Sınırlarına mayın döşe, geçmesin bir adem karşı yakaya. İnat eder başarırsa kavgasını, keskin gözlerle bakan bir adamdan bulur hışmını.
Elli kilo çaydır ‘kaçak’ cinsinden. Kınadır, hurmadır; şifa niyetine.
‘Fırsatı ganimet bilerek’ sıyrılmışsa aradan silahlar… Döşemeli boydan boya, toprağa gömülü pat patlar.
Bir kabustur, Yayladağ’dan Habur’a can yakan. Bacak koparan, kalça yerinden.
‘İlelebet kapalıyız, dostluğa, kardeşliğe!’ diyerekten, ince bir itinayla(!) örtülmüştür üzeri toprakla.
……………..
Kırmançi bir ezgiyle koyunlarını otlatırken Abdullah, vermiştir bacağını soysuz bir mayına. O gün bugün, bıçak açmaz ağzını.
Bakamaz yüzüne sözlüsünün, on dokuzunda kışa dönmüştür baharı. Sedirden seyreder hayatı. Pencereye konan hüdhüd müdür, saka mı?
Akranları, düşerken yollara başlık parası niyetine, çeşme başında duyulur acının en tazesi:
‘Topala verecek kızım yok, bekledi boşuna bunca sene!’
Firavun’dan bir mirastır. Sağ bacakla, sol kol. Çaprazlama işkence.
…………….
Bekir, sapmıştır tarlaya, okul yolundan. Bağrı yanmıştır babasının, suya hasrettir sabahtan. Hamaylısını bırakıp bir duvara, koşar gider, yürek yangınına.
Değneğin bir ucunda helkisi, ötekinde yufkası, yumurtası, çöreği, çökeleği…
‘Babam ne de sevinir!’ derken uzaktan, bir namert tuzakla uzaklaşır dünyadan.
Çığlıktır kopan; cılız, çaresiz, sessiz. Boynunda mendili, dizinde şalvarı babası getirir biçareyi, kucağında.
“Olan oldu, hır çıkarma bundan gayri, ölenle ölünmez. Ne yaparsın, benim yeğenim, aha şunun dayısı, karnında beş aylığıyla karısı… Toprakta kalır acısı.
Şu mezarlık ses verse neler söyler neler!”
“Acısı tazeyken yavrumun, öpmeye doyamadığım kumrumun. Ne istediler sabiden? Kime ne zararı vardı bebemin?”
“Eski bir kalleşliktir, bu. Yüz elli senelik. Muallimden dinlemiştim:
Amerika’da ağalar, iç savaş çıkarmışlar ilkin. Kuzey’e de, Güney’e de mayın döşemişler.
Bunu birbirinden bilen gavurun oğlu, sarılmış silaha, kırmış birbirini. Savaş biter bitmez, çıkarmışlar döşedikleri yerden.
İyilik olsun diye değil. Aynı bölgede petrol aramakmış maksat. Giden gitmiş. Olan, Kızılderili’ye, Aztek’e, Maya’ya, Meksikalıya; Afrikalıya olmuş.
Sonra tadını almışlar bu işin. Nerede emperyalizme bir direniş var, tampon bölgeler kurmuşlar. El altından kaydı kuyudatı değiştirmişler.
Kendi tarlasında, ‘maraba’ olmuş yerli halk.
Altın arayacağız, kapat… Baraj yapacağız, kapat. Yol yapacağız, kapat. Koca bir kıta, asri hapishaneye dönmüş.
Ar damarı çatlamış bir kere Avrupalının. Kafa sakat.
Küçük şirketler, büyük kartelmiş artık. Yayılmışlar dünyaya. Kilise akıl vermiş:
‘Müslüman coğrafyadan başlayın, yapacaksanız bir iş. Hem kökünü kurutun bunların, hem de dezenformasyon yapın, deyin ki:
‘Şunların haline bakın! Yarısı sakat bir toplum! Bunlar mı Piri Reis yetiştiren, tıp kitapları Avrupalarda okutulan müslümanlar! Baksanıza kendilerine hayırları yok!’
‘Kurnazsın be papaz! Tavuk esirgenmez, gelse kaz! Bir taşla iki kuş!’
………………
Dünya mayın haritasını gösterdi muallim. Gözlerime inanamadım. Kuzey Amerika’da yok, Avrupa’da adı bile yok!
Mazlumların yurduna, mayınları kurdu, haçlılar.
Cezayir’den ayrılmamış Fransız. Giderayak döşemiş sahraya, dizi dizi. Libya’da Bingazi, Çad’da Emi Kussi…
Kremlin, Afgan Diyarı’nda namertçe savaşmış. Afganlı adım atsa, mayınla karşılaşmış. Tam da ‘Ülke kurdum!’ derken nefes bile almamış.
İmdadına koşmuş Coni’nin, Ehl-i Salib Ordusu. Bitmeyen bir çileymiş, Kenyalının sorgusu.”
………………….
“Seçilmişler ne yapmış, bunca olay olurken?”
“Önce sözler alınmış, sonra seçilmişler(!) Çağırmışlar bir yere, tuzağa düşürmüşler. Telaşlıymış belli, aceleymiş işi.
‘Bu işi ben yaparım, var mı benden iyisi! Neden diye sorarsan: Çünkü ben İsrailli(!)”
“Önce sözler alınmış, sonra seçilmişler(!) Çağırmışlar bir yere, tuzağa düşürmüşler. Telaşlıymış belli, aceleymiş işi.
‘Bu işi ben yaparım, var mı benden iyisi! Neden diye sorarsan: Çünkü ben İsrailli(!)”
…………………
“Şimdi ben oğluma mı yanayım, gördüğüm ihanete mi? Sen olsaydın ne yapardın, bu ülkeyi yöneten?”
“Ben olsam, ‘mıntıka temizliği’yle bitirirdim mayını, iki saat geçmeden.
“Ben olsam, ‘mıntıka temizliği’yle bitirirdim mayını, iki saat geçmeden.
Bırakırdım arkamda tertemiz bir nesil, organikle beslenen!
Sade bu değil! Pasaportsuz, dolaşırdım Asya’da. Çalardım kapısını Arap’ın İranlının. Asardım her bir yere: Güvenli Bölge Asya.”
“Niye yapmamışlar bizimkiler? Sol’u anladık, peki sağ?”
“Sağ’ın kafası karışık, Nato ile barışık. Renksizdir sağ, tuhaftır, ahenksizdir. Bilmez ne istediğini, yoktur yol haritası.
Sol ise, girdaptadır, boğulurken günbegün. Barışamaz halkla, kavgalıdır inançla. İkisi de yol bulamaz, kılavuzu kargadır.
Yolun sonu görünür, musallada övülür.
Kurtaramaz, alkışlar. Umutsuzdur bakışlar.”
…………………..
“Reçete var, ilaç var, doktor var. Niye bekler hastalar?”
“Bir sabah çıkmalı evden. Arkaya bile bakmadan. Çağırmalı basını, anlatmalı, sürecin kahreden içyüzünü:
‘Bir kumpasa düştüm. Kurtarın beni ey halkım! Yoksa, bilmez miyim, temizlemeyi mayını? Kavuşsun işe güce, Akçakale, Reyhanlı.
Lakin bırakmaz yakamı, Bin Dokuz Yüz Elli Dört’teki gaflet! Sonum kötüdür bilirim, bekler beni felaket!
Localardan emir var: ‘Ver işi Tel Aviv’e! Son bir adım daha kaldı, niyetler İsrail’e!’
…………………
“Kuramadım hiç alaka. Bir dedi, ‘Haksızlık yaptık azınlıklara!’
Sonra geveledi lafı, çevirdi mayınlara.
Belli ki travma hali, benliğini kavuran. Çıkarmıştı baklaydı, bir çırpıda ağzından.
Lafı bile incitir, bu toprağın sesini. Önce kullanırlar, sonra geçirirler ipini.
Adını temiz tut, verme düşmana fırsat! Toprak senindir senin! İbret almadı Kırat!
Aklından bile geçirme, zalimle bir olmayı! Gözün arkada kalmasın; ver köylüne toprağı.
Eksin, sürsün, işletsin. Kanat gersin ülkene! Yüzü gülsün köylünün, yürüsün kardeşliğe!
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.