYE’nin bir liman ve bir havaalanını Rumlara yani AB’nin tanıdığı şekliyle “KIBRIS Cumhuriyeti” ne şartsız olarak açmayı teklif edilmiş, birde “biz bu Kuzey KIBRIS’a uygulanan ambargolar tamamen kalkmadan tek taraflı adım atmayız” diye daha önceki söylenen politikalara tamamen taban tabana zıt uygulamalar gerçekleştirilmiştir. İşin komik tarafı AKP hükümeti bu planı FİNLANDİYA’nın önüne koymadan neredeyse 24 saat öncesinde de tekrarlamıştı. KIBRIS’ta referanduma sunulan Annan Planı’nı Türk tarafı büyük bir çoğunlukla kabul, Rum tarafının ise büyük bir çoğunluğuyla da ret edilmişdi. İki gün sonrada Avrupa Komisyonu durumdan herhalde utanıp KIBRIS Türkleri’ne uygulanan izolasyonları kaldırılmasını sağlayacaklarını açıklamışlardı. AB her zamanki kalleşliği gibi sonra bu sözünü de unutmuştur. Rumların kendilerine mani oldukları engeline sarılmışlardır. AB’nin isterse bir üyesini yerin dibine sokabileceğini de görmüştük. AVUSTURYA’daki seçimlerde ırkçı bir partinin iktidara gelmesi üzerine hemen yaptırımlara girişmiş ve ardından Wolgang SCHÜSSEL’in başbakanlığında bir hükümet kurulmasını sağlamıştı. Yani dediği gibi bir şey yapamıyor değilmiş. Tabi ki hükümette her zaman olduğu gibi bunu da AB’ye örnek gösteremedi. Çünkü uygulanan tamamen bir teslim oluş politikası izliyor olmalarıydı. Üç buçuk milyon Rum’un AB’ye engel olduğu masalına AKP inandı ama millet inanmadı. Ardından AB bir Ek Protokolü başımıza sardı. AKP, Ek Protokol’ü imzalayarak yürürlüğe koyacaklarının taahhüdünde bulundular. Ama uygulamaya konulmasını TBMM’ne bıraktılar. AB kendi vermiş olduğu izolasyonların kaldırılması taahhütlerini unuttu ama sizin imzaladığınız Ek Protokol taahhütlerinizi yerine getiriniz demeye başladı. AKP’nin her zamanki muhteşem politikaları gibi bu da başımıza bu sonucu doğurdu. Zaten bu Ek Protokolü imzalamakla Rumları bir devlet olarak tanımayı taahhüt etmiş olunmakta, üstelik bu durum adadaki askerlerimizi bir işgalci durumuna da düşürmüştür. AB, AKP’ye  güvenmediği için yapmış olduğu hava alanı ve liman açma teklifinizi yazılı olarak vermemizi istemiştir. AKP, eğer yazılı olarak verirsek o zaman KIBRIS Cumhuriyetini yani Rumları resmen tanımış oluruz açıklamasını getirmiştir. O Ek Protokol’e imza atmakla zaten tanımış oluyorlardı ki. AKP’nin bu tutumundan KIBRIS’ı gözden çıkarttığı manası çıkmaktadır. Sadece halka  KIBRIS’ı teslim etmeyi nasıl anlatacağını düşünmesi kalmaktadır. O kadar acziyetler var ki anlat anlat bitmiyor.

 

KKTC’de toprağı olan bir Rum kadın dava açıp 1 milyon dolarlık davayı AİHM’de kazandı. Yaklaşık 4000 Rum da AİHM’de dava açmaya hazırlanıyor. Üstelik mahkeme masraflarının da Güney KIBRIS Rum devletince karşılanacağı bildirildi. KKTC’de sokak ve cadde adlarının Rumca isimler verildiğini biliyor musunuz?. Şimdiye kadar hiçbir hükümet AKP kadar bu kadar teslimiyet içerisine girmemiştir. KIBRIS ilk fethedildiğinden bu yana pek çok şehit verilerek alındı. Eğer KIBRIS bu kadar şehitlere rağmen bize hiçbir fayda sağlamayacak ancak Müslüman Türk kimliğimizi kaybetmemize neden olacak AB yüzünden rum’a peşkeş çekilecekse o kadar şehidin ahı tutar ki  Sayın ERDOĞAN ve ekibine hayır etmez. AKP ne olacağı belli olmayan AB için KIBRIS Türk Cumhuriyeti’ni yok etmeyi göze aldığı bu olan bitenden sonra daha da anlaşılmaktadır. Acaba AKP HÜKÜMETİ bunun vebalini kaldırabilecek mi? AKP dış politikanın her alanında örneği görülemeyecek şekilde teslimiyetçi  politikalar uyguladı. TÜRKİYE’nin gelmiş geçmiş ne kadar hükümetleri varsa izlenilen dış politika çıkarlarımıza uygun değildi. IRAK politikası ise; ABD’ye tam teslimiyet şeklinde oluştu. Ne Türkmenler ne de  TÜRKİYE’nin IRAK üzerindeki hak ve menfaatleri konularının hiçbirisi AKP Hükümetinin politikasında yer almadı.

 

 

AKP Hükümeti döneminde; yabancılar TÜRKİYE’ye aşırı ilgi göstermeye başladılar. Bu ilgi, önce özelleştirilecek kuruluşlarla başladı daha sonra da borsada hızlı bir şekilde kontrolü ele geçirmelerine kadar sürdü. Arkasından bankacılık, inşaat ve emlak sektörü, arsa ve tatil köyleri satışları birbirini hızla izledi. En tehlikeli özelleştirmeye örnek de  TELEKOM gösterilebilir. Her türlü hatta gizli konuşmaların bile yapılabildiği telefon işletmesinin yabancıların elinde olması bile korkunç bir istihbarat zafiyetini doğurur.

 

TÜRKİYE’de tarım sektöründe de çok ciddi gerileme yaşanmaktadır. Yüzde 30 erime var. Tarım yasaklanıyor. Çıkartılan Şeker Kanunu, Tohum Kanunu vb. kanunlar çiftçimize darbe vurmuş, adeta tarım yapmaları yasaklanmıştır.

 

Diğer yanlış/tehlikeli uygulamalara örnek; GAP’ın uluslar arası bir komisyona devredilip, israil lehine karar alınması, KIBRIS’ın YUNANİSTAN lehine  çözülmesi sırf AB  istiyor diye AKP kabul ediyor gözükmüştür. IRAK’ın işgalinde 4200 uçak İncirlik’ten kalkmış, 4200 sorti yapılmış, milyonlarca Müslüman IRAK’lı bombalanmıştır. Milyonlarca  Müslüman IRAK’lı şehid oldu. O zamanlar TÜRKİYE bu harekata taraf olmasaydı ABD bu saldırıyı gerçekleştiremez, bunca insanın kanı dökülmezdi.

 

Yine avrupa Sevgili Peygamberimize hakaret edince AKP ne yazık ki sesini çıkartamamıştır. Yine benzer durum büyük Hakan Sultan Abdülhamit Han zamanında da yaşanmış, yazar Mustafa ARMAĞAN’ın “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı eserinin 188’nci sayfasını okuduğumuzda  bir Müslüman Hakan’ın nasıl bir duruş sergilediği şimdiki yöneticilere bir örnek oluşturmalıdır. AB’nin, Müslüman Türk kimliğini Osmanlı kültürünü bırakın, ÇANAKKALE İstiklal Savaşı ruhunu kaybedin, bizim gibi yaşayın diyor. AKP’de bunun aynen kabul etmektedir. Acaba AKP, AB’de İslam’a, Müslüman Türk Milletinin faydasına ne buldu ki yaklaşık 1000 yıldır  Müslüman/Türk düşmanlığı yapan  hıristiyan devletlerinin oluşturduğu bu kulübünün peşinden koşturuyor?

 

Kartelin, rantiyenin güvenini almış,  İMF politikalarının dışına çıkamayan bir politikayı sürdürmeyi uygun görmüş ve görmektedirler. Kendileri Milli Görüş kimliğini değiştirdiler, globalleşmeden kurtulmayı kesinlikle düşünmemektedirler. Dikkatimden kaçmayan bir husus Fatiha’nın son ayetini zikretmiyorlar. Çocuklarımıza kin nefret öğretmeyelim diye bir inanışı savunuyorlar. AKP inanışına göre, inanca dayalı ekonomik, siyasi birliktelik olmaz diyorlar! Saadet  Partisi’ndeyken özelleştirmeye partinin politikası gereği karşı çıkıyorlardı. Şimdi ise kendi iktidarlarında devletin çok önemli ve güvenlik arz eden kurumlarını/fabrikalarını mesela TELEKOM” gibi haraç mezat  satmışlardır. Bu milletin gücü ile kurulan KİT’ler özelleştirme adı altında stratejik, ekonomik, kar eden, etmeyen demeden (daha doğrusu kar edenler satılıyor, kar etmeyenler satılmıyor)  yabancı sermayeye ya da onların TÜRKİYE’deki misyondaşlarına devredildi. Saadet Partisi tarafından uygulanan “Havuz Sistemi” ni uygulamaktan kaçınmışlardır. Her gün yaklaşık 90 milyon dolar faiz ödüyoruz. Dikkat ettiyseniz alt yapı yatırımları askıya alındı, halka hizmet seçim arifesine hatırlanır oldu. İşsizlik arttı. Hükümete göre % 10’larda, gerçekte ise % 20’leri aşmış, eğitimli  işsizlerin oranı ise % 30’ların üzerinde.Yanlış değerler vererek halkı yanıltmaktadırlar. Esnaf ise uluslar arası büyük marketlerin insafına bırakılmıştır.  Sanayicimiz yatırım yapabilmek, ayakta kalabilmek için yurtdışına kaçırılırken, yabancıya, yerliye tanınmayan yatırım imkanları sağlanmış, ithalat akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun yanında yarısı düzeyde artan ihracatla övünülür olmuş, dış ticaret açığımız AKP iktidarında rekor üstüne rekor kırmıştır.

 

Sigortacılık sektöründeki gelişmelerde incelenirse, biz çalışacağız, üreteceğiz, hasılatı ise avrupalılar,  ABD toplayarak kendi ülkelerine götürecekler, kendi ülkelerinin açıklarını kapatmakta kullanacaklar. İşte yabancıların TÜRKİYE’ye ilgisinin arka yüzü diyebiliriz.

 

Bundan 10 yıldan fazla bir süre önce önce ANTALYA’da AB temsilcileriyle bir toplantı yapılmıştı. “TÜRKİYE çok büyük, idaresinde zorlanıyorsunuz, şunu güzelce bir küçültün, bir ucundan öbür ucuna gitmek kolay olsun, idaresi de fazla ağır ve zahmetli olmasın” Bu toplantıyı hatırlayan halkın içinden kaç kişi çıkar acaba? AKP hükümetinin bu konuda bir girişimi var mı? Umarım Sayın Başbakanın bu toplantıda alınan kararları  engelleyeceği kanaatindeyim. 

 

Cari açık ile ilgili endişeler dile getirilmesine rağmen, “endişe edilecek düzeyde değil” denilerek krizlere kapı açıldı. Para piyasalarında her çalkantının ardından ülkemiz milyarlarca dolar değerinde zarara uğramaktadır. Hükümet yetkilileri “Bakın para piyasası yeniden raya oturdu” türünden açıklamalarla kamuoyunu yanlış bilgi vermektedir. Vatandaşın uğradığı zarar ne olacak? Onların zararını kim karşılayacak? Hükümet; “İstesek İMF’ye borcumuzu bir çek yazar öderiz” diyor. Güya hazinede dövizimiz fazlasıyla varmış. Peki o zaman neden ödenmiyor? Bu milleti niye İMF’ye mahkum edip süründürüyorlar? Ama yapamazlar çünkü İMF‘ye göbekten bağlılar. Bütün ekonomik politikaları İMF’nin emir ve direktifleri üzerine kuruludur.

 

ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan “Ermeni Tasarısını” kabul edilmesini engellemek amacıyla  musevi lobisi ve düşünce kuruluşlarının temsilcileriyle görüşmek üzere AKP ve CHP milletvekillerinden oluşan TBMM Heyeti WASHINGTON’a gitmiş ve görüşmüştür. TBMM heyetinin ABD’ye gitmesi TÜRKİYE’yi küçük düşürücü bir hareket olduğu kanısındayım. Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum. O zamanın İSTANBUL Milletvekili Emin ŞİRİN TÜRKİYE’nin dünyanın birçok yerinde gündeme gelen Ermeni tasarılarına karşı ne yapılması gerektiği konusunda bir kanun teklifinde bulundu. Kanun teklifinin içeriği “Çeçen kırımı, Bosna Hersek Kırımı, ermenilerin Azerbeycan’da yaptıkları kırım, Fransızların Cezayir kırımı, amerikalıların zencilere uyguladıkları ayrımcılık ve zulüm” gibi olayların kınanması ve hatırlanması için anma günlerinin tesis edilmesini talep eden bir kanun teklifiydi. Ancak AKP’nin oylarıyla bu kanun teklifinin gündeme alınması ret edildi.

 

İslami öğrenim (Kur’anı Kerim) 15 yaşına kadar yasaklandı. Bunu neden düzeltilmesi için hükümeti uyarıcı bir yazı malum destekçi sözde İslami medya/basın yazmıyor, gündeme getirmiyor? Yoksa inançlı halkın sesini duyurduğunu söyleyen işbirlikçi/İslami medya ile oy veren kesim bu kanunun taraftarı mıdır? Hükümet ne yazık ki çıkardığı kanunlarla din eğitimine de ciddi darbeler vurmuştur. Ceza Kanununa göre 12 yaşından küçük çocuğa Kur’an-ı Kerim dersi verilirse anne ve babaya ceza verilmesi bu kanun dahilindedir. Domuz kredisi çıkartılıyor ama 12 yaşından daha doğrusu ilkokulu bitirmeden çocuklara Kur’an-ı Kerim öğrenmesini mümkün kılan kanun nedense çıkmıyor. İSTANBUL Kasımpaşa’da Kur’an Kursu yıkılıyor, buna karşın kiliseler onarılıyor. Bu sizce AB’ye, avrupa’ya verilmiş bir taviz midir? Bu yapılanın İslam’a ne gibi faydası olabilir? Yoksa olmaz mı?

 

 

AKP İnsan Hakları Beyannamesi’nde başörtüsünün yasak olmasını istediğini bizzat söylemiştir.

 

Sayın Başbakan; sıradan bir yurttaşın bile ağzına yakışmayacak sözlerinden! Birkaç ibretlik örnek, tedbirli olunması, ders alınabilmesi açısından faydalı olması maksadıyla yazmak ihtiyacını duyuyorum:  “Al ananı git…” “gözünüzü toprak doyursun” “ İş aslanın ağzında, taşı sık suyunu çıkar.” “Ne borç affı? Yok öyle yirmi beş kuruşa simit …” Mağdur Meslek Liselilere; “Bedel ödemeye hazır değilseniz, biz de  hazır değiliz.” “Askerlik yan gelip yatılacak yer değildir.” “Dur beni dinle! 9 ay 10 gün be…” “Akılları basmaz. Bana frikik attırıyorlar, iyi frikik atarım.” “Ne konuşuyorsun, seninle geldik biz bu hale hemşerim! Yav sen…” “Adam gibi adam lazım bunlar tükürdüğünü yalıyor.” “Gel buraya artistlik yapma” “Böyle bağırılmaz… Lan bana anayasayı öğretme. Terbiyesizlik yapma lan.”

 

            Peki yukarıda saymış olduğum cümleler pekala Sayın Başbakan tarafından halka söylenmiş ahlak ölçülerinin dışında, kendisinin de İHL’li olmasına rağmen her bakımdan yakışmayan yakışıksız söyler. Peki Sayın AKP taraftarları yukarıda söylenenlerin doğru olduğunu ve bir Başbakana yakışacağını söyleyebilir mi? Şimdi bu olumsuzlar hiç yaşanmamış, yeminlerle verilen sözler yerine getirilmiş, 2/3 meclis çoğunluğuyla “Milli İradeye” sahip çıkılabilmiş gibi meydanlarda yeniden boy gösterecekler, hem de olumsuz hiçbir şey yokmuş gibi yeni vaatlerle gelecekler. Önceki seçimler kendilerine örnek olmalıdır. Halkın, kendi istekleri yönünde icraatları olmayan ABD, AB’ci partileri nasıl sandığa gömdüğü hükümetçe de unutulmamalıdır.

 

İMF konusunda ise; AKP üst düzey yöneticileri sürekli İMF’ye olan borcumuzun azaldığını söyleyip durmaktadırlar. Ancak bunu öyle ifade ediyorlar ki, halk sanki toplam borcumuz ya da dış borcumuz azalıyormuş gibi anlayacak, İMF’ye olan borcumuz şu kadar dolar, onu da ödüyoruz bir müddet sonra da İMF’ye olan borcumuz tamamen ödenmiş olacak diye halka anlatacaklar. AKP iktidara geldiği zaman; iç ve dış toplam borcumuz 240 milyar dolar idi. 2006 sonu itibarıyla da toplam borcumuz 380 milyar doları aşmış durumda. Yani AKP borçlarımızı en az 140 milyar dolar artırarak 380 milyar doları aşmıştır. Azalan bir şey yok. İMF‘ye olan borcu ise başkasına daha çok borçlanarak kapatmaktadırlar Netice 2006 yılı itibariyle 380 milyar dolarlık borca sıcak para ve yabancı mevduatları da kattığımızda borçlar 500 milyar dolara dayanır. Ülkemizi borca esir edilmiştir. Her zamanki gibi malum işbirlikçi medya/basın bu haberleri de görmemezlikten gelmiş, yazmamıştır.  Faiz muntazaman ödenirken gerekli parayı bulunuyor, (rantiye, İMF) fakat memur, işçi, köylü ve emekliye geldi mi enflasyon artar diye hak etmiş oldukları ücretleri minimum düzeyde tutmaya gene İMF direktifleri gereği devam edilmektedir.

 

Sayın Başbakan BRÜKSEL’e gittiğinde zinayı serbest bırakmasını istediler. Teslimiyetçi AKP’de hemen Meclis Başkanı Sayın ARINÇ’ı aradı ve hemen bu yasanın çıkarılmasını istedi. Savaş varmış gibi hemen meclis toplandı ve zina AKP sayesinde meşru hale getirildi. Zina suç kapsamından çıkarılırken yeni TCK’da dini nikah kıymak ve kıydırmak suç kapsamına alındı. Acaba AB kriterleri denen zırvalar; Yüce ALLAH’ın Kitabından, asil Türk Milletinin ahlak anlayışından daha mı üstün? Anadoluda Vakit gazetesinin yazarı Hüseyin ÜZMEZ; doğruluğu ve kötülüğü babasının da yapmış olsa söyleyeceğini taahhüt ederken,  AKP’nin bu kanunu “kerhen” yaptı diye bir kılıf uyduruyor. Bu kanunu diğer partiler çıkarmış olsaydı acaba aynı hoşgörüyü kendisi ve mensup olduğu gazete gösterir miydi? Muhakkak ki hayır. Manşetten en ağız bir dille eleştirip yazarlardı. Ama AKP yapınca nedense her şey meşrulaşıyor, bir sebep bulunuyor. Demek ki AKP gibi İslami gazetelerde! değişebiliyormuş. Eleştirdikleri Kartel Gazetelerinin yazarlarının yapmış olduğu yanlışlıkları/görmemezlikleri şimdi kendileri yapıyorlar. Şu anda erkek erkeğe evlenme hakkında bir kanunun AB mutabakat kanunu gereği için çıkartılması çalışmalarının yürütüldüğüne dair duyumlar da mevcuttur.

 

 

O zamanlar Dışişleri Bakanı olan Sayın GÜL  Cumhurbaşkanı adayı olduğu günlerde ortaya atılan “Dindar cumhurbaşkanı” söylemine karşı çıkarak bunu doğru bulmadığını(!)  söyleyerek “kendime dindar diyemem” diyor. Bu durumda sayın GÜL dindar olmadığını bizzat açıklıyor. Ama ne yazık ki AKP’li fanatik taraftarlar bunu asla kabul etmezler, yine takiyye yapıyor/yapıyorlar diye kabul edip, görmemezlikten gelirler. Tıpkı Milli Görüş gömleğini çıkarttık demelerini takip kabul ettikleri gibi. ABD’ci AB’ci oldukları, halkı azarladıkları gibi, BOP’un Eş Başkanlığı gibi, çıkartılan Şeker, Petrol, Vakıflar, Sosyal Güvenlik Kanunu ve Tohum Kanunu gibi. “sadece İsrail’den alınacak tohumlarla tarım yapılabileceği, eğer çiftçi kendi yetiştirdiği tohumlarla tarım yaparsa cezaya çarptırılacağı/cezalandırılacağı” gibi hep bunlar takiyye oluyor. Bu gaflet uykusundan ALLAH halkımızı ve malum işbirlikçi medya/basını uyandırsın. Bizden dua etmek. Tabi ki biz yapılan uygulamalara bakarak Sayın GÜL’ün dediğini doğru kabul ediyoruz. Sayın GÜL’ün dediğini doğru kabul etmemiz için pek çok önemli neden/sebep var önümüzde. Bunları saymak istersek; mesela kendi medeniyetini yenik ilan ederek, galip medeniyetlerin(!) himayesine sığınma çabaları, BOP gibi ülkemizin ve diğer Müslüman ülkelerin çok yararına olan projenin(!) hayata geçirilmesi için nasıl canla başla çalıştığı,  Müslüman kardeş IRAK’ın işgali için ABD’ ile birlikte nasıl hareket ettiği,  ama bu yapılanlar AKP’cilere ve destekçilerine göre bunlar reel politikalardır. Ama bize göre Sayın GÜL’ün dindar olmadığı ve değiştiğinin delilleridir. Ne yazık ki bir zamanlar eski Milli Görüşçüler; Milli Görüşçülükleriyle övünürken şimdi günahlarıyla, dindar olmadıklarıyla anılmayı istemek onlara daha cazip görünüyor. İslam dininin temel ve esas hükümleri (muhakemat) Yüce ALLAH tarafından konulmuştur. Onlar kesinlikle değiştirilemez, tatil edilemez. Ama ne yazık ki ABD, AB’nin buyrukları Yüce ALLAH’ın emirlerinin ve onun çok sevgili Resulunun sünnetinin yerine geçmiş bulunmaktadır.

 

Sayın Umur TALU’nun söylediği gibi, derhal NATO’dan çıkarak yeni ittifaklar kurmalıyız. Avrupa ve özellikle ABD yanında, israil’le de tüm ilişkilerimizi kesmeliyiz. Tüm askeri ihalelerimizi iptal etmeliyiz. Başka İncirlik olmak üzere tüm üsleri kapatmalıyız. IRAK’ın işgalinde “ABD’nin ortağı” görüntüsüne son vermeliyiz. IRAK’ın benzeri, iç savaş halindeki AFGANİSTAN ve LÜBNAN’dan, ABD, NATO, BM istedi diye yolladığımız tüm askeri ve sivil personeli geri çağırmalıyız.

 

Şu son olaylardan biride RİYAD’da yapılan  Arap Birliği zirvesinde, Başbakan Sayın ERDOĞAN, FİLİSTİN Başbakanı Haniye’yi TÜRKİYE’ye davet etti. Bu davetten rahatsız olan israil, hemen girişimde bulunarak, Başbakan ERDOĞAN’na geri adım attırdı. Ama yaptıkları peş peşe açıklamalara bakılırsa böyle bir davet hiçbir zaman yapılmamıştı! Yapılsaydı ki mutlaka hatırlanırdı! Sayın Necdet KUTSAL’ın 01 NİSAN’da yayınlanan “TÜRKİYE’yi İsrail mi yönetiyor başlıklı yazısı bu mesele hakkında oldukça ayrıntılı bilgilere sahip, bizi bilgilendiriyor. AKP sürekli ABD, israil, İNGİLTERE gibi güçlerden tavır almakta olduğunu he zaman yinelemektedir.

 

 

Malum işbirlikçi medya/basının  yazarları sus pus olmuşlar, makalelerinde bu gidişe dur diyecek tek bir eleştiri içeren yazı, makale, eleştiri yazmıyorlar. Ne oldu bu bilgili/Müslüman yazarlara? Bizler Müslüman Türk Milletiyiz. Bunca yıllık tarihimiz hiçbir zaman köleliği, bir başkasına hele yıllarca düşmanlık yapmış olan birilerine el açmayı ve onlarla dostluk yapmayı tarihimiz yazmamıştır. Şimdi bu hükümetin yapmış olduğu gaflete malum işbirlikçi medya/basın da aynen sahip çıkmakta, desteklemektedir.

 

Hükümet programları da İMF heyetinin gidiş gelişlerine göre ayarlandı. İMF emrediyor, AKP yerine getiriyor. Seçime gelmeden önceki seçim çalışmalarında TÜRKİYE’yi İMF’ye bağımlı kılmaktan kurtaracaklarını söylüyorlardı. İktidarları döneminde İMF ile bağımız gayet sıkı bir şekilde devam etmektedir. İktisadi bağımlılık  milli istikbalin kaybına yol açar. İMF’nin gönderdiği asistanlara, TÜRKİYE’nin en mahrem bilgileri  teslim edildi. Böylece AKP’lilerin bile bilmediği, “sonucunda halk zarar görür mü?” diye düşünülmediği uygulamalar yürürlüğe konuldu. IMF’nin en büyük yağlı müşterisi AKP sayesinde bir tek biz kaldık. Herkes borcunu ödeyip kurtuldu. TÜRKİYE olmasa IMF iflas edecek duruma geldi. IMF politikalarını uygulamaya koyan AKP sayesinde bu hale geldik.

 

Geçmiş zamanda İslami bir söylemin en keskin ifadecileri, Amerikancı, AB’ci bir yerde olmakta sakınca görmüyorlar. Bu ise onları giderek çizgisinden çıkardı, kişiliksizleştirdi. Milli Görüş ne kadar milli ekonomi yanlısı idiyse, AKP’de o kadar küresel sermayeye, TÜRKİYE’yi teslim etme yanlısıdır. AKP anlayışına göre stratejik hiçbir ürün, sektör, işletme yoktur. Hepsini ona göre yabancılar alabilir. En son PETKİM örneğinde görüldüğü gibi bu yabancılar ermeni ortaklar bile olabilir. Her şeylerini avrupa’ya göre düzenliyorlar. Acaba herhangi bir AB üyesi bir ülke elindeki stratejik öneme sahip bir işletme/sektörünü yabancı bir ülkeye satabilir mi? Elbette ki hayır.

 

            Şuurlu Mümin aynı delikten ikinci defa sokulmaz. Umarım, 44 milyon seçmen olarak cümlemizin aklı başında ve şuuru yerindedir de, aynı delikten ikinci defa sokulmayız. AKP’nin hiçbir konuyu/sorunu çözemeyeceğini bu gelmiş olduğu ikinci iktidar döneminde birincide olduğu gibi gördük. Saadet Partisi’nin deyişiyle; Hiçbir milli müessese bırakmadılar! Bu hükümet; kimliksizliği ve benliksizliği, en büyük değer yaptı. Batı taklitçiliği ve hayranlığı AKP ile görülmemiş boyutlara ulaştı. Sonuç; milli değerlerinden uzaklaşan bir TÜRKİYE. Bu icraat ve uygulamalar malum medya/basınca  desteklendiği müddetçe AKP’nin yapmış oldukları günahlara, dinimize ve milliyetimize tamamen aykırı olan AB’ye uyum kanunları çerçevesinde çıkartılan kanun ve uygulamaların günahlarına aynen ortak olurlar. Özellikle dış politika ve ekonomi açısından yaptığım karşılaştırmalar AKP ile Saadet Partisi arasında farklılığın taban tabana zıt olduğunu göstermektedir.  Milli Görüş daima TÜRKİYE’nin milli çıkarlarını merkezde tutan bir dış siyaset anlayışına sahip oldu. Bu tavrını iktidar ve muhalefette de devam ettirdi. 

 

“TÜRKİYE’nin kurtuluşu Milli Görüşü yeniden iktidar yapmak; bu suretle Müslüman Türk halkının 1997 iktidarındaki gibi Milli ve ekonomik refaha yeniden kavuşturulması sağlanmalıdır.”

 

Bugünkü medya; AKP ve CHP’den başka parti yokmuş gibi bir sunuş yapmaktadırlar. Halbuki iki partide icraat/fikir olarak aynıdır. Daha doğrusu geriye kalan tüm partiler bir iki istisna dışında ABD, AB ve İMF politikalarının uygulayıcısıdırlar. Halka yapılan ikna ile diyorlar ki; laikler, Cumhuriyetçiler CHP’ ye, Müslümanlar da AKP’ye gitsinler diyorlar. Sayın ERBAKAN Hocanın da dediği gibi aslında hepsinin hamuru aynı. Tabi ki biz Müslümanlar bu oyuna düşmeyeceğiz.

 

Sayın Başbakanın ABD gezisine başlar başlamaz hemen otele bile gitmeden Yahudi toplantısına katıldılar. Bir zamanlar Davos’ta söylediği “One Minute” balonunu tamamen söndürdüler. Siyonistleri memnun etmek her zaman AKP’nin politikası olmuştur. Konuşmalarında “israil’liler kadar Filistinlilerin de yaşama hakkından” söz ettiler. Herhalde Sayın Başbakan işgalcilerin Filistinliler değil siyonistler olduğunu unutuyorlar. Davos’da Müslümanların sözcüsü oldukları konusunda halkımızın ve mazlum Müslüman milletlerin umudu suya düşmüştür. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun  (UAEK) 53’ncü Genel Kurul Toplantısı’nda, israil’in aleyhine alınan kararı oylama öncesinde TÜRKİYE salonu terk etmiştir.

 

Esasında yazılacak/eleştirilecek daha çok konu var. Ben yazmaktan yoruldum, fakat AKP hata yapmaktan yorulmadı. Kendilerini Milli Görüş gömleğini giyip mazlum Müslüman halkların savunucusu olduğunu görür müyüz bilmiyorum. Şahsen benim hiç umudum yok. Bu yazdıklarımı siz sayın okuyucularımızın da bilgilenmesi ve geçmişe dönük unutulan icraatların hatırlanması maksadıyla yazmış bulunmaktayım.  Tüm yazılanların yorumunu da sizlere bırakıyorum.

 

Selam, saygı ve dualarımla.

 

Yakup MUSA

 

27.09.2009

 

                                                                     

 

 

                                                                                                                                          

 

 

             

 

 

 

 

 





--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35438] GÜNÜN SÖZÜ

Posted: 27 Sep 2009 10:17 PM PDT

 

 


GÜNÜN SÖZÜ  

İyi komşuluk, yalnız komşuya eziyet etmemek değil, komşunun eziyetlerine de katlanmak demektir.   

 

                                            Hasan-ı Basrî (ra)


 

 

 

 

 

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35444] Güncel Yazı

Posted: 27 Sep 2009 10:14 PM PDT

MİLLİ EĞİTİM SİSTEMİ NE KADAR ÇARPIK?

Özel eğitimi bilen öğretmenlerle bir söyleşi yaptık. Konuyu önce Eğitim İş üyesi ve Ulusal Eğitim Derneği Bodrum Temsilcisi rehber öğretmen Yusuf Solmaz’a sorduk. Solmaz, özel eğitim alanında önemli sorunlar yaşandığından söz etti. Nasıl sorunlar bunlar diye araştırmaya başladığımızda karşımıza inanılmaz bir manzara çıktı.

Hepimizin de bildiği gibi okullarımızda özel eğitime muhtaç öğrencilerimiz var.

Bilmeyenler için açıklayalım… Özel eğitim, özürlü bireylere yönelik eğitimdir.

Özel Özel Eğitim Kurumları dediğimizde, bu kurumların şahıs kurumları olduğundan söz etmiş oluyoruz. Özel Özel Eğitim Kurumları, parayla özürlü öğrencilerimize hizmet verir. Bu kurumların bir adı da Rehabilitasyon Merkezleridir. Sayıları sürekli artmakta olduğu için yolda giderken tabelalarına ya da öğrenci servislerine sıkça rastlarsınız.

Diyelim ki özürlü bir çocuğumuz var. Ekonomik durumumuzun önemi yoktur. Ben inşaatlarda çalışıyor olabilirim. Başka bir kişi üniversite öğretim üyesi ya da devlet bakanıdır. Her özürlü çocuğa ailesinin durumuna bakılmaksızın yardım yapılır.

Süreç nasıl işler?

Özürlü çocuğumuzu hastaneye götürdük, özürlü raporumuzu aldık. Bir özel özel eğitim kurumuna gittik. Özel özel eğitim kurumu çocuğumuzu kayıt etti. Bu kurum bundan sonra çocuğunuz için gelir düzeyiniz ne olursa olsun, her ay düzenli olarak devletten para alacaktır.

Öğrenci başına en az 400 YTL.

Olayın özel sektör boyutu böyle…

Bir öğretmen maaşı ne kadar?

Ortalama 1200 YTL diyelim. Bu bilgiyi bir köşede bulunduralım.

Şimdi de çocuğumuzun devlet okulundaki durumuna bakalım.

Ağır zihinsel engeli ya da ağır sağlık sorunu olmadığı sürece her çocuk ilköğretim okuluna gidebilir.

Bir öğretmen: Daha önce çalıştığım ilköğretim okulunda en az 20 kaynaştırma öğrencisi vardı. Bu çocuklar hem rehabilitasyon merkezine gidiyor he de okulda eğitim görüyorlardı.

Kaynaştırma öğrencisi nedir?

Öğretmen: Normal eğitimden yararlanamayan öğrencilere durumlarına göre verilen eğitimdir. Bu eğitime özel eğitim diyoruz.

Ben: Özürlü öğrencileri normallerle kaynaştırarak eğitmeye çalışıyoruz yani…

Öğretmen: Doğru… Daha doğrusu ise şu: Özürlü öğrencilerin eğitimini normal öğrencilerin arasında kaynatıyoruz.

Neden?

20 kaynaştırma öğrencisi olan bir okulda bir tane özel eğitim öğretmeni yok da ondan.

Hani çocuk başına devlet özel özel eğitim kurumlarına 400 YTL veriyordu ya… Özürlü çocuk, devlet okuluna gelince, okul, devletten herhangi bir yardım almıyor.

Okul müdürüne şöyle denmiyor: Sayın müdürüm, 20 özürlü öğrenciniz varmış size 1000 lira gönderiyorum. Bu parayla okulunuzda bir özel eğitim öğretmeni görevlendiriniz.

Düşünebiliyor musunuz, özel kurumlar söz konusu olduğunda öğrenci başına 400 ve üzerinde yardım, devlet okulu söz konusu olduğunda herhangi bir yardım yok.

Özel eğitim öğretmeni: Gazetelerde okumuşsunuzdur. Rehabilitasyon merkezleri devleti soymak için kırk takla atıyor. Çoğu tabela kurumu… Eğitim kalitesi bakımından içi boş kurumlar… Çoğunluğu özel eğitim yapıyoruz diyerek özürlü çocukları bir süre evinden uzak tutuyorlar. Bu da ailenin işine geliyor. Gelmese ne yapsın? Tabi ki aileler iyi bir eğitim istiyor. Eğitim olmayınca, çocuklarının haftada birkaç gün ya da her gün farklı bir ortamda kontrol altında tutulmasına razı oluyorlar.

Ben: Özel eğitim kurumları bir nevi bakıcılık yapıyor diyebilir miyiz?

Başka bir özel eğitim öğretmeni:  Pahalı bir bakıcılık bu… Ailelerle konuştuğunuzda görüyorsunuz, özürlü ailelerinin çoğu bu kurumlarda verilen eğitimden memnun değildir. Ama başka çareleri yok. Devlet okuluna gidiyorlar özel eğitim öğretmeni bulamıyorlar, özel okullara gidiyorlar işi bilmeyen, para kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen kurum sahipleriyle karşılaşıyorlar.

Özel özel eğitim kurumunda çalışan bir özel eğitim öğretmeni: Öyle kurum sahipleri var ki, bunlar sağda solda didik didik özürlü çocuk arıyorlar. Bir özürlü çocuk bulup kuruma getirdiğinizde size para bile verirler. Özürlü çocuk bulabilmek için özel personel tutuyorlar. Bu personelin işi, yalnızca özürlü çocuk aramak…  Okullara gitmek, gecekondularda dolaşmak, muhtarlardan bilgi almak...

Ben:  Önceden kimse bakmazdı bu çocukların yüzüne... Demek bu kadar ilerledik… Bir nevi özürlü çocuk avcılığı bu…

Başka bir öğretmen: Yıllardır bu av devam ediyor. İşin komik tarafı da, özel eğitim kurumların birbirlerinden özürlü çocuk çalmaya çalışmasıdır. İşi bilen bilmeyen rehabilitasyon merkezi açtı. Özel eğitim, kolay para kazanma yolu olarak görülüyor.

Ben: Bir dakika, çocuk çalma konusunu anlayamadım.

Özel eğitim öğretmeni: Her kurum diğer kurumu kötüleyerek her özürlü çocuğu kendi kurumuna kayıt etmek istiyor. Bunun için ailelere teklifler yapılıyor.

Ben: Nasıl teklifler?

Özel eğitim öğretmeni: Aile yoksulsa, size kömür alırız diyorlar.

Ben gülerek: Kömürü belediye dağıtıyor zaten.

Özel eğitim öğretmeni: Devletten alınan 400 liranın 100’ünü size veririz diyorlar ya da…

Ben: Devlet bunları biliyor mu?

Özel eğitim öğretmeni: Bilmez olur mu? Bir sürü kurum bu nedenle soruşturma geçiriyor.

Ben: İyi bari... Okullara neden özel eğitim öğretmeni alınmadığını da öğrenmek istiyorum.

Bir rehber öğretmen: Sizinde söylediğiniz gibi bir öğretmen maaşı ortalama 1200 Lira. Özürlü çocuk başına kurumlara en az 400 lira veriliyor dedik. Bu parayı Türkiye genelinde özel özel eğitim kurumlarına giden çocuklarla çarpın. Korkunç bir sayı elde edersiniz.

Ben: Neden devlet bu duruma seyirci kalıyor?

Özel eğitim öğretmeni: Ben buna iş bilmezlik diyeceğim ama öyle de değil. Hani hep diyorlar ya, devlet elini bazı işlerden çekmelidir, her şey devletten beklenmemelidir. Bu anlayışla özürlü çocuklarımızın eğitimi özel sektöre havale edildi. Bunun için inanılmaz kaynak aktarıldı. Geldiğimiz noktada karşımıza yolsuzluklar çıkıyor, eğitim adı altında bu çocuklar bu kurumlarda avutuluyor. Önlerine oyuncak konuyor, bunun da adı özel eğitim oluyor.

Ben: Devlet her okula bir özel eğitim öğretmeni alsa daha iyi olur diyorsunuz… Açar mısınız biraz.

Rehber öğretmen:  Özel özel eğitim kurumlarına aktarılan kaynakla devlet okullarına binlerce özel eğitim öğretmeni alınabilir. Bu kaynak, devlet okullarının özel eğitim için gerekli fiziki koşullarının iyileştirilmesine de yeter.

Özel eğitim öğretmeni: Özel sektörün tek amacı para kazanmak. Bunun dışında özel özel eğitim kurumlarının üzerinde durduğu önemli bir konu yok. Müfettiş gelince, her şeyi kâğıt üzerinde iyi gösteriyorlar o kadar.

Yazımızın başlığı, “Milli Eğitim Sistemi Ne Kadar Çarpık”tı.

Çarpıklığı gördünüz işte.

Bunun üzerine bir de SBS sorununu ekleyin, YÖK’ü, ÖSS’yi, KPSS’yi de buna dahil edin.

Karşınıza korkunç bir tablo çıkacaktır. Öğretmenler her gün bu tablonun içinde yaşıyor ama, kimse onları çözüm önerilerini dinlemiyor.

Bu kadar çarpıklık nasıl olur diyeceksiniz.

Bu ülkeyi kim yönetiyor? Milli Eğitim Bakanlığı ne yapıyor?

Bu soruların muhatabı yok.

Hükümet olan her parti kendini padişah zannediyor. Hükümet değil miyim diyorlar, canım nasıl isterse ülkeyi öyle yönetirim.

Hem padişah olacaksın hem de halka hesap vereceksin. Hiç olacak iş mi?

Son söz:

Yalnız üretmediğimiz için değil, kötü yöneticiler eliyle kaynaklarımızı doğru kullanamadığımız için de gelişemiyoruz, her geçen gün yoksullaşıyoruz.

Haber: Salih Ertan Ulakoğlu


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.