Birinci Afganistan cihadında Amerika ve İngiltere Rusya'ya karşı Kominizmin gelişmesini ve yayılmasını engellemek için çeşitli gruplara destek vermekte idi.
Destekle birlikte bölgedeki grupların arasına fitne tohumları ekilmiş mezhepçilik, milliyetçilik ve bölgesel taassubculuk Rusya'ya karşı mücadele veren Müslümanların arasını açmıştı. Savaşın bitmesi ile Afganistan kan gölüne dönmüş; hırsızlık, tecavüz, gasp ve uyuşturucu kaçakcılığı artmış ülke savaş ağalarının eline geçmişti.
Kardeş kanı dökülürken tüm dünya Müslümanları kanı durdurmak yerine Afganistan'a sırtını döndü. Medrese kökenli talebe hareketi bu zulüm ve kargaşanın içinde mücadeleye başladığında, Rusların kovulmasına rağmen İslami bir devlet yönetiminin kurulamadığını.. Bununda; kargaşanın bitirilerek olacağını ve bunu kendilerinin öncülüğünde başlayacağı açıklaması ile bu mücadele bir çok mücahid lider tarafından desteklenmiştir. iktidarı ele geçiren bu harekete de ''Taliban'' adı ile adlandırılmıştır.
Taliban hareketine muhalif olanlar kuzey ittifakıyla hareket ederken Rus-Afgan savaşına katılmış bir kısım mücahid ise bölgelerine çekilmeyi tercih etmiştir. Amerika ve İngiltere destekli Pakistan hükümetleri ,Afganistan'da gelişip taban bulan Taliban Hareketine ilk başlarda seslerini çıkartmamışlardı. Şüphesiz ki bunun arkasında Taliban hareketini kullanabilecekleri ve Afganistan'da kendileri ile beraber çalışacak bir hükümet kurulması beklentisi içine girmeleriydi. Süreç içerisinde Taliban hareketi resmi hükümet olarak iktidara geldiğinde şeriat mahkemelerini kurarak bir çok sorunu hızlı bir şekilde çözmeye başlamıştı, artan hırsızlık gasp ve tecavüz olaylarını bitirme noktasına yaklaştırdı .Taliban farklı ülkelerden Afganistan'a gelip yerleşen burada eğitim kampları açan mücahidlerin kamplarını birleştirerek silahlı eğitimi ve medrese eğitimini düzene sokma çabasında kısmen de olsa başarıya ulaştı.
Taliban Uyuşturucu ekimini ve sevkiyatını yasakladı .Uyuşturucu trafiğinin sağlanması ve bundan yarar sağlayan ABD'nin umutları çıkarılan kanunlar ve uygulamalar sonucunda boşa çıktı. Ortadoğu'da Irak, Lübnan ve Suriye'ye karşı yapılacak müdahalelerde Afganistan'da kurulan Taliban orjinli devletin eğitimli askerlerinin olması ve burada silahlı güçlü bir yapının bulunması İsrail ve Amerika'nın çıkarlarının baltalanması anlamına geliyordu.
11 Eylül saldırıları bahane edilerek El kaideye karşı Afganistan'a bir müdahale yapılacaktı ama Amerika bu bataklığa tek başına dalmak istemiyordu. Dünyada sivil saldırıların artmasında El kaidenin parmağı var diyerek dünya halklarını ve Müslümanlarını Afganistan'a yapılacak müdahaleye ikna etti. Müdahale yapıldığında resmi hükümet Taliban idi fakat dünya milletleri bunu görmezden geldi. Afganistan'da sanki sadece El-kaide varmış ve El-Kaide terör eylemleri ve katliamlara girişiyormuş gibi göstererek Tüm dünya ve Müslümanlar adeta medya organları ile uyuşturulup uyutularak Afganistan'da Yapılan katliamları görmezden gelecek hale getirilmişlerdir. Tüm bunlar olup biterken NATO güçleri de sadece El-Kaide'ye karşı mücadele ediyormuş gösterildi.
Afganistan'ın başına kukla bir hükümet getirildi. Kukla yönetimin yanına da bir dönem Rusya'ya karşı mücadele eden Müslümanlardan yerleştirildi. Bu beraberlikle hükümet halkın gözünde meşrulaştırılmaya çalışıldı. İşgalden önce son resmi hükümet Taliban hareketi olduğu için işgalci NATO güçlerine karşı halk ve yabancı Mücahidler Taliban bayrağı etrafında birleşti. El-Kaidede silahlı harici güçlerden teşkil olduğu için , Taliban saflarında beraber hareket etmeye başladı. El kaidenin Taliban'a bağlı bir yapı olduğu görmezden gelindi. Taliban hareketi içinde ağırlıklı olarak Hanefi mezhebine bağlı iken El-Kaide tekfirci ve harici gösterilerek Sunni halkın El-Kaide'ye yani bağlı olduğu Taliban'a bir anlamda Afganistan'a destek vermesi engellendi. İşgale karşı duranlar Afganistan'da Müslüman kanı akıtıldığını söyleyenler: El-Kaideci olarak anıldı. Bu insanlar silahlı , bombalı saldırı yapacakları iddiasıyla göz altına alınarak ceza evlerine gönderildi. Bu ve benzeri gözaltılar zaten Afganistan'da akan kanı görmek istemeyenlerinde ekmeğine yağ sürdü. Ama şu her zaman göz ardı edildi ve halklar kandırıldı.
Türkiye NATO'ya üye olması hasebi ile Afganistan'a belirli sayıda asker gönderdi. Uluslararası diplomasi karşılığı Türkiye biz savaşacak asker yollamıyoruz, sadece eğitim, lojistik ve geri hizmet maksadı ile asker yolluyoruz diye beyanda bulunmuştur. Oysa İşgale uğramış bir ülkenin topraklarında ileri yada geri , silahlı yada silahsız nasıl bir güç yollarsanız yollayın bu işgal güçlerinin tarafında olmanız anlamına gelmektedir. Buda orada akan Müslüman kanında vebalin bulaşacak olması ve bu işte apaçık parmağınızın var olduğu manasına gelmektedir.
Afganistan'da mücadele eden Taliban'dır. El-Kaide ise Taliban'a bağlıdır. NATO ise her daim olduğu gibi burada işgalcidir . Bu günlerde Helmand bölgesinde geniş caplı bir operasyon yapılıyor. NATO güçlerinin ve Afgan askerlerinin ortaklaşa başlattığı operasyonda; sivil halk kara kışın ortasında şehirlerini terk etmeye başladı. Kışın sert geçtiği Afganistan'ın Helmand bölgesinde yeni bir insanlık dramı başlamıştır. İnsanlar sersefil ne yapacaklarını şaşırırcasına sığınacak yerler aramaktadırlar. Bu başlayan Harekat ile sivil kayıplarda oldukça fazladır.
Operasyonun kışın başlatılmasındaki sebep acaba halkı bezdirmek miydi? Yoksa Taliban' a halkın verdiği desteği mi kesmek idi ? Soğuk havada başlayan bu operasyonda işgale karşı direnen Taliban savaşçıları elbette kayıplar verecektir ve hedefledikleri cennete inşallah gireceklerdir Fakat buna rağmen katledilen sivil halkın vebalini kim ödeyecek.
Bu operasyon bize Felluce'yi hatırlatıyor. Hani işgal güçleri yerli işbirlikçilerle toplu olarak Iraklı Müslümanları katletmiş kimyasal silah kullanmış ve halkı çölde zor şartlarda yasamaya mahkum etmişti.
Buradan sesleniyoruz NATO Afganistan'da işgalcidir ve Müslümanların kanını dökmektedir. Bu gün Helmand'da başlayan katliamda NATO ve Türkiye'nin de eğitimcisi olduğu Afgan askerleri ortak olarak hareket etmektedir. Türkiye'nin böyle bir kirli savaşta NATO İle birlikte yetiştirdiği Afgan askerlerinin Müslüman kanı dökmesini istemiyoruz ve bir an önce Türk askerlerinin geri çekilmesi konusunda tüm kamuoyunun hükümete gerekli uyarıları yapmasını bekliyoruz.
Türkiye'de işgale karşı koyanlar El -Kaideci yaftalamasıyla göz altına alınmakta toplumda terörist gibi gösterilmektedir. Afganistan'da Taliban'a destek olacak , işgale karşı koyacak kamuoyunun direnci kırılmaya çalışılmaktadır. İşgale karşı duranları ceza evlerine doldurarak El kaideci denmesi hasebi ile baro avukatlar dahil bu davaları almaya korkmakta ve bir anlamda gayri resmi işgalcinin susturma politikasına maruz kalmaktadırlar. Türkiyeli Müslümanları da bu konuda uyarmak istiyoruz, bu şekilde keyfi tutuklamalar olduğu sürece Afganistan'da ve Dünyanın pek çok yerinde Müslüman kanı akmaya devam edecektir.
Hotmail: Microsoft'un güçlü İSTENMEYEN POSTA koruması ile güvenilir e-posta. Hemen kaydolun.
TUTUKLU GAZETECİLERLE DAYANIŞMA PLATFORMUNDAN BASINA VE KAMUOYUNA
* Tutuklu Gazetecilerden Mehmet Yeşiltepe ve Aylin Duruoğlu’na Özgürlük...
* İki Gazetecinin Duruşması 23 Şubat’ta Beşiktaş Adliyesinde...
Devrimci Hareket dergisi çalışanı gazeteci Mehmet Yeşiltepe ve Vatan Gazetesinin www.gazetevatan.com <http://www.gazetevatan.com> adlı internet sitesinin Yayın Yönetmeni Aylin Duruoğlu’nun ilk duruşmaları 23 Şubat’ta görülecek.
Mehmet Yeşiltepe ve Aylin Duruoğlu, 27 Nisan 2009’da İstanbul-Bostancı’da Orhan Yılmazkaya’nın da yaşamını yitirdiği çatışma sonrasında “Devrimci Karargah” örgütüne yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınıp tutuklanmışlardı. İki gazeteci, toplumsal muhalefet güçlerinin Toplumla Mücadele Yasası adını verdiği Terörle Mücade Yasası gereğince “örgüt üyesi oldukları” iddiasıyla keyfi ve hukuksuz olarak, komplocu yöntemlerle 10 aydır tutuklu bulunuyor. İki gazeteciye yöneltilen suçlamaların ortak paydası ise traji-komik! Suçları, farklı tarihlerde Orhan Yılmazkaya ile çay içmek, yemek yemek!
Hidrosefali hastası olan Mehmet Yeşiltepe’nin F Tipi ağır tecrit koşullarında yaşamının tehdit altında bulunduğunu da belirtelim.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu olarak Mehmet Yeşiltepe ve Aylin Duruoğlu’nun keyfi olarak 10 aydır tutuklu bulundurularak şimdiden cezalandırılmış olduklarını düşünüyor ve daha fazla mağdur edilmemeleri için ilk duruşmalarında serbest bırakılmalarını istiyoruz.
Basının ve kamuoyunun bilgisine ve ilgisine sunulur...
aysegul_usa_84@hotmail.com adresinden gelen (http://www.sizinti.com.tr/arsiv/sayi/21.html, Bakarsaniz gorursunuz bu ayda Hoca Efendinin bir yazisi yok... iyi arastirin oyle gonderin maillarinizi!) maildeki linke göre 12 Eylül Darbesini öven bu yazı sızıntı dergisinin başyazısı...
bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.
ekte 1 temmuz '97 tarihli zaman gazetesi var. 28 şubat sürecinin doğurduğu Yılmaz hükümetine "hayırlı olsun" manşetiyle zarf atıyor.
yine facebook'ta bir video.. (http://www.facebook.com/video/video.php?v=303448768679) ve bakıyorsunuz ki fetvalar bile zamana göre değişirmiş... aslında yukarıdaki link, manşet ve video bize müslümanda olmaması gereken zayıf noktayı işaret ediyor...
"Gelen Ağam Giden Paşam" ya da "Kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral"
Maalesef ki bu cemaat böyle... onları da böyle sevmek zorundayız....
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur'cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
"ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz"
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
Daha önce zate bakmıştım ama, bir kez daha bakayım belki gözden kaçırdığım olabilir diye,
Fethullah hocanın Son Kale adlı 12 Eylül Askeri darbesini öven ve gerçekte de o dönemde cuntacılara sempati ile baktığının bir delili olan o malum makalenin
sızıntı dergisinin arşivinde oldunu bir kez daha gördüm. Makalenin sızıntı dergisinin 21.sayısının Başyazı oldunu dikkatlerinize sunarım...
Sizinde daha iyi görmeniz için o yazının linkini size yolluyorum.
If you want to talk to Allah, perform Salah. If you want Allah to talk to you, read Quran.
From: mustafaeroll2008@gmail.com Subject: Fethullah Hoca 1980 Askeri Darbesini desteklemiş... Date: Fri, 19 Feb 2010 20:51:35 +0200
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
“ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz”
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur'cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
"ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz"
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
Rusya'da yaptığım çalışmalarla ilgili 20 Şubat 2010 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanan "Türklerin James Bond'u No. 50 Ermeni Artur" başlıklı haberi aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Öncelikle seviyeli ve doyurucu cevabınız için teşekkür ederim,aşağıda değindiğiniz konuların buyuk bölümüne katılmamak mümkün değiil,kuşkusuz,kaygılandığınız konular üzerinde düşünmeye değer eleştiriler,ancak benim yazımı isterseniz bir daha okuyun benim yazımda çekilen yer belli işaret ettiğim noktalar sizinkilerden pek farkı olmasa gerek bende hukuktan,adaletten bahsediyorum yani zannedersem sizin de bunlara itirazınız yoktur ortak noktadayızdır ancak farklı kesimlerin taleplerimizi yerine getireceğini düşünüyoruz sanırım,sizin bahsettiğiniz konuları madde madde ele alırsak tespitlerimi aşağıda anlatayım;
1.tesbitinize tamamen katılmakla birlikte bence ülkesini seven samimi duygu taşıyan(buraya dikkat)ateist dahi olsa bu ülke için kazanımdır hele yetişmişse,bizim kalifiye, yetişmiş her türlü insana ihtiyacımız var bizim için kim olursa olsun insanlarımızı harcama lüksümüz yok heleki bugün...
2.tesbitiniz belki en can alıcılardan birisi evet din baronlarının sömürüsünden kurtulmamız şart ama şunuda bilin bu belkide önümüzdeki en büyük engel neden derserniz buradaki durum tamamı ile alan razı veren razı konumunda maalesef,neden derseniz halkın okumama alışkanlığı birilerinden vicdanlarını rahatlatma ihtiyacı hasıl olduğundan şeyhlere başvurup kendilerine adeta cennet satın almak için sıraya geçiyorlar yani kendileri araştırmayıp başkalarının araştırdıklarını dinleyip ona göre vazife almaları nı din zannetmeleri sorunun ana noktası kanaatimdir.Hülasa bu mekanizma ancak sizinde benimde ve Asıl Allah cc kuranı kerimde buyurduğu gibi aklımızı kullanmadan hiç birşey olmayacak..
3.yetim hakkı yiyenler elbette herkesin kanını dondurmalı mesela diyelim sizce Akpliler Akp nin yetim hakkını yediğini bile bilemi onlara destek veriyorlar yoksa yetim hakkı yedikllerine inanmadıkları içinmi kabul etmiyorlar,bakınız aziz dostum bu ülkede aklı az veya çok yeten herkes yetim hakkının ne denli pahalı olduğunu bilir ve dahi bahsettiğiniz iki yüzlü riyakar insanlarında akıbeti bellidir dolayısı ile buradada sizinle aynı fikirdeyiz.
4.müslüman deyipte israil meselesine bakacak olursak bence burada aldatıldığınız kanaatindeyim bakın değerli dostum bu bilgi sadece dediki demişkiden öteye geçmedi haydi talep doğru olsa bile sonuçta böyle bir satış olmadığı için sizin ithamınız iftira veya niyet okuyuculuğundan öteye geçmez.
5.Evet aynen öyle bu memleketin birinci maddesi işsizlik,işte yıllardır irtica yaygaracılığı bu akp döneminde değişti daha birkaç gün önce milli güvenlik belgesinede bu aynen yazıldı.Evet sadece ülkemiz değil dünyamız büyük bir badire atlatıyor evet sizinle aynı fikirdeyim sigortanın on güne düşürülmesi işçi kardeşlerimiz açısından çok kötü oldu,ama şunu göz ardı ediyorsunuz aziz dostum eğer ssk(sgk)sistemimizle ilgili radikal kararlar almazsak kısa sürede ne hastaneler hastaya ne eczaneler ilaç nede devletimiz maaş veremez hale gelecek işte (mazeret değil ama)geçmişin en ağır yüklerinden biriside bu ,37 yaşında insanları emekli edersek sonuç işte böyle sıkıntılı olur,geleceği yani yavrularımızı düşünüyorsak şayet,bu kanularda atılacak adımlar önemli ,diyebilirsinizki bunun faturası neden işçiden çıkarılıyor hayır sadece onlardan değil sanayiciler,işverenler bunun bedelini dahada ağır ödüyor mesela Akp sigorta pirimlerini düşüreceğini söyledi ama hala tık yok çünkü sistem çöker maazallah pirimde düşerse,ssk nın haciz servisine giderseniz sanayicinin neler çektiğinden bir miktar görebilirsin hülasa yama küçük yırtık büyük şura delik orayı kapatalım diyoruz diğer taraf açık kalıyor bura delik buraya çekiyoruz bu seferde orası açık kalıyor.
Değerli Dost Sevgili Vatan sever insan yani aslında yok birbirimizden farkımız derlerya işte aslında hepimizin ortak talepleri var üç aşağı beş yukarı aynı yani insanlar birilerini samimi bulabilirler destekleyenler hain oldukları için değil onlarda o dirayeti gördükleri için destekliyorlardır bence bu vatan hainliği yaftalamaları vs. (EY MİLLET AKLINI KULLAN,ÇAKALLARA YEM OLMA KULLAN AKLINI) çok ağır eleştiri bu tarz eleştiriler ülkeyi gerer ve ağır tahrip eder birliğimize,kardeşliğimize zarar verir diye düşünüyorum ,birbirimizi anlamaya çalıştığımız günlerin yakın olması dileği ile size bütün milletizie esenlikler dilerim hoşçakalın..... A küçükercan From: hakan@kitlesel.com To: ahmetkucukercan@hotmail.com; domino_etkisi@googlegroups.com Subject: RE: Başsavcının son dosyası Fethullah Gülen(saçmalığına cevap) Date: Sat, 20 Feb 2010 01:37:05 +0200
İşinize gelen yere çekip, güzel laf yapıyorsunuz tebrikler ama sadece tek şeyde mutabıkız "AKLINI KULLANMAK" Konusunda.
Allah, öğütlerini, emirlerini bize mubarek kitabımızda vermiş ve bir çok ayette ne demiş? "Hala Düşünmeyecekmisiniz"
Bu ülkede temizlik elbette yapılmalı bunda öncelik;
-Yargıda, orduda, siyasette, bürokraside, her kurumda "Ateist"'ler mutlaka o kurumdan uzaklaştırılmalı. Dini olmayan, vatanına koşulsuz bağlı kalamaz, bir soytarının yaptığı gibi "kadın memesine vatanı satar" Hristiyan'dan, musevi'den, gerçek samimi müslümandan zarar gelmez bu ateisrlerden zarar gelir bu memlekete…
-Din iman deyip vatanı satanlar ve insanları benim söylediğim"din'dir" diyenlerin bu ülkede söz sahibi olmamaları…
-Sözde Atatürkçüyüm diyenler, sözde Müslümanlar ama kendi cebine çalışanlar, yetim hakkı yiyen ama mazlumu oynayanlar bu ülkede söz sahibi olmamalı.
-Müslümanım deyipte, İsrail'e posta koyupta, sonra sınırlarımızı 49 seneliğine İsrail'lilere kiralamaya! Kalkanları iyi okumalı…
-Memlekette asıl sorunun milletin işsizlikten kırılması olmasına karşın, işinden olan sigortalının 10 ay olan sağlık haklarından yararlanmasını 10 güne indirenlerin nasıl bir Allah korkusuna sahip olduklarının iyi düşünülmesi lazım…
Burada sıralamakla bitmez bu yazacaklarım ama,
EY MİLLET AKLINI KULLAN,
ÇAKALLARA YEM OLMA KULLAN AKLINI
YAHUDİMİSİN?, HRİSTİYANMISIN?, MÜSLÜMANMISIN? HANGİ KİTAP YAZMIŞ BEYİNSİZ OL DİYE, ALLAH SANA HEP AKLINI KULLANMAYI ÖĞÜTLEMEMİŞMİ?
From: ahmet kucukercan [mailto:ahmetkucukercan@hotmail.com] Sent: Saturday, February 20, 2010 12:14 AM To: domino_etkisi@googlegroups.com; kitlesel@kitlesel.com; hakan@kitlesel.com Subject: RE: Başsavcının son dosyası Fethullah Gülen(saçmalığına cevap)
Acaba son dosyasımı yoksa son tuzağımıydı.El insaf adam bir düzen kuruyor birilerini ayarlıyor cemaat evlerine silah sokması için para teklif ediyor hatta bunu mitle ve jandarma ile yapıyor bu kadar olayı aynen ergenokonu da sulandırdıkları gibi bu olayıda sulandırıp servis ediyorlar, baykal efendi bunun siyasi ayağı ve sizin gibi vatandaşlarımızda sırf akp yi sevmiyorsunuz diye sazan gibi bunun üstüne atlıyorsunuz sırf dünkü hsyk bile insanın aklını başından alır ama hala aynı hikayelerle pişkinliğe devam..Sakın sakın ha öyle hukuktan fala bahsetmeyin o 4 savcıyı neden apar topar görevden aldılar dün y buyukanıt için dava acan savcı neden alındı ise bunlarda bunun için alındı hangi gerekçeyle alındı tabi senin savcın içerde ötse herşey deşifre olacak ama yok bırakın cübbeliyi falan adamlar sizler gibi takiyye yapmıyorlar açıkcxa fikirlerini söylüyorlar memlekette savcı var hakim var hukuk sizlerin elinde hadi çıksın başka savcı o olayı aydınlatsın YOK ÖYLE BİR ŞEYLER SADECE SENİN GİBİ SAF VATANDAŞLARI GAZA GETİRİP KAMOYU OLUŞTURUP SORUŞTURMALARDAN KURTULACAKLAR YOK ÖYLE ADALETİN PENCESİ YAKALARINDA HESAP GÜNÜ GELDİ ÖLDÜRLEN UĞUR MUMCULARIN,BAHRİYE ÜÇOKLARIN,MUAMMER AKSOYLARIN,ÇETİN EMEÇLERİN,A. TANER KIŞLALILARIN,TURAN DURSUNLARIN VE DAHİ 12 EYLÜL ÖNCESİNDEKİ O GENCECİK FİDANLARIN KANLARI ORTADA KALMAYACAK HERKES ETTİĞİNİ BULACAK HUKUK ONLARIN YAKASINI BIRAKMAYACAK VE YILLAR YILLAR GEÇSEDE HER KUŞAK BUNLARI LANETLE ANACAK DÜN 12 EYLÜL NASIL BUGUN DEŞİFRE OLDU İSE BUGUNÜN DEŞİFRE OLACAĞI GÜN YAKIN SİZ NE KADAR ÇABALASANIZDA.. olayları yıllarca nasıl saptırdıysanız bugün artık milletimiz uyandı lütfen artık uyanın bu hukuk birgün sizede lazım olacak bakın ağababalrınızın çırpınışı hukukun elinden kaçmak sizler avamsınız beyninizi kullandırtmayın yoksa sizleride uğur mumcuları katlettip başkalarının üstüne attıkları gibi sizinde akıbetiniz aynı olur,lütfen aklınızı kullanın buınlar için herkes düşman önce solculardı mahir çayanlar,denizler,yusuflar daha sonra ülkücüler simdi başkaları bunlar sadece kendilerine düşman değil geri kalan onlar için her an katledilebilir yani binlerce örnek verebilirim cem ervserverler,hiram abaslar.Bu ülke ne zaman kurtulur biliyormusunuz ancak kendi irademizle,kendi fikirlerimizle aklımızı kullanırsak biter.Ben burada Akp savunuculuğuda yapmıyorum elbette onlarında eleştirilecek bir çok yanı var ama halkın iradesiyle yani sizin benim(biz istemesek dahi yakınlarımızdan oy verenler olmadımı)oylarımızla benim oyumla gelen kim olursa olsun benim oyumla gitmeli sadece bu bile yüreğimizi hoplatmalı irademizin ayaklar altına alınmasına müsade etmemeliyiz bu Chp içinde böyle ama ne yazıkki adamlar çok partili sisteme geçtik geçeli hep kriz ortamından faydalanmışlar krizide bir çok sefer kendileri çıkarmışlar,maalesef bir miktar halkımızı kandırabilmiş ve bir kaç puan oylarını arttırmışlar ama MAALESEF ÜLKEMİZ KAYBETMİŞ BU SEFER KAZANAN BİZ OLACAĞIZ ÜLKEMİZ KAZANACAK,HUKUK KAZANACAK, İNSANLIK KAZANACAK,KARDEŞLİK KAZANCAK,SEVGİ KAZANACAK....KÖKÜ DIŞARDA OLANLAR SİYONİST UŞAKLARI ,TUZU KURULAR, KUŞ TÜYÜ YATAKLARDA YATIP HALKÇILIK YAPANLAR ,APALOTLİ HOLDİNG YÖNETİCİLERİ,HALKININI ÖLDÜRMEYİ GÖZE ALAN ALÇAKLAR KAYBEDECEK AKIL KAZANACAK AKIIIIIIIILLLLLLL.....A KÜÇÜKERCAN lütfen bu yazıyı forward edin saygılarımla
From: kitlesel@kitlesel.com To: kitlesel@kitlesel.com Subject: Başsavcının son dosyası Fethullah Gülen Date: Thu, 18 Feb 2010 01:19:52 +0200
'Cüppeli Ahmet Hoca'nın da daalarında bulunduğu 69 kişiye yapacağı son operasyon Erzurum özel yetkili savcısına takıldı...
Kenan Evren hakkında iddianame hazırladıktan sonra meslekten ihraç edilen savcı konuştu: HSYK beni canlı gömdü!
Kenan Evren hakkında iddianame hazırladıktan sonra meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu, HSYK'nın hukuksuz bir şeklide kendisini de görevden aldığını söyledi.
"Ben gerçekleşen darbeyi sorguladım." diyen Kayasu, "Beni 11 yıldır canlı canlı gömdüler. Buna kimin hakkı var? Hırsızlık mı yapayım? Cinayet mi işleyeyim? Gasp mı yapayım?" ifadelerini kullandı. Kayasu, Erzurum'daki savcıların HSYK tarafından sorgusuz sualsiz görevlerinden alınmasını eleştirdi.
İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde düzenlenen 'Yargı Reformu Sempozyumu'na katılan eski Savcı Sacit Kayasu, Cihan'ın sorularını cevapladı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) Erzurum'daki savcıların yetkilerinin alınmasını 'hukuksuzluk' olarak değerlendirdi. Kayasu, "Şu anda Türkiye, iki yüzlülük, kirlenmişlik yaşıyor. Bu Ergenekon türü davaların görülmesi bu kirlenmişliklerin önüne geçmek içindir. Geçmişte yaşanılan kirlenmişlikleri ortaya çıkarıp tertemiz bir Türkiye'nin önünü açmak içindir. Ergenekon terör örgütü davasının bunun için destekçisiyim. Suçsuz bir insan hakkında kolay kolay tutuklama kararı verilmez. Görevde olan cumhuriyet başsavcısı kolay kolay tutuklanmaz. Demiyorum ki 'bu başsavcı suçludur' Suçlu olduğuna dair çok kuvvetli deliller var ki tutuklanıyor. Meslektaşım tutuklandığı için de üzgünüm. Herşeye rağmen bu memlekette vazifesini dört dörtlük yapmak isteyen, hiçbir şeyden korkmayan hakim ve savcılarımız var. Onlara teşekkür ediyorum." diye konuştu.
"Bu kriz son değildir. İlk benimle başladı." diyen Kayasu, sözlerini şöyle sürdürdü: "HSYK Erzurum savcılarını niye görevden aldı? Görevini kötüye kullandı diye. Aynı HSYK yetkisini kötüye kullanarak benim görevime son verdi. Önce açığa aldı, sonra meslekten ihraç etti. Hakkımdaki soruşturma 1 Nisan'da müfettiş görevlendirmesiyle başladı. Fakat 19 Nisan'a kadar ben açığa alınmadım. 19 Nisan'da Genelkurmay Başkanı'nın şikayeti üzerine açığa alındım. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç kimsenin başına gelmeyen birşey oldu; 3 yıl boyunca açıkta kaldım. Siz hangi yetki ile hangi sıfatla bir savcıyı görevden alırsınız? Ergenekon savcıları bugün yapılmış olan bir darbeyi değil, planlanan darbeyi soruşturuyor. Halbuki ben gerçekleşmiş darbeyi sorguladım. HSYK Erzurum savcılarının yetkisini aldı. Niye? yetkilerini aştı diye. Peki aynı HSYK benim iddianamem işleme konulmazken neredeydi? Benim iddianameme takipsizlik veren başsavcı görevi kötüye kullanmamış mıydı? Bir savcının iddianamesinin başsavcı tarafından takipsizlik kararıyla ortadan kaldırması mümkün müdür? Bu hukukun resmen çiğnenmesi, ayaklar altına alınmasıdır. Bugün tutuklama kararına karşı çıkan çevreler o zaman neredeydi? HSYK hesap vermediği için bu kriz son olmayacaktır."
HSYK kararından dolayı Türkiye'nin AİHM'de 41 bin dolar Euro cezaya çarptırıldığını kaydeden Kayasu, "HSYK hala aynı hatalarına devam ediyor. Devlet aldığım tazminatı onlardan almış olsaydı bu tür olaylar yaşanmayabilirdi. Daha ortada fol yok yumurta yokken Erzurum savcıları hakkında hemen apar topar toplanıp karar alan HSYK, benim mesleğe alınmam konusunda toplanıp neden karar almıyorlar? Bu yetkinin kötüye kullanılması değil midir? Sen sana herhangi bir tahkikat, şikayet gelmediği halde orada savcıyı görevden alıyorsun, öbür taraftan haksız yere görevinden alındığı ispat edilen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kabul etmesine rağmen bu savcıyı niçin mesleğine geri almıyorsun? Asıl yüz karası, asıl yargıda deprem budur. HSYK görevini ısrarla yapmamaya devam ediyor." şeklinde konuştu.
"HSYK'nın bundan sonra bu tip kararlar almaması için yapılması gerekenler nedir?" şeklindeki soruya Kayasu, "Siyasi iktidar direnç göstermelidir. Siyasi iktidar HSYK'ya şunu demeli; 'ben senin yüzünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne tazminat ödedim. Bu tazminatı sana ödettiriyorum. Bu adamı mesleğe alacaksın. Bu adam gibi kişileri sorgusuz, sualsiz görevden almaman için tahkikat yapacaksın. Ondan sonra varsa suçu o zaman görevden alacaksın. Kararları da oy birliğiyle alacaksın. Ben şu anda avukatlık dahi yapamıyorum. 11 yıldır hiçbir şey yapamıyorum. Beni 11 yıldır canlı canlı gömdüler. Buna kimin hakkı var? Benim tek anladığım, elimden gelen tek şey; hukuktur. Hukuk müşavirliği yapmamı engelle, avukatlık yapmamı engelle, savcılık yaptırma, ne yapayım? Cinayet mi işleyeyim? Gasp mı yapayım? Hırsızlık mı yapayım? Eğer emekli olmasaydım bunlardan birisini yapacaktım." ifadelerini kullandı.
Sizin de bildiğiniz gibi halkı sağ ve sol olarak bölen askeri güçler. Bunu ihtilal yapmak için kullanıyorlarmış. Ama tüm milletimiz bu iç savaşıgerçek zannettik ve hepimiz bir kurtarıcı beklemeye başladık. Oyunu kurup milleti bir birlerine kırdıranlar, sonrada gelip bizi kurtardılar ve milletin elini kolunu bağlayacak olan amerikalılar ile ortak hazırlanan mevcut anayasayı bize oylattılar bizlerde %90 ın üzerinde aldandık ve bu anayasaya oy verdik. Yani ihtilali desteklemeyen kalmamıştı ki bazılarını destekledi diye kınayabilelim.
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
“ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz”
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En Ýyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karþýtý imiþ gibi görünen Nur'cularýn en büyük cemaati olan Fethullahcýlarýn lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediðini okuyunca þaþýracaðýnýz bir makale… Hem de Fethullah Hocanýn bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
"ve iþte þimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asýrlýk bekleyiþin tulûu saydýðýmýz, bu son diriliþi, son karakolun varlýk ve bekâsýna alâmet sayýyor; ümidimizin tükendiði yerde, hýzýr gibi imdadýmýza yetiþen mehmetçiðe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileðimizi arz ediyoruz"
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanýk oluþu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtýdýr. Ondaki kargaþa ve bunalýmlar ise, arkasýndaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yýllar yýlý kendine baðlý dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiþ asýrlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en þerefli vazifenin ona ait olduðunda hiç þüphe yoktur.
Sonra, sýrasýyla, onun livâlarý, sancaklarý birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Deðiþen bayraklar, yýrtýlan sancaklar yanýnda, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmiþiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçýldý. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ýrgalandý; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve maðlup edilemedi.
Haçlý zihniyetinin hortlatýlmasýndan, cizvit papazlarýnýn zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yýkma ve karakol erkânýný uyutma adýna ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasýmlarýmýz hesabýna beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düþman cefâdan usanmýyor; karakol da 'bu can bu uðurda' deyip dayanýyordu...
Bu mücadeleler karþýsýnda onun sarsýlmadýðýný iddia edemeyiz. Bu ulu aðaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuðunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsýnýn kararýp, baðrýna üst üste hançerlerin saplandýðý günlerde dahi, millî ruh kadranýnda, kendine ait zaman anlayýþý ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asýrlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karþýsýnda, yerinden oynamamýþ ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aþýlmazlýðýyla kendini korumuþtu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düþtüðü ve köküne yabancý bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ýn musallat olduðu kadar da devam etmiþti. O günden sonra ise, artýk o, içten içe yanan ve kömürleþen bir ulu çýnar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaþlanmýþtý. Vefasýz dostlarý, amansýz hasýmlarý vardý.
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiði dönemde idi ki; ortalýðý bütün þiddetiyle beþinci kol faaliyetleri kapladý. Erotik düþünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Þehvet, en merðub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluðu oldu. Artýk kendi ruh köküne baðlý olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanýyor; millet ve vatanýný sevmek ayýp sayýlýyordu. Bir 'Þirzime-i kalil' her Allah'ýn günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazýlar yazýyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancý hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karþýsýnda, temiz Anadolu halký, ya kendine has sabýr ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiði duru anlayýþla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karþýlamaktaydý.
Birer ruh sefâleti ve aþaðýlýk duygusu timsali sayýlan zavallý 'entelijansiya' mýzýn durumu ise, bütün bütün yürekler acýsýydý. Ona göre þahsiyet gamzeden öze ait her naðme ordubozanlýk; müstaðriblik hesabýna söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandýran bir madalyaydý!
Bu türlü kendinden kaçýþlar ve haricî asimilasyonlarla iç deðiþiklikler, endiþe verici buudlara ulaþmýþtý. Ve artýk, millet teknesi, saða-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batmasý, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancý türkü, dudaklarda binbir öldürücü þarap.. kimi erotizimle sarhoþ; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap deðiþtiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koþuyordu. Ýþte tam bu esnada, yabancý bir kýsým eller, 'hipnoz' görmüþ bu ruhlarý metrolara bindirip harýl harýl kendi dünyalarýna taþýmaya baþladýlar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ýn yalancý cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir þaþkýnlýk içinde 'Mehlika Sultan'a aþýk' toy delikanlýlar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, baðrý kan ve ne yaptýðýný çok iyi bilen kanlýdeli bir nesil vardý. Artýk dýþtaki kargaþa ve hercümerce baþka sebep aramaya gerek var mý? Tatmin edilememiþ, doyurulamamýþ ve hatta terk edilmiþ bir neslin, çeþitli kamplara ayrýlmasý ve birbirini kýran kýrana öldürmesi gayet normal deðil mi...? Bugüne kadar onun iç inkýrazýný sezebildik mi? Onu soysuzlaþtýran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlýk öðreten tiranlar karþýsýnda, siyanet meleði gibi onun yanýnda olmalý deðil miydik? Heyhat..! Binbir vahþet senaryosunun sahnelendirilmesi karþýsýnda, sessiz ve infialsiz kaldýk...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayý seyreder gibi, bu kanlý boðuþmadan hiç mi hiç bir þey anlamadýk.
Sahnenin bu rengârenk aldatýcýlýðý, ortalýðý inleten valsin korkunç uyutuculuðu ve kostümün gözbaðlayýcýlýðý karþýsýnda, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahþetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamýzda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslýnda buna bir sezme demek de uygun deðildir. Bu, düþmaný kýskývrak yakalama ve bir zaferdir. Ýçtimâî bünyenin, haricî bir kýsým erâciften temizlenme, arýndýrýlma ve aslýna ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiði takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri iþgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve seziþe, baþka bir yazýmýzda selam durulmuþ ve gaziler ocaðýnýn yiðit eri mehmetçiðe teþekkürler sunulmuþtu.
Ne var ki, yýllardan beri, binbir saldýrý ile rahnedar olmuþ bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceði de muhakkaktý. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yýllanmýþ seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve iþte þimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asýrlýk bekleyiþin tulûu saydýðýmýz, bu son diriliþi, son karakolun varlýk ve bekâsýna alâmet sayýyor; ümidimizin tükendiði yerde, Hýzýr gibi imdadýmýza yetiþen Mehmetçiðe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileðimizi arz ediyoruz.
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
“ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz”
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
-- Türk milliyetçiliği, Türk milletine, Türk kültürüne, Türk Devleti'ne, Türk tarihine sevgi ve bağlılıkla hizmet etme kararlılığıdır. Türk milliyetçiliği,Türk milleti için ileri bir hayat tarzını kurmayı amaçlayan, demokratik,yaratıcılığı ve üreticiliği ön plâna çıkaran, barışçı ve antiemperyalist bir düşünce ve duruştur.
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur'cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen'in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
"ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz"
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Türk diplomatlar, İran'ın nükleer programı yüzünden gerilen ilişkileri düzeltmek adına, bu hafta önerilen tekliflerin, Tahran tarafından "esrarengiz" bir şekilde karşılandığını söylediler.
Perşembe günü Hürriyet gazetesinin yazdığına göre, bu hafta teklif yapılırken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve üç ayrı önemli yetkiliyle uzun görüşmeler yaptı.
BM'nin önerisi, İran'ın kendi nükleer programına devam etmesi; ancak nükleer silah yapımının önemli bir adımı olan uranyum zenginleştirilmesinin, Rusya ya da Fransa'da yapılmasını öneriyor. İran uranyum zenginleştirilmesini kendi sınırları içersinde yapmak konusunda ısrar ediyor.
Adının açıklanmasını istemeyen bir Türk diplomat, Hürriyet'e, İranlı dört yetkilinin, ayrı görüşmelerde, Türkiye'ye verdikleri cevaplardan ortak bir sonuç çıkarmanın mümkün olmadığını söyledi:
"İranlılar anlaşılmaz davranıyor ve karşımızda "tek" bir İran yok."
Adının açıklamasını istemeyen bir Amerikalı diplomat ise, Hürriyet'e, zamanlamanın daha iyi olması gerektiğini açıkladı.
"Türkiye'nin İran'la bir anlaşma yapma konusundaki çabalarını olumlu karşılıyoruz; ancak Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta söylediği gibi, daha bir sonuç elde edilemedi. Eğer İran dokunulmaz bir tavırla hareket ederse, o zaman hepimizin bir problemi olur."
1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…
Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Nur’cuların en büyük cemaati olan Fethullahcıların lideri olan Fethullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale… Hem de Fethullah Hocanın bizzat kendi kaleminden…
Son Karakol
Fethullah Gülen
01.10.1980
“ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz”
...
Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.
Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.
Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.
Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat'iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da 'bu can bu uğurda' deyip dayanıyordu...
Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi...
Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt'teki, Kosova'daki ve Çanakkale'deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir 'dabbetü'l-arz'ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.
'Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zebûn' (Fuzulî)
Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil'ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar 'dogmatist' ve 'formalist' diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir 'Şirzime-i kalil' her Allah'ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.
Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri 'bir suskunluk içinde' karşılamaktaydı.
Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı 'entelijansiya' mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk'e yücelik kazandıran bir madalyaydı!
Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma'buddan ma'buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, 'hipnoz' görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah'ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!
Dün bir şaşkınlık içinde 'Mehlika Sultan'a aşık' toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi...? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık...
Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.
Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.
Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin...
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
Biri değil, ikisi değil, üçü değil, “özel yetkili” savcıların beşi birden görevden alınıyor.
Haklarında bir soruşturma yok.
Soruşturma sonucu elde edilmiş herhangi bir “bulgu” yok.
Hangi suçu işlemişler, nasıl bir “görev ihmali” yapmışlar, azledilmeyi gerektirecek hangi yüz kızartıcı eylemde bulunmuşlar?
Cevabı yok.
Bu “durup dururken görevden el çektirme”nin bir tek izahatı olabilir:
HSYK, Ergenekon soruşturmasından hoşlanmıyor.
Eskişehir Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu önce tutuklanmış, sonra salıverilmiş, ardından tekrar tutuklanmıştı. Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ifadeye çağrılmıştı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner hakkında, Ergenekon örgütüne üye olmak suçlamasıyla soruşturma açılmıştı.
HSYK bunu sevmedi herhalde.
Olabilir mi?
Bizim bildiğimiz HSYK, idari bir kurumdur: Savcılık soruşturmaları ve mahkeme kararları üzerinde söz sahibi değildir.
Peki nerden çıktı bu “durup dururken” görevden el çektirme?
Kurul, üstelik “acele tarafından” toplanıyor.
Her toplantının bir gündemi vardır.
Müsteşar, gündem konusunda bilgilendirilmiyor. Daha doğrusu, bilgilendiriliyor da, “özel yetkili” savcıların durumunun ele alınacağı söylenmiyor. Maksat, karar alınabilmesini sağlamak.
Çünkü, Adalet Bakanı yahut müsteşar olmaksızın, yapılan oylama “karar hükmü” taşımıyor.
Derken, üyelerden biri, toplantının sonunda, “özel yetkili” savcıların görevden alınması konusunda bir “korsan önerge” sokuştu ruyor araya... Adeta tuzağa düşen müsteşarın itirazlarına rağmen oylama yapılıyor ve karar çıkıyor.
Bu mudur?
Böyle mi olmalıdır?
HSYK bu “azil” kararıyla ne demek istiyor?
Bize ne anlatmaya çalışıyor?
Türkiye Cumhuriyeti “yargıçlar devleti” midir, demokratik hukuk devleti midir?
Nedir?
HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek, vaki yetki gaspını eleştiren Adalet Bakanı Sadullah Ergin için şöyle diyor: “Maalesef kurulmuş zemberek gibi konuşan bir Adalet Bakanı’yla karşı karşıyayız.”
Kadir Özbek böyle diyecek de, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker geri kalacak... Mümkün mü?
Hasan Bey de, tüm HSYK kararlarının arkasında olduğunu söylüyor ve mahut yetki gaspını değil, buna itiraz eden siyasetçileri suçluyor. Yaptığı açıklamaların “ihsas-ı rey” anlamına geleceğini düşünmüyor bile...
İki kere iki dört:
Türkiye’nin yol almasının önündeki tek engel, yargı kurumu...
Bütün demokratikleşme atakları “yargı duvarına” çarpıyor.
Daha demokratik bir anayasa ihtimali, yargının türlü engellemeleriyle sadece “ihtimalde” kalıyor.
Neredeyse bütün yargı kararlarında “hukuk” değil, “ideolojik öncelikler” belirleyici oluyor.
Ne darbeciler yargılanabiliyor, ne de demokrasiye karşı işlenmiş cürümler açığa çıkarılabiliyor...
Milletin istediği değil, “yargı bürokrasisi”nin dediği oluyor.
Rahmetli İdris Küçükömer, Türk aydınının “gelmiş geçmiş en iyi anayasa” diye pazarladığı 61 Anayasası için, “Bu, demokratik değil, korporatist bir anayasadır” demişti de, üzerinde durmamıştık.
Darbe anayasalarının getirdiği “hukuk” böyle oluyor işte.
Hayrını görün...
Ahmet Kekeç
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Son krizde, HSYK’yı destekleyenler Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 84 ve izleyen maddelerinden bahsediyorlar; buna göre:
- Hâkim ve savcıların kişisel suçları, mesela trafik kazası, doğrudan savcılarca soruşturulur; bunda sorun yok.
- Görevle ilgili suçları ise ancak Adalet Bakanlığı’nın izniyle soruşturulur. Erzincan olayında böyle bir izin bulunmadığına göre, demek ki, Erzurum savcıları “yetki gaspı” yaptı!
- Halbuki bu iki suç türünden başka bir de “katalog suçlar” denilen suçlar vardır, mesela örgütlü suçlar böyledir. Bu tür suçlar birinci sınıf hâkim ve savcılarca işlenirse, CMK 251’e göre özel yetkili savcılar (Erzurum savcıları) soruşturma yapar! Bakanlık izni de Yargıtay izni de aranmaz!
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2009/5 sayılı kararında, bu suçların nasıl soruşturulacağı konusunda aynen, kelimesi kelimesine şöyle deniliyor:
“Bu suçlar, görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır!” (Sf. 66)
Erzurum savcılarının yaptığı, CMK’nın 251. maddesini ve Yargıtay’ın bu kararını uygulamaktı!
Doğru veya yanlış uygulamış olabilirler ama “yetkili” oldukları açıktır!
Yargıtay sadece yargılama (muhakeme) aşamasında yetkilidir; soruşturma aşamasında hiçbir yetkisi yoktur. (CMK, 250/3)
HSYK, savcıların yetkisini kaldırmakla yetinse mesele yoktu ama yetkili savcıları “yetki gaspı”yla suçlaması, tarafsız değil, taraflı bir tavırdır!
Gözü kapalı destek de öyle...
Hükümet polemiği kesmeli demiştim; yargı da ancak politize damarını dumura uğratıp “tarafsızlık” konusunda güven yaratmakla saygınlığını koruyabilir.
Afrika ülkesi Nijer'de öğleden sonra çıkan karışıklığın nedeninin Binbaşı Adamou Harouna tarafından düzenlenen askeri darbe olduğu ortaya çıktı.
Nijerli askeri kaynaklar, darbenin Binbaşı Harouna tarafından düzenlendiğini ve başarılı olduğunu söyledi.
Ordu kaynakları da Devlet Başkanı Mamadou Tandja'nın isyancı askerlerce tutuklandığını belirterek, Devlet Başkanı ve bakanlarının devlet başkanlığı sarayından çok uzak olmayan bir yerde tutulduklarını kaydetti.
Nijer'den öğle saatlerinde bakanlar kurulu toplantısının yapıldığı devlet başkanlığı sarayından silah sesleri duyulduğu ve dumanlar yükseldiği haberleri gelmeye başlamış, batılı kaynaklar bunun darbe girişimi olabileceğini söylemişti.
Bu arada normal yayınına devam eden devlet radyosunun darbenin ardından askeri marşlar çalmaya başladığı bildiriliyor.
Nijer ile ilgili bazı bilgiler şöyle:
-Coğrafi konum: 1.267.000 km2'lik ülkenin üçte ikisi çöl. Cezayir, Libya, Çad, Nijerya, Benin, Burikano Faso ve Mali ile sınır paylaşıyor.
-Nüfus: 2010 resmi verilerine göre 15,2 milyon
-Başkent: Niamey
-Diller: Resmi dil Fransızca. Ulusal diller de konuşuluyor.
-Din: Yüzde 90'dan fazlası Müslüman
-Tarih ve Rejim: Eski Fransız sömürgesi olan Nijer 1960'dan beri bağımsız. 1974 ile 1987 arasında General Seyni Kountche'nin askeri idaresindeki Nijer'de ilk demokratik seçimler 1993'te yapıldı. 1995'te Tourag direnişine son veren bir barış anlaşması imzalanan ülkede 1996'da İbrahim Bare Mainassara tarafından düzenlenen darbe demokratik yollardan seçilen Devlet Başkanı Mahamane Osman ile Başbakanının görevden alınmasıyla sonuçlandı.
1999'da ise Mainassara yeni bir darbe sırasında öldürüldü. Aynı yıl cunta seçimlerin ardından sivillere iktidarı devretti. Mamadu Tandja başkan seçildi. Tandja, Aralık 2004'te de yeniden seçildi ve 2009'da da, 2 kez 5'er yıllık dönemlerde başkanlık yapılmasını öngören anayasa maddesini değiştirdi. Muhalefet Ekimdeki genel seçimleri boykot etti.
-Ekonomi: Dünyanın üçüncü büyük uranyum üreticisi olan Nİjer'in başlıca ihracat kaynağını da uranyum oluşturuyor. Ocak 2009'da Fransız Areva nükleer grubu, Paris ile Niamey arasında 2 yıl kadar süren müzakerelerin ardından dev İmuraren madeninin işletmesi için hükümetle anlaşma imzaladı. Grup yaklaşık 40 yıldır bu ülkede bulunuyor ve uranyumun yarısından fazlasını bu şirket çıkarıyor.
Nijer'de uranyum bulunduğu 50 yıl önce, henüz bir Fransız sömürgesiyken ortaya çıkmıştı. İlk madenler de Areva'nın atası olan Cogema şirketi tarafından 1960'larda işletilmeye başlanmıştı
Dünya Bankası verilerine göre kişi başına geliri 330 dolar olan ülkede nüfusun yüzde 60'ı yoksulluk eşiğinin altında yaşıyor. Ülkede 1972-1973 ve 1984-1985'te açlık felaketi yaşanmıştı.
-Silahlı Kuvvetler: 5 bin 300 asker, 5 bin 400 milis.
-MAMADU TANDJA-
AFP'nin haberine göre, gölgesi yaklaşık 35 yıldır siyaset sahnesinde dolaşan Tandja'nın bugünkü karmaşa ortamında direnişçilerin elinde olduğu sanılıyor.
Her zaman taktığı koyu kırmızı geleneksel beresiyle tanınan Tandja'nın aslında Aralık 2009'da siyasetten çekilmesi bekleniyordu, ancak muhalefetin protestosuna rağmen yeni anayasayla devlet başkanlarına getirilen görev kısıtlamasını kaldırdı ve en az 3 yıl daha iktidarda kalmayı garantiledi.
1938'de Nijerya ile Çad sınırı yakınlarındaki Diffa'da dünyaya gelen Tandja, Mali ve Madagaskar'da askeri eğitim aldı ve birçok garnizona komutanlık etti.
Adı ilk kez 1974'te, bağımsız Nijer'in ilk Devlet Başkanı Diori Hamani'nin General Kountche tarafından devrildiği darbeyle duyurdu. Kountche ile birlikte iktidarın ''tadına varmaya'' başlayan Tandja, birçok devlet kademesinde görev yaptı, 1990 ile 1991'de de İçişleri Bakanı olarak görev aldı. Bakanlığı döneminde de adı, 63 kişinin öldüğü bir Touareg ayaklanmasının kanlı biçimde bastırılmasında unutulmayacaktı. Bu olayın ardından 4 yıl sürecek (1991-1995) Touareg ayaklanması başlayacaktı.
Touareg meselesi, Tandja'nın başkanlığı döneminde de karşısına çıktı. Ama eski bir asker olan Tandja için ''çetecilerle masaya oturmak'' mümkün değildi, Parlamento dahil herkes onu buna ikna etmeye boşuna çabaladı.
Bir gözlemci onun hakkında şunları söylüyor:
''Ortada bir Tandja gizemi var. Ülke 10 yıldır barış içinde, ekonomi yeniden rayına girdi, eski sömürgeci güç Fransa ile ilişkileri iyi, görevini yerine getirdiği hissiyle iktidarı bırakıp, diğer Afrikalı devlet başkanları gibi 'Afrika'nın bilgeleri' kategorisine girebilir...''
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner kimdir?
Gizli tanık, Cihaner'in "İstediklerini yapmadığı takdirde başına geleceklerle" ilgili tehdit edip "Bu işten ölünce çıkarsın" dediğini anlattı
Albay Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı'nı uygulama için pilot bölge seçildiği iddia edilen Erzincan'da cemaat evlerine silah yerleştirmeden, 800 bin TL'lik rüşvetlere, sahte mühürlü mektupla soruşturma başlatılmasından, ölümle tehdit etmeye kadar çarpıcı iddialar vardı. Cunta tarafından yurtlara ve okullara silah yerleştirmekle görevlendirilen gizli tanıklar; olayları yer, zaman ve kişi göstererek detaylı biçimde anlattı. Olayların merkezinde Erzincan Savcısı İlhan Cihaner vardı. Cemaatlere yönelik komplolar ile ilgili Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısına ifade veren Gizli Tanık Erzincan'ın iddialarından satır başları şöyle:
JANDARMA KERİM 800 BİN TL TEKLİF ETTİ
• Jandarma istihbarattan Kerim olarak tanıdığım kişi, bana görüşmelerde özellikle Gülen cemaatine ait kolejde kalmam ve bana verecekleri her türlü işi yapmam için baskı yapıldı.
• Bana verdikleri işleri yapmayacağımı söyleyince Kerim bir tane çek çıkardı. Üzerinde özel bir banka adı yazan çeki sallayarak 'Bu ne' dedi. Devamla bu çekin üzerinde "800 milyar yazıyor, biz senin ve ailenin ne kadar yardıma muhtaç olduğunu biliyoruz. Parayı sevdiğini biliyoruz, söylediklerimizi yaparsan bu çek senin olabilir" dedi.
ÇANTALARINA SİLAH VE BELGE KOY
• Nurcu Kurdoğlu Cemaati evinde beraber kaldığım Yüzbaşı Yıldırım'ın çantasına silah ve illegal olan kitap ve doküman koymamı veya evdeki kendi odasında bulunan kitaplığına suç unsuru taşıyan dokümanlar koymamı istediler. (…) bu kişi ile başa çıkabilmek için çantasına ya da odasına mutlaka verecekleri silahı ve illegal belgeleri koymamı söylediler, ayrıca odasına kamera yerleştirmemi söylemişti. Ancak ben kabul etmedim.
• Daha doğrusu bana bunları yapmak için süre verdiler. Ancak ben verecekleri işi yapamadığımı bunun için de kabul etmediğimi söyledim.
'SAVCI HÜSEYİN' DİYE TANIŞTIRILDIM
• Akşam saat 21.00 sıralarında tekrar aynı yerde buluştuk. Yine aynı araç idi, camları perdeliydi, ben arka sağ koltuğa oturdum, az sonra arkadan bir araç yaklaştı. Siyah renkli bir araçtı, kırmızı kravatlı, beyaz gömlekli, koyu renkli takım elbiseli birisi arabaya bindi. (…) (Arabaya binen) Oradaki savcı geriye dönerek, elini uzattı ve 'Ben Hüseyin' dedi. Ben de kendimi tanıttım. Bana ailemle ilgili konuşmalar yaptı. (…) 'Abilerle abi kardeş gibi olmuşsunuz' dedi.
BU İŞTEN ANCAK MEZARDA ÇIKABİLİRSİN
• Savcı bana 'Sen niye abilerini dinlemiyorsun, dediklerini niye yapmıyorsun, ailen var, enişten var, kardeşlerin memur, yaptığın hata onların hepsinin hayatına malolabilir, bu işin içerisine giren herkes mezara kadar bizimle gelir, önemli olan senin deşifre olmaman, seni emniyet de biz de tanıyoruz, bizimle görüştüğünü kimsenin bilmemesi lazım, cemaatte gelişmeler nasıl, kaldığın yerde askerler var mı?' dedi.
• …Haberlerde 'Erzincan'da cemaate darbe planı' şeklinde haber sunulmaya başlayınca dikkat kesildim. Televizyona döndüm. Televizyonda Erzincan Başsavcısının törende bayrağın yanında ayakta duran görüntüsünü görünce irkildim. (…) 'Savcı Hüseyin' diye tanıtan kel kafalı savcının haberlerde görüntüsü olan Erzincan Başsavcısı olarak gördüğüm kişinin olduğunu anladım.
BİZ DE ÖLÜRÜZ AİLENİ DE ÖLDÜRÜRÜZ
• Gerek Kerem isimli jandarma istihbarat görevlisi ile yaptığım görüşmede Kerim tarafından ve gerekse bana tanıştırılan savcı beni 'Şayet sana verdiğimiz görevler silah konulması, illegal eşyalar konulması ile ilgili olarak bize en ufak bir şekilde ucu dokunursa senin bütün sülaleni bitiririz yok ederiz, gerekirse biz de ölürüz ama senin sülalelini bitirdikten sonra ölürüz' diyerek Kerim ve savcı ayrı ayrı zamanlarda beni tehdit ettiler.
BURANIN REİSİ SALDIRAY BERK'TİR
• Yaz tatiline gitmeden önce yapmış olduğum görüşmede bana 'Merkez Komutanlığındaki kişilerle seni tanıştıracağız, onlarla görüşeceksin, belki bizden çıkıp onlara geçebilirsin, senin önünden geçip de selam bile veremeyeceğim kişinin buranın reisi Saldıray Berk' olduğunu, bunu tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben de beni başsavcıyla görüştürdükleri için bu kişinin de Ağır Ceza Reisi olabileceğini düşündüm.
Cezaevindeki ilk başsavcı
Erzincan Başsavcısı Cihaner 'terör örgütü üyeliği' ile 'tehdit ve iftira' suçlarından tutuklanarak cezaevine konuldu. Cihaner'e birbirinden ilginç sorular yöneltildi
Önceki gün makam odası ve evindeki aramaların ardından gözaltına alınarak Erzurum'a götürülen Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Savcı Osman Şanal tarafından yaklaşık 7 saat sorgulandıktan sonra gönderildiği Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuklandı. ''Ergenekon terör örgütü üyesi olmak'', ''görevi kötüye kullanmak'', ''tehdit ve iftira'' suçlarından tutuklanan Başsavcı Cihaner, cezavine konuldu.
ALBAY ÇİÇEK'LE İLGİLİ 10 SORU
Yaklaşık 6.5 saat süren sorguda Savcı Osman Şanal'ın, Başsavcı Cihaner'e Demokrasiye Müdahale Eylem Planı'nda imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'le ilgili 10 sorunun yöneltildiği iddia edildi. Savcı Şanal'ın "Albay Dursun Çiçek'i tanıyor musunuz? Daha önce buluştunuz mu? İrtica İle Mücadele Eylem Planı'nı gördünüz mü" sorusuna Cihaner'in "Albay Çiçek'i tanımıyorum. Kendisiyle karşılaşmadım. Telefonda bile görüşmedim" şeklinde cevap verdiği öğrenildi.
Savcı Şanal'ın, Cihaner'e İsmailağa cemaati soruşturmasını Adalet Bakanlığı'ndan 2 yıl neden gizlediğini ve yasa dışı telefon dinleme yaptırıp yaptırmadığı da sordu. Savcılığın "Cemaat evlerine silah bırakılması hakkında bir çalışmanız oldu mu?" sorusuna Cihaner'in "Kesinlikle mümkün değil. Ben zaten silahsız bir yapılanma olduğu için bu soruşturmayı aldım. Siz silahlı olduğunu iddia ederek bu soruşturmayı benden aldınız" şeklinde cevap verdiği öğrenildi.
GİZLİ TANIĞI ÖLÜMLE TEHDİT
Soruşturma kapsamında gizli tanık olarak ifade veren kişilerle ilişkileri de sorulan Cihaner'e "Gizli Tanık Erzincan'ı cemaat evlerine silah konulması konusunda (bize en ufak bir şekilde ucu dokunursa senin bütün sülaleni bitiririz yok ederiz) diye tehdit ettiniz mi?" sorusunun da yöneltildiği, Cihaner'in "Bu insanları tanımıyorum" dediği ifade edildi. Savcı Osman Şanal'ın, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in malvarlığıyla ile ilgili başlattığı soruşturma kapsamında, anaokuluna giden 5 yaşındaki kızı Sıla Cihaner'in de malvarlığını araştırdığı iddia edildi.
Evinin bodrumundan dava dosyaları çıktı
Başsavcı İlhan Cihaner'in evinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Cihaner'in eşi Muhteber Cihaner ve avukatı Hamit Sekman nezaretinde yapılan aramada 3 cep telefonu, sim kartlar, flaş bellekler, dizüstü bilgisayar, yaklaşık 700 CD, bol miktarda evrak ve aracında da çeşitli CD'lere el konuldu. Cihaner, konutunun iki bölmeli bodrum katının bir bölümünü çalışma odası, diğerini ise depo olarak kullanıyor. Bu depora çok sayıda tutanak, resmi belge ve soruşturma dosyası bulunarak el konuldu.
Tahliye talebi oybirliğiyle reddedildi
İlhan Cihaner'in avukatı Hamit Sekman, dün sabah saatlerinde "Perşembe günü tutukluluğa itiraz edeceğim" dedi. HSYK'nın yargı darbesinin ardından hemen harekete geçen Avukat Sekman, müvekkilinin tutuklanmasına ilişkin mahkemeye itiraz dilekçesi verdi. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı oy birliğiyle reddetti. Cihaner'in avukatlarından Baki Uzun, "Özel savcının yetkilerinin HSYK tarafından kaldırıldığını, bu nedenle bundan sonra, en azından herhangi bir inceleme yetkisi olmadığını söyleyip, "Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'ndan tedbir talep ettik. Çünkü kendisi incelemeleri yapmak, dün el konulan evrakları incelemek istemektedir'' dedi. Mahkemenin, bu taleplerini de reddettiğini ifade eden avukat Baki Uzun, ''(Henüz savcı Şanal'a yapılmış bir tebligat olmadığından dolayı, savcının yetkisini kaldırıp kaldırmadığı mahkememiz tarafından henüz bilinmemektedir) diye itirazımız reddedilmiştir'' dedi.
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
1997′de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak, atılma öncesi tabur komutanının kendisini "Seni bir yıldır takip ettiriyorum.
1997′de yeni yüzbaşı olmuşken YAŞ kararıyla ordudan atılan Budak, atılma öncesi tabur komutanının kendisini "Seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü astların arasında ayrım yapmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var; ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın" diye uyardığını anlattı.
"BAŞÖRTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİNE TERS"
"Yüzbaşı oluyordum. Rütbe törenine eşimle gelmem istendi. Tesettürlü almadıkları için götürmedim ve savunmamda o şekilde ifade ettim. 'Başörtüsü Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı, çağdaş yaşama ters, subay eşine yakışmaz' diye bir yazı verip, daha sonra ihraç ettiler." Ya eşin başını açacak, ya ordudan atılacaksın NAMAZ kıldığı ve eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle yüzbaşılık rütbesindeyken Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden (TSK) atılan Niyazi Budak, Yeni Asya'ya konuştu. İnancı sebebiyle yaşadığı haksızlıkları gözler önüne seren Budak, YAŞ kararlarının yargıya açılmasıyla mağduriyetlerin son bulacağına olan ümidini dile getirdi. Hangi tarihteki YAŞ kararı ile ordudan ayrıldınız? 1997 Aralık Şurası'nda. Yani 28 Şubat sürecinin olanca hızıyla devam ettiği zamanlar. Size isnad edilen suç ve suçlar nelerdi? YAŞ kararı bana tebliğ edilirken, disiplinsizlik olarak tebliğ edildi. Tabiî ki disiplinsizliğin altında yatan neden, namaz kılmam ve eşimin başörtülü olmasıydı. Namaz kılmanız ve eşinizin başörtüsüyle ilgili yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz? Bu konuda size yapılan bir tebligat var mı? Ben, 1994-96 yıllarında Hakkâri'de görev yaparken, bölgenin ve görevimin hassasiyetinden dolayı bu konuda fazla sıkıntı çekmedim. Ama orada bile eşimin karşılaştığı bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim: Hakkâri'de jandarma lojmanlarında oturuyorum. Lojmanlar orduevi ile komşu. Eşim birgün lojmana gelirken kestirme olsun diye orduevinin bahçesinden geçmek istiyor. Nizamiyedeki asker eşim başörtülü diye onu içeriye sokmuyor. Tabiî ben de o esnada dağlarda terörist peşinde koşuyorum. Bizim esas sıkıntımız, tayinimizin Ağustos 1996 tarihinde İzmir'e çıkmasıyla başladı. İzmir Ege Ordu'da göreve başladıktan sonra Tabur Komutanı namaz kıldığımı öğrendi. Bana mescide gidemeyeceğimi şifaî olarak tebliğ etti. Ben de Hakkâri'den yeni geldiğimi, orada birçok şehidim ve yaralım olduğunu, dolayısıyla namaza gerçekten ihtiyacım olduğunu söyledim. Herkesin öğle tatili olmasına rağmen bana sadece 15 dakika müsaade edeceğini söyledi. Fakat bu müsaadesi de bir hafta sürdü ve ayrıca ''odanda, depoda, kademede, kalorifer dairesinde veya herhangi bir yerde namaz kılmayacaksın'' dedi. "Peki nerde kılayım komutanım "sorusuna da, akşam olunca evinde kılarsın deyip kestirip attı. Ben odamda—çok şükür —namaz kılmaya devam ettim. Belki namaz kılmamı kimse görmüyor diye bu konuyu böyle kapattık. Başörtüsü meselesine gelince; bu da uzun bir süreç ama ben kısaca anlatmaya çalışacağım. Başörtüsü ile ilgili de sıralı komutanlardan çeşitli ikazlar aldım. Ben de eşimin başörtüsünün tamamen bizim inancımızdan kaynaklandığını ve maksadımızın Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu izah etmeye çalıştımsa da nafile tabii ki. Yaklaşık bir yıl sonra bu tür sıkıntılardevam ederken, Tabur Komutanın tayini çıktı ve gitmeden önce beni odasına çağırarak şöyle dedi: ''Bak Niyazi, ben seni bir yıldır takip ettiriyorum. Eşinin başörtüsünü, Allah rızası için taktığına ben inandım. Çünkü, astların arasında ayrım yapmadın, onlara dinî propagandada bulunmadın, işini düzgün yaptın. Ama yukarıdan kesin emir var. Ya eşin başını açacak ya da ordudan atılacaksın.'' Ben de kararımızın kesin olduğunu ve gerekli işlemleri yapabileceğini söylemekle yetindim. O yıl yani 30 Ağustos 1997'de yüzbaşı oluyordum. Yeni tabur komutanı gelmişti. O da rütbe törenine eşli gelmem konusunda emir yazmıştı. Tabiî ki tören alanına tesettürlü kimseyi almadıkları için eşimi getirmem mümkün değildi. Bunun için de yani eşimi rütbe törenine getirmediğimden dolayı bir yazılı savunma verdiler. Ben de eşimin tören alanına gelse bile kıyafetinden dolayı oraya alınmayacağı için gelmesinin anlamsız olduğunu yazdım. Bunun cevabı olarak da işte başörtüsünün Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olduğu, çağdaş yaşama ters düştüğü, bir subayın eşine yakışmadığı ve irticanın sembolü olduğunu içeren bir yazı verdiler. Bu son ikaz gibi bir şeydi ve çok geçmeden de gereğini yaptılar. Bu süreçte görev esnasında herhangi bir ceza aldınız mı? Hayır. Subaylık hayatım boyunca kesinlikle ceza almadım. Hatta namaz ve başörtüsü sıkıntıları devam ederken bile takdir yazıları almaya devam ettim. Fakat bunların çok anlamı olmayacağını düşündüğümden ayrıntıya girmiyorum.
"SUÇSUZUM, AMA HAKKIMI ARAYAMIYORUM"
Ordudan ayrıldıktan sonra hakkınızı aramadınız mı? Tabiî ki işin en acı yönü de o. "Suçlusunuz!" diyorlar ama bir hukuk devletinde mahkeme önüne çıkıp kendinizi savunamıyorsunuz. Anayasanın 125. maddesinin 2. fıkrasına göre YAŞ kararları yargı denetimi dışında biliyorsunuz. Kanunlarda namaz kılmak veya başörtüsü takmak (hem de eşinize ait) gibi bir suç olamayacağına göre ben kendimi suçlu görmüyorum, ama şu anda hakkımı arayabileceğim bir merci de yok ne yazık ki. Ordudan ayrıldıktan sonra çevrenizden nasıl tepkiler aldınız? Bunu çevremize anlatmaktan gerçekten çok zorlandık. Çünkü ordumuz, Peygamber ocağıydı, askerlik Peygamber mesleğiydi. Nasıl olur da insanlar inançlarından dolayı ordudan atılabilirdi? İşte, çevrem bunu anlamakta gerçekten zorlandı. Ama beni tanıdıkları için de çok fazla bir şey diyemediler belki. Ben işin iç yüzünü bildiğim için rahattım, ama ailem için bunu çevreye izah etmek çok daha güçtü. Zannediyorum esas sıkıntıyı onlar çekti ve çekmeye de devam ediyorlar.
ORDU, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI DUYMALI
Söylemek istediğiniz son bir şey var mı? Ben ordudan irticai sebeplerden dolayı atılan insanların büyük çoğunluğunun, dinî vecibelerini yerine getirmek istemelerinden başka bir taleplerinin olmadığına inanıyorum. Eğer YAŞ kararları yargıya açılırsa bu durumun çok net bir şekilde ortaya çıkacağından eminim. Ordumuzun da bir an önce bu durumu görüp, bu tür insanlardan korkmak yerine en temel insan hakkı olan inanç özgürlüğüne saygı duymasını talep ediyorum. Hatta bir askerin en önemli silâhının, sağlam bir inanca sahip olması olduğunu düşünüyorum. Tarih boyunca kazanılan savaşların en önemli etkenlerinden biri de ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum inancıydı. Gelecek günlerin ordumuz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Kaynak:Yeniasya
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Günümüzde de adaletin sembolü terazidir.Türkiye'de Terazinin topuzunu ellerinde tutanlar teraziye istediği şekilde müdahale etmektedirler. Bundan dolayıdır ki bu güzel ülkemizde hak ve adalet zayi olmaktadır.
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Ordunun, medyanın, yüksek mahkemelerin ve dev anası sivil olmayan toplum kuruluşlarının el ele vererek gerçekleştirdiği dünyanın en ahlaksız post-modern darbesi 28 Şubat’ın yıl dönümünde;
28 Şubat bin yıl sürecek diyenlere
Bin yıl sürmesi için toprak altında vatandaşına atılmak üzere bomba saklayanlara
Bin yıl sürmesi için alçakça eylem planları hazırlayanlara
Bin yıl sürmesi için kalan son hukuk kırıntılarını da hiçe sayıp yargı darbesi yapanlara
Bin yıl sürmesi için çocukların üniversite puanlarına göz dikenlere
28 Şubat’ın bin yıl sürmeyeceğini söyleme zamanı geldi!
Pardon ama artık sizin bu saçmalıklarınızı çekemeyeceğiz.
Erken Final: BİN YILIN SONU
28 Şubat 2010 Pazar - 15.00
Taksim Tünel’den Taksim Meydan’a
70 Milyon Adım Koalisyonu
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Ergenekon davası sürecinde, dikkatimizi çeken ilginç bir durum var. Bu, kimsenin dikkatini çekmediği gibi, üzerinde hiç durulmuyor. Sadece 28 Şubat sürecinde rol alan birkaç figüran üzerinde duruldu. Onlar da o kadar önemli değil.
Zaten o rol sahiplerinin bugün hiçbir anlamı da yok. Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Müslim Gündüz vs.
HSYK'nın Erzurum savcılarına yönelik operasyonuna destek veren CHP ile Erzincan soruşturması arasında ilginç bağlantılar ortaya çıktı. İrtibatı CHP'nin 25 Aralık 2009 tarihli 'Erzincan Raporu' deşifre etti. Rapora göre, 'gizli' yürütülen soruşturmaya ait bilgiler, CHP lideri Deniz Baykal'a ulaştırıldı. Soruşturma kapsamında yapılan telefon dinleme CD'leri de bu belgeler arasında bulunuyor. Dinleme kayıtları, raporun eklerinde çıktı. HSYK kararının izleri de raporda mevcut. Sonuç bölümünde HSYK'ya açıkça, Erzurum'daki savcılarla ilgili işlem çağrısı yapılıyor: "Özel yetkili savcıların yasal durumu ve yetkilerinin sınırları gözden geçirilmelidir."
Rapor, Erzincan'daki gizli tanıklarla otel odasında görüştüğü iddiaları dün gündeme gelen CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin tarafından hazırlandı. Ersin, "Herkesin, ayağını denk alması lazım" uyarısıyla dikkat çekmişti. CHP, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner hakkındaki soruşturmaya başından beri müdahil oldu. Ahmet Ersin ve beraberindeki partililer, aylar önce bizzat Erzincan'a giderek konuyla ilgili çalışma yaptı. Başsavcının yanı sıra soruşturma kapsamında tutuklanan MİT ve jandarma personeli ile görüştü. CHP il başkanı ve Erzincan ADD başkanı, görüşülen isimler arasında yer aldı. Ardından, gazetecilere açıklamalarda bulundu. Gizli olmasına rağmen soruşturmayla ilgili bazı bilgileri, ifade aşamasında savcıların sanıklara yönelttiği soruları kamuoyuna açıkladı.
Daha sonra izlenimlerini raporlaştıran Ahmet Ersin, bunu partisine sundu. Parti Meclisi'nde onaylanan rapor, Merkez Yönetim Kurulu'nun 5 Şubat 2010 tarihli çalışma raporuna girdi ve bu şekilde CHP'nin internet sitesine konuldu. Söz konusu 'Erzincan Raporu', halen tutuklu bulunan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in bakış açısını yansıtıyor.
20 İLDE OPERASYON YAPILACAKTI
Raporda, Erzincan'da başlayan soruşturmanın, telefon tespitleri sonucu 20 şehre yaygınlaştığı bilgisi veriliyor. Erzincan MİT Bölge Müdürlüğü'ndeki aramalardan 'kuşatma' olarak bahsediliyor. Gözaltılar da hukuksuz bulunuyor. Raporun sonuç bölümünde ise "Ekte sunduğum telefon dinleme CD'sinin de incelenmesinde görüleceği gibi Erzincan'daki soruşturma bazı politikacılarla işadamlarını da kapsayarak, 20 ile yayılmıştır. Başsavcının söylediğine göre, bu 20 ilde operasyon yapma hazırlığındayken, dosya uyduruk bir dilekçe bahane edilerek elinden alınmıştır." deniliyor.
CD, CHP'YE NASIL ULAŞTI?
Rapordaki 'CD' vurgusu, gizlilik kuralına rağmen soruşturma dosyasındaki belgelerin CHP'nin eline geçtiğini gösteriyor. Rapordaki şu ifadeler, teknik takip kayıtlarının sızdırıldığına ilişkin fikir veriyor: "Bu arada telefon dinlemelerine Yeni Şafak Gazetesi sahibi Ahmet Albayrak (ayrıca da dinlenmiştir), İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve eski Bakan Osman Pepe de takılmıştır. (Telefon tespitleri CD olarak ekte arz edilmiştir)."
CHP Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu da bu soruşturma çerçevesinde bir 'gizli belge' yüzünden zor durumda kalmıştı. Kılıçdaroğlu, Erzurum savcısının arama kararını adeta 'hamiline' çıkarttığına ilişkin bir iddia ortaya atmıştı. Yani, önce kimi yerleri boş bir arama kararı çıkardığını, sonra da sırası geldikçe bu boşluklara çeşitli isimler yazarak arama yaptığını iddia etmişti. İddia çürütülürken, belgenin nezaketen Merkez Komutanlığı'na gönderilen yazı olduğu anlaşılmıştı. Yazının, Merkez Komutanlığı'ndan Kılıçdaroğlu'na sızdırıldığı öne sürülmüştü.
CHP raporunda, ilginç bir ayrıntı daha dikkat çekiyor. Buna göre, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Erzincan'da bir üniversite öğrencisini istihbarat amaçlı kullanmış. Rapordaki ifadeler şöyle: "Anlatılanlara göre üniversite öğrencisi olan gizli tanık, Erzincan MİT Başkanlığı'nın internet sitesine yazdığı e-mail ile mensubu olduğu .....tarikatının Hizbullahçı olduğunu, gerek bu tarikat ve gerekse üniversitedeki yapılanmalarla ilgili MİT'le çalışmak istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine MİT Başkanlığı tarafından, Erzincan Bölge Müdürlüğü'ne bu kişiyle temasa geçilmesi talimatı verilmiş ve bu talimat üzerine Mayıs 2009 ayından itibaren kişiden bazı bilgiler alınmıştır. Ancak verdiği bilgilerin tutarsızlığı nedeniyle ekim ayında ilişki kesilmiştir. Şimdi bu kişinin, MİT aleyhine gizli tanık olduğu ileri sürülmektedir. Muhtemelen ilişkinin kesilmesi üzerine savcılığa gitmiş veya hem MİT'le hem emniyetle ikili çalışmıştır."
'CHP'li Ersin gizli tanıklarla görüştü' iddiası
CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, Ergenekon'dan tutuklanan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner soruşturmasında gizli tanıklık yapan üç isimle Erzincan Eriza Otel'de görüştüğü iddia edildi. Fakat Ersin bu iddiayı reddetti. Ersin, Erzincan Başsavcısı Cihaner'in tutuklanması üzerine bölgeye gitmişti. Gizli tanık Munzur'un (S.Z.) kayıp olduğu ve hayatından endişe edildiği yönünde ihbarlar medyaya yansımıştı. Erzincan Emniyet Müdürlüğü'nü arayan ve kendisini S.Z.'nin yakın akrabası olarak tanıtan bir kişi, asker tıraşlı kişilerin gizli tanığı iteleyerek bir pastaneye soktuğunu anlattı. Şu anda Munzur'un nerede olduğunu bilmediğini aktaran ihbarcı, akrabasının hayatının tehlikede olduğunu söyledi. KAZIM CANLAN ANKARA, ERZİNCAN CİHAN
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Medyanın “muhalefeti” hiçbir zaman “sivil iktidara” muhalefetten, “sisteme muhalefete” geçmemişti.
İnanılmaz bir el çabukluğuyla “en önemli” muhalefetin “sivillere” karşı yapılacağına, “devlet görevlilerinin iktidarını” pekiştiren bu “sisteme” muhalefetin “ihanet” sayılacağına insanları inandırmaya soyunmuşlardı.
Bu koruma zırhının içinde çok suç işlendi.
Hukuk defalarca çiğnendi.
Ordu canı istediği zaman darbe yapabildi, darbe hazırlıklarını kesintisiz sürdürdü.
Bağımsız yargı, “ordunun darbelerini ve muhtıralarını” hep destekledi.
Yüksek Yargının üyeleri, 28 Şubat döneminde Genelkurmay’da verilen “brifinglere” hiç tedirginlik duymadan koştu.
27 Nisan muhtırasına karşını sesini çıkartan tek bir Yüksek Yargı üyesi olmadı.
CHP ve lideri Deniz Baykal da sadece “sivil iktidarları” eleştirdiler.
Asker cumhurbaşkanlarına karşı saygıda kusur etmeyen Baykal, Çankaya’ya çıkan her “sivile” düşman oldu.
“İlericilik, çağdaşlık, modernlik” hatta “solculuk”, orduyu ve darbeleri desteklemek, halkı alabildiğine küçümsemek, halkın iradesini hiçe saymak demekti onlara göre.
Medya da bu anlayışı alabildiğine pompaladı.
Onyedi bin faili meçhulün olduğu ülkede katiller yargılanmadan dolaşabildi.
Üç bin köy, medyanın sessiz bakışları arasında yakıldı bu ülkede.
Bankalar talan edildi.
Medya patronları zenginleştirildi.
“Ordu, yargı, bürokrasi” iktidarına karşı “halkın iradesini” temsil eden sivil iktidarın haklarını savunmak “gericilikti, tutuculuktu, aşağılık bir işti” çünkü onların kafasında halk “gerici, tutucu, zavallı” bir cahil sürüsüydü.
En doğrusunu “paşalar” bilirdi, paşaların karşısında yerlerde sürünenler, yaltaklananlar, sivil iktidarlara efelenerek “yiğitliklerini” kanıtlarlardı.
Bugün de aynı oyunu sergilemeye çalışıyorlar.
Bu korkunç ve kanlı sisteme karşı çıkmayı, “sivil iktidarı” desteklemek olarak gösteriyorlar, halkın yarısının oyunu alan bir partinin “iktidar” olamayacağını söylüyorlar.
Sivil bir iktidara “muhalefet”, ancak ona karşı “sivil” bir inisiyatifi desteklediğinizde “haysiyetli” bir iştir.
Sivil iktidara karşı “askerî bir iktidarı” desteklemek, silahların gölgesine sığınmak, olabilecek en aşağılık ve alçakça bir iştir.
Kendi halkını satmaktır.
İnsanların iradesini hiçe saymaktır.
Bir sivil iktidar kötüyse, onu seçimde değiştirirsiniz.
Askeri ya da yargıcı iktidardan nasıl indireceksiniz.
Bugün, Ergenekon terör örgütüyle ilişkisi olduğu iddia edilen bir başsavcıyla, Üçüncü Ordu Komutanı’nı korumak için verilen “hukuk dışı” savaşa bir baksanıza.
HSYK, yasaları ve hukuku çiğnediğinde bile ona söz söyleyebilecek bir güç yok bu sistemin içinde.
Daha doğrusu tek bir güç var, o da asker; askerin dediğini yapıyorlar, bunu da zaten onlara istediğini yaptıran paşa açıkça söylüyor.
Bugünkü keskin mücadele, eski ve “hukuk dışı” bir yapıyla, yeni ve demokratik bir yapı kurulmasını isteyenler arasında sürüyor.
Seksen yıllık cumhuriyet boyunca alttan alta hep süren bu mücadeleyi bugün fevkalade anlamlı kılan ise bizzat askerin, yargının ve bürokrasinin içinde bu “sisteme” karşı çıkan birilerinin varlığını göstermesiyle, dünyayla ticaret bağları kuran Anadolu’nun artık “kulluğa” razı olmaması.
Bu eski ve hukuksuz sistem yıkılacak.
Hukukun bizzat “yüksek yargı” üyeleri tarafından çiğnenmesi, yasalara aldırılmaması aslında bu “yenilginin” en parlak göstergesi.
Genç ve bilinçli hukukçuların ortaya çıkmaları, eski dönem hukukçularını ekranlarda bilgileri ve zekâlarıyla perişan etmeleri, hukukun özünü ve gereklerini anlatmaları da değişimi gösteriyor bize.
Yeni bir Türkiye kuruluyor.
Zamanın ruhu bize bunu yapmamızı emrediyor, hiç kimse zamana karşı direnemez.
Büyük bir dönüşümün, yenilenmenin, tazelenmenin tanıklarıyız.
Bunun güvenini ve tadını hissedin.
Tarih, böylesine keskin bir dönüşümün tanıklığını öyle herkese bağışlamıyor.
AHMET ALTAN
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Medyanın “muhalefeti” hiçbir zaman “sivil iktidara” muhalefetten, “sisteme muhalefete” geçmemişti.
İnanılmaz bir el çabukluğuyla “en önemli” muhalefetin “sivillere” karşı yapılacağına, “devlet görevlilerinin iktidarını” pekiştiren bu “sisteme” muhalefetin “ihanet” sayılacağına insanları inandırmaya soyunmuşlardı.
Bu koruma zırhının içinde çok suç işlendi.
Hukuk defalarca çiğnendi.
Ordu canı istediği zaman darbe yapabildi, darbe hazırlıklarını kesintisiz sürdürdü.
Bağımsız yargı, “ordunun darbelerini ve muhtıralarını” hep destekledi.
Yüksek Yargının üyeleri, 28 Şubat döneminde Genelkurmay’da verilen “brifinglere” hiç tedirginlik duymadan koştu.
27 Nisan muhtırasına karşını sesini çıkartan tek bir Yüksek Yargı üyesi olmadı.
CHP ve lideri Deniz Baykal da sadece “sivil iktidarları” eleştirdiler.
Asker cumhurbaşkanlarına karşı saygıda kusur etmeyen Baykal, Çankaya’ya çıkan her “sivile” düşman oldu.
“İlericilik, çağdaşlık, modernlik” hatta “solculuk”, orduyu ve darbeleri desteklemek, halkı alabildiğine küçümsemek, halkın iradesini hiçe saymak demekti onlara göre.
Medya da bu anlayışı alabildiğine pompaladı.
Onyedi bin faili meçhulün olduğu ülkede katiller yargılanmadan dolaşabildi.
Üç bin köy, medyanın sessiz bakışları arasında yakıldı bu ülkede.
Bankalar talan edildi.
Medya patronları zenginleştirildi.
“Ordu, yargı, bürokrasi” iktidarına karşı “halkın iradesini” temsil eden sivil iktidarın haklarını savunmak “gericilikti, tutuculuktu, aşağılık bir işti” çünkü onların kafasında halk “gerici, tutucu, zavallı” bir cahil sürüsüydü.
En doğrusunu “paşalar” bilirdi, paşaların karşısında yerlerde sürünenler, yaltaklananlar, sivil iktidarlara efelenerek “yiğitliklerini” kanıtlarlardı.
Bugün de aynı oyunu sergilemeye çalışıyorlar.
Bu korkunç ve kanlı sisteme karşı çıkmayı, “sivil iktidarı” desteklemek olarak gösteriyorlar, halkın yarısının oyunu alan bir partinin “iktidar” olamayacağını söylüyorlar.
Sivil bir iktidara “muhalefet”, ancak ona karşı “sivil” bir inisiyatifi desteklediğinizde “haysiyetli” bir iştir.
Sivil iktidara karşı “askerî bir iktidarı” desteklemek, silahların gölgesine sığınmak, olabilecek en aşağılık ve alçakça bir iştir.
Kendi halkını satmaktır.
İnsanların iradesini hiçe saymaktır.
Bir sivil iktidar kötüyse, onu seçimde değiştirirsiniz.
Askeri ya da yargıcı iktidardan nasıl indireceksiniz.
Bugün, Ergenekon terör örgütüyle ilişkisi olduğu iddia edilen bir başsavcıyla, Üçüncü Ordu Komutanı’nı korumak için verilen “hukuk dışı” savaşa bir baksanıza.
HSYK, yasaları ve hukuku çiğnediğinde bile ona söz söyleyebilecek bir güç yok bu sistemin içinde.
Daha doğrusu tek bir güç var, o da asker; askerin dediğini yapıyorlar, bunu da zaten onlara istediğini yaptıran paşa açıkça söylüyor.
Bugünkü keskin mücadele, eski ve “hukuk dışı” bir yapıyla, yeni ve demokratik bir yapı kurulmasını isteyenler arasında sürüyor.
Seksen yıllık cumhuriyet boyunca alttan alta hep süren bu mücadeleyi bugün fevkalade anlamlı kılan ise bizzat askerin, yargının ve bürokrasinin içinde bu “sisteme” karşı çıkan birilerinin varlığını göstermesiyle, dünyayla ticaret bağları kuran Anadolu’nun artık “kulluğa” razı olmaması.
Bu eski ve hukuksuz sistem yıkılacak.
Hukukun bizzat “yüksek yargı” üyeleri tarafından çiğnenmesi, yasalara aldırılmaması aslında bu “yenilginin” en parlak göstergesi.
Genç ve bilinçli hukukçuların ortaya çıkmaları, eski dönem hukukçularını ekranlarda bilgileri ve zekâlarıyla perişan etmeleri, hukukun özünü ve gereklerini anlatmaları da değişimi gösteriyor bize.
Yeni bir Türkiye kuruluyor.
Zamanın ruhu bize bunu yapmamızı emrediyor, hiç kimse zamana karşı direnemez.
Büyük bir dönüşümün, yenilenmenin, tazelenmenin tanıklarıyız.
Bunun güvenini ve tadını hissedin.
Tarih, böylesine keskin bir dönüşümün tanıklığını öyle herkese bağışlamıyor.
AHMET ALTAN
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Soru: Size inanamıyorum. Modern, çağdaş bir Cumhuriyet kadınısınız. Eğer bugün adınız Elisabeth değil de Sivilay ise bunu Cumhuriyeti kuranlara borçlusunuz. Ağzınızda sakız gibi demokrasi deyip duruyorsunuz. Hitler de yüzde 47 ile gelmişti. Bu gidiş gidiş değil. Sonra ağlamak yok. (Gülben Yetişkin)
Cevap: Sevgili Gülben, önce bir yanlışınızı düzelteyim. Adımın Elisabeth değil de Sivilay olmasını, Sivil Savunma Uzmanı babam ile Kızılay Kan Merkezi’nde laborant olan anneme borçluyum.
Hitler’le ilgili bilgilerini aldığı oy oranından biraz daha ileriye götürelim mi, ne dersin? Örneğin Hitler’e göre Almanya’nın etrafı düşmanlarla çevriliydi. Bu sana tanıdık geldi mi? Devam edelim. “Alman’ın Alman’dan başka dostu yoktur.” Yine Adolf’un hamamda söylediği bir tekerlemeydi.
“Peki, Yahudiler (yani Almanya’nın yabancıları, gayr-i Hıristiyanları) milli Alman sermayesini ele geçiriyor, toprak satın alıyorlar. Bu nedenle hepsini ya yok etmeli ya da buralardan sürmeli, Aşkale’ye göndermeli” dersem Hitler’e mi yoksa İsmet İnönü’ye mi haksızlık etmiş olurum.
Bir dönem Cağaloğlu’nda Yunus Nazi, Nadir Nazi olarak da çağrılan Cumhuriyet gazetesinin sahipleri baba-oğul Nadi’lerin gazetelerine attıkları bir manşetle sözlerime son veriyorum: Atatürk'ü en iyi anlayan lider: Hitler Şimdi senin düştüğün bu duruma “selam verip, borçlu çıkmak” diyoruz.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Soru: Sayın Sivilay Abla, sizin gazetenizde Danıştay katili Alparslan Aslan’ın Ergenekon paşası Veli Küçük’le çekilmiş fotoğraflarını görmüştüm. Saldırganın cebinden Ulusal TV’ye ait basın kartı da çıkmıştı. Kızkardeşlerinin bu olaydan sonra başlarını örttükler ve özellikle bu kıyafetle mahkeme salonlarında boy gösterdikleri söyleniyor. Alparslan’ın hapishanedekilere “Yakında darbe olacak ve beni çıkaracaklar” dediğini de duymayan kalmadı. Son olarak da TRT Radyosu’nda istek türkü yapar gibi, “Tayyip Erdoğan’dan şeriat getirmesini reca ediyorum. Genelkurmay’da lütfen bu olaya karışmasın” naifliğinde şeriat istemesi gözümün önünden gitmiyor. Ancak mahkemenin gerekçeli kararında “Türban için yaptı” yazıyor. Şimdi hangisine inanmalıyız. İşin içinden çıkamadım. Yardım ederseniz çok sevinirim. (Ferhan Güzel)
Cevap: Hepimizin çok iyi bildiği gibi yargıyı etkilemeye çalışmak suçtur. Yargı mensuplarımızın da, adı üzerinde, ‘yargı’ları vardır. Bahsettiğiniz tüm bu deliller, raporlar, belgeler yargıyı daha doğrusu yargıları etkilemektedir. Yargıçlarımız bunun olmasına asla izin vermezler. Gördükleri, okudukları ve duyduklarına göre değil yargılarına göre karar verirler. Bildiğiniz gibi kendisi eski bir yargıç olan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, daha Alparslan Aslan yakalanmadan bu saldırının laikliğe ve Cumhuriyetin temel niteliklerine bir saldırı olduğunu ilan etmişti. Gördüğümüz gibi bu olayın üstünden daha iki saat geçmeden ‘yargı’lama tamamlanmıştı. Neden üç sene mahkemelerde zaman kaybedildi, ben de anlamış değilim. Milli servete yazık.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
www.habervaktim.com'un yayınladığı ŞOK ses kaydı türkiye gündemine bomba gibi düşerken başını Doğan grubunun çektiği malum medya tek bir yerden emir almış gibi haberi aynı başlıklarla manşetlerine taşıdı. ŞOK ses kaydındaki skandal konuşmaları görmezden gelen malum medya bir kez daha "pes yani" dedirtti.
AKŞAM GAZETESİ "Başbuğ'a illegal ses kaydı" başlığıyla haberi duyuran Akşam gazetesi, içeriği tamamen unutarak, "sızdıran subay mı, gizli servis mi?" diye sordu.
CUMHURİYET GAZETESİ Yerli Pravda Cumhuriyet de, "Başbuğ'u da dinlemişler" başlığıyla verdiği haberinde, ses kaydı ile ilgili bilgi vermek yerine Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamayı öne çıkardı.
GÜNEŞ GAZETESİ "Her şeyin zamanı var" başlığıyla haberi veren Güneş güzetesi, "MGK öncesi kaset bombası" ifadesi ile de ilginç bir şaşırtmaya imza attı.
HÜRRİYET GAZETESİ Kardelin irisi Hürriyet de, alınan emre uygun olarak "Komutanı kim dinledi?" başlığıyla duyurduğu haberinde, "MGK toplantısının hemen öncesine" dikkat çekti ve, "Sonunda bu da oldu, Başbuğ'a telekulak" ifadelerini kullandı.
MİLLİYET GAZETESİ Sayfasını karartarak haberi veren kartel gazetesi Milleyit de, "Başbuğ'a telekulak" başlığıyla verdiği haberinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamadaki "montaj" ifadesini ön plana çıkardı.
POSTA GAZETESİ Kartelin piknik gazetesi Posata ise, "Pes vallahi" manşetini kullanarak verdiği haberinde, "Ordunun en tepesindeki isim olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da yasadışı olarak dinlendiği ortaya çıktı" ifadelerini kullandı.
RADİKAL GAZETESİ Radikal da, Posta benzeri bir başlıkla, "Pes... Başbuğ da dinlenmiş" başlığıla manşetten verdiği haberinde, "Türkiye'de kocakulak skandallarına dün bir yenisi daha eklendi" ifadelerini kullandı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın "montaj"lı açıklamasını ön plana çıkardı.
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Emekli Albay Erdal Sarızeybek, siyasi iradenin ülkeyi kargaşaya sürüklediğini iddia ederek, tek çözüm ek kısa zamanda erken seçime gitmek olduğunu savundu. Sarızeybek, bunun için de halkın Tandoğan meydanına çıkıp 'Ey hükümet egemenlik benimdir, seni ben seçtim istemiyorum kardeşim in aşağı' demesi gerektiğini söyledi. Sarızeybek, Türkiye'yi düştüğü tehlikeden kurtarmak için üniversitelerdeki öğrencilerin ve öğrenci kulüplerinin birleşerek çözüm bulmaları gerektiğini dile getirdi.
Sarızeybek, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Atatürkçü Düşünce Kulübü'nce düzenlenen "Demokrasi ve Terör" konulu konferansta yaptığı konuşmada, bugünü kadar terörün bitirilememesinin sebebinin siyaset olduğunu ileri sürdü.
Terörle mücadele sarısında yaşadıklarını örneklerle anlatan Sarızeybek, Ergenekon davası ve hükümetin açılım projesini eleştirdi. Emekli Albay, bu süreçte komutanların terörist, teröristlerin de masum gibi gösterildiğini iddia etti. Bütün siyasi partiler halkı partilerin malı gibi gördüğünü savunan Sarızeybek, "Biz hiç bir siyasi partinin malı değiliz. Biz demokratik hakkımızı kullanır seçeriz. AKP'yi seçtiğimiz gibi seçer iş başına getiririz. Görevini iyi yapamıyorsa, ülkeyi kardeşlik içerisinde, huzur ve güven içerisinde yönetemiyorsa, insanca yaşatamıyorsa hesap sorarız. AKP bizim partimizdir ama AKP'yi yöneten siyaset artık halktan kopmuştur." dedi.
Açılım sürecinin ülkeyi kardeş kavgasının eşiğine getirdiğini öne süren Sarızeybek, "Etnik köken ve dini mezhep temelinde İsrail stratejisine uygun olarak ayrıştırıyorlar. Arkadaşlar bu siyaset bizim siyasetimiz değil. Halkın iradesi bu değil. O zaman yapacağımız bir şey var; halk iradesini göstermeli. Nasıl göstermeli? Onun cevabını bize tarih veriyor. Tarihimize bakacağız, tarihimizde ne zaman tehlikeye düşmüşüz, bu tehlikeden nasıl kurtulmuşuz onu bize atalarımız söylüyor. 70-80'li yıllarda emperyalist ülkeler bizi şarkılarla bir birimize düşürdüler. 'Aldırma gönül aldırma' dediğiniz zaman 'solcu, komünist' dediler. 'Çırpınırdı Karadeniz' dediğiniz zaman 'sağcı, faşist' dediler. Bunlar şarkılardı, türkülerdi, bizimdi bunların hepsi. Türk milleti düşmanları tarafından kuşatıldığında tek vücut olup düşmanını yenmiştir. Tarihin bize verdiği mesaj bu. Tehlikeye düştüğün zaman birleşeceksin. Üniversitelerde bir sürü kulüpler var, önce siz birleşeceksiniz. Bir araya gelip konuşacaksınız. Siyaset üstü bir mesele ile karşı karşıyayız. Birbirimizle konuşmak zorundayız. O bu görüşte, şu bu görüşte olmaz. Hani söz konusu vatansa gerisi teferruattı. Bir araya geleceksiniz. Gerçek olan tehlikenin içinde olduğumuz. Tehlikeden nasıl kurtaracağımızın yolunu atalarımız veriyor. 'Birleş' diyor. İlk etapta üniversitede öğrenci toplulukları bir platformda bir araya gelmeli ve konuşmalı. Eğer birbirimizle konuşmaya başlarsak, sorunları masaya yatırmaya başlarsak mutlaka çözüm yollarını da hep birlikte bulacağız." ifadelerini kullandı.
"HALK TANDOĞAN'A ÇIKMALI" Üniversitelerde yapılacak bu çalışmayı gençlerden halka götürmelerini isteyen Sarızeybek, "Halk bugün gidişatın iyi olmadığın Tandoğan'da çıkıp söylese, hükümetimiz isteği kadar seçim 2011'de desin." diye konuştu.
"Bugün bizim ülke genelinde bulabileceğimiz tek çözüm en kısa zamanda erken seçime gitmek" diyen Sarızeybek, şöyle devam etti: "Hiç bir hükümet halkla pazarlık yapamaz. Neden? Demokrasilerde en büyük güç halktır, hükümete hesap soracak olan da halktır. Gelir Tandoğan'a derki, 'ey hükümet egemenlik benimdir, seni ben seçtim istemiyorum kardeşim in aşağı' ve ülkeyi erken seçime götürür. Bugün bizim ülke genelinde bulabileceğimiz tek çözüm, bugün, yarın, öbürsü gün erken seçime gitmektir. Erken seçime gittiğimiz zaman da her türlü siyasi görüşü bir tarafa bırakıp birleşmektir. Nerede birleşeceğimiz meselesine gelince, önce vicdanlarınızda, aklınızda. O vicdanınızın, aklınızın sesini dinlediğinizde yüreğinizin sağduyusu size doğru yolu gösterecektir. Bizim dediğimiz şudur; kimseye bir karış toprak vermeyeceğiz, kimseden bir karış toprak da almayacağız. Birleşeceğiz, güç olacağız, tehlikeleri yeneceğiz. Tek amacımız var, sizlere güvenli ve huzurlu bir ülke bırakmaktır."
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Emekli Albay Erdal Sarızeybek, siyasi iradenin ülkeyi kargaşaya sürüklediğini iddia ederek, tek çözüm ek kısa zamanda erken seçime gitmek olduğunu savundu. Sarızeybek, bunun için de halkın Tandoğan meydanına çıkıp 'Ey hükümet egemenlik benimdir, seni ben seçtim istemiyorum kardeşim in aşağı' demesi gerektiğini söyledi. Sarızeybek, Türkiye'yi düştüğü tehlikeden kurtarmak için üniversitelerdeki öğrencilerin ve öğrenci kulüplerinin birleşerek çözüm bulmaları gerektiğini dile getirdi.
Sarızeybek, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Atatürkçü Düşünce Kulübü'nce düzenlenen "Demokrasi ve Terör" konulu konferansta yaptığı konuşmada, bugünü kadar terörün bitirilememesinin sebebinin siyaset olduğunu ileri sürdü.
Terörle mücadele sarısında yaşadıklarını örneklerle anlatan Sarızeybek, Ergenekon davası ve hükümetin açılım projesini eleştirdi. Emekli Albay, bu süreçte komutanların terörist, teröristlerin de masum gibi gösterildiğini iddia etti. Bütün siyasi partiler halkı partilerin malı gibi gördüğünü savunan Sarızeybek, "Biz hiç bir siyasi partinin malı değiliz. Biz demokratik hakkımızı kullanır seçeriz. AKP'yi seçtiğimiz gibi seçer iş başına getiririz. Görevini iyi yapamıyorsa, ülkeyi kardeşlik içerisinde, huzur ve güven içerisinde yönetemiyorsa, insanca yaşatamıyorsa hesap sorarız. AKP bizim partimizdir ama AKP'yi yöneten siyaset artık halktan kopmuştur." dedi.
Açılım sürecinin ülkeyi kardeş kavgasının eşiğine getirdiğini öne süren Sarızeybek, "Etnik köken ve dini mezhep temelinde İsrail stratejisine uygun olarak ayrıştırıyorlar. Arkadaşlar bu siyaset bizim siyasetimiz değil. Halkın iradesi bu değil. O zaman yapacağımız bir şey var; halk iradesini göstermeli. Nasıl göstermeli? Onun cevabını bize tarih veriyor. Tarihimize bakacağız, tarihimizde ne zaman tehlikeye düşmüşüz, bu tehlikeden nasıl kurtulmuşuz onu bize atalarımız söylüyor. 70-80'li yıllarda emperyalist ülkeler bizi şarkılarla bir birimize düşürdüler. 'Aldırma gönül aldırma' dediğiniz zaman 'solcu, komünist' dediler. 'Çırpınırdı Karadeniz' dediğiniz zaman 'sağcı, faşist' dediler. Bunlar şarkılardı, türkülerdi, bizimdi bunların hepsi. Türk milleti düşmanları tarafından kuşatıldığında tek vücut olup düşmanını yenmiştir. Tarihin bize verdiği mesaj bu. Tehlikeye düştüğün zaman birleşeceksin. Üniversitelerde bir sürü kulüpler var, önce siz birleşeceksiniz. Bir araya gelip konuşacaksınız. Siyaset üstü bir mesele ile karşı karşıyayız. Birbirimizle konuşmak zorundayız. O bu görüşte, şu bu görüşte olmaz. Hani söz konusu vatansa gerisi teferruattı. Bir araya geleceksiniz. Gerçek olan tehlikenin içinde olduğumuz. Tehlikeden nasıl kurtaracağımızın yolunu atalarımız veriyor. 'Birleş' diyor. İlk etapta üniversitede öğrenci toplulukları bir platformda bir araya gelmeli ve konuşmalı. Eğer birbirimizle konuşmaya başlarsak, sorunları masaya yatırmaya başlarsak mutlaka çözüm yollarını da hep birlikte bulacağız." ifadelerini kullandı.
"HALK TANDOĞAN'A ÇIKMALI" Üniversitelerde yapılacak bu çalışmayı gençlerden halka götürmelerini isteyen Sarızeybek, "Halk bugün gidişatın iyi olmadığın Tandoğan'da çıkıp söylese, hükümetimiz isteği kadar seçim 2011'de desin." diye konuştu.
"Bugün bizim ülke genelinde bulabileceğimiz tek çözüm en kısa zamanda erken seçime gitmek" diyen Sarızeybek, şöyle devam etti: "Hiç bir hükümet halkla pazarlık yapamaz. Neden? Demokrasilerde en büyük güç halktır, hükümete hesap soracak olan da halktır. Gelir Tandoğan'a derki, 'ey hükümet egemenlik benimdir, seni ben seçtim istemiyorum kardeşim in aşağı' ve ülkeyi erken seçime götürür. Bugün bizim ülke genelinde bulabileceğimiz tek çözüm, bugün, yarın, öbürsü gün erken seçime gitmektir. Erken seçime gittiğimiz zaman da her türlü siyasi görüşü bir tarafa bırakıp birleşmektir. Nerede birleşeceğimiz meselesine gelince, önce vicdanlarınızda, aklınızda. O vicdanınızın, aklınızın sesini dinlediğinizde yüreğinizin sağduyusu size doğru yolu gösterecektir. Bizim dediğimiz şudur; kimseye bir karış toprak vermeyeceğiz, kimseden bir karış toprak da almayacağız. Birleşeceğiz, güç olacağız, tehlikeleri yeneceğiz. Tek amacımız var, sizlere güvenli ve huzurlu bir ülke bırakmaktır."
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun(HSYK) Erzurum'daki özel yetkili savcıların yetkilerini almasını doğru bulan CHP'nin, geçmişte aynı Kurul'u ağır şekilde eleştirdiği ortaya çıktı.
CHP tarafından 2001 yılında hazırlanan İnsan Hakları ve Demokratikleşme Raporu'nda, HSYK kararlarının yargı denetimi dışında tutulmuş olmasının sakıncaları sıralanırken, bunun hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı vurgulanıyor. Raporda, HSYK kararlarının yargısal denetim alanı dışında olmasını, 12 Eylül Cuntası ile sıkıyönetim komutanlıklarının yargıdan muaf tutulmasıyla aynı olduğu savunuluyor. Raporda, HSYK'nın yeniden yapılandırılarak yargı denetimine alınması isteniyor.
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Osman Şanal ile birlikte 4 savcının yetkilerini alan HSYK'nın bu girişimi yargıda reform talebini gündeme getirdi. Bugün HSYK'nın verdiği kararı savunan CHP'nin de bu yönde talepleri dile getirdiği, hatta parti olarak bir rapor bile hazırladığı ortaya çıktı. 2001'de CHP'nin kurmay hukukçuları Prof. Dr. Oya Araslı, CHP Genel Başkan Yardımcısı Algan Hacaloğlu, Bülent Baratalı, Sinan Yerlikaya, Mesut Değer, Ali Dinçer, Prof. Dr. Yakup Kepenek, Atila Sav ile Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum ve Ceza Hukkuçusu Prof. Dr. Eralp Özgen'den oluşan Demokratikleşme Komisyonu'nca kaleme alınan raporda, HSYK'ya yönelik ağır ithamlar yer alıyor. Raporda, bu yapının yargı denetiminin dışında olduğu, bu durumun bir an önce değiştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
SAVCILARA KİMSE DOKUNAMAZ Raporda, yargıç ve savcıları güvence altına alan Anayasa'nın 139. maddesine atıf yapılırken, hakim ve savcıların hiçbir şekilde etki altında bırakılamayacağı vurgulanıyor: "Söz konusu maddeye göre, yargıç ve savcılar, meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olmaları, görevlerini sağlık bakımından yerine getiremeyeceklerinin kesin olarak anlaşılması ve meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilmesi halleri dışında hiçbir şekilde azlolunamamakta; kendileri istemedikçe Anayasa'da gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamamakta; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa aylık, ödenek ve diğer haklarından yoksun kılınamamaktadırlar."
Raporda, HSYK'nın görevleri de anlatıyor. Buna göre, Anayasa'nın 140. maddesi yargıç ve savcıların özlük işlerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi esaslarına göre kanunla düzenleneceğini bildirmiş; yargıç ve savcıların mesleğe kabul edilmelerine, atanmalarına, geçici yetkilendirilmelerine, kadro dağıtımına, yükseltilmelerine, haklarında disiplin cezası verilmesine, bu görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin yetkileri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na verdiği belirtiliyor.
HSYK YENİDEN YAPILANDIRILMALI CHP'li hukukçular, yargının bağımsız olmadığını vurgularken, bunun büyük ölçüde HSYK'nın yapısından kaynaklandığına işaret ediyor: "Anayasa'mız ilk bakışta, yargı ve yargıç güvencesini sağlıyor görünmektedir. Ancak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumuna ve yapısına ilişkin hükümler incelendiğinde, bu güvencenin yetersiz olduğunu söylemek gerekmektedir."
Raporda HSYK yapısında savunmanın temsilcileri olan avukat ya da baroların bulunmaması da "Kurul'un oluşum biçimi bakımından üzerinde durulması gereken bir başka husus da, yargının vazgeçilmez unsuru olan 'savunma' temsilcilerine, Kurul'da hiç yer verilmemiş olmasıdır." sözleriyle eleştiriliyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarının yargı denetimi dışında tutulması da 'sakıncalı bir durum' olarak nitelendiriliyor. Raporda HSYK'nın çalışma biçimi de değerlendirirken, Kurul'un saydam olmadığı ileri sürülüyor: "Kurul'un çalışma biçimi de bir başka olumsuzluk alanı oluşturmaktadır. Bugün Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ayrı örgütü, özerk bütçesi, binası, sekretaryası bulunmayan; Adalet Bakanlığı memurları eliyle işlerini yürüten bir kurum görünümündedir. Kurul'un çalışmaları 'saydamlık'tan uzaktır. Yargıçlığa giriş için sınavların Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından değil Adalet Bakanlığı'nca yapılması; yargının bağımsızlığı açısından kuşkulara neden olmaktadır."
YARGISAL DENETİME KAPALI HSYK İLE 12 EYLÜL CUNTACILARI AYNI CHP raporunda, HSYK'nın yargı denetiminin dışında tutulması, 12 Eylül darbecileri ile Sıkıyönetim Komutanlıklarının yaptığı işlerin yargısal denetim dışında tutulması raporda şöyle eleştiriliyor: "Anayasa'mızın 159. maddesinde de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararlarına karşı, yargı mercilerine başvurulamayacağı bildirilmiştir. Anayasa'mızın geçici 15. maddesinde ise kimi yürütme işlem ve eylemleri yargısal denetim alanı dışına çıkarılmıştır. Anayasa'da yer alan bu istisnalara ek olarak, Sıkıyönetim Kanunu'nda da, Sıkıyönetim Komutanlarının yaptığı işlemlerin yargısal denetim dışına alındığı görülmektedir. Bu istisnaların hak arama özgürlüğü açısından da bir sınırlandırma niteliği taşıdığı açıktır. Hukuk devleti ilkesini tam anlamıyla yaşama geçirebilmek için, bu tür istisnaları ortadan kaldırmak ve tüm yürütme işlem ve eylemlerini yargısal denetime tabi tutmak gerekmektedir." değerlendirmesi yapılıyor.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a ait ses kaydının yayınlanmasıyla, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı kimin izlettirdiği ortaya çıkarken, daha önce ordu mensuplarına ait ses kayıtlarını görmezden gelen kartel medyası ilginç bir şekilde Başbuğ'a ait ses kaydını yayınlamak zorunda kaldı. Hürriyet, Milliyet, Vatan ve Akşam gazeteleri Başbuğ'un ses kaydını neredeyse aynı cümlelerle “Sonunda Başbuğ'u da dinlediler” başlığıyla verdi.
İÇERİĞİNİ GÖRMEDİLER Başbuğ'un konuşmasının içeriğinden ziyade, konuşmayı kimin kaydettiği üzerinde duran kartel medyası ve Mehmet Karamehmet'e ait Akşam gazetesi okuyucularına Başbuğ'un ses kaydını “Sonunda bu da oldu. Birçok komutanın ardından Genelkurmay Başkanının da ses kaydı dolaşıma çıktı. Kritik Milli Güvenlik Kurulu toplantısına saatler kala Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un bir ses kaydı internette yayına verildi. Yargı-hükümet-TSK eksenindeki gerilimin ana gündem maddesi olması beklenen toplantı başlarken basına sızan ses kaydında birbirinden ilginç anekdotlar bulunuyor. Arınç'a suikast iddiasıyla suçlanan subayların ofislerinde yapılan ‘Kozmik arama'ya dikkati çeken Başbuğ ilginç değerlendirmeler yapıyor. Ancak ses kaydının kimler tarafından alındığı ve internete nasıl servis edildiği hala merak konusu…” ifadeleriyle duyurdu.
DARBE İSTEDİLER Öte yandan, başta Hürriyet olmak üzere Milliyet ve Vatan gazetelerindeki okuyucu yorumlarında AK Parti ve dindarlara karşı hakaret ve nefret dolu yorumların yayınlanması dikkat çekti. Yorum yapanlardan bazılarının açık açık 'darbe istiyorum inadına darbe” ifadelerini kullanması dikkat çekti.
-- Dr. Tarık Ziya
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Ana Bilim Dalı Başkanı Yardımcısı
Sivil Hastalıkları Mütehassısı -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
merhaba dostlar türkiye beyazay derneği izmir şubesi olarak yaptığımız eğitim kültür ve sosyal çalışmalarda gönüllü olarak bizimle beraber faaliyetlere katılacak arkadaşlar arıyoruz bu gönüllüler engellilik bilincinin arttırılması engellilerin sosyal hayata katılması evden cıkamayan engellilere ziyaretlerde bulunulma sınavlara hazırlanan görme engellilere sınavlara hazırlanmada yardımcı olma ve engellilerle alakalı bir çok çalışmalarda gönüllüler arıyoruz bu iletiyi tanıdıklarınızada gönderirseniz seviniriz
-- msn yurekseferi76@hotmail.com skp saliharikan2 05065149693 -- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Günlük koşuşturmanın içerisinde vakit ayırmak! Sevmeye, sevilmeye daha bunlar gibi binlerce şeye. Yazarın ismi Mustafa TOPÇU! Karatay Konya’dan gelen bir posta! Kendisini hiç görmedim. Ve hatta telefon dâhil mail yoluyla dahi bir konuşmamız bulunmadı kendisiyle. Tanışmak mutlaka her bir kişinin isteyebileceği bir düş.
Mutlaka okumalıyım dedim. Evet, Rüzgârın İçindeki Rüya adlı kitapta yazan Öykülerle tanışmalıyım. Bende yazmak istiyorum. Hayalim bu. Hayallere devam. Kendim bastırırım diyorum. Yani anlayacağınız kendi kendime gaz veriyorum. Vermeye devam.
İşte yazar ağabeyimiz de öyle yapmış anlaşılan. Kapak fotoğrafını İrfan Çakır yapmış. İrfan bey bu işten anlamakta! Eline koluna sağlık! Diyelim ki kıramadığım bir dostum bu kitabı benden almaya kalkacak. Asla ve hiçbir şekilde vermem. Ama gider alırım. Ona hediye ederim. Severim. İnsanlara kitaptan daha değerli bir şeyi hediye etmek mümkün değildir.
Dizgi Tasarım Reflex tarafından dizayn edilmiş. Belki işinize yarar diye 0 322 351 00 17 teli. Ben hep aklımda tutacağım. Belli mi olur. Aldığım gaz ve kurduğum hayallerimle belki. Matbaa Meltem Ofset 0322 350 72 29 tel no. Demek ki sade yazmak da yeterli değilmiş. A! dostlarım yazmakla da olmuyor.
Kitap 10 hikâyeden oluşmakta. Topu, topu 59 sayfa. Sıkmaz. Bunaltmaz. Akıcı. Durağanlıktan uzak. Bazı yerlerini çizmişim. Genç Romantiğin İki Avrupa Anısı adlı öyküde “Kafasında şekillendirmeye çalıştığı şey ekmekti. Yüzünden okuyabildiğin mutluluk ise bu ekmeğin büyüklüğü ile orantılıydı.” Aynen böyle yazılmış. Muhteşem bir anlatış ve üslup. Rüzgârın İçindeki Rüya adlı öyküde ise “Kavgayı hak ve yetenek sayarız” yazılmış. Nehir Kıyısında adlı öyküde ise “ yürüdüm yalnızlığımla” yazılmış.
İnanınız Öykü Kitabından kendime göre çizdiğim birkaç parça bunlar. Fakat bu parçalar yürekte, için en gizemli yerlerinde derin izler bırakmaktadır. Söz konusu kitabın arka kapağının arka sayfasında ise bu sefer göze çarpan şey yazarın beş altı satırdan oluşan hayat hikâyesi ve Sessizlik adlı öyküden alınan gene beş altı satırlık cümle. İşte bu insanı çarpan bir yıldırım gibi! Aman diyorsunuz içinizden. Hemen bu öyküyü okuyayım. Oysa hemen okumanıza imkân yok. Zira bu öykü kitabın en son öyküsü! Sabır diyorsunuz içinizden. Sabır. Oraya gelene kadar bekleyeyim. Ama inanın ki ilk öyküden sonra artık bu öykü aklınıza dahi gelmiyor. Zira diğer öyküler sizi sarıp sarmalıyor.
Kitabın yazarı Mustafa Bey Genel Müdür Yardımcılığı görevlerin de dahi bulunmuş. Bir dostumla konuşmamda ya bu zat bu görevler de dahi bulunmuş ve böyle bir kitabı kendi ve yanında bulunan dizgici, matbaacı, fotoğrafçı gibi hayalperestlerle bastırmayı başarmış. Neden? Neden? Dedim. Bu kadar zahmet ne diye? İhtiyaç yok ki. Helal olsun. Bu Dizgiciye, bu matbaacıya bu kapak fotoğrafçısına helal olsun. Senin de Mustafa ağabey ellerine emeğine sağlık. Keşke her birey sizler kadar üretebilme isteğiyle dolu olabilmiş olsa.
Ülkemizde alışagelmiş olan okuma oranının küçüklüğü yazma oranının küçüklüğüne paralel bir şekil de denk gelmektedir. Mutlaka ithal kitaplar da bulunmalıdır. Oysa kendi içimizden kendimize ait bulunan birilerinin de çabalarını görmezden gelmemeliyiz. Bu sebepten dolayı da bu söz konusu kitabı etrafımızda arayalım, soralım, ondan bahsedelim. Konya da doğan bu yazarımız ayrıca Ülkemiz açısından da bir ümit kaynağı olacaktır. Onun başarısı sadece bu kitabın baskı sayısıyla değil ondan önce gelenlerin ve onunla birlikte bu işe soyunanların emeğiyle geleceklerin başarısı olacaktır.
MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Günlük koşuşturmanın içerisinde vakit ayırmak! Sevmeye, sevilmeye daha bunlar gibi binlerce şeye. Yazarın ismi Mustafa TOPÇU! Karatay Konya’dan gelen bir posta! Kendisini hiç görmedim. Ve hatta telefon dâhil mail yoluyla dahi bir konuşmamız bulunmadı kendisiyle. Tanışmak mutlaka her bir kişinin isteyebileceği bir düş.
Mutlaka okumalıyım dedim. Evet, Rüzgârın İçindeki Rüya adlı kitapta yazan Öykülerle tanışmalıyım. Bende yazmak istiyorum. Hayalim bu. Hayallere devam. Kendim bastırırım diyorum. Yani anlayacağınız kendi kendime gaz veriyorum. Vermeye devam.
İşte yazar ağabeyimiz de öyle yapmış anlaşılan. Kapak fotoğrafını İrfan Çakır yapmış. İrfan bey bu işten anlamakta! Eline koluna sağlık! Diyelim ki kıramadığım bir dostum bu kitabı benden almaya kalkacak. Asla ve hiçbir şekilde vermem. Ama gider alırım. Ona hediye ederim. Severim. İnsanlara kitaptan daha değerli bir şeyi hediye etmek mümkün değildir.
Dizgi Tasarım Reflex tarafından dizayn edilmiş. Belki işinize yarar diye 0 322 351 00 17 teli. Ben hep aklımda tutacağım. Belli mi olur. Aldığım gaz ve kurduğum hayallerimle belki. Matbaa Meltem Ofset 0322 350 72 29 tel no. Demek ki sade yazmak da yeterli değilmiş. A! dostlarım yazmakla da olmuyor.
Kitap 10 hikâyeden oluşmakta. Topu, topu 59 sayfa. Sıkmaz. Bunaltmaz. Akıcı. Durağanlıktan uzak. Bazı yerlerini çizmişim. Genç Romantiğin İki Avrupa Anısı adlı öyküde “Kafasında şekillendirmeye çalıştığı şey ekmekti. Yüzünden okuyabildiğin mutluluk ise bu ekmeğin büyüklüğü ile orantılıydı.” Aynen böyle yazılmış. Muhteşem bir anlatış ve üslup. Rüzgârın İçindeki Rüya adlı öyküde ise “Kavgayı hak ve yetenek sayarız” yazılmış. Nehir Kıyısında adlı öyküde ise “ yürüdüm yalnızlığımla” yazılmış.
İnanınız Öykü Kitabından kendime göre çizdiğim birkaç parça bunlar. Fakat bu parçalar yürekte, için en gizemli yerlerinde derin izler bırakmaktadır. Söz konusu kitabın arka kapağının arka sayfasında ise bu sefer göze çarpan şey yazarın beş altı satırdan oluşan hayat hikâyesi ve Sessizlik adlı öyküden alınan gene beş altı satırlık cümle. İşte bu insanı çarpan bir yıldırım gibi! Aman diyorsunuz içinizden. Hemen bu öyküyü okuyayım. Oysa hemen okumanıza imkân yok. Zira bu öykü kitabın en son öyküsü! Sabır diyorsunuz içinizden. Sabır. Oraya gelene kadar bekleyeyim. Ama inanın ki ilk öyküden sonra artık bu öykü aklınıza dahi gelmiyor. Zira diğer öyküler sizi sarıp sarmalıyor.
Kitabın yazarı Mustafa Bey Genel Müdür Yardımcılığı görevlerin de dahi bulunmuş. Bir dostumla konuşmamda ya bu zat bu görevler de dahi bulunmuş ve böyle bir kitabı kendi ve yanında bulunan dizgici, matbaacı, fotoğrafçı gibi hayalperestlerle bastırmayı başarmış. Neden? Neden? Dedim. Bu kadar zahmet ne diye? İhtiyaç yok ki. Helal olsun. Bu Dizgiciye, bu matbaacıya bu kapak fotoğrafçısına helal olsun. Senin de Mustafa ağabey ellerine emeğine sağlık. Keşke her birey sizler kadar üretebilme isteğiyle dolu olabilmiş olsa.
Ülkemizde alışagelmiş olan okuma oranının küçüklüğü yazma oranının küçüklüğüne paralel bir şekil de denk gelmektedir. Mutlaka ithal kitaplar da bulunmalıdır. Oysa kendi içimizden kendimize ait bulunan birilerinin de çabalarını görmezden gelmemeliyiz. Bu sebepten dolayı da bu söz konusu kitabı etrafımızda arayalım, soralım, ondan bahsedelim. Konya da doğan bu yazarımız ayrıca Ülkemiz açısından da bir ümit kaynağı olacaktır. Onun başarısı sadece bu kitabın baskı sayısıyla değil ondan önce gelenlerin ve onunla birlikte bu işe soyunanların emeğiyle geleceklerin başarısı olacaktır.
MERSİN İÇEL İLİNDEN BURAK CANLI
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
Grup Yöneticileri Mail Adresleri Aşağıdadır kurtulusyolu99@gmail.com bahadirserhad@gmail.com forevermirza@gmail.com
Bu gruba posta göndermek için, mail atın: anadoluhaber@googlegroups.com Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin: anadoluhaber-unsubscribe@googlegroups.com Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/anadoluhaber?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin
Batı kapitalizminin sınırlarımızdan içeriye ilk sızışı değildir bu... Taa 1838 yılında akdedilen Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile başlayan sürecin ardından 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı, Avrupa devletlerinin Osmanlı üzerindeki iktisadi - siyasi - kültürel ve askeri etki ve denetimini bütün hatları ile tesis etmiş; iyiden iyiye yerleştirip, pekiştirmişti... Ardından Osmanlı topraklarının paylaşılması "operasyonları" gündeme geldi. 1857 yılında Osmanlı Devleti sınırları içinde 2000'in üzerinde misyoner okulu faaliyetlerini sürdürüyordu. Bütün bu gelişmelerin içinde Mustafa Kemal Atatürk, tam bağımsızlığı savunuyordu. Ülkenin [ancak] kendi tam bağımsız Milli Devleti'ni kurarak bu badirelerin içinden geçebileceğini ve aydınlığa, bir tek bu yolu takip ederek ulaşabileceğini düşünüyordu... Emperyalizme karşı verilen kurtuluş mücadelesinin adı, bu nedenle Bağımsızlık [= istiklal] Savaşı'dır. Atatürk bütün misyoner okullarını kapattı. Avrupa devletleri ile olan ilişkiler, karşılıklı çıkarların korunması ilkesine dayalı olan bir "denge" politikasına doğru yönlendirildi. Dolayısıyla, Avrupa'nın, Cumhuriyet Türkiye'sinden talep edeceği "tek yanlı" bir çıkar söz konusu olamazdı... Derken 1938 yılı geldi... 10 Kasım!.. Türkiye'nin yavaş yavaş sallanmaya başlayan bağımsızlık ilkesi... Batı'ya doğru usul usul dümen kıran bir yönetici kadro ve bürokrasi ağını yarattı... Yıl 1963... Ülkenin başına hangi melanet geldiyse... Nedense hep bu Eylül ayını... Ve bu uğursuz ayın 12'sini kollamış... Tarih 12 Eylül 1963... Türkiye, Ankara Anlaşması'na imza koyarak Avrupa Birliği'nin o günlerdeki ismi olan AET'ye ilk adımını atıyor. Ancak, imza tarihinde Batılı devletler bugünkü durumlarında değiller. 2. Dünya savaşından sonra kendisini tam olarak toparlayamamış, ABD'nin iktisadi ve siyasi güdümü altında ve Sovyetler Birliği'ne karşı, ABD himayesindeki NATO şemsiyesinin altına saklanan ülkeler topluluğu olan bir Batı... Ve bunun karşısında, Sovyetler Birliği'ne karşı bir tampon olarak kullanılmak istenen ve "Batı Kampı" içinde tutulmasında birden çok yarar umulan bir Türkiye... İşte bu Türkiye'nin AET'ye girebilmesi için öngörülen "Geçiş Dönemi"nin koşulları, adına Katma Protokol denen, ayrı bir belge ile belirleniyor. Tarih 23 Kasım 1973'tür... Katma Protokol, AET'ye üye ülkelerde ve bu arada da Türkiye'de de malların, hizmetlerin, İŞGÜCÜNÜN ve sermayenin, kademe kademe SERBEST DOLAŞIMINI öngörüyor ve belirli bir plana bağlıyordu. Ve bu dönemin ucu açık değildi... Geçiş Dönemi adı verilen bu süreç, sadece 22 yıl sürecekti. İlk 12 yılda, sanayi ürünlerinin gümrükleri kademe kademe kaldırılacaktı. Ancak, korunması gereken hassas sanayi ürünleri için bu süre 22 yıl olarak uzatılıyordu. Topluluk, Türk sanayi ürünlerinde (pamuk ipliği, pamuklu dokuma ve rafine petrol ürünleri hariç) gümrük veArgilerini ve kısıtlamalarını derhal kaldırmıştı. Diğer tarım ürünlerimize ithal kolaylıkları sağlanmıştı. Protokol'e göre ise, işgücünün üye ülkelerdeki serbest dolaşım hakkı, 1976-1986 tamamen gerçekleştirilmiş olacaktı... Ancak, sonra... Sonra, bütün bunların üzerine sıkı bir yağmur yağdı. İnsanlar çamurlaştı, yabancılaştı; ülke ekonomisini korumak, milli çıkarları savunmak adeta birer suç haline getirildi... Kendi tam bağımsız Milli Devleti'ni savunmak, "dinozorluk" olarak damgalandı... Ülke insanının bilincini hedef alan yoğun bir psikolojik savaş başlatıldı... Serbest rekabet sloganının ardında yabancı ekonomik çıkarlarının korunarak, garanti altına alınması... Ve "Yeni Dünya Düzeni" söyleminin gerisinde ise, yerli sanayiin, yerli tarım ürünlerinin savunulması yasak haline getirildi ve özelleştirme soygunu ile de, ülkenin tüm milli serveti pazara çıkartıldı... Ve bugün her şeyi ile ve her yönü ile yabancı çıkar odaklarına teslim olan... Üstelik [karşılığında], serbest dolaşım hakkını ağzına dahi alamadan... Milli sanayi ürünlerimizin korunmasının esamisi bile okunmadan... Ve bir de ucu açık ve çok açık olarak... Avrupa Birliği'ne girmek değil... Adeta, sürtünmek... Politikacıların büyük bir çoğunluğu için, üstün bir başarı!.. Övünülecek bir "şey". Savunulacak bir "şey"... Yaltaklanacak bir "yer"... Oldu; oluyor ve olmakta devam ediyor!.. Ve bağımsızlık ülküsü bu ülkede, zaman zaman dile getirilen düzmece "van münit" kabadayılıkları ile özgün senaryolar halinde sahneleniyor... Ve işin en hazin tarafı ise... Bu oyun içindeki oyun, hala ve ısrarla, alkışlanmaya devam ediliyor...
-- Bu grubun hiç bir siyasi oluşum, parti, vakıf, örgüt, dernek veya benzeri yapılanmalarla alakası yoktur.Aynı zamanda onlara uzaklığı veya yakınlığıda bulunmamaktadır. Müslüman Anadolu İnsanının Tarafında yer alan Gerçek Vatanseverliği ilke edinmiş, Anti Emperyalist HABER BİLGİ PAYLAŞIM STANDIDIR.." Grupta yayınlanan yorum ve yazılardan yazarları sorumludur.Ayrıca harici linklerden de Anadolu Haber Günlüğü Mesul değildir...
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınızda Kişilik haklarına saldırı,küfür ve benzeri ifadeleriniz yayınlanmamaktadır.Yorumları yazarken İsminizi belirtmeniz önemle duyurulur.