[anadoluhaber:35414] ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Link to ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ

Posted: 26 Sep 2009 05:37 AM PDT

Nurullah AYDIN
Gazi üniversitesi
26 Eylül 2009

Türk Bayraðý!

Türk Milleti'nin ve Türk Devleti'nin; varlýðý, baðýmsýzlýðý sembollerle
ifade edilmiþtir.

Ýslamiyet'ten önceki Türklerde Tuð adý verilen bayrak veya semboller
kullanýlmýþtýr. Siyahtan kýrmýzýya kadar; mavi, sarý, yeþil, beyaz gibi
çeþitli renklerde semboller kullanmýþ olan eski Türkler, bir mýzraðýn ucuna
baðladýklarý, umumiyetle ipekten yapýlmýþ bu alametlere batrak, badruk,
bayrak gibi isimler vermiþlerdir.

Dokuzuncu asýrdan itibaren kitleler halinde Müslümanlýðý kabul eden Türkler
de çeþitli bayraklar kullandýlar. Bu bayraktaki en büyük özellik, Ýslami
motif ve unsurlarýn ön plana geçmesiyle birlikte, milli motif ve sembollere
de yer verilmesi idi.

Gazneliler'in bayraklarýnda, yeþil zemin üzerinde beyaz hilal ve kuþ
resimleri vardý.
Karahanlýlar'ýn bayraklarýnda al renk üzerinde dokuz tuð resmi bulunuyordu.

Büyük Selçuklu Devleti'nin ilk yýllarýnda mavi zemin üstüne beyaz çift
kartal sembolü ve siyah çizgili gerilmiþ yay ve ok resimleri varken, daha
sonra siyah renkli bayrak kullandýlar.

Bu bayrak Anadolu Selçuklularý tarafýndan da benimsenmiþti. Selçuklularda
hanedan rengi olarak kabul edilen al renkli bayraklar da vardý.

Osmanlýlarda bayrak; padiþahý, dolayýsýyla devleti temsil ederdi.
Osmanoðullarýnýn hanedan rengi kýrmýzý daha doðrusu al idi. Al renk;
Selçuklularda da hanedan rengi olarak kabul ediliyordu. Osmanoðullarý,
Selçukoðullarýnýn meþru varisleri olarak bu rengi devralmýþlardýr. Bu husus
al renge tamamen bir milli karakter vermiþtir ki, bugün de devam etmektedir.
Selçuklularda bu rengi selefleri olan Karahanlýlardan almýþlardý. Kýrmýzýyý
süsleyen ayin menþei ise destanlar dönemine kadar dayanýr. Yýldýz ise daha
sonraki devirlerde konulmuþtur.

Osmanlýlarýn ilk bayraðý, Anadolu Selçuklu hükümdarý Gýyaseddin Mes'üd
tarafýndan Osman Bey'e Tuð'la birlikte beyaz renkli bayrak gönderilmiþtir..

14.yy. dan itibaren çeþitli renk ve þekilde bayraklar kullanýldý. Kamüs-ül-
a'lam'a göre; Osmanlý sancaðýnýn rengini ve (bugünkü ayyildýzlý Türk
bayraðýnýn) þeklini tayin eden, Birinci Murad ve Yýldýrým Bayezîd
devirlerinde yaþayan Tîmürtas Paþa'dýr. Bu asýrda Osmanlý donanmasýnda ve
azap kýtalarýnda kýrmýzý; yeniçeri kýt'alarýnda beyaz bayraklar
kullanýlmýþtýr. Tarihçi Türsün Bey ve Asýkpasazade'in kayýtlarýnda yer alýr.

Osmanlýlar kuruluþtan itibaren diðer Ýslam ve Türk devletlerinde olduðu
gibi, çeþitli bayraklar kullandýlar. 15.yy.da yeniçerilere ak, sipahilere
kýrmýzý, silahdar bölüðüne sarý, orta ve aþaðý bölüklere alaca renkli olarak
verilen bayraklar bu birliklere verilen sancak mahiyetinde idi. Çünkü Osman
Gazi'den itibaren Kanuni Devri de dahil olmak üzere padiþahlara mahsus olan
bayrak beyaz renkli idi. Yavuz Selim'in Çaldýran ve Mýsýr seferlerinde,
otaðýnýn önüne hakimiyet alameti olan beyaz ve kýrmýzý renkli bayraklar
dikilmiþti. Ayrýca Yavuz Selim zamanýnda, bugün Topkapý Sarayý mukaddes
emanetler dairesinde bulunan, Hz. Peygambere ait olan Sancak-ý Þerif
Osmanlýlara geçti.

Yavuz Selim; Çaldýran seferinde ilk defa yeþil renkli bayrak, kullanýlmýþ ve
bu devam etmiþtir. Osmanlýlar; hilafete de sahip olduklarýný göstermek için
kullandýklarý yeþil renkli sancak, Barbaros Hayreddin Paþa ve Ali Reis'in
donanmalarýnda da kullanýldý Sultan I. Mahmut devrinde donanma bayraðý
olarak kabul edildi.

Kanuni Süleyman devrinde de beyaz, alaca, kýrmýzý ve sarý bayraklara siyah
ve yeþil renkliler ilave edildi. Macaristan seferine çýkan ve orduya
kumandan tayin edilen Sadrazam Ýbrahim Paþa'ya; beyaz, yeþil ve sarý renkte
üç sancakla iki kýrmýzý, iki de alaca bayrak verilir. Süvarinin yukarýsý
yeþil, aþaðýsý kýrmýzý renkte olmak üzere iki renkli bayraðý vardý.

III. Selim zamanýnda ordu ve donanmada yapýlan yeni düzenlemeler esnasýnda
bayraklar üzerindeki hilal þekline, sekiz köþeli yýldýz ilave edildi.

II. Mahmut zamanýnda da bayrak þekilleri hemen hemen ayný devam etti. Ancak
bu devirde kalelere ve hükümet binalarýna ayyýldýzlý al sancak çekildiði
görülmektedir.

Kýrmýzý zemin üzerine hilal ve yýldýz bulunan bayrak, Osmanlýlarda Ýlk defa
1793'de devletin resmi bayraðý olarak kabul edildi. Ancak bu bayraktaki
yýldýz, sekiz köþeli idi. Bu bayrak Osmanlý Devleti'nin resmi sembolü olarak
kullanýldý. I. Abdülmecit zamanýnda 1842'de yýldýzýn beþ köþeli olmasý
kararlaþtýrýldý ve Osmanlý bayraðýnýn þekli kesinleþti.

Kasým 1922'de saltanatýn ilgasý üzerine yalnýz milli bayrak ve hilafet
bayraðý býrakýlmýþ, hükümdarlýk bayraðý kaldýrýlmýþtýr.

M. Kemal Atatürk; Cumhuriyet kurulmasýyla birlikte ayyýldýzlý bayraðý aynen
devam ettirir.

Günün Sözü: Duygularýný ve heyecaný denetimde tut, aksi halde zarar
görürsün.

EMNİYETTEKİ KAVGANIN PERDE ARKASI

Posted: 26 Sep 2009 05:36 AM PDT



--



EMNİYETTEKİ KAVGANIN PERDE ARKASI

Emniyette tam anlamıyla bir “şok” yaşanıyor. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, 40 yıllık emniyetçi Emin Arslan hakkında tutuklama kararı çıktı.

İşin görünen kısmı emniyetin ikinci adamı olan Arslan’ın bir uyuşturucu kaçakçısıyla telefonda görüşmesi.  Peki gerçek neden bu mu?  Hukuk bunun yanıtını verecek ama işin görünen boyutu, perde arkasında olup bitenler düşünüldüğünde gölgede kalacak gibi duruyor.

Peki emniyette neler oluyor? Emin Arslan’ın tutuklanmasına giden süreçte emniyetin tepesindeki kavganın etkisi ne? Cemaat bu kavganın neresinde? Emin Arslan’a operasyon mu yapılıyor?

Sorular çok fazla… Ama Arslan’ın tutuklanmasıyla sonuçlanan süreçteki dikkat çekici gelişmeleri analiz etmekte fayda var.

Emin Arslan’ın ilk gözaltına alınmasına şaşırtıcı bir tepki veren isimden söz edelim önce. Taraf Gazetesi’nin baş komiser yazarı Emrullah Uslu’dan bahsediyoruz. Halen Bingöl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görev yapan ve “cemaat”le de bağlantılı olduğu öne sürülen Uslu, Emin Arslan’a destek veren bir yazı yazdı. Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde “Emin Arslan ile ilgili iddialar için ‘inanmama’ hakkımı kullanıyorum” dedi.

Emrullah Uslu 19 Eylül tarihli köşesinde Emin Arslan için, “Emin Aslan öncelikle dürüst biri olarak bilinir. Bu onun en belirgin yanıdır. Bunun yanında Emniyet’in artık genlerine yerleşmiş ‘korkak ve pusucu’ müdür tipinin aksine o cesur biri olarak bilinir. Öyle ki; 28 Şubat döneminde güçlü merkezler ve insanlar ellerindeki ‘tasfiye listeleriyle’ Emin Bey’e başvurduklarında ‘Ben maddi delil olmadan adam harcamam, varsa ispatınız koyun, hukuki süreç işlesin, yoksa çalışkan insanlara kara çalarak onların önünü kesmeyi ben yapmam’ deyip direnmiş bir insandır.” ifadelerini kullandı.

Hatta Uslu Arslan için “Yani kolay zaman ‘erkekleri’nin aksine Emin Aslan zor zamanların delikanlısıdır.” dedi.

Emrullah Uslu, Emin Arslan’a bir operasyonun varlığından da söz etti ama bunu cemaate değil emniyet içindeki başka bir “denge”ye bağladı. Uslu’nun yazısında en önemli ve mesaj dolu bölüme gelelim şimdi de… Uslu köşesinin son paragrafında aynen şunları yazdı:

“Emniyet’te operasyon varsa; bunu Emniyet’in üç güçlü birimi Asayiş, İstihbarat-Terör, ve Organize dairelerine bakan Genel Müdür Yardımcıları arasındaki çekişmeler ile üç güçlü il, Ankara, İstanbul ve İzmir Emniyetleri arasındaki rekabette aramak daha doğrudur. Bunu anlamak için de medyadaki haberleri hangi muhabirlerin yaptığına bakarım ben.”

Son paragrafta aslında Emrullah Uslu emniyet içinde önemli bir ismi tarif etti.  Asayiş, terör ve organize dairelerine bakan genel müdür yardımcısını işaret etti.  Peki kimdir bu isim?

O isim, Mustafa Gülcü.  Uslu , Emin Arslan’a operasyon yapılmasının perde arkasındaki isim olarak Mustafa Gülcü’nün adını mı verdi?

Gelin bunun yanıtını yine başka önemli alıntılarla verelim. Uslu’nun bir dönem Taraf Gazetesi’nde köşedaşı olan, Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç uzun süredir Mustafa Gülcü adını zikredip duruyor.  Gerek köşesinde, gerekse de verdiği röportajlarda Mustafa Gülcü’ye ilişkin suçlamalarda bulunuyor.

Önder Aytaç’ın geçen yıl Referans Gazetesi’nde Nuray Başaran’a verdiği röportaja bakalım mesela. Nuray Başaran, Aytaç’a şöyle bir soru soruyor:  “Emniyetteki bir yapılanmadan söz ediliyor. Başta dinleme olmak üzere arka arkaya gelen skandalların arkasında bu yapının olduğu söyleniyor. Bu iddiaların doğruluğu nedir?”

Aytaç yanıtında , “Emniyette kafası çalışan, kendisini geliştirmiş ve sıradanlıktan uzaklaşmış her insan için 2 niteleme kolaylıkla yapılır. Yapılır ki, bu kişinin önü tıkanabilsin. Bir diğer anlatımla Emniyette ya Alevisinizdir ya da Fethullahçı .” diyor.  Sonra da emniyet içinden birtakım isimlerden söz ediyor. Muteber isimler olarak sıraladığı isimler arasında Emin Arslan da var:

“Emniyette herkes birbirini çok iyi bilir ve tanır. Aynı 12 Eylül öncesinin Pol -Der, Pol -Bir, Pol -Ens'lilerinin kimler olduğunu çok iyi bildiği gibi. Aynen rahmetli Ersin Yılmaz , Taner Arda, Muzaffer Işık, Tuncay Yılmaz , Salih Tuzcu , Recep Gültekin , Osman Karakuş , Nihat Dündar , Hanefi Avcı , Sabri Uzun , Emin Aslan , Vadi Çiçekli ve yıllardır her iktidarda görevini koruyan İbrahim Selvi 'nin kim olduğunu bildiği gibi.”

Önder Aytaç, Mustafa Gülcü için bakın ne diyor:

 “Yine Mustafa Gülcü 'nün 1988'lerde hazırladığı kişiler hakkındaki cinsel sapkınlık içerikli raporların, 2008'lerde de farklı kişiler hakkında benzeri raporlar hazırlamasında olduğu gibi.”

Aytaç net biçimde Mustafa Gülcü’nün birtakım kişiler hakkında raporlar hazırladığından bahsediyor. Mustafa Gülcü adını bir yerde daha geçiriyor.  Başaran soruyor: “Siz Fethullahçı mısınız? Sizce Fethullahçı olmak kötü bir şey mi?” Önder Aytaç Fethullahçı olmadığını söyleyip sorunun ikinci bölümü için şunları söylüyor:

 “İkinci soruyu ise Yaşar Büyükanıt 'a, Cemil Çiçek 'e, Doğu Perinçek 'e, Mustafa Çetin 'e, Mustafa Gülcü 'ye, ne bileyim Dünya Türkçe Olimpiyatları'na katılan ülkelerin çocuklarına ve ABD 'ye sormakta yarar vardır.”

Önder Aytaç, Mustafa Gülcü’yle ilgi rahatsızlığını Yeni Aktüel Dergisi’nin 2008 tarihli 154. sayısındaki  röportajında da sürdürüyor.  Muhabir Aytaç’a soruyor:  “Yine yazınıza dönmek istiyorum. ‘Çetin Gülcü’ gibi hayali bir isimden bahsediyorsunuz. Bu isim Mustafa Çetin ve Mustafa Gülcü isimlerini çağrıştırıyor. Her iki isim de İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a çok yakın isimler. Emniyetçiler ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay arasında bir doku uyuşmazlığı mı var?”

Aytaç İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı 20-30 yıldır tanıdığını söylediği Mustafa Gülcü’ye bu kez şöyle bir mesaj gönderiyor:

 “Bu sorunun en sağlıklı cevabını da Emniyet'i yıllardır bilen, bakanı da 20-30 yıldır tanıyan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü'nün vermiş olması elbette daha anlamlı olur gibi geliyor bana.”

Şimdi cemaate yakınlıklarıyla maruf Taraf Gazetesi’nin iki polis yazarı Emin Arslan operasyonunda ilginç bir noktada duruyor.  Aslında onların son 1 yıldır yazdıkları ve söylediklerine bakıldığında emniyet içindeki kavgayı satır aralarından görmek mümkün.  Önder Aytaç ve Emrullah Uslu, Emin Arslan’ı her fırsatta “muteber” bir isim olarak zikretmişler. Uslu son yazısında Önder Aytaç’ın bir yıldır eleştirdiği Mustafa Gülcü’yü ima eden yazı yazıyor.

Şimdi gelelim Emin Arslan’ın tutuklanma kararının emniyetteki kavgayla ilişkili olup olmadığı meselesine…  Taraf Gazetesi’nin polis yazarlarını iyi analiz ettiğimizde ortaya sorularla dolu şöyle bir tablo çıkıyor:

Emin Arslan ‘a emniyet içinden bir operasyon mu yapıldı?

Operasyonun perde arkasındaki  isim  Aytaç ve Uslu’nun satır aralarında sürekli eleştirdikleri Mustafa Gülcü mü?

Peki Mustafa Gülcü kim? Şu an emniyetin en güçlü ismi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı 30 yıldır tanıyan Gülcü’nün tarikat bağı var mı?

Şu an  emniyetteki en kritik daire başkanlıkları Mustafa Gülcü’ye bağlı.  Peki hangileri bunlar? Terörle Mücadele ve Harekat, Güvenlik, Asayiş, Kriminal, Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğü, TBMM Koruma Müdürlüğü, Başbakanlık Koruma Müdürlüğü, Ana Komuta Kontrol Merkezi.

Peki Emin Arslan’a bir operasyon varsa bu işin arkasındaki isim Mustafa Gülcü mü? Durum böyleyse Gülcü’nün hedefi ne?

“Cemaat” bu kavganın neresinde?

Tutkun Akbaş

Odatv.com

 

25 Eylül 2009

Bu haberle ilgili etiketler:
Tutkun Akbaş, Emniyet, Taraf, Önder Aytaç, Emrullah Uslu
















Hayatınız seçtiğiniz kadındır... Zevkli bir kadına rastlarsanız
zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri
gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi
kadınlar götürür. Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara,
gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve
hayatıdır... Hayatınız seçtiğiniz kadındır...



Söylediklerinize dikkat edin;Düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...
(Mahatma Ghandi )

AL SANA SIFIR PROBLEM!

Posted: 26 Sep 2009 05:31 AM PDT


Türkiye'den taviz üstüne taviz koparan Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs Rum kesimi yeni isteklerini şöyle sıraladı:

YUNANİSTAN
Ege'deki statü değişmez. Kırmızı çizgilerimizi belirledik. Pazarlık konusu yapmayız bir adım geri atmayız.


ERMENİSTAN
Yukarı Karabağ'ı tekrar geri vermeyi asla düşünmüyoruz. Karabağ bağımsız oldu ve öyle kalacaktır.


KIBRIS RUM KESİMİ
Türk askeri ve TC uyruklu kişiler derhal adadan çıksın. Türkiye garantörlük iddiasından vazgeçsin.



Al sana sıfır sorun!
İktidarın komşularla sıfır problem sloganıyla yürüttüğü dış politika çöktü. Ermenistan, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Ankara'ya geri adım atmayız mesajı gönderdi.


Avrupa Birliği belgelerinde arasında yer alan "Sınırlarınızdaki ülkelerle sorunlarınızı çözün" talebi doğrultusunda AKP iktidarının, "komşularla sıfır sorun" sloganıyla yürüttüğü dış politika çöktü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün futbol diplomasi ile başlattığı Türkiye-Ermenistan ilişkileri, tek taraflı "iyi niyet" hamlesine dönüştü. Sözde Ermeni soykırımı iddialarından vazgeçmediğini ilan eden Ermenistan, işgal ettiği Karabağ topraklarını boşaltmayacağını da yineledi. Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan "Biz göğsümüze vurarak bağırmadığımız için Karabağ'dan geri çekileceğimizi düşünüyorlar. Biz Yukarı Karabağ topraklarını tekrar geri vermeyi asla düşünmüyoruz. Karabağ bağımsız oldu ve öyle kalacak" dedi. Ankara-Erivan arasında yaşanan tek taraflı iyi niyet süreci Türkiye ile sorunları olan diğer ülkeleri da harekete geçirdi. Son bir 10 gün içerisinde "sıfır sorun" politikasından cesaret bulan komşular "açılım" için sıraya girdi.

YUNANİSTAN: AKP iktidarının sözde Kürt ve Ermeni sorunu konusundaki açılımları Yunanistan'ı da iştahlandırdı. Başbakan Erdoğan'ın "dostum" dediği Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis Türkiye'den taleplerini sıraladı. Selanik'te açıklamalarda bulunan Karamanlis, şunları kaydetti: "Türkiye'nin Kıbrıs'ta işler ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesi için fiilen katkıda bulunması lazım. Ancak Ege'deki statü ne tahriklerle ne de tehditlerle değişmez. Haklarımızı ve çıkarlarımızı savunmakta kararlıyız."

GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİ: AKP iktidarının sözde "kalıcı barış" için destek verdiği müzakere sürecinin sürekli tavizler koparmak isteyen tarafı olan Rum Kesimi, hem KKTC'den hem de Türkiye'den küstahça açıklamalarda bulundu.Geçtiğimiz hafta 4 gün süren bir toplantı yapan Rum Ulusal Konseyi şu taleplerde bulundu: Türkiye'nin AB ve 'Kıbrıs cumhuriyeti'karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmeli... Çözüm içir Türk askeri ve 'yerleşikler'denilen T.C uyruklu KKTC vatandaşları adadan çekilsin.. Türkiye garantörlük iddiasından vazgeçsin...

IRAK: Su, ticaret, imar, askeri eğitim ve insani yardım konusunda Irak'a sık sık destek çıkan AKP iktidarı bir türlü karşılığını alamıyor. Bağdat Irak'ın Kuzeyine yuvalanan bölücü terör örgütünün tasfiyesi yönünde bir adım atıyor.

yazaristan


Din/Medeniyet değil, Uygarlıkla barbarlığın savaşı / Ahmet Özcan

Posted: 26 Sep 2009 03:00 AM PDT

Din savaşı, bizim kitabımızda yazmaz. Dini inançlarından dolayı herkes bizim en çürümüş dönemlerimizde bile özgür yaşamıştır.

"Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız
Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın
İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;
(K) harfi üzerine yemin edersiniz.
Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların
İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.
İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların
Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,
Küçük ve büyük, acılı ve acısız
Yeminler yeminler yeminler edersiniz.
Siz siz üzre yeminler edersiniz.

Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;
Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz
İki tane elimiz var deriz;
Bin tane elimiz olsaydı
Bini birbirinin aynı olurdu deriz.
999 elimiz kağıt gibi yansın,
Bir elimiz güneş gibi dursun..
Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.

Biz inkar eder, inkarı severiz;
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bir bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz.."

Sezai Karakoç/ Şahdamar'dan

Alçaklığın kısa tarihi

Alman şair Hebbel, "Alman ulusunun bir hastalık tarihi dışında şimdiye kadar örnek alabileceği bir yaşam tarihinin olmadığını kabul etmek bu kadar zor mu?" diye sorar. Nietzche, "Dünya, çok uzun zamandan beridir bir tımarhanedir"der. İngiliz James Joyce, "tarih, uyanıp kurtulmaya çalıştığım bir kabustur' der.

Ve Freud, insanlığın topyekün nevrozlu hasta olduğunu keşfedip, bunun çocukluğuna iner. Nevroz, bebeklik çağının mükemmel ve çok yönlü haz alma durumunu ergenlik çağında tahakküm ve kısıtlarla bastırıp, hazzı bilinçdışına itmişliğin bunaltısıdır. Uygarlık ve kültür, işte bu hazzı denetim altına almanın ürünüdür ve insanlık, bir gün tekrar denetimsiz özgür-sapkın-haz ilkesini ergenliğinde de almanın yolunu bulursa yaşamsal amacına ulaşacaktır.

Tarihi, insanlığı, hayatı, bir bozulmuşluk hali, hastalık, kabus, delilik, kaos olarak gören bakışın batılı toplumlarda derin nedenleri var. Kavimler göçü, kelt barbarlığı, uzun sürmüş kabile savaşları, batılı aşiretlerin tarihöncesinin belki binlerce yıllık deneyimidir. Açlık ve vahşi doğa, batılı bilinçaltının hala aşamadığı gerçek nevrotik belirtilerinin kaynağıdır. Yine Freud'dan ödünç alırsak, ontojeni (tek bir organizma), filojeniyi (türü) içinde barındırır. Yani tek bir birey, içinde olduğu toplumunda özeti gibidir. Varolan bir toplum, tarihinin de özeti gibidir. Herhangi bir batılı tavır, bütün batı trajedisinden izler taşır.

Son iki yüz yıldır, batı uygarlığı ve batı değerleriyle yatıp kalkıyoruz. Şüphesiz buna bir çok itirazlar da yükselmedi değil. Ama, ellerindeki başdöndürücü teknolojik üretim mekanizması, her seferinde batının uygarlık iddiasına itirazları püskürtmenin en etkili malzemesi oldu. Bu alet edevatla uygarlık aynı şey değildir diyen her ses, bir şekilde sindirildi ya da görmezden gelindi.

Uygarlığın çok uzun bir tarihsel birikimin ürünü olduğu gerçeği hesaba katılmadı. Piyangodan para çıkmış bir lümpenin, o parayı bitirene kadar kompleksle mahallesindeki bir zengini taklit edercesine yaşaması gibi, batınında tamamen hırsızlık ve talan yoluyla sermaye biriktirip uygar toplumları taklit eder gibi yaşaması, kalıcı bir özellik zannedildi.

Uzun zamanlar tarihi, kavimler göçünden bahseder. M.Ö. 3 binlerde başlayan büyük göçler sırasında Asyadan kuzeye gidenler, batılıların atalarıdır. Kadim çağların uygarlık ekseni, Çinden Meksikaya uzanan enlem boyunca dizilmiştir. İklim, doğa, toprak yapısı gibi bir dizi etmen sayesinde uygarlık, işte bu eksende gelişmiştir. Yerleşik hayat, tarımsal üretim, kentler, din, kültür ve sanat, bu uygarlık ekseninde doğmuştur. Mezopotamya-Akdeniz havzası, bu eksenin merkezi ve dölyatağıdır. Fırat ve Dicle hattı, ilk uygarlığın, Nuh'un ve İbrahim'in doğduğu yerdir.

Kuzeye kaçan barbar kabileler, bin yıllar sonra, işte şimdi bu insanlığın ve uygarlığın ana rahmine saldırmakta, onu yutmaya, onun petrolle simgeleşen maddi varlığı üzerinden bütün tarihini yok etmeye, intikamını almaya çalışmaktadır. Barbar beşer kabileleri, oidipus komleksiyle sahnededir. Beşer, teomitolojide kabil'dir.

Girişte alıntı yaptığımız batılı yazarların tarih algısının neden kabus, insan algısının neden hastalık olduğunu çok iyi anlıyoruz. Sadece kendilerini tarif ediyorlar ama sanki tüm insanlığı anlatıyormuş gibi yapıyorlar.

Uygarlık ve barbarlık ölçüleri

Oysa elimizde kişilerin ya da toplumların ne kadar uygar olduklarını test edecek kesin ölçüler var.

Bunların başında doğa, tanrı ve insan algısı geliyor. Uygarlık ilk başta göçebe-yağmacı-animist yaşam tarzının anti tezidir. Bilinebilen tarihsel verilere göre insanöncesi insanımsı avcı-toplayıcı göçebe topluluklar yüzbinlerce yıl yaşamıştır. İnsan, bu uzun tarihin sonunda, bilimsel iddialara göre M.Ö 50-30 bin yıl önce sahneye çıkmıştır. Dinsel kaynaklar da bir tarih belirtmez ama, yeryüzünde kan döken, bozgunculuk çıkartan bir yaratık varken, insan var edilmiş ve Allah'ın ruhundan üflemesiyle sahneye çıkmıştır. İşte bu akleden insanla, önceki insanımsı varlıklar arasındaki mücadele, zaman içinde uygarlıkla-barbarlık, animizmle tevhid, adaletle zulüm, kaosla düzen arasındaki savaşın temelidir.

Freud, o ilkel bebeklikten aslında akletmeyen ve haz ilkesiyle yaşayan insanöncesi yaratığın, yani beşerin psikanalizini yapmıştır. İnsan, haz ilkesini denetim altına alıp yeryüzünü imar ederek kendini gerçekleştiren beşer olmaktan kurtulan bir üst nitelikteki varlığın adıdır.
Uygarlık, insanın aklının ve emeğinin ürünüdür. Barbarlık ise bunu bozma, talan etme ve taklit etme demektir.

Uygarlığın bir diğer ölçütü, insanı, doğa, tarih, toplum ve kendi içgüdülerinin koşullanmalarından çıkartıp, bunları yöneten ve kendi kaderinin efendisi kılan bir varlık haline getirmektir. Her nerede ve hangi teknolojiyle olursa olsun, işte bu amaca ulaşan toplumsal düzenler uygar, bunu gerisinde kalan topluluklar ise barbardır.

Bu manada uygarlık, evrensel bir tarihin tek bir çizgide ilerlemesiyle değil, her hangi bir zamanda ve mekanda, her hangi bir toplumda ortaya çıkabilecek, inişli çıkışlı ve verili koşullara göre biçimler alabilen bir yaşamsal düzeydir. Bu manada, insanın ortaya çıkışı, beşere nispetle bir uygarlık adımıdır ve batılı antropolojinin iddialarının aksine ilk insanlar ilkelliği değil, uygarlığın orijinalitesini temsil ederler. İlkelliği, insanla beraber var olan beşer temsil eder. Aynı şekilde bugün batılı toplumlar barbarlığı, mesela Müslüman toplumlar veya Afrikalı paylaşımcı komünler halinde yaşayan kabileler uygar değerleri temsil ederler. İnsanlık, vicdan, merhamet, akıl ve aşk nerde varsa uygarlık oradadır.

Bir başka uygarlık ölçütümüzde, sürekliliktir. Bir toplum tarihsel olarak 100-200 yıl gibi kısa bir dönemde uygar bir görüntü çizebilir. Ama eğer gerçekten uygarlığı içselleştirmemişse, piyangodan para çıkan kişi gibi taklitten başka bir şey değilse, bilinçaltı er yada geç açığa çıkar ve animist-pagan inançlarıyla, insana düşmanlığıyla, tahakküm ve zorbalık iç güdüleriyle kendini ele verir.

Batı olarak kodladığımız toplulukların macerası işte tamda bu yanılsamadan ibarettir. Batılı topluluklar, mezopotamya-Akdeniz ve Hind-Çin uygarlıklarıyla tanışıp, önce yağmalamış sonrada taklit etmiştir. Bütün marifetleri, beşer genetiklerinin içgüdüsel var kalma çabasıyla her şeyi yutarak absorbe etme çabasından ibarettir. Çini, Hindi, Mezopotamya'yı, mısırı, Anadolu'yu, Latin Amerika'yı, felsefeyi, sanatı, petrolü, devleti….uygarlığın tüm birikimlerini azgın bir iştahla yutmuşlardır. Şimdi, bünyelerine fazla gelen bu birikimi hazmedemeyip kusma çağındalar…

 

Batılı toplumlar, gerçek insanlık havuzuna, insanlık ailesinin şerefli birer üyesi olarak katılma yani uygarlaşma çabasında bu çağda da sınıfta kaldılar. Eğer kapitalizm, şu yaşadığımız yüzyılda kendi üzerine çökmezse, batıda başlayan bir yıkımla imha olmazsa, bu barbar toplulukların uygar insanlık ailesine verecekleri tahribat çok daha ağır olacak.

Son üç yüz yıldır çok iyi biliyoruz ki, bunlar nereye girdilerse kan, zulüm, iç savaş, etnik,dini bölünmeler, siyasi parçalanmalar, sosyal çürüme ve gaddar devlet düzenleri de birlikte girdi. Aramızdan batılılarla soy ve ruh akrabalığı olan hainler dışında, her namuslu insan bunun farkındadır.Kızılderililer, Hindliler, Afrikalılar, Balkanlılar, Kafkaslılar, orta Asyalılar, bu batı kökenli şer güçlerin kendisi yada ideolojilerinin kurbanı olmuştur. Japonlar, Wietnamlılar, Koreliler, Afganlar, Iraklılar, bunların vahşi silahlarının ve barbar zulümlerinin hedefi olmuştur. Topyekün batının çöküşü için mücadele etmek, kapitalizmi ve emperyalizmi, bunla birlikte batıya ait tüm sahte bilinç ürünü ideolojileri, milliyetçiliği, liberalizmi, faşizmi, küreselciliği yok etmek, insanlığın üçüncü bin yıldaki asli ve ortak görevidir. İnsanım diyen herkes, bu idrakte toplanmalı ve batılı barbarlığın üç yüz yıllık istilasını püskürterek bir daha nüksetmeyecek şekilde tarihe gömmelidir.

Batı, Uygarlığa, medeniyete bir saldırıdır. Batı, on binlerce yıllık uygarlık-barbarlık diyalektiğinde barbar tarafın adıdır. Batının elindeki teknolojiyle başı dönenler, biraz çabayla maymununda alet kullandığını unutmamalıdır. Uygarlık alet kullanmada değil, insanı yaşatmada belli olur. Bu da adalet ve vicdanın varlığıyla ölçülür. Batı tam aksine artık zulmün, çirkefliğin, çifte standartların ve rafine faşizm çeşitlerinin arenasıdır.


Barbarlığın din maskesi

Barbarlığın küresel istila deneyimi tabi ki yeni değildir. Haçlı seferleri bir başlangıç olarak alınabilir. Din, her zaman batılılar için bir maske olmuştur. Bugünde dün olduğu gibi, dinsel temaları ya da din temelli farklılıkları kışkırtarak sömürüye koşmaktadırlar. Bunların ataları da sıradan hristiyan köylüleri kışkırtıp Kudüse kadar koşmuşlardı. O zamanda bunları gönderenler, ne Kudüsün kutsallığı ne de tanrının krallığı gibi şeylere inanmıyorlardı. Şimdi de yahudi baronlar, tampliyeciler, CFR üyeleri, masonlar ve evanjelik papazlar, böyle şeylere inanmaz. Din, bunlar için maskeden başka bir şey değildir. Yani medeniyetler savaşı, din savaşı ya da tersinden sanki kendileri kışkırtmıyormuş ve ortada toplumların bir biriyle savaşı varmış gibi ortaya sürdükleri medeniyetler ittifakı, dinler arası diyalog gibi safsatalar, kitle manipülasyonu için kullanılan malzemelerdir. Başörtüsü yasakları veya Karikatür krizi gibi provokasyonlar, mason locaları ya da benzeri pagan barbarlık çetelerine üye elitlerin tezgahlarından başka bir şey değildir. Bu nedenle, diyalog ve ittifak gibi, içinde din ve medeniyet geçen her tür söylemlere dikkatle yaklaşmak gerekir. Ortada din ve medeniyetler arası bir sorun yoktur. Ortada sadece batılı barbarlığın insanlığa topyekün saldırısı vardır.

Öte yandan ABD neo-con elitinin dünya devleti kurma hevesiyle başlayan küresel operasyon, bütün batının bilinçaltını ortaya dökmüştür. Öğrendiklerini sandığımız insani değerler, evrensellik, barış, adalet, özgürlük, hukuk, bir çırpıda rafa kaldırılmış ve barbarlık tüm çirkinliği ve pervasızlığıyla ortaya dökülmüştür. Bizim uygarlık etiğimiz, "bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe düşürmesin" der. Evet, beşinci sınıf bir batı düşmanlığı yapmak gibi bir derdimiz yok. Ama şunu açıkça görüyoruz ki, iki yüz yıldır onlarca uygarlık havzasını talan eden, yüzlerce savaş çıkartan, milyonlarca insanı katleden ve en acımasız silahlarla insanı köleleştiren bu topluluklarda en ufak bir uygarlık izi olsaydı, en başta kendi içinde, kendi toplumlarında büyük iç savaşlar ve hesaplaşmalar yaşanır ve uygarlık damarı barbarlık damarını alt ederdi. Ne var ki, kısmen uygarlığa, yani adalet, eşitlik ve özgürlüğe çağıran sol değerler bile batıda değil, bir doğu ülkesinde Rusya'da makes buldu. Fakat orada da kadim insanlık değerleriyle savaşan bir beşer animizmi olan materyalizm sayesinde doğu halklarının iğdiş edilmesine sebep oldu. Batı ise, bencilce duygularla burjuvazinin etrafında ördüğü refah toplumu düzenini sürdürülebilir kılmaktan başka bir çaba göstermedi. Barikatlarda yaratılan tüm değerler, aynı burjuvazinin elinde çöpe atıldı ve şimdi içi boş bir slogan olmaktan öte bir anlama sahip değil.

Bizim uygarlık havzamızda, bu tür barbarlık girişimlerinin hiç biri başarılı olmamıştır. Tarihimizde çıkmış firavunları toplumsal hafızalarımız bir daha çıkmasın diye kodlamış ve zalimliği mahkum etmiştir. Karun yani parayatapan Yahudi tipi, yine aynı şekilde aşağılanan bir tiptir. Hükümdar yani siyasal felsefe, her durumda adaletle sorumlu tutulmuştur. Ölçülerimizden saptığımız geçici fitne çağlarımız olmuştur. Ama her zaman yeniden silkinip aslımıza döneceğimiz bir uygarlık damarımız hazırda beklemiş ve kaosu, fitneyi, zulmü defetmiştir. Bu nedenle, son zalim Firavun'dan sonra adını anmaya değecek yezit, haccac, Kuyucu Murat gibi birkaç örnek vardır. Ki bunlarda zulümleriyle birlikte tarihe gömülmüş ve adları hala lanetle anılan zalimler olarak hafızalara kazınmıştır. Ama batıdaki gibi bir sisteme, ideolojiye, kurumsal mekanizmalara dönüşmüş kapitalizm, faşizm, nazizm, liberalizm, milliyetçilik gibi fitne ve fesata yol açan insanlık düşmanı ideolojiler doğuda çıkmamıştır. Doğuda kötülük arızi bir durumdur. Batı ise bizatihi beşer bilinçaltının bin yıllar sonra patlayıp insanlığa musallat oluşunun adıdır.

Kültürel ya da dini nedenlerle batı düşmanlığı yapmak yanlıştır. Kültürcülük veya dinsel düşmanlıklar, bize yabancıdır. Biz, hiçbir zaman hiçbir topluluğa dini yada kültürü nedeniyle düşmanlık yapmadık. Bu coğrafyada ve İslam da sadece zalime düşmanlık meşrudur. Bu nedenle, tarihimiz boyunca her dönemde, hatta haçlı istilasında dahi Hıristiyan nüfusumuzun sırf Hıristiyan olduğu için kılına bile dokunulmamıştır. Aynı şekilde Türklerin Anadolu'yu fethi, Paflikyan Ermeniler yani tevhide inanan ve Bizans'a karşı çıkan Hıristiyanların da desteğiyle olmuştur. Osmanlı beyliğinin de Bitinya'daki bir çok Rum Hıristiyan topluluğun desteğini aldığı bilinmektedir.

Din savaşı, bizim kitabımızda yazmaz. Dini inançlarından dolayı herkes bizim en çürümüş dönemlerimizde bile özgür yaşamıştır. Sadece siyasal bazı nedenler veya işbirlikçilik gibi dini olmaktan çok gayrı meşru tutumları nedeniyle bazı topluluklara hasmane tavırlar alınmıştır. Bizim kadim cihad ölçümüz bellidir, "fitne ve zulümü defetmek". Bunun dışında bir savaş, gayrı meşrudur. Biz halkların meşru savunma ve direnme hakkını tanırız. Bu manada, empreyalizme karşı dünyanın her yerindeki direnişlerde birer cihad'dır. Bunu Müslümanların yapması şart değildir. Allah, tüm insanların rabbidir ve herkesin haklı ve meşru müdafaasının ecrini verecektir.

Batılılar, yoğun bir şekilde bizim hain batıcı çevrelere de ezberlettikleri terör teranesini dillendirirler. Evet, masum insanlara karşı maksadı belirsiz her tür şiddet gayrı meşrudur. Biz kalleşçe savaşmayı bilmeyiz. Zaten son iki yüz yıldır hiçbir savaşımız da eşit güçle olmamıştır. Her savaşta düşmanlarımız bizden çok daha güçlü olarak karşımıza çıkmıştır. Buna rağmen gayrı meşru savaş yöntemlerine başvurmak bizim için marjinal bir davranıştır. Ama bizde batılılara ısrar ve inatla şunu öğretmeliyiz; Emperyalizme karşı direniş bir haktır ve biz direneni değil, direnmeyeni aşağılarız. Savaşanı değil savaşmayanı suçlarız. Vatanımızı, milletimizi, ülkelerimizi savunmak, tabii ki inancımızın da emridir. Bu nedenle gavurun propagandalarıyla değerlerimizi ve namusumuzu terk edecek değiliz. Asıl batılılar şunu öğrenmeliler, işgal, sömürü, talan ve yağma terördür. Halklarımız işte bu teröre karşı sonuna kadar ve her yöntemle direnecektir. Demokrasi de, bu direnişin bir etabı olarak değerlendirilebilir. Milletlerimizin, batıcı oligarşileri devirip kendi kaderlerini ellerine alması ise demokrasi, o demokraside savaşımızın bir parçasıdır.

Bugün, insanlığı kaosa sürükleyen fitnenin elebaşıları Şeytana tapan, paraya tapan, dünyaya tapan dar bir sapkın elittir. Bunlar, insanın inandığı hiçbir şeye inanmaz. Aksine insana ait ne varsa çürütmek ve yok etmek için uğraşır. Para bunların dünyaya egemen kılarak insanlığı köleleştirmesinin aletidir. Bunlar, şimdilerde yeni dünya düzenlerini kurmak için Mesihçi-mehdici beklentileri kışkırtarak, bu tür inançları öne sürerek kitleleri asker yapmaya çalışmaktadırlar. Protestanlıktaki ve Yahudilikteki Mesihçi itikatlar ve Şiilikteki mehdici Hücceti çizgisi, son dönemlerde aynı kurtuluşçu teolojinin diliyle kıyamet savaşı çıkarmanın peşindedir. Bu marjinal kurtuluş teolojileri, İslam'ın da, Yahudi ve Hristiyanlığın da çok küçük kesimleri tarafından temsil edilir. Ama küreselci proje bu itikatları özenle öne çıkartarak operasyonlarında kullanmaya başlamıştır. Çünkü bu sapkın itikatlara göre, kötülük ve din savaşları arttıkça, mehdi-mesih daha çabuk gelecektir ve o nedenle bu kurtarıcının gelişini hızlandırmak için kaosu derinleştirmek gerekir!

Gerçek saflaşma, din ve
medeniyetler değil, uygarlıkla
barbarlık arasındadır

Bu bağlamda, tıpkı medeniyetler ve diyalog söylemi gibi, bunun tersine kıyamet savaşı ve mehdi-mesih beklentisini ifade eden her söylemden ve söylem sahibinden şüphe etmek gerekir. Bu saçma itikatların dinlerde yeri yoktur. Bunlar tarih içinde mağlup psikolojisinin ürettiği ve göçebe animist şaman kurtarıcı mitlerinin ilahi dinlere sızmış batıl inançlarıdır. Müslümanlar, böyle batıl söylemlere prim vermeyerek, aksine, gerçekten hala barış ve adalet arayan ve emperyalizme karşı çıkan her dinden toplulukla dayanışma ve ortak direnme yolları aramalıdırlar.

Bu çerçevede, heretik sapkın küreselci çeteler, neoliberal faşistler, evanjelik, Yahudi ve Müslüman Mesihçi-mehdici sapkınlar bir safta, geri kalan Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diğer din mensupları bir saftadır. Aramızdaki temel ölçü ise, emperyalizme direnmek ya da işbirliği yapmaktır. Bu eksende bir saflaşma, tabii ki din savaşı değil, insanlığın varolma savaşı, uygarlıkla barbarlığın savaşıdır. Ve karşı safta Yahudi veya Hıristiyan olabileceği gibi, Müslüman görünümlü münafıklar da olabilir. Aynı şekilde bizim safımızda insan kalabilmiş gerçek dindar Hıristiyanlar da olabilir. Önemli olan, insanlık çapındaki saflaşmada kimin nerede durduğudur, neye inanıyor göründüğü değil…Gerçek iman, aslında seçilen bu saftan bellidir. Şeytanın safını seçenlerin adı Müslüman olsa dahi bizden değildir.

İşte bu çerçevede, batılı barbarların içimizdeki ajanlarını tasfiye etmekle işe başlayıp, bütün batıyı tarih dışına çıkartacak en az yüz yıllık bir mücadeleye girişmek, hepimizin görevidir. Bu defa da uygarlık ve insanlık kazanacaktır.

Haber10.com

www.yoksulkul.com


bu da bizim açılımımız

Posted: 26 Sep 2009 02:18 AM PDT

BU DA BİZİM AÇILIMIMIZ

 

     Adına “demokratik açılım” denilen “kürt, ermeni, rum” açılımına yandaş olanlar kadar, karşı olanlar da “demokratik haklarını” kullanmalıdırlar.

     Hakların kullanılması lafla olmaz “yasal eylem” ile “aktivite” ile olur. Genel olarak Anayasa’ya ve ülkenin birliğine, dirliğine aykırı olan bu açılımların, yasalara aykırı yönlerini bularak “dava konusu” yapmak gerekir.

     Zaten bunların yasaya uygun yerlerini bulmak zor. Son günlerin moda açılımlarının her biri, birer dava konusu olabilecek yasal sakatlıklarını şöyle özetleyebiliriz :

 

     TRT REKLAM YÖNETMELİĞİ

     Yakın bir zamanda, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren TRT Reklam Yönetmeliği değiştirilerek “farklı dil ve lehçelerde yayın yapan kanallarda, o dil ve lehçe ile reklam yapılabileceği” kabul edildi. Yani uzun sözün kısası “kürtçe reklam” yapılabilecek. Oysa, farklı dil ve lehçelerde yayına ilişkin yasada; bu yayınların ancak “kültür ve sanat içerikli olabileceği” hükmü var. Yani farklı dil ve lehçelerde veya kürtçe reklam yapılamaz. Biliyorsunuz, reklamları en fazla dikkatle izleyen guruplar; çocuklar hatta bebekler’dir. Bir reklam başladığı zaman, oyun oynamayı dahi bırakan çocuk, reklamları izlemeye başlar. Böylece, yasaya aykırı şekilde değiştirilen TRT Reklam Yönetmeliği ile, çocuklar farklı dil ve lehçeye koşullandırılmış olacak. İşte şimdi, edebiyat yapmak yerine “demokratik hakları kullanarak” bu yönetmeliğin iptali için dava açmak gerekmez mi ?

 

     RTÜK YÖNETMELİK DEĞİŞİKLİĞİ

     Devletin özel olarak ayırdığı TRT 6 yetmedi, özel televizyonlara da 24 saat kürtçe yayın yapma serbestisi istendi ve kolları sıvayan RTÜK bu işin hazırlığına başladı. Yakında yönetmelik değişecek ve sayısız özel televizyona farklı dil ve lehçelerde, kürtçe yayın yapma olanağı sağlanacak. Ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik böyle bir durum karşısında lafı bir yana bırakarak yasal eylem yapmak gerekmez mi ?

 

     ERMENİ AÇILIMI

     Bundan aylar önce, ermenistan ile de bir açılım protolü imzalandığı meydana çıktı. Protokolün boyutlarını aşan ve Türkiye’yi yükümlülükler altına sokan bu protokolü, Dışişleri Bakanı, hiç bir yerden yetki almadan imzaladı. Oysa ancak daha önce imzalanan ve onaylanan uluslararası protokol ve yasalarda yer alan “ticari, kültürel içerikli” prokolleri ilgili Bakan imzalayabilir ama önceden yasal bir mesnedi olmayan ve Türkiye’yi yükümlülük altına sokan prokolleri ilgili Bakan ancak “Bakanlar Kurulu veya Meclis’den yetki alarak” imzalayabilir. Aksi takdirde, her Bakan, her ülke ile istediği şekilde protokoller imzalayarak gündeme getirebilir. İhtimalen buna benzer başka protokoller de mevcut olabilir. Şimdi işin edebiyat yönünü bir tarafa bırakarak “bu protokolün iptali için” incelemeler yapıp bir dava açmak gerekmez mi ?

 

     GENE YÖK

     Türkçe eğitim ile üniversitelerde bilimsel araştırmaların yapılması yönünde çalışmalar yapması gereken YÖK, aldığı bir kararla; kürtçe bölümler açıyor. Mardin’de “Mardin Artuk Üniversitesi “var. Üniversitenin adını aldığı “Artuklular” bundan binlerce yıl önce güneydoğu anadoluda kurulan, ismini Türkmenbeyi “Artuk Bey’den” alan bir Türk Devleti. Bu üniversitede açılan kürtçe bölümüne –belki inanmayacaksınız ama- Iraktan gelecek kürt hocalar ders verecekmiş. Şimdi bu YÖK’ü ve kararını dava etmeyeceksiniz de ne yapacaksınız ?

 

     Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Sel mağdurlarının, sorumlular hakkında hukuk ve ceza davaları açmalarından, ordudan ve polislikten atılanların Üniversitelere yerleştirilerek milyonlarca gencin hakkının yenilmesine kadar bir dizi uygulamalar karşısında yasal yollardan mücadele sürdürmek gerekir.

 

     Haksız ve yasa dışı bu örneklere imza atanlar “eylemli bir iş” yapıyorlar. Karşı olanlar ise yalnızca “laf üretiyorlar”. Laf üretmeyi bir yana bırakarak, yasal yollardan demokratik hakların kullanılması gerekir : “bu da bizim açılımımız” olacaktır.

 

Av.A.Erdem Akyüz

Hukukun Egemenliği Derneği

Genel Başkanı

erdemak@gmail.com

Kurtuluş Savaşı’nın stratejisi, öncelikle Doğu bölgemize ve Doğu halkımıza dayanmak üzerine kurulmuştu.

Posted: 26 Sep 2009 01:47 AM PDT

Doğu Perinçek: Kurtuluş Savaşı'nın stratejisi, öncelikle Doğu bölgemize ve Doğu halkımıza dayanmak üzerine kurulmuştu.


Son zamanlarda, Doğu halkının, özellikle Kürtlerin Kurtuluş Savaşı'na katılmadığı yargısını ispatlama gayretlerine rastlanıyor. Bu görüşü öne sürenler arasında değerli yazarlarımız ve siyasetçilerimiz de var. Oysa halkın katılmasının da ötesinde, Kurtuluş Savaşı'nın stratejisi, öncelikle Doğu bölgemize ve Doğu halkımıza dayanmak üzerine kurulmuştu.

Doğu'da dayanak yaratarak bütün vatanı kurtarma stratejisi, Mustafa Kemal Paşa'nın kafasında daha Cihan Savaşı yıllarında oluşmaya başlamıştı. Mondros Ateşkesi'nden sonra İstanbul'da geçen Altı Ay içinde karara dönüştü, uygulandı ve zafere ulaştı.

O Altı Ay'da bu stratejiye ilişkin tartışmaları ilerde, değerli öncü aydınlarımızdan Alev Coşkun'un kitabı bağlamında ayrıca ele alacağız.

NİÇİN KONYA DEĞİL DE ERZURUM?
Bir soruyla başlayalım:

Mustafa Kemal, Samsun'a çıktıktan sonra, Millî Mücadeleyi örgütleme çalışmasında, öncelikle niçin Konya'ya, Kayseri'ye, Yozgat'a, Eskişehir'e, Aydın'a, Antalya'ya, Mersin'e vb değil de, Erzurum'a ve daha sonra Sivas'a yönelmiştir?

Bu sorunun cevabı, Doğu'ya dayanarak bütün vatanı kurtarma planındadır. Bu planı belirleyen üç olgu bulunuyordu:

Birincisi, dayanılacak özgücü birleştirmekle ilgilidir; Türk-Kürt birliğini yaratma işine Doğu'dan başlanması gerekiyordu.

İkincisi, düşmanın durumuyla ilgilidir; ülkenin batısı ve kıyıları esas olarak yabancı devletlerin işgali altındadır.

Üçüncüsü, dostun konumuyla ilgilidir; Sovyetler Doğu'dadır. Bolşeviklerin yönettiği Sovyet Rusya ile aradaki İngiliz işbirlikçisi Menşevik yönetimleri bertaraf ederek bağlantı kurmak ve Doğu'da sağlam bir cephe gerisi yaratmak öncelikli bir meseleydi.

MUSTAFA KEMAL PAŞANIN FORMÜLÜ
Mustafa Kemal, Millî Hareketin Doğu'da dayanak yaratma stratejisini, Enver Paşa'ya yazdığı 4 Ekim 1920 günlü mektupta açıkça belirtmiştir:
"Ankara Hükümeti (...) Doğuda bir istinat [dayanak] noktası sağlanması lüzumuna kanaat getirmiş olduğundan, Bolşevik Rusya Cumhuriyeti ile ortak maksadın sağlanmasına ait bir anlaşma akdine teşebbüs etmiş, (...) bu teşebbüste başarı noktasına yaklaşmış bulunuyor."1

Bu stratejik planın ilk kıvılcımlarının, Atatürk'ün beyninde, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında çaktığı görülüyor. 1916 yılı sonlarında Silvan'da Kürt ileri gelenlerinden birine şu soruyu yöneltmiştir:
"Mehmet Bey, bir gün bu taraflara gelirsem Hazro dağları beni saklar mı?"2

DOĞU VİLAYETLERİNE KUMANDA YETKİSİNİN SINIRI
Öncelikle Doğu'da dayanak yaratma planı, Millî Mücadele önderlerinin Anadolu'ya geçmelerinden önce, 11 Nisan 1919 günü Mustafa Kemal Paşa'nın Şişli'deki evinde, Kâzım Paşa (Karabekir) ile buluşmasında "mahrem" olarak görüşülmüştür.

Kâzım Paşa, Mustafa Kemal'e şunları söylediğini belirtir:
"Derhal Anadolu'ya ordu başına geliniz. Hem de doğuya; milletin kurtuluş anahtarı Doğu'dur. Orda her şey mümkündür. Ordu da kuvvetlidir, halk da beraber gider. Ben kesin kararımı verdim. Planım basittir. Millî bir hükümet teşkili ve Doğu Vilâyetlerini istilaya hazırlanan Ermenistan'ı, bize güzel bir barış rehinesi olarak elde tutmak, sonra hâdiselere göre batıya dönmektir."

Mustafa Kemal Paşa, bu plana, Kâzım Paşa'nın anlattığına göre, "Bu da bir fikirdir, durum günden güne size hak verdiriyor" diye cevap vermiştir.3

Oysa Atatürk, İstanbul'da tayinini yaptırırken, Doğu'da dayanak yaratma fikrinde olduğunu belirtir. Genelkurmay İkinci Başkanı Diyarbakırlı Kâzım (İnanç) Paşa'dan, Doğu vilâyetlerinde komuta yetkisi içeren bir talimatname yazmasını istemiştir:
"İstediğim bir madde, Samsun'dan başlayarak, bütün Doğu vilâyetlerinde bulunan kuvvetlerin kumandanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu vilâyetler valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdi."4

"DOĞU HALKI BİRLİK VE FEDAKÂRLIK LÜZUMUNU EN ÖNCE TAKDİR EDİYOR"
Nitekim Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı pratiği, Samsun'a ilk adımın atılmasından itibaren Doğu'da dayanak yaratmaya yöneliktir. Bu pratiğin dayandığı saptamaları, Büyük Devrimci Önder, 16 Haziran 1919 günü Erzurum'da Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'ya yolladığı şifrede şöyle özetlemiştir:
"Doğu vilâyetleri halkı, (…) birlik ve fedakârlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Fakat Anadolu'nun öteki tarafları böyle değildir. (…) Merkezi hükümetin adeta esir vaziyette olması, payitahtın kuvvetli bir askeri işgal altında bulunması hasebiyle milletin mukadderatının yine millet iradesiyle hallini zaruri kıldığı zatıâlilerince teslim edilmiştir. Bu sebeple ben Kürtleri de bir öz kardeş olarak ağuşumuza (bağrımıza) katıp tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaai Hukuku Milliye cemiyetleri vasıtasıyla göstermek karar ve azmindeyim."5

Doğu halkının mücadeleye daha hazır olduğu, Türk ve Kürdü birleştirme zorunluluğu, Doğu vilâyetlerindeki örgütlenme durumu, İstanbul'un işgal altında bulunması, bütün bu gerçekler; Millî Mücadele için öncelikle Doğu'da bir dayanak oluşturulmasını gerekli kılıyordu.

Kâzım Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasına çok sevinir ve Millî Mücadele önderliğinin stratejik planını şöyle belirtir:
"Bir kere Erzurum Kongresi'nde bir dayanak, bir hareket noktası tesisinden sonra teşkilâtça, kuvvetçe, maddî, mânevî heybetli bir çığ gibi batıya yuvarlanmak kolaydı ve doğu zaferine dayanarak İzmir'i de kurtarmak mümkün bir emel olurdu."6

SİVAS'TA TOPLANAMAYAN KONGRE ERZURUM'DA TOPLANDI
Bilindiği gibi, başlangıçta Kongre yeri olarak Sivas uygun görülmüştü. Müdafaai Hukuk Cemiyetleri'nin Millî Kongresi, 10 Temmuz 1919 günü Sivas'ta toplanacaktı. Atatürk, 2 Haziran 1919 günlü genelgesinde ve 21-22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi'nde bu kararı bildirmişti.7 Ancak Mustafa Kemal Paşa'nın Sivas'ta tutuklanması için, bizzat Dahiliye Nâzırı Ali Kemal Bey uğraşmaktadır. Gerçi Mustafa Kemal, tertibi boşa çıkarır ve Sivas'ta törenle karşılanır. Ancak 27-28 Haziran 1919 gecesini hiç uyumadan geçirir ve hemen o sabah Erzurum'a hareket eder.8

Kemalist önderliğin güveneceği dayanak, başlangıçta Sivas'ın bile doğusundadır. Millî Mücadelede ilk örgütlenme ve hareketlenmeler, Doğu'da başlamıştır. Bölge halkı, ellerindeki silahlarla Kuvayı Milliye grupları oluşturmuştu.9 Şehir ve kasabalarda Millî Şûralar örgütlendi. 5 Kasım 1918'de Kars'ta İslam Şûrası toplandı. 18 Ocak 1919'da Kars, Ardahan ve Batum'dan gelen delegelerin bir araya geldiği Kars Kongresi'nde, "Cenubî Garbî Kafkas Hükümeti Muvakkatei Milliyesi" (Güneybatı Kafkas Geçici Millî Hükümeti) adı altında bir hükümet kuruldu. 12 Nisan'da İngilizlerin saldırısına uğrayan Cihangiroğlu İbrahim hükümetinin üyeleri Malta'ya sürüldü. 7 Ocak 1919'da Ardahan, Ahıska, Kağızman, Oltu ve Akbaba delegelerinin katıldığı Ardahan Kongresi toplandı. Bölge, tek yönetim altında birleştirildi. 7 Mayıs'ta Oltu'da Şûra (Sovyet) Hükümeti kuruldu ve İngilizlerin saldırısıyla karşılaştı. İngilizlerin Kars'ı işgali üzerine teşkilatlanmanın merkezi Erzurum'a geçti.10 6 Mart 1919 günü Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (VŞMHMC)'nin Erzurum şubesi açıldı. Özetleyecek olursak, Doğu'da dayanak yaratmak için gerekli birikim, 1919 yılının ilk aylarında oluşmuştu.

Millî Hareketin önce Doğu'da geliştiğini, Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin ilk önderlerinden Cevat Dursunoğlu da saptar. Atatürk, durumu ve ilerisini görmüş ve "memleketin birçok yerlerinde başlayan millî hareketler arasında Erzurum'u seçerek" oradaki hareketin başına geçmiştir.11

Kemalist önderliğin Doğu'da bir dayanak yaratma çabalarını,yabancı devletler de görmüşlerdir. 30 Ekim 1919 tarihli bir Fransız raporunda "Kemalist kurmayın, Kürdistan sorununa Ermenistan ve İzmir'in işgalinden daha fazla önem verdiği" belirlenmektedir.12 Bu saptama, çok önemlidir. Türk ve Kürtlerin birliği, İzmir'i kurtarmanın koşulu olarak görülmüştür. Türkiye'nin millî devriminin Türk ve Kürt kitlesinin birbirine karıştığı bölgede başladığı, yabancı araştırmacıların da dikkatinden kaçmamıştır.13

ANADOLU'DA HÜKÜMET KURMA DOĞU'DAN BAŞLADI
Doğu Anadolu'da bir dayanak yaratılarak Türk ve Kürdü birleştirmenin kilit görev olduğunu, Mustafa Kemal ve arkadaşları saptamış, Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti de bu konuyu görüşmüş ve tutanakla belirlemiştir.14

Millî Mücadelenin Anadolu'da bir hükümet kurmaya yönelik ilk örgütlenmesi, Erzurum'da yapılan Şark Vilâyetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti (ŞVMHC) Kongresi'dir. Cemiyet, bu kongrede, Şarkî Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti (ŞAMHC) adını almıştır.

Kongre, kabul ettiği Nizamname'nin 4. maddesinde, Osmanlı hükümetinin büyük devletlerin baskısıyla Doğu'yu "terk ve ihmal zorunluluğunda" kalması halinde, Doğu Anadolu'da bir "geçici idare" oluşturulmasını kararlaştırmıştır. Bu geçici idare, "mülki ve askeri" bütün kamu kurumlarının yönetimini üstlenecek ve kanunları uygulayacaktır.15

Görüldüğü gibi, Doğu'da bir dayanak yaratma planı, belli koşullarda Doğu Vilâyetlerini kapsayan bir hükümet oluşturma kararına kadar varmıştır. Atatürk, Anadolu'da bir Millî Teşkilat yaratma ve hükümet oluşturma fikrini, daha Haziran ayında Amasya'da yapılan gizli Komutanlar Toplantısına getirmişti. Bu görüş hemen kabul görmese bile, hayat milletin bütün kaynaklarını seferber edecek devrimci bir iktidar yaratılmasını dayatmıştır. Bunun sonucu Erzurum Kongresi'nin seçtiği Heyeti Temsiliye, İstanbul hükümetine rakip bir hükümet işlevi yüklendi.

Sivas Kongresi, bu fiili duruma hukukilik kazandıracaktır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetleri'nin temsil edildiği, ulusal çaptaki Sivas Kongresi'nde Heyeti Temsiliye'ye Batı vilâyetlerinden altı kişi eklenir. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1919 günü Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telde, Heyeti Temsiliye'deki Doğu ağırlığını şöyle ifade eder:
"Bugün Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi geniş adını alan Heyeti Temsiliye, Erzurum Kongresi'nde seçilen Heyeti Temsiliye'den başka bir şey değildir. Batı Anadolu fedakârlık ederek, Doğu Anadolu'nun Heyeti Temsiliyesi'ne güvenini bildirmiş, Millî Hareket ona uymayı tam bir içtenlikle kabul eylemiştir. Yüksek mâlûmunuzdur ki Doğu Anadolu Heyeti Temsiliyesi'nin adedi on altı kişidir. Batı Anadolu delegeleri içinden altı kişi alınmıştır."16

MUSTAFA KEMAL PAŞA ERZURUM NÜFUS KÜTÜĞÜNDE
Millî Mücadelenin uygulanan planı gereği, Mustafa Kemal Paşa'nın kendisi de, deyim yerindeyse Doğululaşmış ve Erzurum nüfusuna kaydolmuştur.17 Doğu İlleri Erzurum Kongresi'ne Erzurum delegesi olarak katılmıştır. İlerde Büyük Nutuk'ta Erzurum halkından "Bana kucak açan" diye söz edecektir.18 Yine Mustafa Kemal Paşa, Doğu İlleri Heyeti Temsiliyesi'ne seçilmiş ve başkan olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, ulusal düzlemdeki Sivas Kongresi'ne "Doğu Anadolu adına" katılmıştır. Nutuk'ta Sivas Kongresi'ni anlatırken, Kongre'nin başında "şöyle bir belge yazdım" der:
"Yukarda adları yazılı kişiler Doğu Anadolu adına Sivas Kongresi'nde bulunmak üzere Erzurum Kongresi'nce görevlendirilmişlerdir." 19

Mustafa Kemal, Meclisi Mebusan'a da Erzurum Mebusu seçilmiştir. Ancak toplantılara katılmamıştır.20

Mustafa Kemal, Meclis'in İstanbul'da değil, Anadolu'da toplanmasında ısrar eder. Bu tutum da Anadolu'da oluşturulan dayanağı terk etmemek anlamını taşımaktadır ve stratejik plana uygundur. Nitekim Mustafa Kemal Paşa haklı çıkar. 16 Mart 1919 günü Meclisi Mebusan İngiliz işgalcilerinin müdahalesiyle kapatılır.

Daha önce 27 Aralık 1920 günü Mustafa Kemal, Ankara'ya gelmiştir. Batı'dan gelen düşman saldırısına karşı, Doğu bu kez sağlam cephe gerisi işlevini üstlenir. Aradaki Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Menşevik hükümetleri temizlenerek, Doğu'da Sovyet yönetimiyle Devrimci Türkiye arasındaki bağlantı kurulur. Arkasından Antep Urfa Maraş cephesindeki direniş ve Fransa ile yapılan Ankara Anlaşması gelir. Böylece, Millî Hareket, birkaç cephede savaşma sorunundan kurtulur ve Doğu'yu tamamen sağlama alarak yüzünü Batı'ya döner.21

"DERSİM DAĞLARI BİZİ SAKLAR MI"
İşte bu koşullarda, Yunan orduları gelip Polatlı'ya dayandığı zaman, Meclis, Doğu'ya taşınmayı tartışacaktır. Mustafa Kemal ise, anlaşılan daha olumsuz gelişmeler olabileceğini de hesaba katarak, Dersim Mebusu Diyab Ağa'ya Dersim dağları ve mağaralarında mücadeleyi sürdürme şartları olup olmadığını soracaktır.22

Devrim, Batı'dan gelen saldırıya karşı, Doğu'yu gereğinde geri çekilecek bir alan olarak görmektedir.

30 Ağustos 1922 zaferi ve arkasından 9 Eylül günü İzmir'e giren Millî Ordu, Kurtuluş Savaşı'nın başında saptanan, Doğu'da bir dayanak yaratarak bütün vatanı ve İzmir'i kurtarma planının gerçekçi olduğunu kanıtlamıştır.

BİZ TOPRAK İÇİN DEĞİL KAYALAR UĞRUNA ŞEHİT OLDUK
Biz Kemaliyeliler, Sakarya savaşı öncesinde Mustafa Kemal Paşa'ya çektiğimiz telgrafla övünürüz: "Dayanın 500 atlıyla geliyoruz."

Gazi Paşa, Eğinlilere bu kararlı tutumları nedeniyle 1922 yılında bir Hükümet Kararnamesiyle kendi adını vermişti. Atatürk'ün adını taşırız.

Kemaliyeli yerdeşlerime şunu söylemişimdir: "Herkes toprak için şehit düşer. Biz kayalar için."

Bizim Kemaliye'de toprak pek bulunmaz; kayalar üzerine yapılan sekilere avuç avuç toprak emekle serilmiştir. Her taraf dağ ve taştır. Ama o taşların üzerine köylerimizde 40 odalı konaklar yapmışızdır.

Biz bunları konuşurken, hiç unutmam Sırakonak Köyü Muhtarı Mehmet Karagöz söz aldı ve şunları söyledi:
"Perinçek haklı. Kayalar uğruna savaşanlar, toprak uğruna savaşanlardan daha fedakâr oluyor. Bizim Sırakonak köyünden 93 Harbi'ne 54 delikanlı gitmiş, ancak sekizi geri dönebilmiştir." Tek bir köyümüzün 93 Harbi'ndeki (1877 Rus Savaşı) şehit sayısı 46'dır. Köyün genç ve orta yaşlı nüfusunun neredeyse tamamına yakınıdır. Diğer köylerimiz de öyledir. Ama bunların sözü edilmez, ayıptır. Birinci Dünya Savaşı sonuna gelindiği zaman, köylerde neredeyse erkek kalmamıştır. Kayalar için şehit olmak gerekirse, yine de 500 atlıyla yola çıkmaya hazırdır o fedakâr insanlar.

Özdemir İnce dostumuzun Hürriyet'te yayımladığı Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi şehitleri listesine bakıyorum, Erzincan 40 şehit.

Peki bunun Doğu cephesi, Güney cephesi, Birinci Cihan Savaşı, 93 Harbi şehitleri? Daha önemlisi, neyi ispatlamaya çalışıyoruz?

Doğuluların bu vatan için daha az fedakârlık yaptıklarını mı?

Doğuluyu hor görerek hangi "zafere" koşuyorlar?

Birliğimizi bu anlayışla mı pekiştireceğiz?

Hem gerçek değil, hem de günün ihtiyacına uygun değil.

Mustafa Kemal Paşa, 16 Haziran 1919 günü ne diyor:
"Doğu vilâyetleri halkı, birlik ve fedakârlık lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir."

Savaşan ve birleştiren devrimci önderliğin tutumu budur!

(1) Sadi Borak, Atatürk'ün Özel Mektupları, s.181; BTTD, sayı 72, s.5.
(2) Silvan Günlüğü, 7 Kasım-24 Aralık 1916'dan aktaran Şevket Beysanoğlu, Atatürk ve Diyarbakır, Diyarbakır, 1981, s.86.
(3) Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, I, s.55.
(4) Atatürk'ün Anıları, s.205.
(5) Atatürk'ün Bütün Eserleri, II, s.390 vd.
(6) Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.69. Doğan Avcıoğlu da, bu planın haklı çıktığını saptar.
(7) Nutuk/Söylev, III, s.1232. Belge 26; I, s.42.
(8) Aynı eser, I, s.56 vd.
(9) Doğu'da Kuvayı Milliye hareketi konusunda bilgi için bkz. Abdulhalûk M. Çay-Yaşar Kalafat, s.20 vd.
(10) Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası Savunma, Kaynak Yayınları, 4. basım, İstanbul, Mart 1992, s.158 vd.
(11) Dursunoğlu, s.7 vd.
(12) Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi, E-Levant La Turquie, vol.187, s.181'den aktaran Hasan Yıldız, XX. Yüzyıl, s.63.
(13) Robert Olson, The Emergence, s.36.
(14) BTTD, sayı 61, s.11.
(15) Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, s.188.
(16) Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, I, s.290.
(17) Atütürk Haftası Armağanı, No: 6, s.113, 117, 121.
(18) Gazi M. Kemal, Nutuk/Söylev, c.II, s.646.
(19) Nutuk/Söylev, c.I, s.113.
(20) Türk Parlamento Tarihi 1919-1923, III, s.87; Atatürk Haftası Armağanı, s.117.
(21) Nutuk/Söylev, I, s.446 vd.
(22) Diyab Ağa'dan aktaran Nuri Dersimi, Kürdistan, s.164. Bu anlatım, Atatürk'ün görüş ve tutumuna uyuyor. Çünkü birincisi, bir hattın değil, fakat vatan sathının (düzeyinin) savunulması gerektiğini savaş ilkesi olarak kabul etmişti. İkincisi, Kurtuluş Savaşı sırasında, 29 Mayıs 1919 günü Kolordu komutanlarına yazdığı yazıda olsun, 3 Temmuz 1920 günü Meclis'in gizli oturumunda yaptığı konuşmada olsun, silahlı halkı küçük birlikler halinde örgütleyerek "gerilla tarzı savunmaya", "Harbi Sagir"e, yani düzensiz küçük birliklerle savaşa yöneltme olanakları üzerinde durmuştu (Atatürk'ün Bütün Eserleri, 2, s.338, Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, I, s.72; Atatürk, Gizli Oturumlardaki Konuşmalar, s.74; Selahattin Tansel, III, s.175 vd).

www.doguperincek.info
www.doguperincek.com.tr



Kurtuluş Savaşı ve Kürtler

Posted: 26 Sep 2009 01:45 AM PDT


 
 
Kurtuluş Savaşı ve Kürtler
 
Bugünlerde internette bazı yazılar dolaşıyor. Bunlardan birinin altında Posta Gazetesinin Ankara temsilcisi Hakan Çelik'in imzası var. "Bir Türk olarak soruyorum: Kürtler bu ülkeye bugüne kadar ne vermiştir?" diye başlayan yazı özetle; Kürtlerin bu ülkeye olumlu anlamda hiçbir katkılarının olmadığını, tam tersine bütün olumsuzlukların Kürtlerden kaynaklandığını iddia ediyor. Son derece kışkırtıcı bir yazı…
Hakan Çelik bir açıklama yaptı ve söz konusu yazı ile bir ilgisinin olmadığını söyledi.
Gene İnternette dolaşan bir başka yazı ise, Kurtuluş Savaşında Kürtlerin ve Türklerin birlikte savaştıkları iddiasının bir "efsane" olduğunu ve gerçek olmadığını söylüyor.
Bu görüşün kanıtı olarak ise Çanakkale savaşında ve Kurtuluş Savaşının Batı Cephesinde şehitlerin illere göre dağılımını gösteren tablolar veriliyor. Batı'dan rasgele alınan beş il ile Doğu ve Güneydoğu'dan alınan beş ile ait rakamlar yan yana konuyor ve aradaki farka işaret edilerek şu söyleniyor:
"Görüldüğü üzere Kurtuluş Savaşında Kürtler yoktur. Dolaysıyla Kürtler daha en başından beri bu ülkeye yabancı olan ve karşısında olan unsurlardır."
Bu görüşlerin son dönemde yeni kurulan bir Parti'nin asker kökenli Genel Başkanı tarafından savunulması ise olayın vahametini artırıyor.

AMAÇ NE?
Bu görüşleri nereye oturtmak gerekiyor?
Son dönemde "açılım" tartışmaları ile birlikte son derece tehlikeli bir etnik ayrışma rotasına girdik.
Türkiye'nin etnik temelde yeniden yapılandırılması şeklinde özetleyebileceğimiz Amerikan politikasının bir parçası olarak, milletin etnik kökenlerine göre dağılma sürecine girmesi, bir etnik boğazlaşmayı ciddi bir tehlike olarak Türkiye'nin önüne getirmektedir.
"Kürtler bu ülkeye olumlu anlamda hiçbir katkıda bulunmadı. Tam tersine bütün olumsuzlukların arkasında hep onlar var" yaklaşımı veya "Kürtler zaten bu ülkenin kuruluşunda da yoktular" iddiası, Kürt milliyetçiliğinin tam tersi bir noktadan ama aynı amaca hizmet ediyor.
Bu görüşler ve faaliyetler, etnik ayrışmayı derinleştiriyor, milleti bir arada tutan bağları çözüyor ve bir iç savaşa giden yolun taşlarını döşüyor.

KURTULUŞ SAVAŞI GERÇEĞİ
Gerek Kurtuluş Savaşı, gerekse Kürtlerin toplumsal hayattaki rolleri üzerine söylenenler gerçekleri ifade etmiyor.
Doğu Cephesinde, Sarıkamış'ta, Van'da, Muş'ta, Bitlis'te, Tunceli'de ve Erzincan'da şehit düşenlerin illere göre dağılımı çıkarılsa (ki Genelkurmay arşivlerinde bu rakamlar mutlaka vardır) Çanakkale veya Sakarya'daki tablo'dan çok farklı bir tablo'nun çıkacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Antep, Maraş ve Urfa cephesindeki şehitlere bakınız. Kürdün ve Türkün yaptığı kader birliğini somut olarak görürsünüz.
Kurtuluş Savaşı yıllarında çıkan iç isyanlara bakıldığında ise bir tanesi hariç (Koçgiri) diğer bütün isyanlar (23 iç isyan) iç Anadolu ve Batı Anadolu Bölgesinde çıkmıştır.
Buradan hareketle, Türkler Kurtuluş Savaşına karşı idi gibi bir sonuç elbette çıkarılamaz. Ama "Kürtler Kurtuluş Savaşında yoktu" mantığıyla hareket edenlerin dayandıkları "kanıtlara" bakacak olursak böyle bir iddia da çok rahat ileri sürülebilir.

KONGRELERDE VE TBMM'DE KÜRTLER
Türk ile Kürdün kader Birliği yaptığının en büyük ve somut kanıtlarından biri Türkiye Büyük Millet Meclisinin bileşimidir. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerden milletvekilleri, en başından beri Meclisteki yerlerini almış ve İngilizlerin Kürdü Türk'ten ayırma planlarını boşa çıkarmışlardır.
Kürt milletvekillerinin Sevr'i protesto etmeleri ve Lozan heyetinin arkasında kaya gibi durmalarından daha büyük bir kanıt olabilir mi?
Mustafa kemal Kurtuluş Savaşının stratejisini "Doğuda bir istinatgâh yaratarak Batı'ya yürümek" olarak belirlemişti. Bu stratejinin doğruluğunu tarih kanıtladı. Kürt yurttaşların yaşadığı Doğu, Kurtuluş Savaşına "istinatgâh" olma görevini layıkıyla yerine getirdi.
Dersim Mebusu Diyab Ağa'nın Meclis'in Ankara'dan Kayseriye taşınması tartışmaları üzerine kürsüye çıkarak söylediği "Efendiler biz buraya dövüşmeye mi, yoksa kaçmaya mı geldik" sözleri Kürtlerin Kurtuluş savaşındaki rollerini özetler.

DOĞRU TAVIR
Gerçek şudur: Yukarıdaki görüşleri savunan insanların Türk ile Kürdün birliğini savunma gibi bir niyetleri yoktur.
Birlik kaygısı olan kişi Kocatepe şehitliğindeki Güneydoğulu üç şehide, beş şehide can simidine sarılır gibi sarılır. O şehitlerin varlığında, bu ülkede yaşayan tüm insanların birlikte yaşama iradelerini görür ve onu haykırır. Yoksa "siz az öldünüz demek ki bu ülkenin kuruluşunda yoksunuz" gibi bir bölücü tavrın içine girmez.
Orgeneral Başbuğ Nusaybin'de yaptığı konuşmada, Ordu içinde her şehirden askerin olmasını, kader birliğinin ve milli olmanın kanıtı olarak gördüğünü belirtiyor.
Çünkü Başbuğ, ülke bütünlüğünü ve milli birliği korumak gibi bir kaygıyla hareket ediyor.
Amerika'nın etnik ayrışma planının emrinde olanların ise böyle bir kaygısı doğal olarak yoktur. mbgultekin@ip.org.tr


[anadoluhaber:35412] Güncel Yazı

Posted: 26 Sep 2009 01:44 AM PDT

KPSS BİRİNCİSİ NAZIM ÖZTUNALI İŞSİZ KALDI

Bir üniversite öğrencisi: Hala dershaneye gidiyorum abi…

Meraklı kişi: O niye?

Öğrenci: KPSS’ye hazırlanıyorum.

Meraklı kişi: KPSS ne ki?

Öğrenci: Sorma abi. İşe girme sınavı. Bir nevi yeterlik sınavı… Daha doğrusu eleme sınavı…

Meraklı kişi: Anladım.

Öğrenci: İşe talep çok, orta da iş yok abi…

Meraklı kişi: Devlet de mecburen sınav yapıyor.

Gazete Haberi: KPSS birincisi Nazım Öztunalı İşsiz kaldı.

Meraklı kişi: KPSS birincisi nasıl işsiz kalıyor?

Öğrenci: Bir fizik öğretmeni geçen sene KPSS birincisi oldu. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı fizik öğretmeni almadı. Fizik öğretmenine ihtiyacım yok dedi.

Gazete Haberi: Öğretmenler, hangi kontenjanlardan öğretmen alınacağını önceden açıklamayan Milli Eğitim Bakanlığını protesto etti.

KPSS Mağduru: Geçen sene en yüksek notu ben aldım. Ama işe giremedim.

Meraklı kişi: Sen misin o fizik öğretmeni?

KPSS Mağduru: Benim abi…  Vallahi kafayı yiyeceğim…

Gazete Haberi: KPSS, öğretmenin yeterliğini ölçmüyor.

Bir öğretmen: KPSS öğretmenin alan bilgisini ölçmüyor.

Meraklı kişi: Ne yapıyor?

Başka bir öğretmen: Tarihten tutun matematiğe kadar bir sürü soru soruluyor. Örneğin müzik öğretmenine, müzik konusunda ne bildiği sorulmuyor.

Başka bir öğretmen: Saçmalık abi. İş yok demek yerine, iş sınavlarıyla bizleri oyalayıp duruyorlar.

Başka bir öğretmen: İş var ama sınavla diyorlar. Sınavı kazanan işini bulur.

Başka bir öğretmen: İş yok deseler hükümet toplumsal baskı altında kalacak.

Başka bir öğretmen: İşsizler isyan edecek.

Başka bir öğretmen: Yok kardeşim. Bizim milletimiz kuzu gibidir. İsyan etmeyi bilmez.

Üniversite öğrencisi: Yaşananlara baktıkça bunalıyorum. Niye KPSS’ye hazırlanıyorum, niye üniversite okuyorum ki…

Başka bir öğrenci: Herkes geleceğinden kaygılı…

Bir vatandaş: Televizyonları izlemiyor musunuz? Ekonomimiz büyüyor diyorlar.

Başka bir öğrenci: bizler sürünüyor ve sömürülüyoruz abi.

Bir öğretmen: Öğrenciye müşteri muamelesi yapılıyor. Eğitim, devletin en önemli görevidir. Devlet herkese, okuya bildiği sürece parasız eğitim vermeli.

Bu neden böyle?

Sosyoloji eğitimi alan bir öğrenci: Devlet ne kadar insan yetiştirirse ülke o kadar kazançlı çıkar. Eğitilen bireyin zaman içindeki getirisi, bir ülkeyi kalkındırır. Dolayısıyla devlet, her şeyden önce eğitime önem vermek zorundadır. Bütün yurttaşların parasız eğitimi, uzun vadede tüm yurttaşlara zengin bir ülke olarak dönecektir.

Bir öğrenci: Gel de sen bunu yönetenlere anlat. Adamlar her şeyi özelleştirdi.

Başka bir öğrenci: Eğitime tek boyutlu bir uğraş gibi bakılıyor artık. Kişiler okumak istiyorlarsa bunun için para harcamalılar deniyor. Devletin, dolayısıyla da ülkenin eğitimden bir kazancı yokmuş gibi davranıyor.

Başka bir öğrenci: Doğru, vatandaşlar olarak her şeyimizi eğitim uğruna feda ediyoruz. En güzel yıllarımız KPSS’lerle uğraşmakla geçiyor. KPSS’ye girmek için dershanelere gidiyoruz. Okul masrafımız yetmiyormuş gibi bir de dershane masrafımız var.

Başka bir öğrenci: Hepimiz müşteriyiz. Tamam, müşteri olalım. Müşteriye iyi hizmet verilir. Kimse bunun üstünde durmuyor.  Para verip eğitim fakültesinden mezun oluyorsun. Normalde öğretmen olman gerekiyor. Yok diyorlar, sen öğretmen olamadın. Yahu, diplomam var benim.

Devlet: Beni ilgilendirmez.

Öğrenci: Bu ne demek ya? Ne yapacağım ben şimdi?

Devlet: KPSS’ye gireceksin.

Hay sizin KPSS’nizi…

Başka bir öğrenci: Eğitimi rant kapısı haline getirdiler.

Bu nasıl oldu?

Öğrenci: Herkes geleceğinden endişe duyuyor. Endişeniz arttıkça üniversitelere yöneliyorsunuz.

Başka bir öğrenci: Okuduğumuz üniversiteler bilim yuvası da değil. Çoğu tabela üniversitesi…  Bilimsel araştırmalar için değil, meslek edinmek için üniversitelere gidiyoruz.

Bir öğretmen: Benim umudum kalmadı. Eğitim sistemimiz iflas etti.

Başka bir öğretmen: İflas eden hükümettir. Onların yanlış politikaları yüzünden bu hale geldik.

Başka bir öğretmen: Bir ülke, öz kaynaklarını kullanarak üretim yapmıyorsa asla kalkınamaz. Dünya bankaları önce borcunuzu ödeyin deniyor. Devlet, kendi kafasına göre personel alınımı yapamıyor. Tüm kararlar, dünya bankasının istekleri doğrultusunda alınıyor.

Sosyoloji öğrencisi: En doğru sözü abim söyledi. Önemli olan üretimdir. Üretim olmayınca iş de olmaz. İş olmadığı için de üniversite bitirenler işsiz kalır.

Başka bir öğretmen gülerek: Aslında KPSS ekonomiye can veriyor. Hani reklamlara çıkan profesörlerimiz diyor ya, “sakız alın, oyuncak alın ekonomiye can gelsin. Alın verin çekinmeyin… “ KPSS’de bu hesap üzerine kurulu.

Meraklı kişi: Biraz açar mısınız?

Bir öğrenci: Ben açıklayayım abime… Şöyle bak abiciğim, hepimiz dershanelere gidiyoruz ya… Önce üniversiteyi kazanmak için, sonra KPSS’de başarılı olmak için…

Meraklı kişi: Eeee…

Öğrenci: biz dershanelere gittikçe dershanelerin ocağı tütüyor. Dershaneyi kuran da, dershanede öğretmenlik yapan da kazanıyor.

Meraklı kişi: Ama iş yok diyorsunuz. İş olmadığını bile bile niye dershaneye gidiyorsunuz ki…

Öğrenci: Umut işte abiciğim, umut etmekten vazgeçemiyoruz.

Sosyoloji öğrencisi: Bütün mesele de bu ya… Umut etmekten vazgeçmek gerekiyor. Herkes umutsuzluğa düşecek ki hükümetler koltuklarında rahat oturamasın.

Başka bir öğrenci: KPSS ile umut dağıtıyorlar, bir taraftan da suni ekonomiyi ayakta tutuyorlar.

Sosyoloji öğrencisi: Layık olduğumuz gibi yönetiliyoruz.

Çözüm: Yalnız öğrenciler değil, tüm anne babalar sokağa çıkıp demokratik yollarla hak aramalıdır. Ekonomimizin emperyalist ülkeler tarafından şekillendirilmesine izin verilmemelidir. Oyumuzu, din üzerinden siyaset yapanlara verdikçe toplumsal sorunlarımızın büyüyeceği unutulmamalıdır.

Yazan: İsmail Cengiz Cengizhan

 

 

 

 

 

 


Türkiye'de kaç mason var

Posted: 26 Sep 2009 12:45 AM PDT


Mason dünyası çalkalanıyor. Masonların yolsuzluk davası TÜRKİYE'DE KAÇ MASON VAR sorusuna cevap oldu..

Masonlara ikinci yolsuzluk davası açıldı. Bu kez içinde 3 'büyük üstad'ın bulunduğu 22 mason, 216 bin TL'lik vurgunla suçlanıyor.

İZMİR'DEKİ TADİLAT
Eski Üstad Kaya Paşakay'ın trilyonluk yolsuzluk sürerken, masonlar ikinci bir davayla sarsıldı. Gazete Habertürk'ten Özlem Yılmaz'ın haberine göre, Mülkiye müfettişleri İzmir'deki bina tadilatında 216 bin TL fazla ödeme yapıldığını tespit edince 22 mason hakkında dava açıldı.

BÜYÜK ÜSTADIN İSTİFASI
7 yıla kadar hapsi istenenler arasında Büyük Üstad Salih Evcilerli ile eski büyük üstadlar Asım Akin ve Kaya Paşakay da var. Davayla masonlar karıştı. Asım Akin "Masonik gururuma yediremem" diye istifa etti.

Mason camiası derneğin milyonlarca lirasını kişisel amaçları için kullanmakla suçlanan eski Büyük üstad Kaya Paşakay'ın şokunu atlatamadan yeni bir yolsuzluk iddiasıyla sarsıldı. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstadı Salih Evcilerli, 'Ankara Vadisi' Başkanı Ayhan İnal ve 'İzmir Vadisi' Başkanı Haluk Kayhaoğlu'nun da aralarında bulunduğu 22 yönetici hakkında 'hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma' suçlamasıyla Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde kamu davası açıldı.

MÜFETTİŞLER BELİRLEDİ
İddianameye göre, yönetim kurulu kararı üzerine derneği İzmir'deki binalarında yapılması düşünülen tadilat ve dekorasyonla ilgili olarak İstanbul'daki 3 firmadan teklif alındı. Gürmaş İnşaat firması 417 bin TL'lik ihaleyi aldı ve sözleşme yapıldı.

İşleri yapımı sırasında İnşaat Emlak Komitesi Başkanı Mehmet Saim İzli tarafından hazırlanan ek keşif ile yapılacak ilave işler belirlendi. Bu ek işler de 32 bin 550 TL karşılığında aynı şirkete verildi. Gürmaj İnşaat'a toplam 531 bin 649 TL ödendi. Başmüfetişlerce bilirkişi olarak atanan inşaat mühendisi Hasan Bozkır'ın verdiği raporda piyasa fiyatları incelendiğinde 2005'te yaptırılan onarım işleri için firmaya 216 bin 82 TL fazla ödeme yapıldığı tespit edildi. Yöneticilerin 1 yıldan 7 yıla kadar hapsi isteniyor.

MAİL ZİNCİRİ
Türkiye genelinde Ankara, İstanbul ve İzmir 'vadileri' başta olmak üzere 204 locaya kayıtlı yaklaşık 15 bin mason bulunuyor. Locanın yıllık 7 milyon TL'lik bütçesinin olduğu iddia ediliyor. İkinci yolsuzluk davasıyla sarsılan masonlar arasında mail zinciri kuruldu. Yaklaşık 5 bin masona ulaşan mail trafiğinde yöneticilerin yolsuzluğa göz yumdukları belirtildi. Verdikleri aidatların yolsuzluk amacıyla kullanılmasına öfkelenen masonlar özellikle üstad Salih Evcilerli, Ayhan İnal ve Haluk Kahyaoğlu'nun istifasını istedi.

[anadoluhaber:35411] KANSIZLIĞI ÖNLÜYOR !!! TEDAVİ EDİYOR!!!

Posted: 26 Sep 2009 12:39 AM PDT

 

DUTUN FAYDALARI:

Beyaz ve kara olan dut barındırdığı vitamin ve minerallerin yanında mikrop öldürücü özelliğide bulunuyor. Sadece bunlar mı faydaları? Tabii ki değil.. Tükettiğimiz dutun neye nasıl iyi geldiğini görünce çok şaşıracaksınız. İşte faydaları..

 

Vücuda kuvvet verir, kansızlığa iyi gelir. Ağız, bademcik ve boğaz iltihabı, diş eti hastalıkları ve öksürüğe karşı faydalıdır. Ateş düşürür. Karaciğeri kuvvetlendirir. Mide ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardım eder. Özellikle yemekle birlikte yenildiğinde hazmı kolaylaştırır. Aç karnına yenen beyaz dut bağırsak kurtlarını düşürür. Mide ve bağırsakları rahatlatır. Kara dut ise ağız ve boğaz iltihaplarına iyi gelir. Dut hangi şekilde tüketilirse tüketilsin iyi bir kan yapıcıdır. Kişinin kilo almasını sağlar ve iştah açar. Beyaz dutun 15-20 gram yaprağı üç su bardağı su ile kaynatıp içilirse iyi bir idrar söktürücü olduğu görülür. Bu terkip aynı zamanda ateş düşürücü olarak da kullanılmaktadır. Dutun taze yapraklarıyla derideki yaralara ve burundaki kanamalara tampon yapılırsa kanamaları durdururKara dutun yaprakları ve kabukları kaynatılıp elde edilen sıvı ile gargara yapılırsa boğaz, ağız ve diş eti iltihaplarına iyi gelir.

 

Dut Pekmezinin Faydaları:

Dut pekmezin 100 gramının sağladığı enerji besin öğeleri yüzde 0.1 yağ, yüzde 70,6 karbonhidrat, yüzde 4 kalsiyum, yüzde 0.1 demir ve vitamin-A, Vitamin-B1, vitamin-B2 içeriyor. 100 gram pekmezin sağladığı kalori ise 293. Pestilin diğer bir bileşeni, mükemmel bir besin maddesi olan süt ise yüzde 87,3 su, yüzde 3,5 yağ, yüzde 3,4 protein, yüzde 4,7 laktoz, yüzde 0,75 mineral maddeler ve vitaminlerden oluşuyor. 100 gramı 64 kalori veriyor.

Kan eksikliği bulunan hastalarda çok büyük faydalar sağlar.
Mide hastalıklarında özellikle, ülser hastalığına iyi gelir.
Astım ve bronşit hastalıklarında faydalıdır.
Soğuğa karşı vücut direncini arttırıcı özelliğe sahiptir.
Sporcular için bir enerji deposudur.
Bebeklerin büyümesinde ve gelişmesine yardımcı olur.
Çocukların zeka gelişimine yardımcı olur.
Gargara halinde ağız ve boğaz hastalıklarında etkilidir.
Çocuklarda sıklıkla rastlanan pamukçukta da yaygın olarak kullanılır.

Özkaleli Dut Pekmezi yukarıda anlatılan özelliklere sahip katkısız bir doğal pekmezdir. Tüketmenizi Tavsiye eder, sağlıklı günler dileriz.

 

 

 



--
www.zilepekmezi.com
“doğal ürünler online alışveriş sitesi”
Her şey bu sitede çok doğal; çok ucuz.
web sitemize üye olun avantajlarımızdan süprizlerimizden faydalanın.
e-mail:info@zilepekmezi.com
Tel:0 356 3180606
Fax:0 356 3171693
Özkaleli Fabrika Satış Yeri
60400-Zile/Tokat/TÜRKİYE

[anadoluhaber:35406] Balkanlardan haberler, bayran manazında tiran meydanı, Besimtarinin yeni sayısı

Posted: 25 Sep 2009 06:08 AM PDT

 
H A B E R B A Ş L I K L A R I

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 
 
 

 
Pajtim Struga festa e bajramit 2009
 
Pajtim Struga festa e bajramit 2009
Müslüman Arnavutluk
 
 

 


Bujar Kamili - İlahi - 1996

http://muslumanarnavutluk.com/default.asp?id=97070&lng=1

Müslüman Arnavutluk

 
 

Gazeta Besimtari

Gazeta Besimtari'nin 29. sayısına

http://www.muslumanarnavutluk.com/gazeta-besimtari/besimtari_29_pdf.pdf 

 adresinden ulaşabilirsiniz.

Hayırlı günler dileğiyle

Müslüman Arnavutluk

 
 

Ramazan Bayramı Namazı Tiran Meydanı 2009

Ramazan Bayramı Namazı Tiran Meydanı 2009

http://muslumanarnavutluk.com/default.asp?id=97080&lng=1

Hayırlı bayramlar...

Müslüman Arnavutluk

 

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

[anadoluhaber:35409] İNSAN ÖLDÜRME KANUNU yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI

Posted: 25 Sep 2009 05:45 AM PDT

İNSAN ÖLDÜRME KANUNU yazan: MERSİNDEN BURAK CANLI
 
Not: "İnsan öldürme kanunu diye bir kanun hiç bir şekilde yazılı veya sözlü bir şekilde bulunmamaktadır. Tamamıyle hayalidir. Ve insan öldürmek suçtur"

 

 
Zaman akıp giderken bırakın Ülkemizi dünya ülkelerinin bu derecede geri kalmışlığını görmek beni çok üzmüştü. En gelişmiş Ülkeler arasında yer alanlar dahi çok gerilerde seyretmektedir. Bu gerilik neye göre geriliktir? Sorusunu hemen bana soracağınızı düşünerek cevap vermeye çalışacağım.

 

İnsan Hakları konusunda ahkâm kesen Devletler bence o kadar da bu konuda iyi değillerdir. Sistem yanlışlıklar içerisinde seyretmektedir. Demokrasi denilen şey ise kâğıt üzerinde kalmaktan öteye geçememiş olup ağlanacak haldedir. Dünya da insana verilen değerin bırakın arttırılmasını nerdeyse bir insanın değeri hiç bulunmamaktadır. Evet, Sevgili dünya bugün için geldiğimiz noktada halen anlamakta güçlük çektiğim tek şey, neden insan bir değer olarak algılanmamaktadır? İnsan bir değer olarak algılanmamaktadır. Çünkü başlı başına insan olmak yetmemektedir. İnsanı tamamlayan bir takın özelliklerin olması beklenmektedir. Nedir bu özellikler?

 

Bu özellikleri şöylece sıralamak mümkündür; Zengin insan, fakir insan, güzel sesli insan, hızlı koşan insan, akıllı insan, düşünen insan, ABD vatandaşı olan insan, Çeçen ırkından olan insan, İngiltere de yaşayan insan, Afganistan da yaşayan insan, hakkını bilen insan, hakkını arayan insan, zulme ses çıkarmayan insan, güçlü insan, güçsüz insan, eğitimli insan, eğitimsiz insan, vatandaşlığı bulunmayan insan, kimliği bulunmayan insan, sabıkalı aileye mensup insan, bir kolu bulunmayan insan, gözü görmeyen insan, suç işlemiş insan, Müslüman olan insan, İnanan insan, İnandırılmış insan, Kandırılmış insan, oy veren insan, evli insan, çocuklu insan, çocuk insan, bayan insan, yaşlı insan, sosyal sigortalı olan insan, emekli maaşı alan insan, dershaneye giden insan, okul okuyan insan, hapis yatan insan, suç işlemeye elverişli insan, çirkin insan, ailesi önemli konumda bulunan insan… Tüm bu sayılanları sonunu getiremeyeceğimiz örneklerle sürdürmemiz mümkün gözükmektedir.

 

Oysa insan insandır. Kişi insan mıdır? İnsansa sorun çözülmüştür. Kişinin insan olduğunu tespit ettikten sonra AMA! Dememek gerekir. Bu işin âmâsı maması bulunmamaktadır. Diğer bir taraftan insanlar neden ölmektedir? Afganistan da, Irak da, Çeçenistan da… Ve sonuç olarak dünyada insanlar neden ölmektedir? Bu insanları kim veya kimler öldürmektedir? İnsanların daha rahat, daha kolay öldürülebilmesi ve öldürülmesi için bir takım silahlar mı yapılmaktadır?

(Not: İnsan Öldürme Kanunu diye bir kanun yoktur)

İnsan Öldürme Kanununun 1. maddesi “İnsanı en iyi en güzel şekil de öldürenler şereflidir”

(Not: İnsan Öldürme Kanunu diye bir kanun hiçbir ülke veya devlette bulunmamaktadır.)

İnsan Öldürme Kanununun 2. maddesi “ Sigara içme çevrene ve kendine zarar veriyorsun sen en iyisi git bir silah al ve kendini ve çevrende gördüğün her kesi öldürmeye çalış”

(Not: İnsan Öldürme Kanunu bulunmadığı gibi tüm dünya kanun ve yasalarına aykırıdır)

İnsan Öldürme Kanununun 3. Maddesi “ Canlı bomba ol ve aileni küçük hesaplar için öldürenlerden intikam al”

(Not: İnsan Öldürmek bir suçtur. Ve böyle bir ne yazılı nede sözlü bir emir vardır)

İnsan Öldürme Kanununun 4. Maddesi “ Sudan da doğduysan sen açlıktan ölmeyi hak etmektesin. Irakta doğduysan işkenceyle öldürülmeyi hak etmektesin. Çeçenistan da doğduysan çeçen olduğun için öldürülmeyi hak etmektesin”

(Not: İnsan Öldürme Kanunu adı altında yazılanlar gerçek değildir)

İnsan Öldürme Kanununun 5.Maddesi” …”

(Not: bu kanunla ilgili yazılanlar gerçek dışıdır)

İnsan Öldürme Kanununun 6.Maddesi “ …”

(Not: İnsan Öldürme Kanunu diye bir kanun bulunmamaktadır)

 

Diyelim ki yıllarca çalışmış insan ile hiç çalışmamış ve tembel olan insan arasında fark olsun. Ama neden çalışmış ve İngiliz vatandaşıyla ve gene çalışmış bir Türk vatandaşı arasında bir fark olsun?

 

Farkların ve farklılıkların en asgariye indirilmesi gereken bir zamanda yaşarken neden biz insanlar insan olmanın dışında gelişen bu kadar alakasız şeylerin peşinde koşmaktayız?

 

Üzülüyorum. Hem de çok üzülüyorum. Düşünüyorum da ben iyi ki bir Irak Vatandaşı değilim. Ben iyi ki Afganistan da yaşayan Peştu’n asıllı bir kişi değilim. Çünkü benim gördüğüm kadarıyla bu kişiler için, diğer aklınıza getirebileceğiniz kişiler gibi, sadece insan olmak yetmemektedir.

 

BUGÜN YARINA YAKINDIR

YARINSA BUGÜNE ÇOK UZAKTIR

YARIN OLMADAN BUGÜNÜ KURTARMAYA BAKMA UMUDUYLA

 

                                                                                                 MERSİNDEN BURAK CANLI

 

Not: İnsan öldürme kanunu diye bir kanun bulunmamaktadır. İnsan öldürme Kanunu tamamıyla hayalidir. İnsan Öldürmek suçtur. İnsana ne amaçla ve ne şekilde de olsa zarar vermek tüm inanışlarda, ahlaken, örfe göre, geleneklere göre ve tüm dünya yasaları tarafından yasaklanmıştır.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
        Bu grubun  hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM  STANDIDIR.."
      Grupta yayınlanan  yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...

Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır
kurtulusyolu99@gmail.com
bahadirserhad@gmail.com
forevermirza@gmail.com

Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.